Zeki E. anlatmıştı:

1990 yıllarının başı. Pazarcılık yapıyorum. Naylon eşya alıp satıyorum. Bir gün mal almak için İzmit’e gittim. Arabayı bir yere parkettim. Arabadan inerken yaşlı bir adam; "genç arabanı oraya park etmesen iyi olur" dedi.

 

Ben de dedim ki:

-Amca bir yanlış mı yaptım arabayı buraya parketmekle. Eğer yaptı isem özür dilerim. Şurada küçük bir işim var hemen görüp gideceğim.

Ben yumuşak konuşunca yaşlı adam:

-Zamanın var mı, gel bir çay içelim dedi. 

Ben de kabul ettim. Adamın dükkanına girdik. Kısa bir tanışmadan sonra başından geçen bir olayı anlattı:

-Yıllar önce bu dükkanın önündeyim. Ramazan. Şu karşıdan bir bayla bir bayan geliyorlardi. Kolkola. Bayan son derece boyalı, açık ve tahrik edici idi.

Bana doğru yaklaşınca onların duyacağı bir sesle:

-Yahu insanı şu mübarek günde bile rahat bırakmıyorlar dedim.

Adam:

-Ulan sen ne diyorsun, Mustafa Kemal zaten bu gericilerle... diyerek üzerime yürümesin mi?

Daha durur muyum, adama giriştim. İşçilerden bir kaç tanesi daha geldi. Adamı iyice dövdük. Haşatını çıkardık. Karısının feryatlarına aldırmadık.

Adam ağzı burnu kan içerisinde oradan ayrıldı gitti. Karakola gideceğini tahmin ettiğim için işçilere dedim ki;

-"Bak, polis neden bu adamı dövdünüz diye sorarsa, hepiniz de, Mustafa Kemal’e hakaret ettiği için diyeceksiniz, tamam mı?"

Onlar da olur dediler.

Az sonra bir polis geldi ve beni karakola çağırdı. Gittim. Baktım o adam ve karısı orada. Şikayet etmiş. İlgili olayın sebebini sordu. Ben de; 

-Sayın komserim, biliyorsun bu memleketi biz bedava bulmadık. Büyüklerimizin ve şehitlerimizin sayesinde bu günleri gördük. Bu terbiyesiz bu ülkenin kurtarıcısı Mustafa Kemal’in aleyhine konuşunca dayanamadık. Biraz hırpaladık.

Adam her ne kadar adete küçük dilini yutarcasına hayretle;

-Hayır, öyle değil” dediyse de ben;

-Isterseniz işçilerime de sorabilirsiniz” dedim.

Biz burada yılların esnafıyız. Komiser ve polislerin bir çoğu bizi tanıyordu. Bir vukuatımız olmadığı gibi, herkesle iyi ilişkilerimiz vardı. Polis bu durumu biliyordu. İşçilerime kavganın sebebini sordu. Onlar da aynı şeyi söylediler.

Komiser gerekli notları aldıktan sonra adamın şikayetini mahkemeye havale etti.

Bir müddet sonra mahkemeye gittik. Ben ve işçilerim aynı ifadeyi verdik. “Adam durduk yerde M. Kemal’e hakaret ettiğini, bu durumun o pezevenkin yüzünden olduğunu, onun gericilerin kökünü kurutmamakla hata ettiğini filan” dediğini söyledik.

Sonra çıkıp geldik. Bir daha da mahkemeye çağrılmadık. Olayla ilgili bir şey duymadık.

Bir kaç sene sonra dükkana bir adam geldi ve selam verip sordu:

-Beni tanıdın mı? Ben de;

-Hayır tanıyamadım dedim.

-Adam nasıl tanımazsın ben hayatını mahvettiğin adamım dedi. Ben de: 

-Estağfirullah, ne münasebet, ben senin hayatını neden mahvetmiş olayım dedim. Adam:

-Hatırlıyor musun? Üç sene önce hanımımla buradan geçiyorduk ve beni hem dövüp, hem de mahkemede M. Kemal’e hakaret etti diye şikayet ettiydin ya. Ben:

-Peki sonra ne oldu.

-Ne olacak, Ben orduda üstteğmendim. Üç sene hapis cezasi aldim. Beni ordudan attılar. Evim-yuvam dağıldı, hayatim mahvoldu. Daha ne olsun, hep senin yüzünden.

Ben de dedim ki:

-Hop hemşehrim, neden benim yüzümden dolsun, kendi hatan. Sen kaşındın. Beni tabu bir konuyla şıkıştırmak istedin, ama kurduğun tuzağa kendin düştün. Hatanın bedelini ödedin.

Adam daha bir şey demeden çekti gitti. Hep tedbirli oldum, adam tekrar geri döner bir çılgınlık yapar diye.

Adama acıdım, keşke benim yüzümden ekmeğinden olmasaydı. Ama ne yapayım ki hem terbiyesizlik yaptı, hem de makamını bizi aşağılamak için kullanmaya kalkıştı.

Hayatta böyle şeyler oluyor.

27.7.2008

Gölcük