Sözlükte istiğâse, ğavs, ibadet olarak istiğâse, tasavvufta istiğâse, gavs ve gavsu'l-azam hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

26.12.2022 –

03 Cemâziye’l-âhir 1444

Zaandam-Hollanda

 

38. Ders 2. Kısım: İSTİĞÂSE ve GAVS KAVRAMLARI

-Sözlükte gavs, istiğâse

Sıkıntılı anlarda sıkıntının giderilmesini isteme. ‘İstiğâse’; gavs kökünden türemiştir.

Sözlükte ‘ğâse’ fiili sıkıntılı durumlarda yardım dileme demektir. (İbn Fâris, Mu'cemu Makayîsi'l-Luğa, 4/400)

‘Isteğsuhu’; ondan yardım istedim anlamında.

Bu fiilin ğavs masdarı; yardım etti ya da yardıma koştu.

 ‘vâ ğavsah’; feryat etmeyi, yardım ya da imdat isteyerek bağırmayı anlamında...  (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 550)

‘ğays’ masdarı ise; Allah yağmurunu gönderdi demektir.

Türkçe sözlükte; ‘gavs’; 1. yardım, muâvenet. 2.yardım istemek için bağırma. Medet. 3.yardımcı, imdada yetişen.

‘İstiğâse (gavs’dan); yardım isteme. (Osmanlıca-Türkçe Sözlük, F. Devellioğolu, s: 280 ve 456)

‘Gavs’; yardım etme, imdada yetişme. 2.Yardım, ruhani himaye istenen kişi (yardım edici), kutub.  (D.M. Doğan, Türkçe sözlük, s: 557)

‘Ğays’; yağmur ya da yağmur yağmak.

Yüce Allah ise bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿28﴾

“Umutsuzluğa düşmelerinin ardından yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayan O'dur.” (Şûrâ 42/28)

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur (ğays) ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur…” (Hadid 57/20)

“Kıyâmetin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru (ğays) indirir, rahimlerdekini bilir…” (Lukman 31/34)

“Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından)  yardım olunacak (yuğâsu) ve o yılda (meyvesuyu ve yağ)  sıkacaklar.” (Yûsuf 12/49)  

Buradak, ğays fiili yağmur yağdırma veya kıtlıktan sonra yağmurla yerdım etme anlamına gelebilir.

Bu kökten gelen ‘muğis’ yardım eden demektir ki el-Mugîs olarak Allah hakkında kullanılır.

İbnu'l-Kayyim nazım olarak der ki: “O, bütün mahlukâtı için ve darda kalanlar için ‘Muğîs’tir (yardım edendir).

 ‘Gavs’ ise; sıkıntıyı gidermeye ve üzüntüyü yok etmeye denir. Yüce Allah (cc) zor işler ve musibetler ile sıkıntılar anında bütün mahlukâtının
yardım edendir (el-Muğîs’tir).

 

-Kur’an’da istiğase

Kur’an’da fiil olarak 5 yerde geçiyor.

“De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde (yesteğîsû), maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir (yuğâsû).

O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir.” (Kehf 18/29)

“Anne ve babasına, “Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?” diyen kimseye, onlar Allah’ın yardımını isteyerek (yesteğîsâni),

“Yazıklar olsun sana! İman et, Allah’ın va’di gerçektir” diyorlar, o da, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.” (Ahkâf 46/17. Ayrıca bkz: Enfâl 8/9. Kasas 28/15)

-Hadislerde istiğâse

Allah (cc) tasa, üzüntü ve keder hâlinde olan kimseye yardım edenleri sever. Bu bir hadiste geçmektedir:
وَاللهّ يُحِبُّ إغاثةَ اللَّهْفَانِ  “Allah, darda kalan kimselere yardım etmeyi sever.” (Ebû Ya'lâ, Müsned, 7/275. Beyhakî, Şuabu'l-İman, 2/254, 6/116)

١- [عن عبد الله بن عمر:] ما يَزالُ الرَّجُلُ يَسْأَلُ النّاسَ، حتّى يَأْتِيَ يَومَ القِيامَةِ ليسَ في وجْهِهِ مُزْعَةُ لَحْمٍ.

 وقالَ: إنّ الشَّمْسَ تَدْنُو يَومَ القِيامَةِ، حتّى يَبْلُغَ العَرَقُ نِصْفَ الأُذُنِ، فَبيْنا هُمْ كَذلكَ اسْتَغاثُوا بآدَمَ، ثُمَّ بمُوسى، ثُمَّ بمُحَمَّدٍ ﷺ

البخاري (ت ٢٥٦)، صحيح البخاري ١٤٧٤

Abdullah b. Ömer dedi ki: “Kıyâmet günü güneş o kadar yaklaştırılır ki insanlardan akan ter birikerek kulakların yarısına kadar yükselir. Onlar bu vaziyetteyken  Âdem’den, sonra Mûsâ’dan, sonra da Muhammed (s.a.v)’den yardım isterler (istiğâse yaparlar).” (Buhârî, Zekât/52 no:1474-1475)

Burada istiğase’nin sözlüki insani yardım anlamında kullanıldığı açık...

Hadislere göre de manevi yardım (ğavs) yalnızca Yaratıcıdan istenir. Kim –her sebeple olursa olsun- Allah'tan yardım dilerse, O da yardım eder

Enes b. Mâlik’in anlattığına göre; “Rasûlüllah (sav) bir üzüntüyle karşılaşsa şöyle derdi:

”Yâ Hayyu yâ Kayyûm! Bi rahmetike esteğîsu.-Ey daima hayatta olan Hayy, bütün varlıkları ayakta tutan Kayyum! Rahmetinin hakkı için senden yardım istiyorum.” (Tirmizî, Daavât/91 no: 3524)

ياَحَىُّ ياَقَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ اَسْتَغِيسُ لاَ تَكِلْنِ اِلى نَفْسىِ طَرْفَتَ عَيْنٍ وَاَصْلِحْ لِ شَاْنِى كُلِّهِ
        Yâ hayyu yâ kayyûm. Birahmetike esteğîsü lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin ve aslıh lî şe’nî küllih-Ey hayyu kayyûm olan Allah’ım! Bütün işlerimi düzeltmeni, göz açıp yumuncaya kadar dahi nefsimin eline bırakmamanı, rahmetine sığınarak senden isterim.” (Hâkim, 1/545)

حَدَّثَنِي أَبُو هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، قَالَ: قَامَ فِينَا النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَذَكَرَ الغُلُولَ فَعَظَّمَهُ وَعَظَّمَ أَمْرَهُ، قَالَ: ” لاَ أُلْفِيَنَّ أَحَدَكُمْ يَوْمَ القِيَامَةِ عَلَى رَقَبَتِهِ شَاةٌ لَهَا ثُغَاءٌ، عَلَى رَقَبَتِهِ فَرَسٌ لَهُ حَمْحَمَةٌ، يَقُولُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ أَغِثْنِي، فَأَقُولُ: لاَ أَمْلِكُ لَكَ شَيْئًا، قَدْ أَبْلَغْتُكَ، وَعَلَى رَقَبَتِهِ بَعِيرٌ لَهُ رُغَاءٌ، يَقُولُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ أَغِثْنِي، فَأَقُولُ: لاَ أَمْلِكُ لَكَ شَيْئًا قَدْ أَبْلَغْتُكَ، وَعَلَى رَقَبَتِهِ صَامِتٌ، فَيَقُولُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ أَغِثْنِي، فَأَقُولُ لاَ أَمْلِكُ لَكَ شَيْئًا قَدْ أَبْلَغْتُكَ، أَوْ عَلَى رَقَبَتِهِ رِقَاعٌ تَخْفِقُ، فَيَقُولُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ أَغِثْنِي، فَأَقُولُ: لاَ أَمْلِكُ لَكَ شَيْئًا، قَدْ أَبْلَغْتُكَ “

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle nakletti:

Bir keresinde Nebî (s.a.v), aramızda ayağa kalktı, ganîmet (ve devlet) malına hiyânet hakkında konuşma yaptı. Hıyânetin çok büyük bir fenâlık olduğunu, günahının çok fazla olacağını bildirip, bunun şiddetle haram kılındığını îzâh etti ve şöyle buyurdu:

“Sakın sizden biri, kıyâmet gününde omuzunda (hıyânetle elde ettiği) bir koyun avaz avaz melerken, öbürü de omuzunda bir at kişnerken karşıma çıkarak:

«–Yâ Rasûlallah, bana yardım et! (eğisnî)» diye yalvarmasın. Aksi takdirde ben ona:

«–Sana bir şey yapamam, ben sana dünyada (hakkı) teblîğ etmiştim!» diye cevap veririm.

Biri de omuzunda bir deve böğürdüğü hâlde bana gelip:

«–Yâ Rasûlallah, yardım eyle! (eğisnî)» demesin! Ben ona da:

«–Senin için bir şey yapmaya malik olamam; ben sana dünyada

(hakkı) teblîğ etmiştim!» derim.

Bir başkası da omuzunda altın, gümüş yüklü olarak gelip:

«–Yâ Rasûlallah, bana yardım et! (eğisnî)» demesin. Ben ona:

«–Sana hiçbir türlü yardım edemem. Ben, dünyada sana (Allah’ın emrini) teblîğ etmiştim» derim.

Bir diğeri de üzerinde (hak etmediği) elbiseler dalgalandığı hâlde gelip:

«–Yâ Rasûlallah, bana yardım et! (eğisnî)» demesin. Ben ona da:

«–Sana hiçbir şekilde yardım edemem. Ben dünyada sana (Allah’ın hükmünü) teblîğ etmiştim» derim.” (Buhârî, Zekat/3 no: 1402, Cihâd/189 no: 3073. Müslim, İmâret/6(24-1831) no: 4734)

 

-İbadet olarak istiğâse

İnsanlardan yardım istemenin durumu belli. 

Kendisinden yardım istenenin, yardım istenen hususun üstesinden gelebilecek durumda olması tabiîdir. Değilse, yardım istemenin bir anlamı yoktur.

Bu sebeple beşer üstü bir gücü gerektiren bir husus insanlardan istenemez. İnsanlardan ancak onların güçleri dahilinde olan şeyler istenir. (Şimşek, M. S. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 3/213)

Öyleyse Allah’tan istenebilecek şeyler, peygamberler de dahil ölü ve dirilerden istenmez. Mezardakiler ölüdür, dünya ile ilgileri kalmamıştır.

Bazıları, tıpkı hayatlarındaki gibi öldükten sonra da tasarruf etmeye devam ederler iddiası hem hakikat değil, hem de isbatı yoktur.

Dirilerin ise tanrısal bir gücü yoktur. Vardır deyip bunu yanlış anlaşılan ‘kerâmet’ inancına bağlamak da temelsizdir.

Bu iddia, tarihten beri çeşitli varlıkları tanrı zannedip, onların olağüstü olaylar yapabileceklerine inanan, İslâmın bâtıl kabul ettiği dinlere mensup  kimselerin inancına benziyor.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿49﴾

"De ki,"Ben, Allah'ın dilediğinden başka, kendim için bir zarar veya faydaya güç yetireme..." (Yûnus 10/49)

"Şayet Allah, bir zararı kaldırırsa, O'ndan başka onu geri getirecek kimse yoktur ve eğer bir hayrı kaldırırsa O herşeye kadirdir... O, kullarının üstünde güç sahibidir ve O hikmet sahibi dir, (her şeyden) haberdardır." (En'am 6/17-18)

“Andolsun ki onlara: "O gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan: "Elbette Allah!" diyeceklerdir.

O hâlde gördünüz ya Allah'tan başka çağırdıklarınızı!

Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O'nun zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun rahmetini tutabilirler mi?

De ki: "Allah, bana yeter." Tevekkül edenler, hep O'na dayanırlar.” (Zümer 39/38)

 Abdullah b. Abbas anlattı: "Bir gün Rasûllullah'ın (sav) arkasında idim. Bana dedi ki; "Ey delikanlı, sana bazı sözler öğreteceğim. Onları koru ki, Allah seni korusun. Koru ki, Allah'ı yanında bulursun. İstediğin zaman, Allah'tan iste. Yardım dilediğin zaman, Allah'tan dile. Şunu bil ki, şayet bütün ümmet, sana bir yarar dokundurmak için bir araya gelseler de, Allah'ın senin için yazdığının dışında bir yarar dokunduramazlar. Aynı şekilde, sana bir zarar dokundurmak için toplansalar Allah'ın senin için yazdığından başka bir şey dokunduramazlar. Kalemler kaldırılmış, sayfalar durulmuştur." (Tirmizî, S. Kiyameh/59 no:  2516. Hasen-sahih kaydıyla)

"Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste, bir yardım talebinde bulunduğun zaman Allah’tan yardım talep et" (Beyhakî, Şuabu’l-İman, er-Rica Minallah, No: 1075)

 

-İstiğasenin çeşitleri:

1-Sözlük anlamıyla istiğâse. Kişi yaşayan, ulaşabildiği, yardım etmeye gücü yetenlerden yardım istemek. Bu insanî bir eylemdir ve ihtiyaçtır. Musa’dan yardım talep eden taraftarı gibi.

“Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi (istiğâsehû)…” (Kasas 28/15)

2-Yüce Allah'tan yardım isteme (istiğâse) sâlih ameldir ve ibadettir. Mü’minler ötedenberi böyle yaparlar. 

“Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz (testeğîsûne). O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.” (Enfâl 8/9)

3-Ölülerden ya da huzurda bulunmayanlardan (uzaktakilerden) ve yardıma gücü yetmeyen canlılardan herhangi bir yardım istemek (istiğâse). Genel görüşe göre bu Tevhid inancına aykırıdır.

Buna inanlara göre böyle bir yardımı kâinatta tasarruf sahibi kimseler yapar. Bu da onlara tanrılık vermektir. Halbuki kâinata ancak onu yaratan Allah tasarruf eder.  

“Yoksa bunalmış olana kendisine dua ettiğinde duasını kabul edip, o kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı?

Allah ile birlikte tanrı mı vardır? Ne kadar az düşünüyorsunuz.” (Neml 27/62)

 

-Tasavvufta istiğase

“Ricâlu’l-gayb; Gayb erenleri veya bilinmeyen Hakk dostları diyebileceğimiz bu kavram, tasavvuftaki Allah dostluğunun gizliliğine dikkat çekiyor.

Özellikle Hâkim Tirmizî tarafından rivâyet edilen bir hadis, mutasavvıfların ‘abdalân’, ‘gavs’, ‘evtâd’ gibi değişik isimlerle yadettiği gayb erenlerinin mesnedi sayılmıştır.

“Bu ümmetin içinde İbrahim tabiatı üzre kırk, Musa tabiatı üzre yedi. İsa tabiatı üzre üç, Muhammed fıtratı üzre bir kişi (abdal) bulunur. Bunlar derecelerine göre halkın efendisi sayılır.” (Keşfu’l-Hafâ, 1/25 no: 35 Ahmed b. Hanbel, 1/112, 5/322, 6/316. Nak. Yılmaz. H. K. Tasavvuf ve Tarikatler, s: 318)

(Keşfu’l-Hafâ’daki rivâyet şöyle: “Bu ümmette kalpleri İbrahim Halilu’r-rahman’ın kalbi gibi otuz abdâl vardır. Birisi ölünce bir başka Allah’ın abdâlı onun yerini alır.” Albânî buna zayıf demiş.

Ahmed b. Hanbel bunu Ubâde b. Sâmit’ten merfû olarak rivâyet etmiş. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel babasının bu hadis için münker (sahih hadise zıt, aşırı tenkit edilmiş) dedi. Zira bunun rivâyetinde Hasen b. Zekvan tek kişidir.  İbni Kesir de bu görüştedir. Buhârî adı geçen râviyi sika, çoğunluk ise zayıf saydılar. Hatta Ahmed b. Hanbel onun hadisleri bâtıldır demiş. Zerkeşî ise bu rivâyet hasen demiş. Temyiz’de demiş ki: Bu Enes’ten farklı yollarla geldi, ancak hepsi de zayıftır. Ben derim ki bu rivâyetin farklı kanallardan gelmesi onu kuvvetlendirir. Nitekim Abdullah b. Ömerin rivâyetinde “Benim ümmetimin seçkinleri her asırda elli, abdâllar kırk kişidir. Bu beşyüz hiç noksanlaşmaz. Biri ölenin yerini alır. Dünyanın her tarafında olurlar.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/32 no: 35)

Bazıları istiğâse vesile gibidir derler. Halbuki bu ikisi aynı değildir. İstiğase yardım istemek, vesile ise gayeye vasıta olan şeydir,  meşru bir şeyle, yani ibadetle Allah’a yakın olmayı arzulamaktır. 

Tasavvuf ehline göre ise makam sahibi bir veli ister ölü ister diri olsun ondan istiğâse edilir. Zira o yardım etme yetkisine sahiptir.

Tasarruf yetkisi olan veli dünyada olduğu gibi öldükten sonra da tasarruf etmeye devam eder. (!) (Onlara göre ölüler dirilerden daha iyi tasarruf ederler. Tıpkı kınından çıkan kılıç gibi)

Bu ifadeler de onlara ait: “Necmüddin-i Kübra’nın tasarruf ve mimmetleri hayatlarında ve öldükten sonra aynen devam etmiştir. Alüyyü’l-Karşi diyor ki” Bütün velilerden dört kimseyi kabirlerinde bile, hayatlarındaki gibi tasarruf yaparken gördüm. Bunlar: Abdulkadir Geylânî, Maruf-u Kerhî, Ukaylu’l-Mencî, Hayyad b. Kaysu’l-Harrânî.” (Gümüşhanevî. A. Z. Veliler ve Tarikatlarda Usul (çev.), s: 50)

“Sâlih bir kulun huzurunda veya kabri başında, şefâat dilemek maksadıyla ondan istiğâse etmek caizdir. Çünkü ölü olan kimse her ne kadar berzah âlemine intikal etmiş ise de kendisine has bir hayatı vardır” deniyor. (!)

 

-Abdal, kutub, kutbu’l-aktâb:

“Abdâl; bedel kelimesinin çoğuludur.

Allahın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir. Onlar âlemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır. (Yılmaz. H. K. Tasavvuf ve Tarikatler, s: 318-319) Bunların özelliği aynı anda farklı yerlerde görünmektir. Makamları İbrahim’in (as) kalbi üzerindedir. (Gümüşhanevî. A. Z. Veliler ve Tarikatlarda Usûl (çev.), s: 43)  

Abdal kırkı Şamda, otuzu diğer memleketlerde olmak üzere yetmiş kişidir. 

Diğer bir rivâyete göre abdal ğavs, imamân ve evtâd olmak üzere yedi kişiden ibarettir. (Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, s: 120-121)

Kutup (çoğulu aktab) sözlükte; değirmen taşının iği, eksen demiri, eksen demektir. 

Tasavvuf ıstılahında en büyük velidir. Velîler zümresinin başkanı, kâinatta tasarruf sahibi (dünyanın ve âlemin mânevî yöneticisi) olduğuna inanılan en büyük velî” mânasında kullanılmış, onun işgal ettiği makama da kutbiyyet denilmiştir. Kutub, değirmen taşının miline benzer. Değirmen taşı, milinin çevresinde döndüğü gibi, bütün âlem de onun etrafında döner.

Ayrıca kutbun yönetimi altında bulunduğuna inanılan çeşitli velî gruplarının her birinin başkanına da kutub adı verilir. Bu durumda birinci anlamdaki kutbu öbürlerinden ayırmak için ona kutbü’l-aktâb denilir.

Sûfîlerin kutub inancı ve kutba yükledikleri işlevler bazı âlimlerin eleştirilerine yol açmıştır. Onlara göre Allah’a ait bazı sıfatların kutba atfedilmesi, gavstan imdat istenmesi anlayışı da İslâm’ın tevhid anlayışıyla bağdaşmaz. (Ateş, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 26/498

Her işin, her ülkenin, her yerin kutbu vardır. Asıl kutub Kutbu’l-aktab-kutuplar kutubudur. Bu zat muhammedî hakikatın vârisidir.

Bunlardan başka yeryüzünün dört yönünü idare eden ve “dört direk-evtâd-ı erbaa” denen erler vardır.

Nukabâ denilen on kişilik topluluk üçyüz tanedir, insanların iç dünyalarından haberdardır. (Gümüşhanevî. A. Z. Veliler ve Tarikatlarda Usul (çev.), s: 41Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, s: 120-121)

 Nücebâ, kırk tanedir. Bunlar bütün yaratıkların yüklerini taşır, sıkıntılarını gidermeye çalışırlar. (Gümüşhanevî. A. Z. Veliler ve Tarikatlarda Usûl (çev.), s: 50)

 

-Gavs:

Tasavvuf çevreleri gavs’ı hakkında şöyle derler:

Darda kalındığında iltica ve istimdad edilen kutuptur.

Darda kalan sûfiler “yetiş ya gavs” diye gavsa sığınırlar. Gavs istimdad edene yardım elini uzatır.

“Mühim ve eserarlı müşkillerini halletmeye mecbur olanlar ona muhtaç olurlar. Teberrüken vasıta kılınarak onun duası talep olunur. Zira onun duası asla reddedilmez. Duasının kabulü hakkında Allah’a yemin etse, yemininde yalancı olmaz. O her zaman Allah’ın nazargâhıdır. Allah ona ledün ilminden büyük bir pay vermiştir. O her yer ve her şeyin zâhir ve bâtınında –elinde kâinata yetecek feyiz terazisi ile- ruhun cesette dolaştığı gibi dolaşır.  Gavsu’l-azam ulvi ve süfli oluş üzerinde bulunan her varlığa feyiz verir. Onun makamı İsrafil’in kalbi üzerindedir.

Nübüvvet Muhammed (as) ile son bulduğu hâlde nübüvvet mirası olan velâyet ve velâyetin en yüksek kademesi olan kutbiyyet kıyâmete kadar devam eder. İnsanların Kâbeyi tavaf ettikleri gibi, kutbu’l-aktâb olan zatın kalbi de daima Hakkın tecellilelerini tavaf eder.”  (Gümüşhanevî. A. Z. Veliler ve Tarikatlarda Usul (çev.), s: 45-46)

Bunlardan başka, sayıları bir rivâyette sekiz, diğer bir rivâyette kırk olan ‘nücebâ’ ile, sayıları on ya da üç yüz olan ‘nukabâ’ denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan yüce şahsiyetler vardır.

Velilerin üstün vasıflı olanlarına ‘evtâd’ (direkler) denir. Onların üstüne ‘revâsi’ (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kulların mercii evtâd, evtâdın mercii de revâsidir. Revâsi (Kâf 50/7), ise seçkin velilerdir. Revâsi’yi kutup idare eder.

Genel olarak rücâlu’l-ğayb ve gayb erenleri olarak anılan bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine tedricen kendisinden sonraki gelen yükseltilir.” (Yılmaz. H. K. Tasavvuf ve Tarikatler, s: 318-319)

Onlar râbıta dedikleri işlemi de bunun için yaparlar. Derler ki: Râbıta netîcesinde mânevî yardım gelir. Buna da istiâne ve istiğâse denir.

 

-Gavsu’l-a’zam:

Abdulkadir Geylânî “gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür.

Tasavvufta kâinatın yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan velîler örgütünün başı.

Buna Kutub ve kutbu'l-aktâb (kutublar kutbu) da denir. Sufilere göre kutub derecesine eren en büyük velîye kendisinden mânevî yardım istendiği (istigāse) için ‘gavs’ da denilir.

Gavs’lık makamına ibâdet ve riyâzetin çokluğu ile ulaşılmaz; doğrudan doğruya Allah'ın bağışı neticesinde elde edilir.

Gavs ya da gavsu'l-âzam (kutub ve kutbu'l-aktâb) hakikat-i Muhammediye (Muhammedî hakikat)'ın mazharıdır.

Bütün kâinatın kalbi mesabesindedir. Kâinat içindeki bütün varlıklar hayat ruhlarını gavstan alırlar. Kâinatta dilediği gibi tasarruf eder.

Tasarrufu ilmine; ilmi de, Allah'ın ilmine tabidir. Zâhiriyle âlemin zâhirini, bâtınıyla âlemin bâtınını idare eder.

Gavs'ın ya da gavsu'l-âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütüne ricâlu'l-gayb (gayb adamları, gayb erenleri) denir. Bunlara –yukarıda geçtiği gibi- evtâd, revâsi, imamân, gavs, kutub gibi isimler verilir.

 

-Değerlendirme

Mutasavvıfların gavs ve ricâlu'l gayb hakkındaki inançlarının Kur'an ve sünnet ile temellendirilmesi mümkün değildir. Bu nedenle İslâm bilginleri, özellikle hukukçular gavs ve ricâl inancını reddetmişlerdir.

Bu inanç Osmanlılar döneminde de tartışılmış, aleyhte fetvalara konu olmuştur. Sözgelimi Şeyhülislam Sa'dî, gavs ve ricâl inancının küfür olduğu yolunda fetva vermiştir. (Özalp, A. Şamil İslam Ansiklopedisi, 2/221)

Genel kanaat: Cansız veya canlı varlıklar faydalı olsa da onlara, hazır olmayan bir insanlara sâlih de olsa istiğase yapılmaz. Bu konuda âyet, hadis olmadığı gibi seleften de böyle bir uygulama yoktur.

Hazır olmayan bir kişi gaybı bilmediği için istiğâse edenin durumunu nasıl bilip de şefaat edecek?

"Başınız dara düştüğünde mezardakilerden yardım dileyin" şeklindeki uydurma bir hadise (Alûsî, Rûhu'l Meânî, 6/125) dayanan tasavvuf ehlinden bazıları, hazır bulunmayan veya ölmüş olan sâlih kişilerden yardım isteneceğini söyler ve buna "istiğase" adını verirler.

Ayrıca hazır bulunmayan veya ölmüş olan bir kimseden yardım istemek, dua kapsamına girer. İslâm inancına göre ise, dua sadece Allah'a yapılır.

Kendisine dua edilenin sadece Allah olması gerektiği, Kur'an'ın bir çok âyetlerinde belirtilmiş, başkasına dua etmenin sapıklık olduğu gayet açık bir şekilde ifade edilmiştir. 

وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ ﴿5﴾

Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.” (Ahkâf 46/5)

لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ ﴿14﴾

“Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar. (Ra'd 13/14)

“Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile birlikte başka ilâh mı var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz.”  (Neml 27/62)

Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu, Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur. Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. (Fâtır 35/13)

Kendisinden yardım istenen kişinin salih bir kişi olması ile olmaması arasında bu açıdan bir fark yoktur. Burada önemli olan, onun yaratılmış olmasıdır. Nitekim

قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلًا ﴿56﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا ﴿57﴾

“De ki: “Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.”

Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur. (İsrâ 17/ 56-57)

Tasavvuf ehli diyebilir ki bu âyetlerde müşriklerin putların yardım istemeleri anlatılıyor. Halbuki ayetlerin ifadesi açıktır, kim ve ne olursa olsun –peygamber bile olsa- Allah’tan başkasından, O’nun yapabileceği yardım istenmez. Fatiha 5. âyeti tekrar hatırlayalım.

F. er-Râzî, "iyyâke nestaîn" in tefsirinde şöyle demektedir: "Senden başkasından yardım istemem. Çünkü başkasının bana yardımı, ancak bana yardım etmesi için ona yardım etmenle mümkündür. Başkasının yardımı, ancak senin yardımınla gerçekleşebileceğine göre, bu aracılığı kaldırırız ve yardımı sadece Senden isteriz." (er-Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, 1/254)

Sonuç olarak ‘istiğase’ sadece Allah'a yapılır. Kabirlerde ya da yanımızda hazır bulunan veya bulunmayan herhangi bir sâlih kişiden istiğâsede bulunmak, güçlerinin yetmediği ve haddi olmadıkları bir şeyi onlardan istemek olur ki, bu, İslâm inancıyla bağdaşmaz.

Bir kişinin sağ olan birinden kendisine dua etmesini istemek ise farklı bir şeydir. (Şimşek, M. S. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, )