Mehmed Yılmaz anlatmıştı:

Köln’de olayın kahramanından bizzat dinlemiş.

Libyada tahsil yapan bu arkadaş altmış yaşlarında bir yolunu bulup Almanya’ya gelmiş. Ona bir camide görev vermişler.

 

Kendi ifadesine göre oldum olası parayı biraz meyli var. Zaten Almanya’ya geliş sebebi de biraz para birktirmek. Duyduğuna göre Almanya’da çok kolay para kazanılıyormuş. Kendisi hatim, mevlid, nikah gibi hizmetleri seve seve yaparmış.

Bir gün caminin odasında otururken bir aile telefon etmiş, hocam bir nikâhımız var, kıyar mısın diye. O da hay hay olur demiş.

Nasıl olabilir? Görüşmüşler, belli bir satte anlaşmışlar. Onlar saatte gelip arakadaşı alacaklar ve nikâh yerine götürecekler. İyi.

Saat gelmiş, hocaefendi hazırlanmış. Pencerden bakmış ki iri bir mersedes camiiye doğru geliyor. Sevinmiş. Bu mersedesin sahibi kimbilir nasıl varlıklıdır. E, varlıklı olunca da nikâh için vereceği bahşiş elbette büyük olur.

Hoca sevinerek arabaya binmiş ve evlecek çiftlerin nikâhını Allahın emri peygamberin kavli ile kıymış, duasını etmiş. Tatlılar yenmiş, hayırlı uğurlu olsun denmiş. İş bitmiş, yola çıkma zamanı gelmiş. Kendisini nikâha götüren adam yanına yaklaşmış ve cebine bir şey koymuş.

Hocaefendi keyiflenmiş. Herhalde yüklü bir bahşiştir diye. Ne de olsa zengin adamlar. Kendilerine yakışanı yaparlar diye.

Odasına gelince kapıyı kapatıp ilk işi cebine konulan zarfa bakmak olmuş. Bir de ne görsün; on mark. İsteksizce “tüh Allah müstehakkınızı versin. Bu mu verdiğiniz bahşiş... Yazık, gitmeye değmez demiş” hayıflanmış, kendi kendine kızıp durmuş.

Her neyse olan olmuş. Bu da kısa günün karı, hiç yoktan iyidir.

Tam bir hafta sonra kendisine nikâha götüren adam karşısına dikilmiş:

-Hocam geçen hafta bir çiftin nikâhını kıymıştınız ya?

-Ee, ne oldu?

-Bir hafta dolmadan ayrıldılar, yani nikâhları sona erdi.

Hoca cevabı yapıştırmış:

-Oğlum, ben ne yapayım? On marklık nikâh ancak bir hafta sürer.

 

23.5.2004

Den Haag