Konyalı Hüseyin Düztaş anlattı:

Yıllar önce Sivaslı bir delikanlı Konya'ya, daha doğrusu Konya­n’ın bir köyüne gelmiş. Maksadı arabaya kaşabileceği uygun bir at bulmaktı. Buralarda bulabileceği söylenmiş, o da kalkıp bura­lara kadar gelmişti.

Köyden Osman isimli birisi bu garibi misafir etmiş. Eskiden bütün köylülerin misafirperver olduğu açıktır. Anadolunun hangi tarafına giderseniz gidiniz, aç açık kalmazdınız. Bu güzel adetin sürdüğünü görmek sevindirici bir şey elbette.

Misafiri sevenler, misafirin rızkı ile geldiğine, geldiği eve bereket getirdigine inanırlardı. Gelenlere hizmetin türlüsünü su­nar, misafiri rahat ettirmeye çalışırlardı. Bazı köylerde ayrıca misafir odaları vardı. Kimileri de misafir odasına rağmen gelen­leri alır evine götürurdü.

Bizim Sivaslı delikanlı da böylesine misafirperver bir eve konuk olmuştu. Akşam olmuş, istirahat için odalara seçilmişti. Öteden beriden konuşulmuş, hal hatır sorulmuş ve sonunda söz sadede gelmiş.

Sivaslı Hasan niçin geldigini, ne aradığını söylemiş. Osman da böyle bir atın komşu köyde bulunabileceğini, hele sabah olsun hayır olacağını söylemiş.

Sabahleyin beraberce komşu köye birlikte git­mişler. Atı olan adamı bulmuşlar, atını satıp satmayacağını sor­muşlar. Adam da atını satabileceğini söylemiş. Ele ele tutup pa­zarlık yapıp anlaşmışlar. Şu kadar para karşılığı atı satın ala­bilecekti.

Ama gelin görün ki, Sivaslı Hasan'nın hiç parası yoktu. Şöyle demiş: 'Arkadaş atı alacağım, çünkü ihtiyacım var. Ancak hiç param yok. Bana güvenir de atını verirsen, önümüzdeki bahara paranı ge­tirip vereceğim. Şu arkadaş ta vekilim olsun.' deyip Konyalı Osmanı göstermiş.

Osman da olur demiş. Ben bu işe kefilim. Arkadaşın işi görülsün. Ta Sivas'tan sürüp buraya kadar geldiğine göre sıkıntısı önemli. Onun bizi aldatmayacak kadar mert bir adam olduğunu görüyorum. Pa­ranı bende bil demiş.

Böylece Osman, daha önce hiç görmediği, tanımadığı Sivaslı biri­ne bir at karşılığı kefil oldu. Atın bedeli önemli değil, verilen söz yerine gelmezse o daha kötü olurdu. Sözünde durmayan kişinin toplum arasında düşeceği durumu yakından biliyordu.

Hasan'ın görüntüsü mert insan görüntüsüydü. Böyle birinin  bir kaç kuruşluk çıkar için başkasını aldatması mümkün görünmüyordu.

Böylece Hasan atı aldı ve gitti. Bahara kadar beklemekten başka çare yoktu.

Hasan, söz verdiği gibi, söz verdiği zamanda atın parasını getirip borcunu ödedi. Osman’da bir gece daha misafir olup yaptığı iyilik için çok çok dualar etti. Osman da ona sözünde dur­duğu için teşekkür etti.

Sonra birbirilerine iyilikler dileyerek ayrıldılar.

Yıllar sonra Hasan Hollandaya işçi olarak gitti. İyi bir iş buldu ve bir kaç arkadaşıyla birlikte bir pansiyonda kalmaya baş­ladı.

Bir gün henüz yeni açılmış olan bir türk kahvehanesinde oturu­yordu. Veya içeri girdiği zaman orada oturan birine gözü takıldı ve hemen tanıdı.

Evet bu yeni gelen turist, yabancı Konyalı Osmanın ta kendisi idi.

Sevincini belli etmeden yanına gitti, selâm verdi ve hoş gel­din dedi. Hal hatır sordu, nereden gelip nereye gittiğini sordu. 0 da turist olarak geldiğini iş bulup oturum alabilirse kalmayı düşündüğünü söyledi.

Hasan, kalacak yeri olup olmadıgı sordu. 0 da henüz yeni gel­digini, kimseyi tanımadığını, işte soruşturup bir yer bulmaya ça­lışacağını söylemiş.

Hasan, onu alıp kaldıkları pansiyona götürmüş. Burada bir müd­det kalabilirsin demiş. Sonra da güzel bir bahyo yapmasını sağ­lamış. Yemek yapmış, beraberce karınlarını doyurmuşlar, çay ve kahve içmişler. Pansiyon arkadaşlarıyla sohoet etmişler.

Ertesi gün Hasan, Osmanı yanına alarak çalıştığı fabrikaya götürmüş ve fabrikanın şefine, bu adamı illa da işe alacaksınız diye ricada bulunmuş. Fabrikaya da işçi lazımmış. Böylece Osman iş bulmuş, sonradan oturum da almış. Uygun bir kalacak yer de ayarlanmış.

Bu arada, yani Osman'a uygun bir yer ouluncaya kadar Hasan'ın yanında kalmış. Hasan ona maaşını alıncaya kadar harçlık vermiş. Yemeğini yapmış, bulaşığını yıkamış, çamaşırına yardım etmiş. Alış verişte yardım etmiş.

Kısaca gerek resmi gerek şahsi bütün işlerinde yardımda bulun­muş. Ama hâlâ kendini tanıtmamış. Osman bu iyiliklerin karşısında  ezilip büzülüyormüş ama Hasan'ın sözden anladığı yokmuş. Seve seve bütün işleri yapıyormuş.

Aradan tam bir ay geçmiş. Osman artık bir takım şeylere alış­mış, kalacağı yeri bulmuş , bazı lüzumlu eşyasını almıştı. Bu arada maaşını da haftalık olarak alıp, kendi ayaklarının üzerine durmaya başlamıştı.

Bir akşam otururlarken Hasan demiş ki,

-Osman kardeşim, beni tanıdın mı? 0 da demiş ki,

-Ne bileyim, bir aydan beri -Allah razı olsun- bana etmediği iyiliği bırakmayan Hasan adında iyi bir arkadaşsın. Ötesini nereden bileyim?

Hasan demiş ki,

-Hani bundan seneler önce Sivaslı bir adam sana misafir olmuştur ve satın aldığı bir ata da kefil olmuştun. Tanımadığın, bilmeaigin yabancı bir adam için kendini sıkıntıya koymuştun, yani büyük bir iyilik etmiştin, hatırlıyor musun?

-Evet hatırlıyorum dedi Osman.

-İşte ben o Sivaslıyım, dedi Hasan.

Osman yerinden sıçrayıp Hasan'ın boynuna sarılmış. Nerede ise ağlıyacakmış. Sevincinden uçacak gibi olmuş. Bir taraftan da 'benim yaptığım bunca zahmete değer miydi? bir aydan beri beni beni mahcup edercesine her türlü hizmeti, iyiliği yaptın, hey senden Allah razı olsun' demiş.

Hasan demiş ki,

-Öyle deme Osman kardeş, sen bana öyle bir iyi­lik ettin ki, ölünceye kadar unutamam. O atı almasaydım bir çok işimi göremeyecek, belki çoluk çocuğumun rızkını kazanamayacaktım. Benim gözümde senin iyiligin dünya çapında idi. Benim sana yaptık­larım onun yanında az bile.

Buna benzer sözlerle birbirlerini taltif etmişler.

Ondan sonra da daha yakın zamana kadar beraber oldular. Birbir­lerine yardım ettiler. Kardeş gibi geçindiler. Hasan geçen seneler kesin dönüş yaptı ama irtbatları hâlâ sürüyor.

Birbirine böylesine bağlı, yaptıkları iyilige bu kadar vefalı ve teşekkür ehli başka iki insan görmedim.

28/8/1994

Zaandam