Sözlükte istimdad ve himmet, günlük işlerde ve tasavvufta istimdad, himmet kavramları hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

26.12.2022 –

03 Cemâziye’l-âhir 1444

Zaandam-Hollanda

 

38. Ders 3. Kısım: KUR’AN’DA İSTİMDAD ve HİMMET KAVRAMLARI

3-İstimdâd

-Sözlükte meded, istimdâd

Bunun aslı ‘medde’ fiili; temelde bir nesneyi çekip uzatma, imrenme, arzuyla bakma, gözün takılıp kalması... 

Bu kökten gelen; ‘müddet, uzayıp giden vakit. 

‘mededtü’; bir şeye arzulu baktım. Tâhâ 20/131de bu anlamda...

‘emdede’; yardım, imdat etmek

‘meded-emdâd’; imdat, sevilen/hoşlanılan konularda yardım, kuvvet..

‘emedde’; hoşlanılmayan ya da tiksinilen konularda yardım anlamında kullanılır. (Tûr 52/22 bu anlamda... Meryem 19/79, Mü’minun 23/55. Âli İmran 3/125. Neml 27/36da ikinci anlam var. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 704)

Kur’an bunu, (gölgeleri) uzatmak, (yeryüzünü) döşemek (Bkz: Ra’d 13/3. Furkan 25/45. Hıcr 15/19. Kâf 50/7. İnşikâk 84/3.v.d.)

Göz dikme, imrenme, gözü kalması, göz dikme (Hıcr 15/88. Tâhâ 20/131),

Azabı uzatma, (Meryem 19/79),

Mühlet verme Meryem 19/75. Bakara 2/15),

Boynu göğe doğru uzatma (Hacc 22/15),

Katılmak, medet etmek (Lukman 31/27),

Azabı uzatmak, yaydıkça yaymak (A’raf 7/202),

‘Emedde’ ayrıca; medet etmek, yardım etmek, katkıda bulunmak, vermek demektir. Mesela;

بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ ﴿125﴾

“Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.” (Âli İmran 3/125. Ayrıca bkz: Şuarâ 26/132, 133. İsrâ 17/6, 20. Neml 27/36. Tûr 52/22. Mü’minûn 23/55. Kehf 18/109. Enfâl 8/9) anlamında kullanıyor.

Türkçe sözlükte ‘istimdat’; 1.meded, yardım isteme. 2.imdat, kuvvet isteme. Istimdad-karane; yardım istercesine. (Osmanlıca-Türkçe Sözlük, F. Devellioğolu, s: 460)

İstimdat’; 1.İmdat isteme, yardıma çağırma. 2.Aman dileme, merhamet ve yardıma sığınma. (D.M. Doğan, Tğrkçe sözlük, s: 815)

-Kur’an’da ‘istimdât’ olarak geçmiyor.

Dilde yardım isteme, imdat/medet dileme ‘medde’ fiili (istif’al kalıbında) ‘istimdat’ şeklinde kullanılıyor.

İnsanlar birbirlerinden, bir diğerinin yapabileceği yardım talebinde bulunabilir, imdat isteyebilirler. Nitekim tehlikeli biri durumda olan kimse “imdat” çığlığı atabilir.

Bu imdat/medet çığlığının, beşeri yardım çağrısı olduğu bilinen bir şeydir.

İnsanların gücünü aşan, hiç bir varlığın yapamayacağı, olağanüstü her türlü yardımın kaynağı ve başvurulack yalnaızca mercii Allah’tır. O’ndan başkasının bu tür yardımlarda doğrudan yardımı söz konusu olamaz. 

Diri ve ölü herhengi bir beşerden, varlıktan, eşya veya heykelden, tıpkı istiâne ve istiğâsede olduğu gibi Allah’tan istenebilecek yardımın, imdadın talep edilmesi Tevhid inancıyla bağdaşmaz.

Ama bu hatayı yapanlar maalesef bu işin kılıfını buluyorlar.

 

-Tasavvufta istimdâd

“İnsan sığınma duygusu taşır. İstimdad bu sığınma duygusunun bir tazahürüdür. Vahdet-i vücud inancındaki “insan-ı kâmil”, Allah ve Rasûlünün ahlâkıyla ahlâklanmış, kemal sıfatlarıyla muttasıf ve Hakkın mazharı demek olduğu için, ruhânî bir tasarrufa da mazhardır. Mazhardır, diyoruz çünkü gerçek tasarruf Allah’ındır. Kul veya kişi bu tasarrufun görüntüsüdür.

Bu itibarla sâlik, mürid veya derviş, insan-ı kâmil olarak gördüğü şeyhinden tarikat pirlerinin birinden istimdâd ve istiâne ettiğinde aslında talebini Allah’a arzetmiştir. Çünkü vahdet-i vücut inancında bütün fiiller Allah’ındır, kudret ve kuvvet de sadece O’na aittir..

Konuya bu açıdan bakıldığı zaman şer’i açıdan bir tehlike söz konusu değil (!) Ancak istimdad edilen kişinin bizzat kendisinde bir varlık (güç) görüp ondan olacak olursa, elbette caiz olmaz.

İstimdâd ölü veya diriden olması, onlara bir varlık izafe etmemek şartıyla mümkün görülmüştür.  (Yılmaz. H. K. Tasavvuf ve Tarikatler, s: 323-324)

“Tasavvufta Peygamber, şeyh ve benzeri maneviyat büyüklerinden istimdad, doğrudan onların şahıslarından bir taleb değildir. Belki onların ind-i ilâhideki itibar ve derecelerinden yararlanmak için bir tevessüldür.

“Meded ya şeyh”, “meded ya Abdulkadir”, “meded ya gavs-ı azam”, meded ya hazreti Hüdâyi” gibi lafızlar, bu şahıslara duyulan sevginin bir ifadesidir.”

 “Tasarruf ve kerâmetlerinin ölümünden sonra da devam ettiğine inanıldığı için, müridlerinin darda kaldıkları zaman söyledikleri, “Medet, yâ Abdülkādir!” sözü bir tarikat geleneği olmuş, özellikle kadınlar, çaresiz kalanlara imdat ettiğine inandıkları Abdülkādir’in ruhaniyetine samimi bir bağlılık göstermişlerdir.” (Uludağ, S. TDV İslam Ansiklopedisi,  1/234)

Görüldüğü gibi yazarlarımız tasavvuftaki bu Allah’tan başkasından imdat, yardım istemeyi nasıl da te’vil edip yumuşatmaya çalışıyorlar.

Said Nursî’nin bazı talebeleri Abdulkadir Geylânî’nin kendisinden sekiz yüz sene sonra Said Nursî’nin geleceğini söylediğini iddia ediyorlar.

S. Nursî kendisi diyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün mahiyetimizde ve etrafında ahali Nakşî Tarikatında ve orada meşhur Ğavs-ı Hizan namıyla bir zattan istimdad ederken (yardım dilerken), ben akrabama ve umum ahaliye (herkese) muhalif olarak “Ya Gavs-ı Geylânî” derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, “Ya Şeyh!  Sana bir Fâtiha, sen şeyimi buldur.” Acibtir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir.

Üstelik hz. Şeyh (A. Geylânî)  tıpkı hayatta olduğu gibi öldükten sonra da tasarruf edebilen üç  büyük veliden biridir. Hatta A. Geylânî demiş ki: “Öncekilerin hepsinin güneşleri battı, bizim güneşimiz sonsuza dek yüksek felektedir ve asla batmaz.” (Nursî, Said. Sikke-i Tasdik-i Ğaybî,  Envar Neşriyat, İstanbul 1994, s: 143-144)

Hani istenen şey yaşayan birinden “kardeş, komşu, müslüman yardım eder misin, borç verir misin, bir el atar mısın?” olsa neyse…. 

Olağanüstü işler yaptığına inanılan kimseler hakkında; “Allah dilerse olur” iddiası temelsiz bir görüştür. Allah (cc) tasarruflarında asla kimseyi şerik (ortak) edinmez. (Kehf 18/26. Ra’d 13/41. En’am 6/57. v.d.)

 

4-Himmet

-Sözlükte himmet

Hemme; insanı eriten hüzün keder veya tasa. 

“Kaygılarını (hümûm) tek bir kaygı ve âhiret tasası haline getiren kişiyi Allah dünya kaygılarından kurtarır” denilmiştir (İbn Mâce, Mukaddime/23, Zühd/12)

el-hemmu; meyili arzui istek, kişinin nefsinde, kalbine niyetlendiği, istediği ve azmettiği şey, azim. Temelde bu anlamdadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 793) Şu âyette olduğu gibi:

“Andolsun ki, kadın ona meyletti (hemmet). Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyledecekti (hemme). İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.”  (Yûsuf 12/24)

Türkçe sözlükte himmet: 1.Gayret, emek, çalışma, çabalama. 2.Yüksek irade.3.Ermiş kişinin tesiri. (Osmanlıca-Türkçe Sözlük, F. Devellioğolu, s: 371)

Himmet; 1.Yardım, ihsan, lütuf, kayırma, koruma. 2.Manevi yardım, ruhan, imdat. 3.Çalışma, gayret gösterme, emek sarfetme, cehd. 4.Kasıt, azim, niyet. 5.İyilik, yardım. 6.Evliyanın maksadı hasıl eden manevi gücü. (Türkçe Sözlük, D. M. Doğan, s: 707)

Himmet (çoğulu; himem); “Kendini veya başkasını kemale erdirmek için kalbin bütün ruhanî güçleriyle Cenâb-ı Hakk’a yönelmesidir” şeklinde tarif edilmiştir. (Cürcânî, Ş. et-Taʿrîfât, hemm mad. no: 2031 s: 252)

Himmet; ayrıca el uzatmaya yeltenmek, teşebbüs etmek, harekete geçmek, kötü ma’nada yönelmek anlamında. Bir kaç âyette bu anlamda geçiyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya (tecavüze) kalkışmıştı da (hemme), Allah (buna engel olmuş) onların ellerini sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (Mâide 5/11)

“Hani sizden iki takım (paniğe kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu (hemmet). Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (Âli İmran 3/122)

“(Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı (hemmet). Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler...” (Nisâ 4/113)

“Bir şey söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve (sözde) müslüman olduktan sonra inkâr ettiler. Ayrıca başaramadıkları şeye (peygamberi öldürmeye) de yeltendiler (hemmû)…” (Tevbe 9/74. Bir benzeri: Mü’min 40/5)

Uhud savaşında müşrikler sayı ve silah bakımında müslümanlardan fazla idi. Fakat zafer de, mağlubiyet de Allah’ın elinde olduğundan müslümanların üzerine bir sekine (güven) duygusu indirildi. Bazıları ise kendi emellerinin peşine veya kendi başlarının derdine düştü. Kur’an onların bu çabasını ‘hemme’ fiiliyle anlatıyor. (Âli İmran 3/154)

Bir iş birini üzüntülü gamlı kılmak.  Bir şeye karar verip yapmak.

‘ehemme’: bir iş birini üzmek.

‘ıhtemme’; üzülmek, mahzun olmak, bir işe dikkat edip önem vermek. İlgilenmek.

‘himmeti-himam’; azim, gayret, enerji, istek, arzu, meyil, tabiat, şevk. 

‘ehemmiyet’; önem, gerek. 

‘ehemm’; daha önemli.

 

-Gayret olarak himmet

‘Himmet’; iradenin başlangıcı olmakla beraber, sonuna ad olmuştur.

İbn Kayyim’e göre iradenin başlangıcı hem, sonu himmettir (Medâricü’s-sâlikîn, 3/3), yani himmet iradenin en güçlü şeklidir.

İradenin başı hem, sonu himmettir. Bazılarına göre kişinin değeri isteğine, yani himmet (çabasına) ve talebine göredir.  
Bazılarına göre himmet iradenin güçlü bir şeklidir.

Himmeti irade ve niyet olarak anlayanlar “himmeti din olanın bütün işleri ibadet, himmeti dünya olanın her ameli dünya olur.” 

Kişinin kıymeti, himmetine göredir. Eğer onun himmeti dünyâ için ise, onun hiçbir kıymeti yoktur. Eğer Allahü teâlânın rızâsı ise, onun kıymetine ulaşmak pek zordur. (Demirci, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 18/56)

Burada himmetin çaba, gayret anlamında kullanıldığını görüyoruz. Kişiyi istediğini elde etemeye götüren düşüncedir. Kişinin himmeti samimi bir şekilde Allah’a yönelirse artık o Haktan başka bir şey düşünmez. (Ateş, S. İslam Tasavvufu, s 169)

 

-Tasavvufta himmet

Onlara göre himmet; ermiş kişilerin maksadı hâsıl eden, iş bitiren ve dilediklerini yerine getiren mânevî gücü.

Himmet-i ricâl: Erenlerin himmeti. “Erlerin himmeti dağları yerinden oynatır” derler. Yunus Emre; “Erenlerin himmeti yerden göğe direktir” demiş.

Pirler, dervişlerini himmetleriyle terbiye ve idâre ederlermiş. 

İlk sûfîler himmetin önemine dikkat çeker ve buna değer verilmesini isterlerdi. Onlara göre onunla hakka varılır.

Hakkın kuluna himmeti ölçüsünde ihsanda bulunduğuna, tarikat yoluna girenin himmeti ölçüsünde yüce derecelere ulaştıklarına inanan sûfîler etrafındakilere daima büyük himmete sahip olmalarını, yani gözlerini yükseklere çevirmelerini, alelâde şeylere tenezzül etmemelerini öğütlemişlerdir. (Demirci, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 18/56)

Ancak sonraları tasavvufta himmet genel olarak velînin teveccühü, tasarrufu ve olağanüstü işleri başarma gücü şeklinde anlaşılmıştır.

Velîler, himmet denilen mânevî ve sırrî bir güçle misal âlemindeki mümkün varlıkları gerçek varlıklar haline getirebilirler; çünkü himmet kâmil insandaki ilâhî kudrettir.

 Halvete giren mürid bu mânevî yolculuğunda karşılaştığı zorlukları aşmak ve her belâyı defetmek için şeyhinin himmetini ister. Çünkü himmet onun kılavuzu ve en etkili silâhıdır (Necmeddîn-i Dâye, s. 285). (Demirci, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 18/56)

Bu anlayışta himmet, maalesef medet, istiğâse ve istiâne gibi asıl anlamından koparılıp, kişinin çabası anlamında değil, bazılarının olağanüstü gücü, gayptan ulaştırdıkları yardım anlamı verilmiş.

Birileri bunu hâlâ (maalesef) bu anlamda kullanıyorlar.  Bir kaç örnek:

Bir müftü arkadaş, doğuda yakın bir şehre gidip orada bağlandığı şeyhini ziyaret edip dönen bir ahbabına “hoş geldin” demiş, “sağ salim gidip geldiniz” demiş. O da “evet hocam, şeyhimin himmetiyle sağ salim geldim” demiş.

“Himmet tasavvuf eğitiminde, müridin olgunlaşmasına katkı sağlar.

Gelibolu’daki Yazıcıoğlu Muhammed ve Ahmed kardeşler, eserlerinin yazılmasında Hacı Bayram’ın himmetinden söz ederler. Himmetin kaynağı Peygamber Efendimizdir. Silsile yoluyla gelir ve onun manevi varislerinde görülür.

1960 sonlarında mimar ve mühendis üç genç Ankara’da bir büro açtılar. Bunlar inanmış ve irfanlı insanlardı Hacı Bayram Veli adına bir musiki gecesi düzenlemek istediler. Hacı Bayram temalı fazla beste yoktu. Gençlerden ikisinin musikiye ünsiyeti vardı, Biri H. Bayram’a ait “Çalabım bir şar yaratmış iki cihan arasında” şiirini Mahur makamında besteledi.

İkinci genç Yusuf Ömürlü Akşemseddin’in “Aşık oldum sana candan / Hacı Bayram, pirim sultan” diye başlayan şiirini bestelemek istedi. Kendisi mükemmeliyetçi bir kimseydi. Haftalarca geçti bir türlü besteyi yapamadı. Sonunda arkadaşının hatırlatmasıyla Hacı Bayram Türbesine gitti. Niyazda bulunup bu konuda himmet talep etti. Aylarca bitmeyen beste de Ulus’tan Kızılay’a gelinceye kadar yürürken zihninde tamamlandı. Böylece Acem Kürdi makamındaki harikulade beste ortaya çıktı.” Hacı Bayram-ı Veli ve himmeti – Prof. Dr. Mehmet Demirci Kişisel Web Sitesi