Halil İbrahim Ece anlatmıştı:

Köln’de 1985lerde bizim vatandaşlardan birisi paralarını koltuğun içinde biriktiriyor, birikenleri orada saklıyormuş. Üstelik bunu karısına da söylemiyormuş. Zamanla koltuk eskimiş, yırtılmaya başlamış. Hanımı demiş ki:

 

–Adam, şu koltuğu değiştirelim, baksana eskidi, yırtılmaya başladı. Gelen gieden rezil oluyoruz. Adam:

-Canım neyi var, biraz daha idare eder. Sonra alırız inşaallah dermiş.

Böylece vadeyi biraz daha uzatmış. Koltuğu değiştirmek istemeyişinin esas sebebini yine açıklamamış.

Bir kaç hafta sonra Ford fabrikasına çalışmaya gitmiş. Ama içine bir kurt düşmüş. Aklı hep evde, koltuk olayında, paralarında. Az değil, dişinden tırnağından artırdığı, karısına bile söylemediği onbin markı koltuğun bir tarafında saklı. Bir delik bulmuş, oradan elini sokarak bir yere yerleştirmiş.

Ya koltuğun başına bir gelirse... Bu kadın milletine güven olmaz, yeni koltuk alalaım dedi, alır mı alır... eskiyi çöpe atar mı atar.

Eyvah bugün kaba eşyaları sokağa bıtrakma günü. (Haftanın belli bir günü sokağa bırakıyorsaunuz, o türlü eşyaları toplayan firmalar gelip alıyorlar ve depolarına götürüryorlar. Öyle her gün rastgele beyaz eşyayı sokağa atma mümkün değildir.)

Adam rahat çalışamıyor. İçine kurt düştü ya, kendi kendine diyormuş ki, ya bu kadın aklı eser de koltuğu bugün dışarı atarsa. Böyle düşününce de rengi uçukluıyor, korkusu daha büyüyormuş. Sonunda dayanamamış işçibaşından izin alarak acele acele, adeta soluyarak eve gelmiş. Hemen koltuğu aramış. Bir de bakmış koltuk yerinde yok. Deli divane olmuş. Eyvah gitti paralar, gitti senelerin birikimi diye düşünürken hanımına kızgın bir şekilde, “Koltuk nerede, ne yaptın onu?” Kadın adamın telaşına bir anlam veremiyordu. Yırtık eski döküntü bir koltuk niçin bu kadar kıymetliydi. Demiş ki “Kapının önüne koydum ve koltuk toplayıcılar alıp götürdüler.” 

Adam, lanet olkuyarak, Allah kahretsin diyerek aceleyle arabasına koşmuş ve hızlı bir şekilde koltukların toplandığı depoya gitmiş. Bakmış toplanan koltuklar bir kamyondan yeni boşaltılıyormuş. Ona doğru ilerlemiş, bir de bakmış ki kendi koltukları da onların içinde değilmiymiş. Henüz arabanın üzerinde. Sevincinden havaya zıplayacak gibi olmuş, ama belli etmemiş. “İnşaallah kimse koltuğun içini yoklamamıştır, inşaallah paraları kimse farketmemiştir” diye dua ederek arabaya doğru yanaşmış.

Orada çalışan almanlar, “ne var, ne istiyorsun” diye sormuşlar ama o hiç birmne bakmadan, onlara cevap vermeden, hemen arabaya tırmanmış, kendi koltuğunun yanına çıkmış.  Paraları koyduğu yeri biliyor ya, hemen elini koltuğa daldırmış, sevgili paraları aynen duruyormuş. Onları sevinçle almış, çaktırmadan ceketinin cebine sokmuş, koltuğun sağına soluna bakar gibi yapmış ve almanlara beğenmedim dercesine bir işaret yapmış ve hızlıca oradan uzaklaşıp eve gelmiş.

Durumu hanımına anlatmış. Hanımı ne yapsın, bu akıl karşısında ne desin. Bu adamın koltuğu niçin atmak istemediğini hemen anlamış. Meğer adamın kaçak kasasıymış o döküntü koltuk.

Adam paraları bu sefer hanımına teslim etmiş.

Hüseyin K. Ece

27/12/2002

Köln