Mevlid Çakı anlatmıştı:

Amsterdam’da kendi işyerinde çalışan bir arkadaşı 1994 yıllarında Develi’de Mevlid Çakı’nın babasıyla birlikte lokanta çalıştırmışlar. Olayı bizzat kendisi yaşamış ve Hollanda’ya gelince Mevlid’e anlatmış.

 

Şöyle anlatmış:

“1994 yılı. Bir gün lokantaya iki yabancı geldi. Meraklı meraklı etrafa bakıyorlardı. Henüz oturmamışlardı. Onları öyle görünce yanlarına vardım. Hoş geldiniz, buyurun oturun. Bir şeyler yeyiniz dedim. Onlar ise teşekkür ederek, yemek yemiyeceklerini ama çay varsa içebileceklerini söylediler.

Ben de çay var buyurun oturun, çay vereyim de için. Bir masaya oturdular. Çay verdim içtiler. Ama meraklı halleri devam ediyordu. Ben de yanlarına oturdum. Nereli olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini sordum. Önce cevap vermediler. Sonra da çevreyi kontrol ederek, kimseye söylemezsem, bazı şeyleri anlatabileceklerini söylediler. Tamam dedim, söylemem, aramızda kalacak dedim. Dediler ki, bak arkadaş biz define arıyoruz. Elimizdeki haritalara göre buralarda bir yerde bir hazine var.

Ben define deyince heyecanlandım. Etrafımı kontrol ettikten sonra sordum, ya öyle mi dedim, neredeymis.

Bak, biraz yaklaş dediler. Sonra ceplerinden bir harita çıkardılar. Haritaaya göre Develi’nin bir yerinde. Bilinen bir tepede. Harita orayı gösteriyor. Dediler ki bak arkadaş bize yardım edersen buradaki hazineyi çıkarır bölüşürüz. Tamam dedim Nasıl olacak? Kazma işini yapacak bir yardımcıya daha ihtiyaç var. Ne zaman bu akşam. Tamam. Ben işi gizli tutuyorum. Babanın duymasını istemiyorum.

Bir bahane uydurup dükkandan çıktık. Tanıdık birini buldum ve birlikte o tepeye doğru yola çıktık. Tepeye varınca haritaya göre bir elektirik direği olacak. Onu bulduk. Elli adım sağa yürünecek, yürüdük. Hemen sol tarafta bir kaya olacak bulduk. Onun yirmi adım solunda orta büyüklükte bir taş olacak. Onun iki metre önünde.

Hayret haritada yazılı bütün işaretler tamam. Hemen kazı işine başlayalım. Bir de hazineyi bulduk mu yaşadık. Arkadaşla birlikte kazmaya başladık. Onlar yardımcı oldular. Birbuçuk metrede malı bulduk. Evet bir heykel bulduk. Sevincimizden uçuyoruz. Kısa zamanda kolaylıkla defineyi bulmuştuk.

Beraberce geri döndük. Malı dükkanda uygun bir yere koyduk. Adamlar dediler ki, heykeli görüyorsunuz eski bir din adamına benziyor. Bunun tam ne olduğunu  ve değerini anlamak için bir papazın görmesi lazım. Biz Adana’da bir papaz tanıyoruz. Heykeli oraya götüremeyiz. Bu tehlikeli olur, ama papazı buraya getirebiliriz. Heykel sizde kalsın biz gidip papazı getirelim demişler. Ben de avanak avanak olur dedim. Bu sefer dediler ki 'iyi de bizim paramız yok. Şu kadar paraya ihtiyaç var. Verirseniz gideriz.'

İyi de bende de para yok. Vermem imkansız. Olsa vereceğim. Çünkü önemli. Heykeli satabilmek için böyle bir kontrole ihtiyaç var. Adamlar para için ısrar ettiler. Ama ne benim ne de diğer arkadaşın para verecek durumumuz yoktu.

Gözlerini lokantadaki eski tüfeğe diktiler. İsterseniz bunu verin, biz bir yolunu bulur papazı getiririz. Ben dedim ki dağları eşkıya mı sardı ki tüfeği verelim. Bu işin tüfekle bir ilgisi yok.

Bütün ısrarlara rağmen bizden para ve tüfek alamayınca adamlar ayrılıp gittiler.

Ertesi gün arkadaşlar birlikte heykeli gizlice, korku ile Develi’de adı defineciye çıkmış  amcaya götürdük. Heykelin değerini öğrenelim diye.

Biz heykeli gösterince amca kıs kıs gülmeye başladı. Biz hayret ettik bu adam niye gülüyor diye. Sonunda dedi ki.

-Siz bu adamların kandırdığı onuncu avanaksınız. Bu heykel eski falan değil. Bu iki sahtekar sizden önce tam dokuz gurubu haritalarla kandırıp para sızdırdılar. Siz sonuncusunuz. 

Biz bu kadarına pes doğrusu dedik. Para kaptırmadığımza şükrettik.”

 

28.10.2006

Zaandam

Hüseyin K. Ece