M. Çalar anlatmıştı:

Oniki yaşımdan on beş yaşıma kadar yani 1979a kadar İstanbul’da bir yakınımın yanında kalmıştım.

Aynı sokak üzerinde bir eve çok giden gelen olurdu. Bu da ben dahil herkesin dikkatini çekerdi.

 

Büyükler derlerdi ki, orada aleviler oturuyor ve kızlarını veya karılarını satıyorlar. Biz de çocuk kafasıyla öyle sanırdık.

Sonra Hollanda’ya geldim ve orada yaşamaya başladım. 1990 yılında yolum tekrar İstanbul’a düştü. O yakınımı ziyaret edip teşekkür etmek için onlara gittim. Sokakta dolaşırken bir genç bana dikkatlice baktı. Ben de ona baktım. Yüzü bana da yabancı gelmiyordu. Derken tanıştık, meğer o sokakta üç yıl boyunce beraber arkadaşlık yapmışız, beraber oynamışız. Üstelik büyüklerimizin kötü dediği evin çocuğu idi. Olsun, küçüklerin dünyasında kötülük de yoktu, bir başkasını inancından veya kimliğinden dolayı dışlama da yoktu. Çocukların dünyaları tertemizdi.

Hal hatır sorduk, oradan buradan konuştuk. Nihayet aklıma geldi ve sordum:

-Yahu o yıllarda sizin ev çok kalabalıktı. Gelen gidenin haddi hesabı yoktu. Üstelik gelenlerin hemen hepsi de yabancı idi. Ne idi kuzum bu iş.

O arkadaş dedi ki:

-Ne olacak, Bilmiyor musun, ağbim o zamlar pezevenklik yapıyordu.

Çok şaşırdım ve üzüldüm. Tekrar sordum:

-Siz nereliydiniz? 

-Konya’nın Bozkır kazasından dedi.

Ben sustum, yalnızca;

–Öyle mi diyebildim. Yani başka şehirden değildiniz değil mi?

Arkadaş güldü. Sonra dedim ki:

-Yani siz ailecek alevi de değilsiniz o zaman.

-Yoo, nereeden çıktı bu? Ben: 

-Hiç dedim sadece.

Sonra arkadaş olayı şöyle özetledi:

“Babam ben ve ağbim İstanbul’a geldik. Babam o evi satın aldı ve oraya yerleştik. Bir müddet sonra babam memlekete her şeyi toparlayıp, temelli İstanbul’a gelmek üzere hazırlık yapmaya gitti. Bu arada ağbim nasıl oldu ise bu işe bulaştı. Veya bulaştırıldı. Babam köyden gelene kadar bizim evi bu iş için kullandı. Karı ticaretine devam etti. Benim yaşım küçük olduğu için pek bir şey anlamıyordum, anlasam da bir şey diyemiyordum. Ağbim kötü bir insan olmuştu.

Babam memleketten geldiği halde ağbim bu pis işi bırakmadı. Utanmadan yapmaya devam etti. Üstelik babamım evini kullanmayı sürdürerek.

Bu durum babamı çok rahatsız ett. Vazgeç dediyse de ağbim oralı olmadı.

O zaman babam:

-Burada bu pisliği  yiyemezsin, defol git dedi. Bunun üzerine kavga ettiler.

Ağbim babamı yedi yerinden bıçakladı. Yakalandı, dört-beş sene yattı, çıktı. Bir daha yüzünü görmedik. Zaten görmek de istemiyoruz. Hâlâ perişan bir şekilde yaşadığını duyuyorum.

Babam ise o kadar yara almasına rağmen ölmedi."

Ben arkadaştan bunları duyunca âdeta şok oldum. Bizim büyüklerimiz başkaları hakkında ne düşünüyorlar, nasıl zan yapıyorlar, olayın aslı nasıl? Hey gidi peşin fikircilik...

Onlara göre şu yakındaki evde oturanlar alevi idi. Kadınlarını satıyorlardı. Çünkü onların zaten böyle adetleri varmış. Ben de bu konuşulanların etkisinde kalarak o arkadaşı alevi sanmıştım ve ailesi hakkında kötü düşünmüştüm. Tevbe, tevbe bir daha böyle bir hataya düşer miyim?

Komşuların alevi sandığı aile meğer sünni imiş, üstelik de benim hemşehrim, yani Konyalı imiş.

Uzun zaman sonra da olsa bu yanlış kanaatimiz düzelttiği için o arkadaşa her zaman teşekkür ediyorum.  

Başkaları hakkında karar verirken peşin fikirli olmamak ve kesin bilgiye dayanmak gerekiyor.

19/5/2002

Bochum’dan Amsterdam’a dönerken.