Kur'an'da en hayırlı yaratık en hayırlı ümmet ve orta ümmet kavramları, bunların üzellikleri hakkında bir online ders. 

Hüseyin K. Ece

06.Şubat 2023 – 

15 Receb 1444

Zaandam-Hollanda

 

41. Ders: KUR’AN’A GÖRE EN HAYIRLI TOPLULUK

-En hayırlı ümmet kimdir?

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿110﴾

“Siz, insanlığ(ın iyiliği) için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz (ümmetsiniz); (çünkü siz) emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker yaparsınız ve Allah'a inanırsınız.

Eğer ehl-i kitap (geçmiş vahyin mensupları), (bu tür bir) inanca ermiş olsalardı, bu, kendi iyiliklerine olacaktı; (ama) içlerinden pek az inanan bulunsa da onların çoğu fâsıktır.” (Âli İmran 3/110)

En hayırlı topluluk kimlerdir?

Kim neye göre hayırlıdır? Hayırlı olmanın ölçüsü ne olabilir?

Herkes kendine göre hayrı ve şerri tanımlayabilir.

İsteyen istediği kadar ben iyiyim veya hayırlıyım diyebilir; sonuç hayrın da şerrin de mutlak ölçsünü koyan Allah’ın dediği gibidir.

Kur’an’da “şerrü’l-beriyye” ve “hayru’l-beriyye” ifadeleri de var. Yani yaratılmışların en şerlileri, yaratılmışların en hayırlıları...

 اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِۜ ﴿6﴾

“Ehl-i kitaptan veya müşriklerden küfredenler muhakkak cehennem ateşindedirler. Orada ebedî kalıcıdırlar ve onlar yaratılmışların en şerlileridir.” (Beyyine 98/6)

Bunun tersi...

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿7﴾

 “Muhakkak ki iman edip sâlih amel işleyenler, işte onlar yaratılmışların en hayırlılarıdır.” (Beyyine 98 /7)

Buna göre iyi veya hayırlı olmanın ölçüsü belli: İman etmek ve buna bağlı olarak sâlih amel işlemek.

Sâlih amel işlemenin geniş bir sınırı olmakla beraber kısaca sağlam,  fesattan uzak, yapanın kendisine, çevresine, insanlara, dünyasına ve Âhiretine fayda veren ve Allah rızasına uygun, sevap kazandırıcı işler, faaliyetler. Yani İslâma göre ibadet değeri kazanan her şey…

Buna göre inanç esaslarına iman eden, hayrın ve şerrin Allah (cc) tarafından yaratıldığını, ama bu ikisinden birisini seçip işleme özgürlüğünün insana verildiğine inanan,

bu inancın hem gereği hem de kazanımı olarak doğru ve güzel davranış sergileyen, iyilik/yardım eden, paylaşan, başkalarını da düşünen,

başkasının hakkına asla el uzatmayan, kimseye zarar vermeyen,

nefsinde, evinde, sokakta ve çevrede temiz olan, hiç bir araçla hiç bir kirliliğe sebep olmayan,

doğru olan, işini düzgün yapan, kimseyi aldatmayan,

başı dik, yüzü güleç, eli açık, kanaatkâr, yiğit karakterli, merhametli ve alçak gönüllü olan,

kendi istediğini başkaları içinde isteyen, kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkasına yapmayan sâlih amel işliyor demektir ve o hayırlıdır.

Hayırlı kimse, bâtıl ve hurafelere değil, mutlak Gerçeğe, Hak dine inanır. Sonra en güzel davranışları sergiler, güzel ahlâka sahip olmaya çalışır. 

Hayırlı insan, hep hayır işler... Kendisi için, ailesi için, insanlar için hayırdan başka bir şey düşünmez. Bencil (egoist-hodgâm), çıkarcı (menfeatperest) değil; başkalarını da hesaba katan (diğergâm)dır.

Hayırda yarışmaktan hoşlanır. (Mâide 6/2, 48. Enbiyâ 21/90. Mü’minûn 23/61)

Hayırlı işlerde ön geçmek için gayret eder. (Âli İmran 3/114) Hayırlı işlere de Yaratıcının adıyla başlar. Bilir ki Yaratıcının adıyla başlanmayan hiç bir işin sonu hayırlı gelmez.

Tarihte adları bilinen ve bilinmeyen pek çok hayırlı insan gelip geçmiştir. Onlar insanlara zararlı olmamışlar. Buna karşın fikirleriyle, çalışmalarıyla, eserleriyle toplumlara iyilikte bulunmuşlar, hayırlı işler yapmışlardır.

Seçilmiş bütün peygamberler ve onların izinden gidenler, onları kendilerine örnek alanlar da hayırlıdır. (Sâd 37/48) 

 “Yaratılmışların en hayırlıları” hakkıyla iman edip, en güzel davranışları sergileyenlerdir. Kur’an’a göre onlar aynı zamanda meymenetli kimselerdir.

Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.” (Beled 90/17-18)

İşte bütün bütün bunların tersini yapanlar da Kur’an’ın deyimi ile şerli/hayırsız/meymenetsiz insanlardır.

“Âyetlerimizi inkâr edenler ise; bedbaht kimselerdir. Onların hakkı, üzerlerine kapatılmış bir ateştir.” (Beled 90/19-20)

 

-Hayırlı ümmetin özel sıfatları:

İman edenler insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı toplumdur. 

Ancak burada şu soruyu sormak gerekir: Her müslümanım diyen,  ismi resmen müslüman olarak kaydedilen, ya da ataların geleneği olarak  müslüman adını taşıyan herkes bu nitelemeye dahil midir?

Yoksa hayırlı toplumun mensubu sayılmak için bazı sıfatları taşımak, bazı önemli görevleri yapmak gerekir mi?

Unutmamak gerekir her nimet, ödül, makam, lütuf bir külfet, bir çalışma, bir emek karşılığıdır.

Âyet zımnen; “bazı görevleri yerine getiren hayırlı toplum (ümmet) sıfatını kazanır. Öyleyse siz ey son Vahyin muhatapları hayırlı ümmet olmak için bu vazifenizi yapın” diyor.

Buna göre hayırlı ümmetten sayılmak için “ben müslümanım” demek yetmez.

Bir âyette buna benzer bir konuya dikkat çekiliyor:

الٓمٓ۠ ﴿1﴾ اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿2﴾ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ ﴿3﴾

“Elif.Lâm.Mîm. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?

Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de denemek geçirdik. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebût 29/2-3)

Hayırlı toplumun özel sıfatlarını şöyle sıralayabiriz:

 

1-Allah’a inanmaları

Âyette geçtiği gibi hayırlı toplumun (ümmetin) üyeleri, Vahyin, Peygamber’in anlattığı Allah’a, onların öğrettiği gibi inanırlar. İnsanların şekillendirdiği, yetkilerini kendilerinin belirlerdiği tanrılara değil... 

Bununla beraber meleklere, ilâhi kitaplara, peygamberlere ve âhiret gününde hesap vereceğine iman ederler.

İmanlarına şirk, riya, nifak ve küfür bulaştırmaz. Allah’a zâtında, fiillerinde, sıfatlarında ve güzel isimlerinde (Esmâ-i Hüsnâ’da) ilhada (yanlışlığa) sapmazlar.

İnanmakla kalmaz O’na hakkıyla kulluk ederler. Hayatı O’nun ölçüleriyle yaşamaya çalışırlar.

Amaçları da O’na şükretmek ve O’nu razı etmektir.

Hayırlı toplumdaki her bir mü’min aynı zamanda bir muvahhidtir.

Muvahhid, yani hanif;  Allah'ın vahdâniyetine, yalnızca O’na kulluk etmek üzere iman eder.

O bir başka deyişle Kur'an'da tanıtılan Allah'a kulluk etmek üzere iman eder. Kur’an’da O'na nisbet edilen sıfat, fil ve isimleri aynen kabul eder. Yine O'na yakışmayan sıfatlardan O’nun uzak olduğuna inanır, yani O'nu tesbîh ve tenzih eder.

En hayırlı toplumun âlemlerin Rabine iman ettikleri; görüşlerinden, tasavvurlarından, dünya hayatına ve dünyalıklara değer verişlerinden, toplumda yaşattıkları âdetlerinden, ahlâklarından belli olur.

En hayırlı toplumun mü’minleri, inançta ve amelde, sözde ve davranışlarda, değer yargılarında ve günlük işlerinde, aralarındaki ilişkilerde (adâb-ı muâşerette), yardımlaşma ve dayanışmada imanlarının gereğini yaparlar.

 

2-Emr-i bi’l-ma’ruf yapmaları

‘Ma’ruf’, iyiliği ve güzelliği bilinen, tecrübe edilen, faydası görülen, din ve akıl tarafından hoş görülen söz ve davranışların tümüdür.

İyi düşünen akıl sahipleri yani bir anlamda vicdanı sahipleri; iyi ve güzel davranışları tanırlar ve onları yaşatırlar.

Kur’an, ‘ma’ruf’un emredilmesini istemektedir.

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿104﴾

Sizden, hayra çağıran, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk (ümmet) bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âli İmran 3/104. Ayrıca bakınız: Hacc 22/41. Tevbe 9/112. Lukman 31/17)

Mü’minlerin özellikleri sayılırken, onların ma’ruf’u emrettikleri, münker’den sakındırdıkları açıklanıyor. 

Bu görevin yerine getirilmesiyle beraber belki toplumlardaki fesatlar azalır ve toplum ıslah olur. 

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler (dostudurlar). O yüzden onlar birbirlerine ma’rufu emrederler. (Tevbe 9/71) 

Bazı âlimlere göre buradaki; «sizden bir ümmet bulunsun» emri uzman davetçilere, bazılarına göre bütün müslümanlaradır. Çünkü Kur’an’ın diğer âyetlerinde ve bir çok hadiste bu emir genel olarak bütün müslümanlara yöneliktir.

 

3-Nehy-i ani’l-münker yapmaları

‘Münker’, tanınmayan, inkâr edilen, akla uymayan, reddedilen şeyler, İslâmın ve akl-ı selimin (sağlam aklın) hoş görmediği söz ve davranışlardır.

‘Münker’ ‘ma’ruf’un tam zıddıdır.

İslâm, hem Allah’a karşı işlenilen hatalara, hem de kullara verilen zararlara ‘münker’ diyor.

İnsan, şeytanın ve nefsin aldatmalarıyla her zaman yüzyüze geldiği için  ‘münker’e sapabilir.   

Şu âyette Allah (cc) mü’minleri her türlü münkerden sakındırıyor:

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿90﴾

“Şüphe yok ki Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara infak etmeyi emreder, fahşâdan (çirkin utanmazlıklardan), münker ve zorbalıktan sizi sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (Nahl 16/90)

Münkerle mücadele İslâmın önemli emirlerinden birisidir. Kur’an bunu ma’ruf emriyle birlikte mü’minlere görev olarak yüklüyor. (Bakınız: Âli İmran 3/104,110,114. Tevbe 9/71. Hacc 22/41. Lukman 31/17)

 “Herkes dilediğini yapmakta serbesttir”, “isteyen istediğini yapabilir” anlayışı hiç bir toplumda doğru değildir. İnsan özgür bir varlıktır ama yaptıkları bir başkasının hakkına tecavüz ediyorsa, ya da başkasınanın özgürlüğüne engel oluyorsa, o özgürlük olmaz.

Kötülüklerin, haksızlık ve ahlâksızlığın yaygınlaştığı toplumlarda huzursuzluk artar, güven azalır. Haksızlık ve zulüm yapanlara engel olunmaması, hakların ihlâl edilmesine sebep olur.  

Münkerden sakındırmanın duruma göre şartları olabilir.

فالأَوَّلُ : عن أَبي سعيدٍ الخُدْريِّ رضي اللَّه عنه قال : سمِعْتُ رسُولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ : « مَنْ رَأَى مِنْكُم مُنْكراً فَلْيغيِّرْهُ بِيَدهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطعْ فبِلِسَانِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبقَلبهِ وَذَلَكَ أَضْعَفُ الإِيمانِ » رواه مسلم .

Ebû Saîd el-Hudrî (ra) Rasûlullah’ı şöyle buyururken işittim dedi:

“Kim bir kötülük (münker) görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân/78. Ayrıca bkz: Tirmizî, Fiten/11. Nesâî, Îmân/17. Ebû Dâvûd, Melâhim/17 no: 4340

Münkerle el ile mücadele daha çok çocuk velilerinin ve yetkili otorite sahiplerinin görevidir. Dil ile mücadeleyi her müslüman yapabilir. Tabi yerine, kişiye ve şartlara göre...

Münkere razı olmamak da bir şeydir...

 

4-Orta ümmet olmaları

Allah (cc) mü’minlerin dengeli ve hayırlı ümmet olmalarını istemektedir.

En hayırlı topluluğun (ümmetin) bir özelliği de vasat (orta, aşırı olmayan, dengeli) bir ümmet olmalarıdır.

Kur’an bu konuda şöyle diyor:

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ ...  ﴿143﴾

“Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü (vasat) bir toplum olmanızı istedik...” (Bekara 2/143) 

‘Vasat ümmet’, sahih bir İslâm ve mu’tedil bir ahlâk anlayışı inşa etmede önemli bir Kur’an kavramıdır.

Kur’an ‘vasat ümmetin’ din açısından üzerinde yürüdüğü yola ‘sırat-ı müstekîm, sıratı’s-seviyy-en doğru/düzgün yol’ diyor (Bekara 2/142. Âli İmran 3/51, 101. En’am 6/126. Hacc 22/24. Meryem 19/43. Tâhâ 20/135 ve diğerleri).

Bu yol dinde gevşek davrananlara veya aşırıya sapanlara nisbetle dengeli ve âdil olan, orta yolu izleyenlerin yoludur.  

Onlar iyi amel sahibi olmaları, aşırılık ve sapkınlıktan uzak, dosdoğru, adâletli, ölçülü, mu’tedil ve dengeli tutum ve davranışları sebebiyle insanlığa örnek ve rehber olmaya adaydırlar.

İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat’ tabirini bazı müfessirler “en hayırlı, en değerli” anlamını verirler. Bunu da Âli İmran 110. âyetindeki hayırlı ümmet ifadesi ile açıklarlar. (Taberî, Tefsir, 3/390. İbni Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, S: 139-140. Zamahşerî, El-Keşşaf, 1/197. TDV İslâm Ansiklopedisi, 42/308)  

Nitekim “Onların en vasat olanlar dedi ki...” (Kalem 68/28) âyetindeki vasat, mu’tedil ve en hayırlı olanlar demektir.

Uzun bir hadisin sonunda şöyle deniyor: “...Ve siz onun kavmine tebliğ ettiğine şâhitlik edersiniz. Bu, Allah'ın şu sözüdür: “İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık...” Vasat, yani âdalet demektir.” (Buhârî, Bid’u’l-Halk/2 no: 3339, Tefsir/13 no: 4487. Tirmizî, Tefsir/2 no: 2961) 

Bazıları da bunu “orta yolu takip ederek ifrat ve tefrite kaçmayan ümmet” şeklinde açıklamıştır. (Taberî, Câmiu’l-Beyan, 1/8. İbnu Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, s: 139-140.

Demek ki hayırlı ümmet (toplum) olmak ancak ‘vasat ümmet’ olmakla mümkündür.

İslâm ümmeti bir denge toplumudur. İnançta, amelde (ibadet hayatında), hayatı değerlendirmede, yargılamada, sevgide ve nefrette, dünya-âhiret ekseninde, harcamalarda, korku ve ümit arasında, duygularda, yeme ve içmede, eşya edinme ve kullanmada, yani her işlerinde orta yolu izlerler. Hiç bir konuda aşırı değildir.

 

5-Önder/rehber olmaları

Konumuza esas aldığımız âyet müslümanların iyilik yolunda insanlığa önder ve örnek olmalarını gösteriyor.

 Hz. Muhammed (sav) güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş bir peygamber olduğu gibi (Muvatta, Husnu’l-Huluk/8), ümmeti de bu ahlâkı yaşamak ve insanlığa öğretmek için görevlendirilmiş en hayırlı ümmettir. (Heyet, Kur’an Yolu, 1/483)

 ‘İmam’ın kelime anlamı önde olan, hakta veya batılda kendisine sözle veya fiille uyulan, önder, lider durumundaki kimse veya kitaptır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât,  s: 28. İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/157. El-Cevherî, es-Sıhah, 5/173)

‘İmam’, kendisine uyulan bir önder, rehber, model dir. O bir kök, bir asıl durumundadır ve arkasında bir cemaat vardır.

Bu cemaat da bir ‘imamın-önderin’ peşinde olduğu için ‘ümmet’ adını almaktadır. İnsanlar hayr ve şerr imamlarının önderliğinde, onların peşinden giden ümmet’ler halindedirler.

Kıyâmet gününde de bu ümmetler kendi imamlarıyla Allah’ın huzuruna hesap vermek üzere çağırılacaklar. (İsrâ 17/71)

‘Ümmet’‘umm/imam’ sözünden alınmış çoğul bir isimdir ki, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan cemâat demektir.

“Ümmet” bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup, düzenli bir şekilde faaliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bir topluluktur. Bu topluluk iman üzere olduğu gibi, küfr üzere de olabilir. Faaliyetleri sâlih amel de olabilir, fitne ve fesat da olabilir.

İslâm kültüründe “ümmet” kavramı daha çok İslâma gönül vermiş müslüman toplumu ifade eder. Dünyadaki bütün müslümanlar bu topluluğun gönüllü üyeleridir. Kur’an’a göre İslâm ümmeti bir tek ümmettir (Enbiyâ 21/92. Mü’minûn 23/52).

Kişilere göre “imam/önder” hangi konumda ise, gruplara-topluluklara göre de “ümmet” o konumdadır. ‘Ümmet’ zımnen, ‘insanlığı ana gibi kucaklayacak bir toplum’ vurgusunu taşır.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/54)

‘İslâm ümmeti’ ana yürekli, hidâyette önder, ahlâk ve fazilette, hayırlı işlerde ve iyiliklerde örnek alınacak hayırlı toplumdur.

Her ‘imam’ın çevresine bir ‘ümmeti’ vardır. Bütün ümmetlerin imamları üzerine şâhit olan hz. Muhammed’in ümmeti ise en büyük nimete nail olan, buna göre de sorumluluğu büyük olan bir ümmettir.

Hayırlı ümmet sayılmalarının bir sebebi de insanlığa örnek ve rehber olmarıdır. “İmam nasıl ümmetin önderi ise, ümmet de insanlığın önderidir.”

Kur’an’ın en hayırlı topluluk diye vasıflandırdığı cemaat insanlık için aynı zamanda hidâyet rehberidir. Onlar Vahye gönülden teslim olarak, Kur’an ve Peygamber ile bildirilenleri samimiyetle tasdik ederek, Allah’tan gelen ölçüleri ihlasla hayatlarına ugulayarak gittikleri yolun, seçtikleri ilkelerin, uyguladıkları ölçülerin hak olduğunu ortaya koyarlar.  

İslâm ümmetinin daha üstün, daha faziletli olduğunu bizzat Peygamber (sav) haber veriyor. (A. b. Hanbel, 5/383)

Bu yüce erdemin ancak İslâmın getirdiği ilkelerle kazanılacağı açıktır.

 

6-İnsanlık üzerine şâhit olmaları

Müslümanların “orta (vasat) ümmet” kılınmlarının gerekçesini Kur’an şöyle açıklıyor:

لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ

“Böylece, sizler insanlara birer şâhit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şâhit (ve örnek) olsun diye...” (Bekara 2/143)

Buna göre Peygamber'in (sav) hayat tarzı müslümanlara şâhit-örnek olduğu gibi, müslümanların hayat tarzı da insanlara şâhit-örnek olmalı.

Âyette geçen ‘şâhit-şehît’; hayatını imanına şâhit kılan” anlamına geldiği gibi, ‘örnek, model’ ma’nasına da gelir.

Şâhit, bir gerçeği ispat konusunda şâhitliğine, yani bilgisine ve görüşüne başvurulan, verilecek hükümde rolü olandır.

İslâm ümmeti her tarafı denk, mu’tedil, uyumlu, dengeli, ılımlı ve hayırlı bir ümmettir. Ki insanların üzerine sözlü ve fiilen şâhit, model ve örnek olsunlar.

İslâm ümmeti (vasat ümmet) diğer insanlara karşı İslâmın hak yol, Muhammed’in (sav) hak elçi olduğuna, Kur’an son vahiy olduğuna şâhitlik ederler. Bunu imanlarıyla, ahlâklarıyla, dünya görüşleriyle, dengeli ve âdil olmalarıyla ortaya koyarlar.

 

7-Adaletli olmaları

‘Vasat-orta ümmet’i en iyi açıklayacak kelimelerden biri adâlet kavramıdır. (İbnu Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, s: 139-140. el-Ferrâ, Z. İbni Ziyâd, Meâni’l-Kur’an, 1/83. Tabatabâî, el-Mizan, 1/323)  

Adâlet; zulmü, haddi aşmayı engellemek, bir şeyin gerektiği ölçüde olmasını sağlamak, dengeli olmaktır.

Kur’an’da şâhitlik ve adâlet kavramları bazen yanyana kullanılır.

Allah (cc) müslümanlara Muhammed’e (sav) indirdiği kitap ile hidâyet verdiği gibi, insanlar üzerine şâhit olmanın bir gereği olarak âdil, dengeli ve mu’tedil olmalarını istiyor.  

Kur’an adalete uygun hareket etmeyi ‘adalet’ ve ‘kıst’ kelimeleri ile anlatıyor.

وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ ...ۙ ﴿152﴾

“... Ölçüyü ve tartıyı adâletle (kıst ile) tam yapın...” (En’am 6/152. Ayrıca bkz: Nisâ 4/135. Mâide 5/8. En’am 6/152)

فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ ﴿9﴾

“... Allah, adâletle davrananları (kıst yapan muksıt’leri) sever!” (Hucurât 49/9)

وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟ ﴿181﴾

“Yarattıklarımız arasında, daima hakka ileten ve adâleti hak ile yerine getiren bir ümmet (topluluk) bulunur.” (A’raf 7/181)

Kur’an ayrıca ‘muktesıt  (adaletli)’ bir ümmetten (topluluktan) söz ediyor.

مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟ ﴿66﴾

“....Onlardan muktesıd bir ümmet (doğru ve âdil bir yol tutturanlar) vardır...” (Mâide 5/65-66)

‘Kıst’; haklıya hakkını ve hatta daha fazlasını veren, itidalli ve âdil davranan demektir. Bir anlamda her konuda orta yolu izlemek ve hak vermede daha faziletli davranmaktır.

Allah (cc) insanlığın doğru hareket etmesi için kitap ve mizan (ölçü)  indirmiştir. (Hadîd 57/25)

İslâm ümmet yapısının temelinde iste bu kitap ve mizan (ölçü) vardır. Onlar, kitaba uyar ve mizan çerçevesinde davranırsa ‘kısd’ yapmış olurlar, adaletli ve ölçülü davranmış olurlar.

İşte kendi yaptıkları yüzünden cehennemi hak etmiş kimselere karşılık öyle bir ümmet (toplum) vardır ki, hakka sarılarak insanlara rehberlik ederler, yol gösterirler. Adâletle hükmederler.

 

8-Davetçi olmaları

Hayırlı topluluk; “Sizden, hayra çağıran... bir topluluk (ümmet) bulunsun” âyetinin gereğini yaptığı için bu övgüyü hak eder.

Allah (cc) bu ‘hayırlı topluluğa’ insanlığı hakka davet gibi önemli ve şerefli bir görevi  vermiştir. Müslümanlar bu şerefli görevin sorumluluğun bilincinde olmalı ve öncekilerin düştüğü hatalara düşmemeli.

Âyette her ne kadar ‘ümmet-topluluk’ sözü geçse de aslında her müslüman, hakka ve hayra davet görevini yerine getirerek bu ismi, adresi, teşkilatı olmayan ama Allah katında şerefli olan ümmetin bir üyesi olur.

Hayırlı topluluğa mensup olanlar her ne kadar fiziksel olarak bir araya gelip, davet için teşkilat kurmasalar da, birlikte çalışmasalar da, organik bağları olmasa da; dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, yaptıkları hayra davet cihadıyla (çalışmasıyla) bu müjdeyi hak ederler.

Onlara kimsenin ünvan, isim, pâye, rütbe, madalya, makam vermesine gerek yoktur. Onlar da müslümanlar arasından böyle şeyler için ortaya çıkmazlar.

Onlar ellerinden geldiği kadar imanların. hayat hâline getirirler. Bulundukları yerde parmakla gösterilecek kadar kişilikli, dürüst ve ahlâklı yaşarlar. İslâmi daveti önce bu hâlleriyle yaparlar. Yeri gelince uygun bir dil, metod, ifade ve araçlarla insanları hakka davet ederler.

 

9-Vahdet toplumu olmaları

İslâm Tevhid dini, ona inananlar ise vahdet toplumudur. Zira Kelime-i Tevhid iman edenlerin vahdetini (birliğini) gerekli kılar. Onlara “İslâm ümmeti, mü’min, muvahhid, şehit/şâhid, Allah’tan yana olan (hizbullah), hidâyete tabi olan, rabbaniyyûn” gibi isimler kazandırır.

İman edenlerin toptan Allah’ın İpi’ne sarılmalarını, tefrikaya düşüp parça parça olmamalarını öngörür. (Âli İman 3/103)

Kur’an müslümanların tek ümmet, yani Kelime-i Tevhidle, bir anlamda Vahiyle aynı akideye/dine iman eden, bununla müslüman ismini alan kimselerdir.

ا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿102﴾   

“Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âli İmran 3/102)

اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ ﴿92﴾

“(Ey iman edenler), gerçek şu ki, bu sizin ümmetiniz tek bir ümmettir: çünkü hepinizin Rabbi Benim; öyleyse (yalnızca) Bana kulluk edin.” (Enbiyâ 21/92. Ayrıca bkz: Mu’minûn 23/52)

Tevhide iman etmiş mü’minler farklı ırk, dil, ülke, coğrafya, görüşlere sahip olsalar da Tevhid açısından hepsi aynı ümmetin fertleridir. 

Kur’an’ın “hayırlı topluluk” diye vasıflandırdığı müslümanlar, bu ilâhi emri hakkıyla yerine getiren, Kur’an ilkelerine bağlı, mü’minleri kardeş ve veli bilen, onlara ona göre davranan, müslümanlar arasında vahdet olsun; ama tefrika, yıkıcı ihtilaf ve düşmanlık olmasın diye çaba gösteren kimselerdir.

 

-Son söz yerine

Yukarıdaki âyetlerde “en hayırlı ümmet”in özellikleri sıralanıyor. Bu zımnen bütün müslümanlar böyle olsun demektir. Eğer mü’minler âyette belirtilen görevleri yerine getirmezlerse “en hayırlı ümmet” olma şerefini yitirirler.