Hüsnâ'nın kökü ahsen, el-hüsnâ'nın anlamı, Kur'an'da el-hüsna, infak, takva ve el-Hüsnâ ilişkisi hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

09.01.2023 –

17 Cemâziye’l-ahir 1444

Zaandam-Hollanda

 

38. Ders: KUR’AN’DA HÜSNÂ (EN GÜZEL) KAVRAMI

 

Kur'an'da 'güzel' anlamında kullanılan kavramlardan bir tanesi de 'hüsnâ' kelimesidir.

Bu derste 'el-hüsnâ' kelimesini ele almak, Kur'an'da hangi anlamlarda kullanıldığına işaret etmek ve özellikle de Leyl sûresinde iki kullanışa dikkat çekmek istiyoruz. 

'Hüsnâ' kelimesi, 'ha-se-ne' fiilinden türemiştir. 'Hasene' fiili bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri fade eder. 

Bu kökten gelen ve güzelliği ifade eden diğer kelimeleri de sık sık duyarız: Hüsn, ahsen, ihsan, muhsin, hasen, hüseyin, tahsin, hasene/hasenât, istihsan gibi.

‘Hüsnâ’; ‘ahsen kelimesinin ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) olan fu’lâ vezninde (kalıbında) dişil (müennesi) bir kelimedir.

 

-Hüsnâ’nın kökü ahsen

Ahsen eğer “min” harf-i cer (edatı) ile gelirse daha güzel, daha iyi, daha hoş veya çok daha memnun edici, pek güzel;

isim tamlaması şeklinde gelirse en güzel, en iyi, en hoş manasına gelir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170)

Ahsen Kur’an’da 36 yerde geçmektedir. Mesela:

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ ﴿50﴾

Onlar hâlâ câhiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir (ahsen’dir)? (Mâide 5/50)

Allah’ın boyası, insana verdiği fıtrat, özellikler, yapı en güzeldir (ahsen’dir), daha güzeli olamaz. (Bakara 2/138)

Müslümanlar aralarında anlaşmazlığa düştükleri konuları Allah’ın hükmüne ve Rasûlüllah’ın sünnetine göre çözelerse; ”... Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir (ahsen’dir).” (Nisâ 4/59)

Müslümanlara selâm verildiği zaman onlar buna; ondan daha güzeliyle (ahsen) veya aynı selâmla karşılık vermeliler. (Nisâ, 4/86)

Özünü ve yüzünü Allah’a dönerek teslim olan, bu tesliiyetini hem de sözle hem de davranış olarak ortaya koyan en güzel (ahsen) dine uymuş olur. (Nisâ 4/125)

Mü’minler, yetim büyüyüp rüşdüne erişinceye kadar onun malına en güzel (ahsen) şekilde yaklaşırlar, hainlik yapmazlar. (En’am 6/152)

Allah (cc) kendi yolunda infakları kabul eder ve infak sahiplerini daha güzeliyle (ahsen ile) ödüllendirir. (Tevbe 9/121)

Allah (cc) kimin amellerini, işlerini veya ibadetlerini daha güzel (ahsen) yapacağını denemek için Arş’ı, yeri ve göğü yarattı. (Hûd 11/7)

Allah (cc), kendi yolunda sabredenlerin ve sâlih amel işleyenlerin ödüllerini en güzel (ahsen) şekilde verir. (Nahl 16/97)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُون{7}

"… elbette kendilerine yaptıklarının daha güzelini veririz." (Ankebut 29/7)

İslâmî davetin dört metodunu öğreten âyette yapılması gereken mücadelenin en iyi (ahsen) olması isteniyor. (Nahl 16/125)

Bir de sözü dinleyip en güzeline (ahsen’e) uyma müjdesi var. (Zümer 39/18)

Allah (cc) kullarının sözlerini, konuşmalarını en güzel (ahsen) yapmalarını istiyor. (İsrâ 17/53)

En güzel sözlü insan kimdir? Ya da Allah kimin sözüne değer verir? Cevabını şu âyet veriyor:

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿33﴾

“Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel (ahsen) sözlü kimdir?” (Fussilet 41/33)

Allah katından indirilen, vahyedilen en güzeldir (ahsen’dir) ve insanlar ona uymakla kurtuluşa, huzura ulaşabilirler. (Zümer 39/55-56)

Hayatın yaratılış amacı:

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا ﴿7﴾

“İnsanların hangisinin daha güzel (ahsen) amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.” (Kehf 18/7. Bir benzeri: Mülk 67/2)

Kur’an insanlara ölçüyü ve tartıyı da güzel (ahsen) yapmalarını emrediyor.  (İsrâ 17/35)

Rızkın en güzeli (ahsen) O’ndan gelir, O, rızık verme yönünden de en güzeldir. (Talak 65/1. Hûd 11/88. Hacc 22/58. Nahl 16/75) 

Sözün en güzelini (ahsen) bir kitap halinde indiren de O’dur.  Onun kelâmı bütün güzelliklerri ihtiva eder. (Zümer 39/23)

İnsana inen sözlerin en güzeli (ahsen’i) Allah’ın sözüdür. (Zümer 39/55)

İnsanın güzelliği de “ahsen-i takvîm” ifadesi bir âyette geçiyor. (Tîn, 95/4)

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ ﴿3﴾

Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini (ahsen’ini) anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.” (Yûsuf 12/3)

 

-Hüsnâ nedir?

İsm-i tafdîl (üstünlük sıfatı) kalıbı nitelikleri aynı olan iki şeyi mukayese eden veya bir varlıktaki niteliğin diğerinden daha üstün olduğunu ifade eden bir kalıptır.

Ya da kelimenin taşıdığı anlamların zirvesini, bir başka ifadeyle ‘en’lerini anlatır.

Bunun müzekkeri (eril) formu “ahsen”, müennes (dişil) formu “hüsnâ” şeklinde gelir.

Buna göre sözlük anlamıyla ‘hüsnâ’; en güzel, çok daha güzel, en hoş, en iyi demektir.

'Hüsnâ'yı Türkçe’ye ‘en güzel‘, güzelin güzeli, nihâi güzellik/iyilik' diye çevirmek mümkün.

'Hüsnâ', maddi güzellikler için değil; oluşlar, aklî, kalbî ve şer'î güzellikler hakkında kullanılır. 

Kur'an, onyedi âyette  'el-hüsnâ' kelimesini kullanıyor. Bütün bu kullanışlarda 'el-' harf-i tarif/belirlilik takısı ile gelmesi dikkat çekici...

Dolaysıyla bu niteleme özel ve üstün bir güzelliğe, belirliği bir hoşluğa dikkat çekiyor diyebiliriz.

Güzelliğin kaynağı asıl Güzel olan Allah'tır. Öyleyse insanın kavuştuğu güzellik, ya da içindeki güzellik duygusu kendinden değil, onu Yaratan'dan ona bir bağış ve bir lütuftur.

Kur’an’da el-Hüsnâ hem tek başına hem de bazı kelimelere sıfat olarak geliyor.

 

-Hüsnâ’nın Kur’an’daki kullanımları:

1-Allah’ın isimlerini niteleyen el-Hüsnâ

Kur’an’da el-Hüsnâ'dan dört tanesi Allah'ın isimlerini nitelemek üzere “esmau'l-hüsnâ” formunda geliyor. 

Allah’ın en güzel isimleri; ‘Esmâ-i hüsnâ, el-Esmâu’l-Hüsnâ, Esmâu’llahi’l-hüsnâ’ şeklinde teleffuz ediliyor.

قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلًا ﴿110﴾

De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler (esmâu'l-hüsnâ) O'na aittir...“ (İsrâ 17/110)

هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿24﴾

O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.“ (Haşr 59/24. ayrıca bak: A'raf 7/180. Tâhâ 20/8)

En üstün niteliklere en mükemmel sıfatlara (Esmâullahi'l-Hüsnâ'ya) sahip olan Güzeller Güzeli Allah (cc) kendi Güzel olan isimlerinin tecellileri olarak bazı güzel şeyleri kullarına verir, bazı güzellikler gösterir, hak edenlere de en güzel sonuçları ödül olartak bağışlar. 

"Allah Güzeldir, güzelliği sever" hükmünce güzel olan şeyleri onlara öğretir, o güzel olan şeyleri içten gelen bir aşkla yapan kullarına en güzel karşılığı verir. (Yûnus 10/26)

Bununla onları hem de kalbî anlamda güzel duygulara, hem dünyevî anlamda güzelliğin, rahatın, huzurun zirvesine ulaştırır. Sonunda da güzelliğin şahikası olan Cennete kavuşturur.

 

2-Allah'ın va'di olarak el-hüsnâ: 

Allah (cc) kendi yolunda üstün bir gayretle çalışan, bu uğurda yorgunluk ve bıkkınllık nedir bilmeyen, bunu yaparken de sadece Rabbinin rızasını gözeten samimi mü'minlere en güzel karşılığı hazırlamıştır.

لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً {95}

Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine  de en güzelini va’detmiştir; ama mücâhidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.“ (Nisâ 4/95)

 

3-Güzel bir gelecek sözü olarak el-hüsnâ: 

Musa'ya (as) tabi olup Hak daveti kabul eden, bu uğurda sıkıntılara katlanan, Firavun'un zulümlerini göğüsleyen ve zorluklara sabreden mü‘minlere henüz hz. Musa hayatta iken güzel bir gelecek va‘d etmişti.

وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ ﴿137﴾

"Ve Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel (el-hüsnâ-bir gelecek) va‘di, onların sabırlarına karşılık (işte böyle) gerçekleşti. Firavun ve âvânesinin yapıp yücelttikleri kibir uygarlığını tarihe gömdük." (A'raf 7/137)

 

4-Daha güzeli olarak el-hüsnâ: 

İlk İslâm toplumunu ifsat etmek, müslümanların arasına fitne sokmak üzere güyâ mescid yapmaya kalkanlar her ne kadar “Bizim maksadımız daha güzelini (el-hüsnâ) ortaya koymaktı“ deseler de, sonuçta başvurdukları metod yıkıcı, girdikleri yol yanlış idi. (Tevbe 9/107)

Nitekim fesat çıkaranlar da bizim maksadımız ıslahtır derler. (Bekara 2/11)

  

5-Güzel bir karşılık olarak el-Hüsnâ: 

Güzel davrananlara karşılık olarak daha güzeli (el-hüsnâ) var. Hiç kimse yaptığının boşa gittiğini düşünmesin.

Kim güzel davranışlarda bulunursa, yani sâlih amel işlerse, mükâfatını daha da güzeliyle, daha da fazlasıyla olacaktır.

"İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?" (Rahmân 55/60) 

"(Ve dedik ki: "Eğer iyilikte sebat ederseniz, iyiliği yalnızca kendiniz için yapmış olursunuz;..." (İsrâ 17/7)

لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {26}

İyilik yapanlara (ya da iyi davrananlara) daha güzeli (el-hüsnâ), bir de daha fazlası var. Yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne bir zillet. Cennet ehli işte bunlardır. Orada sonsuza kadar kalacaklardır.“ (Yûnus 10/26)

وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاؤُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى {31}

Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.“ (Necm 53/31)

اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ ﴿101﴾

"Ne var ki, katımızdan kendilerine iyilik-güzellik (el-hüsnâ) ihsan ettiğimiz kimselere gelince: işte onlar (cehennemden) uzak tutulacaklardır." (Enbiyâ 21/101. Bir benzeri: Hadid 57/10)

Bazıları Rablerinden gelen her türlü çağrıya; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! İsteyerek kabul ettim. İnandım ve teslim oldum“ diyerek en güzel karşılığı verirler.

لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِۙ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟ ﴿18﴾

Rablerinin çağrısına uyanlar için mükâfatın en güzeli (el-hüsnâ) vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!“ (Ra'd 13/18)

Bu âyetlerle hem va’d var hem de müjde...

 

6-En güzel sonuç anlamıyla el-hüsnâ: 

Herkes kendi üzerinde olduğu yolu doğru yol, peşine gittiği inancın hak, yaptığı hareketlerin de doğru ve isabetli  olduğunu zanneder. 

Arkasından da güzel olan şeyleri sadece kendilerini layık görürler. Böylece avunur dururlar.

وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ ﴿62﴾

“Hem kendilerinin hoşlanmadığu şeyi Allah'a layık görürler, hem de en güzel (el-hüsnâ) akıbete kendileri layıkmış gibi yalan beyanda bulunan dilleriyle kendilerini aldatırlar..." (Nahl 16/62)

Kimileri makam, malı ve serveti kendilerini elde ettiği bir güzellik zannederler. Bütün bunların bir deneme aracı olduğunu düşünmezler. Kendilerine bu gerçek hatırlatıldığı zaman da, güçlerini ve pazularını gösterirler.

Böyleleri hakkı olanların hakkını vermedikleri gibi, ölümden sonraki hayata inanmazlar, bunu hatırlatanlara alaylı bir şekilde şöyle derler:

وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ ﴿50﴾

"Hayat bu yaşadığımızdır, şayet dediğiniz gibi ölümden sonra diriliş olursa" "... bir ihtimal, beni Allah'ın katında malum güzelliklerin (el-hüsnâ'nın) beklediğinden kesinlikle eminim..." derler. (Fussilet 41/50)

 

7-Özel anlamıyla el-hüsnâ

Ya da tasdik edilmesi gereken, infakla bütünleşen el-Hüsnâ...

Rabbimiz Buyuruyor ki:

وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰىۙ ﴿1﴾ وَالنَّهَارِ اِذَا تَجَلّٰىۙ ﴿2﴾ وَمَا خَلَقَ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ ﴿3﴾ اِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتّٰىۜ ﴿4﴾ فَاَمَّا مَنْ اَعْطٰى وَاتَّقٰىۙ ﴿5﴾ وَصَدَّقَ بِالْحُسْنٰىۙ ﴿6﴾ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرٰىۜ ﴿7﴾ وَاَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنٰىۙ ﴿8﴾ وَكَذَّبَ بِالْحُسْنٰىۙ ﴿9﴾ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرٰىۜ ﴿10﴾

“Şüphesiz sizin çabalarınız elbette çeşit çeşittir.

Onun için kim verir, korkup-sakınır ve el-Hüsnâ’yı (en güzeli) tasdik ederse,

Biz de en kolay olanı ona kolaylaştırırız.

Fakat, kim cimrilik eder, istiğna ederse (Allah’a muhtaç görmez) ve el-Hüsnâ’yı (en güzeli) yalanlarsa,

Biz de en zor olanı ona kolayşatırırz.” (Leyl 92/5-10)

İnfak sûresi de denilen el-Leyl Sûresi’nin nüzûl sebebi ile ilgili şöyle bir olay anlatılıyor:

“Medineli varlıklı bir kişinin duvarının hemen kenarında çok verimli bir hurma ağacı vardı. Dalları yola ve komşunun bahçesine sarkıyordu. Yoldan geçenler ve komşunun yetimleri yere dökülenlerinden toplardı. Çok cimri ve pinti olan bu adam, yetimler toplayıp yerken bahçe duvarından atlayıp yetimleri tokatlar ve ellerinden topladıkları hurmaları alır. 

Yetimlerin velisi çok üzülür ve incinir. Durumu Rasûlullah'a şikâyet eder. Allah Rasûlü bu durumdan çok müteessir olur. Bahçe sahibini çağırtır. 

-“Böyle, böyle, böyle..olmuş?” 

-“Evet ya Rasûlallah.” 

-“Sana bir teklifim var. O ağacı vakfetsen, Ben de Allah'tan sana Cennette bir bahçe vermesi için dua etsem, ne dersin?

-Ama ben onu çok seviyorum!

Peygamber ısrar etmedi. (Belki de incindi.) Bu olay Medine sokaklarında yayıldı. Sabit bin Dahdah el-Belevî isimli Ensârdan bir sahâbi bu olayı duydu. Ve hemen o adamı buldu.

-“Bana o ağacı sat sana hurma bahçemdeki en iyi hurma ağacını vereyim” dedi. Adam kabul etmedi. Pazarlık öyle bir hâle gelmiş ki, 40 ağaç bulunan Medine’nin en iyi hurmalıklarından biri olan bahçesini o bir ağaca karşılık teklif etti ve nihayet aldı. Sonra da Rasûlullah'a gelip şöyle sordu:

-“Falana böyle böyle demişsin. Aynı dua benim için de geçerli mi” der.

“Evet” cevabını alınca o ağacı vakfetti.”[1]

Bu rivâyette şu ilave de var: Rasûlüllah o kişinin evine giderek; “Bu hurma senindir ve ailenindir dedi. Bunun üzerine Allah (cc) el-Leyl Sûresini inzal etti. (Suyûtî, Esbâbu’n-nüzûl, s: 456-456)

Buradaki ‘yüsrâ‘ ve ‘usrâ‘; her ikisi de tıpkı hüsnâ gibi fu’lâ kalıbında... ‘Yüsrâ‘ en kolay, ‘usrâ‘ ise onun tam zıddı olarak en zor demektir.

İnfaka karşı cimrilik

Takvaya karşı istiğnâ,

Tasdike karşı tekzib...

sûrenin sonuna doğru; muttakiye karşı şaki...

Hepsinde de tezat sanatı var.

Yani kim sahip olduklarından Allah yolunda, O‘nun verdiklerinden, lutfettiklerin verirse, infak ederse, bununla beraber O’ndan korkup-çekinirse (takvalı davranırsa), haramlarından ve nehyettiklerinden kaçınırsa ve ‘el-hüsnâ’yı; O’nun verdiği malından O’nun ver dediği yere vererek itaat, Allah adına yemin edercesine tasdik ederse...

Burada iki defa geçen 'el-hüsnâ' farklı şekillerde anlaşılmıştır. 

Bazıları el-hüsnâ'yı Tevhid kelimesi,  namaz, zekât ve oruç gibi ibadet olarak (Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, s: 1910),

Allah’ın va’di, tasdîk ile birlikte yemin, Allah’ın şeriki (ortağı) olmadığını tasdîk, Lâilâhe ilallah-Allah’tan başka tanrı yoktur,

(nitekim İbrahin 14/24. geçen “güzel-doğru bir söz (kelimetün tayyibetün) Tevhid Kelimesi olarak da anlaşılmış),

ya da bunu tasdîk etmek,

Cenneti ve Allah’ın va’dini doğrulamak, dolaysıyla Allah’ın va’dettiği şey için amel etmek şeklinde açıklamışlar. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/612-613) 

Kimileri, "Kim el-Hüsnâ'yı tasdik ederse", yani iman veya güzel hasletle, ya da İslâm milletine tabi olmakla (Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/750) malından cimrilik etmeden, gönülden ihtiyaç sahiplerine verirse, ona güzelliğin, başarının yolları kolay kılınır diye açıklıyorlar. 

"Kim el-Hüsnâ'yı doğrularsa" "zamandan ve sosyal şartlardan bağımsız ahlakî değerlere ve dolayısıyla, "ahlakî vecîbe" olarak tanımlanabilecek olanın mutlak geçerliliğine" inanırsa... Şeklinde anlaşılabilir. (M. Esed, Meâl 3/1276)

"'el-hüsnâ' kelimesi bu bağlamda inanç, ibadet, muamelât ve ahlâk ilkeleriyle İslâm inanç ve uygulamalarının tümünü ifade eder.

Yedinci âyette geçen ve Allah'ın cömert kulu için kolaylaştıracağı bildirilen rahatlık ve mutluluk yolunu ifade etmek üzere 'en kolay' anlamına gelen 'yüsrâ' kelimesi kullanılmıştır.

Bu kelime “daha fazla iyilik yapma özelliği, erdemi“ olarak da açıklanmıştır. Buna göre insan iyilik yapmaya çalıştıkça Allah da onda iyilik iradesini güçlendirir, iyilik yollarını kolaylaştırır ve cömertlik denilen güzel haslet onun kişiliğinin ayrılmaz bir özelliği hâline gelir." (Heyet, Kur'an Yolu DİB, 5/573)

“Ve en güzeli tasdik etmiş ise“ Hakikatte bir güzellik ve güzellerin en güzeli bulunduğuna inanmış, iyiyi kötüyü, fazileti-rezilliği fark etmiş, iyilik-güzellik yaptıkça güzelliklerin en güzele doğru gittikçe artacağına, iyilik yapanlara ilerisinin daha iyi olacağına inanmış, inanarak ihsanda bulunanlar hakkında iyimser olarak çalışmışsa...

Pek çok meâl 'el-hüsnâ'yı “en güzel“ şeklinde Türkçe'ye aktarmışlar.  

Übey ibni Kâ'b'dan gelen bir rivâyete göre demiş ki: Peygamber'e (sav) el-hüsnâ'dan sordum. "el-Hüsnâ cennettir" buyurdu.  (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/648)

Peygamber (sav) Leyl Sûresinin 5-10 âyetleri hakkında şöyle buyurdu: "Kulların sabaha eriştiği ve iki meleğin inerek onlardan birisinin: Allahım infak edene, infak ettiğinin yerini tutacak ihsanda bulun; diğerinin: Allahım cimrilik yapanın da mal varlığını telef et' demedikleri hiç bir gün yoktur. Allah bu konuda Kur’an’da „kim verir ve ittika ederse“ ayetlerini inzal etti.." (Buhârî, Zekât/27 no: 1442.  Müslim, Zekât/17(57-1010) no: 2336)

kim verir... Biz de en kolay olanı ona kolaylaştırırız.” Yani onun kolaya gitmesini yumuşatırız. Bu da bu dünyada Allah’ın razı olacağı amelleri işlemesidir. Böyle yapana da âhirette Cennet vacip olur.

Br de bunun tersi var.

“Fakat, kim cimrilik eder, istiğna ederse”; kim Allah yolunda infak etmekte cimri olursa, Allah’ın  lutfettiğine engel olursa, üstelik Allah’a muhtaç olmadığını zannederse, sâlih amel ve itaat ile O’na rağbet etmezse, bunu da giderek artırırsa;

dahası “el-Hüsnâ’yı da yalanlarsa”; Allah’ın va’dini, hem de yeminle... Ona da zor olanı kolaylaştırırız.

Tekrar hatırlayalım: Burada Allah’tan korkup-sakınmaya, sorumlu davranmaya karşı; kendini yeterli görme, Allah’a ihtiyacı olmadığını sanma, büyüklenme (kibir) ve sorumsuzluğu,

cömertliğe (infak ahlâkına) karşı cimriliği, el-Hüsnâ’yı tasdîk etmenin (doğrulamanın) zıddı yalanlamayı (tekzîb’i) görüyoruz.

Bir olumlu insan tipinin davranışı, diğer olumsuz, haddi aşmış kibirli insan tipinin davranışı...

Evet, Allah’ın va’dettiği güzellikleri ancak kafirler inkâr ederler.

Allah (cc) böylelerini dünyada zor olana sevkeder. Kendisini Cennete götürecek olan iman edip sâlih amel işlemeyince de oraya gitmeyi kendisine zorlaştırır. Ya da sevmediği ve razı olmadığı amelleri kendisine kolaylaştırır.

Aslında Cenneti kazanmak kolaydır ama bazıları onu bu gibi yanlış tavırlarıyla zorlaştırırlar.

Rabbimiz burada önce hayırlı olanı, sonra da şer olanı söz konusu ediyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/612-613) 

Cömertler için kolaylaştırılan şey; kendi kendi yettiğini zannedip cimrileşen kimseler için zorlaştırılır. Zira böyleleri Allah ve Rasûlünün davetini reddedip hevâ ve hevesine uyarlar.

Allah (cc) böylelerinden hidâyetini çeker. Bu sebepten kendi başına kalan kul helâl haram demeden nefsânî arzularını tatmine çalışır. Kötülük yapmak, günâh işlemek ona kolay, ama sâlih amel işlemek ise zor gelir. 

Onun iç dünyası bu yanlış tercihe alışmış, bir anlamda günahın ve kötülüklerin tiryakisi olmuştur.

Ali (ra) anlattı: Bir gün Baki’de bir cenazede idik. Rasûlüllah şöyle dedi: “Sizden kimse yoktur Cennetteki veya Cehennemdeki yeri belli olmasın.“  Orada olanlar dediler ki: “O hâlde (amel) terk mi edelim?“ O; “Hayır (amel işlemeye devam edin), Her ikisine de gitmek kolaydır“ dedi ve bu âyetleri okudu.“ (Buhârî, Tefsir/92/3 no: 4945. Bir benzeri: Buhârî, Tefsir/92/4-6 no: 4946-4948, Cenâiz/82 no:1362, Edeb/120 no: 6217, Kader/4 no: 6605, Tevhid/54 no: 7552)

Leyl Sûresi Allah (cc) yolunda infak edenle etmeyenin durumunu açıklamaya devam ediyor.

وَمَا يُغْن۪ي عَنْهُ مَالُهُٓ اِذَا تَرَدّٰىۜ ﴿11﴾ اِنَّ عَلَيْنَا لَلْهُدٰىۘ ﴿12﴾ وَاِنَّ لَنَا لَلْاٰخِرَةَ وَالْاُو۫لٰى ﴿13﴾ فَاَنْذَرْتُكُمْ نَارًا تَلَظّٰىۚ ﴿14﴾ لَا يَصْلٰيهَٓا اِلَّا الْاَشْقٰىۙ ﴿15﴾ اَلَّذ۪ي كَذَّبَ وَتَوَلّٰىۜ ﴿16﴾ وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ ﴿17﴾ اَلَّذ۪ي يُؤْت۪ي مَالَهُ يَتَزَكّٰىۚ ﴿18﴾ وَمَا لِاَحَدٍ عِنْدَهُ مِنْ نِعْمَةٍ تُجْزٰىۙ ﴿19﴾ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِ الْاَعْلٰىۚ ﴿20﴾ وَلَسَوْفَ يَرْضٰى ﴿21﴾

“Doğru yolu göstermek bize aittir.

Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.

Sizi alevler saçan ateşe karşı uyardım.  

Oraya, yalanlayıp yüz çevirmiş olan o en azgından başkası yaslanmaz.

Malını Allah yolunda verip arınan takvâ ehli ise ondan (ateşten) uzak tutulur.

O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).“ (Leyl 92/11-21)

 

-Hüsnâ etrafında

Hüsnâ ile yapılan bir kaç terkip var:

‘haslet-i hüsnâ‘ en güzel haslet; iman ve ihsan hasleti,

‘kelime-i hüsnâ‘; en güzel kelime: Kelime-i tevhid, yahut bir hakkı gösteren kelime,

‘millet-i hüsnâ‘; en güzel din ve millet, islam milleti,

‘mesûbe-i hüsnâ‘; daha güzel karşılık, yahut en güzel sevap ve mükâfat, cennet... 

İhsan eden, Allah için güzellik yapan ihsan sahiplerine ilerde daha güzeliyle karşılık var: mesûbe-i hüsnâ (cennet)

Bu da ‘akıbet-i hüsnâ‘ (en güzel son) olur. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/258)

Kim ihsan ederse; yani Allah’ı görüyor gibi amel işlerse, yaptığı her işi güzel yaparsa ve güzel davranısa, ya da elinden geldiği iyilik ederse;

bununla beraber ihsan edenlerin hak ettikleri ödüle kavuşacağına inanırsa; karşılığını fazlasıyla alır. En güzel akıbete kavuşur.

Yani kolaylıkla kazanılması mümkün olan Cennetin yolu ona daha da kolaylaştırılır.

“Tasadduk, Allah rızası gerekli yerlere için bir şeyler vermek; bir güzelin bir güzelliği En Güzel adına başka güzellerle paylaşmasıdır.“ (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1266)

Mü'min imanla güzel olur, helâl mal da güzeldir ve güzelliktir.

Mü'min En Güzel'den emânet aldığı bu güzelliği yine O'nun adına diğer güzel insanlarla zekât, sadaka, teberru, nafaka olarak paylaşır.

Bunun karşılığında da en nihâî güzelliğin yolları ona kolaylaşır.

Allah (cc) böylelerine güzellik va’dediyor.

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَاء الْحُسْنَى وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْراً {88}

İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel (el-hüsnâ) bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz.” (Kehf 18/88)

 ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْناً إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ {23}

"… Kim çalışır bir güzellik kazanırsa ona daha fazla bir güzellik veririz…" (Şûrâ 42/23)

10-Güzel ahlâk-husnü’l-huluk

Vahye göre hayatın hikmeti, sebebi ve anlamı var…

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿2﴾

“O, hanginizin daha güzel (ahsen) amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2 v.d.)

Türkçe ilmihal kitaplarında iman (akide) konuları özetlendikten sonra ibadet konuları uzun bir şekilde anlatılır. Arkasından ahlâkî ilkelere ya hiç yer verilmez, ya da kısaca anlatılır.

Bazı ilmihallerde ise muamelât konuları hiç yer almaz. Üstelik bu kitaplara İslâm ilmihali adı verilir.

İslâm’ın ana konularını bir kaç başlıkta ifade edebiliriz:

1.Akâid

2.Ahlâk

3.Şeriat; bu da üç kısımdır:

a-İbadet

b-Muamelât

c-Ukubât

Bu kitapları okuyanlar da İslâmın, özellikle uzun uzadıya anlatılan namaz oruç, hac ve zekȃt fıkhından ibaret olduğunu zanneder. Onun diğer hükümlerini, sosyal hayatla, insanî ilişkilerle, siyasî ve ekonomik konularla ilgili, ahlâkî ilkelerini ve ölçülerini, yani İslâm’ın bir hayat proğramı olduğunu yeterince öğrenemezler.

Onun şartlara ve vakitlere bağlı bir kaç ibadet emrinden ibaret olduğunu zannederler. Belli başlı ibadetleri yerine getirmeye dindarlık, bunları titizlikle yerine getirenlere de dindar derler.

Halbuki İslâm bir bütündür. Onun iman ilkleri olduğu gibi ibadet boyutu ve hayatın her alanı ile ilgili hükümleri de vardır.

Birisi İslâm’ı; “Allah’a ta’zim (saygı duymak-ibadet etmek),

ve O’nun yaratıklarına (mahlukâta) güzel davranmaktır” şeklinde tanımlasa yanlış söylemiş olmaz.

Bununla insanın Allah’a ve O’nun –insan olsun, hayvan veya tabiat olsun- yarattıklarına karşı görevlerinin olduğu kasdedilir.

Bu da İslâmda güzel ahlâkın yerini ve önemini belirler. 

Burada şunu demek gerekir: İman ve ibadet kişinin Allah’a karşı; muamelâtın bir kısmı ve güzel ahlâk ise kişinin çevresine karşı görevidir.

Ya da ibadet kişi ile Allah arasındadır ve şahsın kendisini, ahlâkın neredeyse tümü ve muamelâtın bir kısmı başkalarını da ilgilendirir.

Buna göre ilmihallerin iman-ibadet-ahlâk sıralaması isabetli değil...

Doğrusu iman (akâid), ahlȃk ve ibadet (şeriat) olmalı. Zira bu sıralama Kur’an’ın önem verdiği ve nüzûl sürecinde uyguladığı sıramaladır. Nüzûlun Mekke döneminde bu açıkça görülür.

Mekkî sûre ve âyetlerde daha çok iman konularıyla beraber ahlâkî ve insanî değerler yer alır.

İbadet, şeriat ve muamelâtle ilgili hükümler ise daha çok Medine döneminde indirildi.  

Bu oldukça dikkat çekici ve önemli. Kur’an neden ısrarla ahlâkın üzerinde duruyor, vahiy sürecinin başından beri imandan sonra ahlâkî erdemleri ve davranışları emrediyor?

Zira güzel ahlâk dediğimiz hakikat, insanlıkla yaşıttır. İlk peygamberden günümüze kadar ibadet ve muamelât, zamana ve insanların ihtiyacına göre kısmen değişmiştir. Ama iman ve ahlâk ilkeleri, ibadet olgusu değişmemiştir.

İnsan tabiatına uygun ve onu yüceltecek ahlâk ölçüleri neden değişsin ki?

İnsanlara niçin kitap ve onunla birlikte İslâm indirildi, neden elçiler görevlendirildi sorusuna pek çok cevap verilebilir.

Bu cevaplardan bir tanesi de ”insanlara güzel ahlâk kazandırmak, olgun şahsiyetli, model insan yetiştirmektir.”

Nitekim Rasûlüllah buna işaret ediyor: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”

Biz “ahlâklı kişi” desek bunun erdem açısından bir anlamı olmaz. Zira zaten herkesin kendine göre ahlâkı; davranışları, huyları vardır. Ama “güzel ahlâklı veya kötü ahlâklı kişi” dediğimiz zaman bir anlamı olur.

İslâm ahlâkı değil; güzel ahlâ emreder, öngörürür.

Bundan dolayı “el-islâmu hüsnu’l-huluk-İslâm güzel ahlâkın tâ kendisidir” denilmiştir.

Peygamberimizin Rasûl-ü ekrem (en kerâmetli, en kerim elçi) oluşu, ahlâkının güzel, şahsiyetinin örnek, kulluğunun mükemmel oluşundandır.

Sahâbeden Bera’ (ra) Peygamber (sav) hakkında şöyle dedi:

“Allah’ın Rasûlü, yüz bakımından da, ahlâk bakımından da insanların en güzeli idi...”[2]

Kur’an, Peygamberimize;

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ ﴿4﴾

“Şüphesiz sen muhteşem bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem 68/4)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿21﴾

“Allah’ın Elçisinde ... için en güzel örnek vardır.” (Ahzab 33/21) diyor.

Aişe (r.anhâ) O’nun ahlâkının Kur’an olduğunu söylüyor.[3]  

 

-Güzel ahlâkla ilgili bir kaç hadis

Peygamber (sav) pek çok sözünde güzel ahlâkı övüyor ve teşvik ediyor.

Muaz şöyle demiştir. “Yemen’e vali olarak giderken ayağımı özengiye koyduğum sırada Peygamberimizin bana son öğüdü: “Muaz b. Cebel! İnsanlara karşı ahlâkını güzelleştir.” olmuştur.” (İmam Malik, Muvatta, Hüsnü’l-Huluk/1)

"Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır."[4]

“Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah, çirkin düşük söz ve davranış sahiplerine buğzeder."[5]

"Bana en sevgili olanınız, kıyâmet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur (sevimsiz) olanınız, kıyâmet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır…"[6]

Peygamber (sav); “en çok neyin insanları cennete sokacağı sorusuna;  “takva ve güzel ahlâk”  cevabını vermiştir.[7]

Peygamber (sav) sahâbelere sordu:

“Sizin en iyinizin kim olduğunu haber vereyim mi?” Yanında olanlar dediler ki; “Haber ver ey Allah’ın peygamberi.” “Uzun yaşayan ve ve güzel ahlâklı olanınız sizin en iyinizdir” buyurdu.[8]

“Mümin güzel ahlâkı ile nafile oruç tutup nafile ibadet edenin derecesine erişir.” (Ebû Dâvud, Edeb/8)

Mü’min kelimesinin iki anlamı vardır: Birincisi; inandığı şeylerden, yani İslâmda inanılması gereken esasların doğruluğundan emin olan, iman eden,

ikincisi; dininden aldığı anlayışla kendisi “emin-güvenilir-örnek” olan...

Peygamber iyi müslümanı şöyle tanımlıyor: 

“Mü’min, başkasıyla hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen kişidir. İnsanlarla güzel geçinmeyen ve kendisiyle güzel geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.”[9] 

“Mü’min elinden ve dilinden diğer insanların güvende olduğu kimsedir.”[10] 

Buna göre en iyi müslüman kimdir sorusunun cevabı: Ahlâkı güzel olandır.[11]

 

 

[1] İbn Esir, İ. Üsdü’l-Gâbe, 1/222. Askalânî, İbn Hacer. el-İsâbe, 1/191

[2] Buhârî, Menâkıb/23 no: 3549. Müslim, Fedâil/25(93) no: 6066)

[3] Müslim, Müsâfirîn/139 no: 1739

[4] Tirmizî, Rada/11 no: 1162. Ebû Dâvûd, Sünnet 16 no: 4682

[5] Tirmizî, Birr/62 no: 2003. Ebû Dâvûd, Edeb/8 no: 4799

[6] Tirmizî, Birr/77 no: 2019

[7] Tirmizî, Birr/62 no: 2004

[8] Ahmed B. Hanbel, no: 9257

[9] Ahmed B. Hanbel, 2/400, 5/225

[10] Buhârî, İman/4 no: 10

[11]Bkz: Tirmizî, Rada/11 no: 1162, Birr/77 no: 2019. Ebu Dâvud, Sünnet/16 no: 4682. Ahmed b.Hanbel, no: 9257