Kur'an'da selam, silm-İslam-selamet-teslimiyet bağlantısı, Peygamberlere selam hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

13 Aralık 2022 –

19 Cemâziye’l-evvel 1444

Zaandam

68.Ders. KUR’AN’DA SELÂM ve SELÂMET 1

 

-Selâm nedir?

‘Selâm, selâmet’, ‘se-li-me’ fiilinin masdarıdır.

Bu da sözlükte; dış ve iç âfetlerden belâlardan veya dertlerden uzak olmak demektir.

Bazılarına göre selâmet ve âfiyettir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 7/240) Nitekim şu iki âyette selâm bu manada kullanılıyor:

ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿48﴾

Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan toplulukla, Bizden bir ‘selâm-esenlik’ ve bereketle gemiden in…” (Hûd 11/48)

قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ ﴿69﴾

“Biz: ‘Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selâm (selâmetli) ol’ dedik.” (Enbiyâ 21/69)

‘se-li-me’ fiili ve onun türevleri olan kelimeler; barış, teslim olma, güvende olma, ayıp ve kusurdan uzak olma, barışa girme, hayır ve iyilik içinde olma, İslâm, İslâma girme gibi anlamlara gelirler. (H. K. Ece, İslâmın Temel Kavramları, s: 299 ve 603)

Selâm’ın türetildiği es-selm veya selâmet, tüm görünen ve görünmeyen olumsuzluklardan,[1] hoşa gitmeyecek şeylerden uzak olma, uzak kalma demektir. 

Bu kökten gelen;

‘selleme’; kurtardı, korudu, teslim etti demektir. alâ edatı (harf-i cerr) ile kullanılırsa selâm verdi anlamına gelir.

‘müsellem’; teslim edilmiş şey, sağlam olan,

‘silm’; barış,

‘selem’ esir etme, itaat altına alma, boyun eğme, fıkıhta parasını peşin verip veresiye mal alma demektir.

‘sâlim’; emin, selâmette olan,

‘selîm’; kusursuz, eksiksiz, saf. Şu âyette olduğu gibi:

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ ﴿88﴾ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ ﴿89﴾

“O gün mal ve oğullar fayda vermez. Ancak Allah’a selîm bir kalple varan başka...” (Şuara 26/89) (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 350)

Buradaki ‘selîm’; kurtulan ve (tehlikeden) uzak olan, ya da teslim olan  manasındadır.

Bu fiilin başka bir kalıbı ‘esleme-islâm’;  itaat etmek, teslim olmak, müslüman olmak, barış yapmak,

bunun öznesi (ism-i faili) ‘müslim’ İslâm’a giren, hakka teslim olan demektir.

İslâm kelimesi; teslimiyet, silm (barış) ve selâmet masdarlarının üçünü de içine alır.

Ya da İslâm kelimesi üç köke atfedilir. Barış anlamındaki ‘silm’, kurtuluş anlamındaki ‘selâmet’, teslim oluş anlamındaki ‘teslimiyet’...

Buna göre İslâm; dünyada barışı (silm’i) ve Âhirette sonsuz selâmeti (kurtuluşu) sağlamak için, Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyettir. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 3/2117, 2123)

Vahye, İslâma teslim olan kimse kendi hayatında, aile ve toplum hayatında, yani dünyada silm’e (barışa) ulaşır. Dünyada kötülük ve yanlışlardan, âhirette ise selâmete kavuşur, kötü akıbetten kurtulur.

İslâm; İlk peygamberden son Peygambere kadar bütün elçilerin tebliğ ettiği  getirdiği, Allah’ın dininin özel adı...

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿19﴾

“Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Âli İmran 3/19)

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿85﴾

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o Âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmrân  3/85)

.... اَلْيَوْمَ يَئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًا...  ﴿3﴾

“... Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim...” (Mâide  5/3)

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿7﴾

“İslâm'a çağırıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.” (Saff  61/7)

Allah’a karşı yalan uydurma, O’na şirk koşma, evlât isnat etme, âyetlerini sihir olarak vasıflandırmadır.

عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:

“يَا أَبَا سَعِيدٍ مَنْ رَضِيَ بِاللَّهِ رَبًّا وَبِالْإِسْلاَمِ دِينًا وَبِمُحَمَّدٍ نَبِيًّا وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ.”

Ebû Saîd el-Hudrî’den (ra) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı ve Peygamber olarak Muhammed’i seçip razı oldum diyen kimse cenneti hak etmiştir.” (Ebû Dâvud, Vitr/26 no: 1529. Bir benzeri: Nesâî, Cihad/18 no: 3133. Müslim, İmâre/31(116-1884) no: 4879. Hâkim, el-Müstedrek, Dua/104 no: 1904, 1/699-sahih kaydıyla)

 

-Kur’an’da selâm

Selam ile aile aynı kökten türeyen kelimeler Kur’an’da 42 yerde geçiyor. ‘Selâm’ bir yerde Allah’a nisbetle es-Selâm olarak varr.

Selâm; eman, selâmet, silm-sulh/barış, emniyet, güven demektir.

Barış anlamıyla selâm; insanların canlarını, mallarını ve beldelerini savaşın berbat yıkımından korumak, selâmete erdirmek üzere dinen tavsiye edilir.

‘dâru’s-selâm’ (Yûnus 10/25) “sonsuz esenlik, güvenlik ve kurtuluş yurdu” demektir. (Ayrı bir ders olarak işleyeceğiz)

Kendilerine gönderilen elçi Lût’u dinlemeyen ve inkârda direnen ve aşırı çirkin işler yapmaya devam eden Lût kavmi cezayı hak etmişti Allah (cc) onları cezalandırmak üzere iki melek gönderdi.

Melekler insan sûretinde önce bir çocuk müjdelemek üzere hz. İbrahim’e uğradılar. Onun yanına gelince de ona selâm verdiler:

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ ﴿24﴾ اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ ﴿25﴾

“İbrahim’in seçkin konukları ile ilgili kıssayı hiç duydun mu? Elçiler İbrahim'e gelip ona selâm verdiklerinde, “(Size de) selâm olsun!” demişti; (ve kendi kendine,) “Bunlar, yabancı kimseler!” (diye düşünmüştü.)” (Zariyât 51/24-25. Bir benzeri:  Hûd 11/69. Hıcr 15/52)

Hz. İbrahim (as) babasını ve kavmini İslâm’a davet etti. Babası ise eğer tanrılarından yüz çevirecek olursa onu taşa tutup kovacağını söyledi. Bunun üzerine şöyle dedi:  

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِيًّا ﴿47﴾

“Sana selâm olsun!” “Rabbimden seni bağışlamasını isteyeceğim: Çünkü O bana karşı hep lütufkâr olmuştur.” (Meryem 19/47)

İnkârcılar veya hakikati kabul etmemekte direnen kimseler mü’minlerle alay ettikleri zaman; 

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا ﴿63﴾

“Rahmân'ın has kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı (câhiller) kimseler kendilerine lâf atacak olsa, (sadece) selâm! derler.” (Furkan 25/63)

Esenlik ve güven, tehlikeden ve azaptan selâmette olma, selâmın kapsadığı bütün güzellikler sonunda hidâyete uyanların hakkıdır.

Allah (cc) hz. Musa’ya ve Harun’a şöyle buyurdu:

فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى ﴿47﴾

“Öyleyse artık ona (Firavun’a) gidin ve deyin ki: ‘Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz; bunun için, İsrailoğulları'nın bizimle gelmesine izin ver ve onlara (artık) azap etme.  

Biz sana Rabbinden bir mesajla geldik; ve (bil ki O'nun bahşedeceği) nihaî kurtuluş ve esenlik (selâm) (yalnızca, O'nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır:” (Tâhâ 20/47)

Bir âyette Rasûlüllah’ın muhataplarına esenlik dilemesi emrediliyor:

وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ ﴿88﴾ فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿89﴾

Ve (O, Elçisinin) şöyle diyeceğini de bilir: “Ey Rabbim, işte bunlar, inanmamakta direnen bir kavimdi.” Fakat sen (verdikleri selâmı) güzel bir karşılıkla al, yani “(size de) selâm olsun” de. Nasıl olsa zamanı gelince (gerçeği) öğrenecekler.” (Zuhruf 43/88-89)

Burada görünüşte “onlara selâm ver” deniliyor. Bunu “Allah’tan onları selâmete kavuşturması dile” veya “sizinle benim herhangi bir kavgam yok” şeklinde de anlamak mümkün...

سَلَامٌ۠ۛ هِيَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ ﴿5﴾

Kadir gecesi hem bin aydan daha hayırlıdır ve sabaha kadar selâm’dır, selâmettir. (Kadr 97/5)

Kur’an iman edenlerin bazı özelliklerini saydıktan sonra şöyle diyor:

وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ ﴿55﴾

“Onlar (mü’minler) ki, boş ve anlamsız sözler işittikleri zaman ondan hemen yüz çevirip, “Bizim yapıp-ettiklerimizin hesabını biz vereceğiz, sizin yapıp-ettiklerinizin hesabını da siz vereceksiniz.

Size selâm olsun; bizim, (doğru ile yanlışın anlamından) habersiz kimselerle işimiz yok” derler.” (Kasas 28/55)

Mü’minler Rasûlüllah’a geldikleri zaman onları selâmla karşılardı. 

وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿54﴾

“Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman, de ki:

“Selâm olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki:

Sizden kim câhillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En’am 6/54)

-Peygamberlere selâm

Kur’an bazı peygambere ‘selâm olsun’ denildiğini isim vererek bildiriyor: Şöyle ki:

**Nûh’a Kur’an diliyle selâm olsun:

 وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ ﴿75﴾ وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ ﴿76﴾

وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ ﴿77﴾ وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ ﴿78﴾ سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ ﴿79﴾

“Doğrusu, (onlardan biri olan) Nuh da bizden imdat dilemişti ve onun imdadına derhal yetişmemiz de güzeldi.

Zira kendisini ve (inanç) ailesini büyük felaketten kurtardık.

Onun (inanç) soyunu da baki kıldık

Geriden gelenlerin zihninde ona dair (örnek) bir hatıra bıraktık.

Bütün âlemlerde Nûh’a selâm olsun.” (Saffât 37/75-79)

Nûh’a gemiden selam ile inmesi emredildi

ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿48﴾

“Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan bir çok ümmete bizden selâm ile ve sendeki bereketlerle (gemiden) in.

Daha birtakım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak.” (Hûd 11/48)

 

**Kur’an diliyle İbrahim’e selâm olsun:

وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ ﴿107﴾ وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ ﴿108﴾ سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ ﴿109﴾

"Ve Biz ona fidye olarak muhteşem bir kurban verdik.

Geriden gelen herkesin zihninde ona ilişkin (örnek) bir hatıra bıraktık:

Selâm olsun İbrahime.” (Saffât 37/107-109)

 

**Mûsa ve Hârun’a da selâm olsun:

وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ ﴿117﴾ وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ ﴿118﴾ وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ ﴿119﴾ سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ ﴿120﴾

“Onlara (hakkı batıldan) seçip ayıran kitabı vermiş,

Ve o ikisini dosdoğru yola yöneltmiştik

Nihayet geriden gelen herkesin zihninde o ikisine ilişkin (örnek) bir hatıra bıraktık:

Selâm olsun Mûsa ve Hârun’a.” (Saffât 37/117-120)

**İlyas peygambere selâm olsun.

وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ ﴿123﴾ اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ ﴿124﴾ اَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ ﴿125﴾ اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿126﴾

َكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ ﴿127﴾ اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ ﴿128﴾ وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ ﴿129﴾ سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ ﴿130﴾

“Derken onu  yalanladılar. Bu yüzden onlar elbette yargılanacaklar.

Ancak, Allah’ın inancını saf ve temiz tutma çabasını desteklediği samimi kullar hariç.

Ve geriden gelen herkesin zihninde ona ilişkin (örnek) bir hatıra bıraktık.

Selâm olsun İlyasîn’e” (Saffât 37/130)

**Meryem oğlu İsa’ya en güzel selâm olsun:

قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِيًّاۙ ﴿30﴾ وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ ﴿31﴾ وَبَرًّا بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّارًا شَقِيًّا ﴿32﴾ وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَيًّا ﴿33﴾

“Çocuk (İsa) şöyle dedi: “Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı.”

Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekatı emretti.

Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.

Doğduğum gün de, öleceğim gün de, kabirden kalkıp dirileceğim gün de selâm üzerime olsun!” (Meryem 19/30-33)

**Ve hz. Yahya’ya da Kur’an diliyle selâm olsun:

يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍۜ وَاٰتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّاۙ ﴿12﴾ وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكٰوةًۜ وَكَانَ تَقِيًّاۙ ﴿13﴾ وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّارًا عَصِيًّا ﴿14﴾ وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا۟ ﴿15﴾

“Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) vargücünle sarıl!” (dedik) ve henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik.

Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de (verdik). O, çok sakınan bir kimse idi.

Ana-babasına çok iyi davranırdı; o, isyankâr bir zorba değildi.

Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selâm olsun!” (Meryem 19/12-15)

Yukarıda verilen örneklerin tümünde Allah (cc) adı geçen peygamberlerin her birini övgü ve duaya mazhar olacakları bir mertebeye eriştirdiğine dikkat çekmektedir.[2]

Bu selâm müjdesi sadece bir kaç peygambere mi verildi?

**Hayır. Kur’an bütün peygamberlere de selâm olsun diyor.

قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ ﴿59﴾

“(Ey Muhammed!) De ki: “Hamd Allah’a mahsustur. Selâm onun seçtiği kullarına (olsun).”

Allah mı daha hayırlıdır, yoksa onların ortak koştukları mı?” (Neml 27/59)

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ ﴿180﴾ وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ ﴿181﴾ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿182﴾

Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir.

“ ve selâmün ale’l-murselîn”-Ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!

Ve hamd, bütün âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur!” (Saffat 37/180-182)

Âyette ‘murselîn” geçiyor. Bu da ‘mürsel’ kelimesinin çoğuludur ve elçiler, gönderilenler demektir.

Bu selâm’a peygamberler zincirinin son halkası, risâlet binasının son tuğlası olan hz. Muhammed de (sav) dahildir.

Kısaca selâm kelimesinin ifade ettiği bütün manâlar,

selâmın bütün delâleti,

selâmın kapsadığı bütün esenlikler,

selâmla dile getirilen bütün güzel duygular ve temenniler peygamberlerin hepsinin üzerine olsun.

 

-Vesselâm

وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى

"Selâm, doğru yola (hidâyete) uyanlara olsun.” (Tâhâ 20/47)

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ ﴿180﴾ وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ ﴿181﴾ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿182﴾

 

[1] R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 350

[2] R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 350