Kur'an'da ecel kavramı, herhesin ve her toplumun eceli olduğu, ecel-i müsamma hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

07 Şubat 2023 –

16 Receb 1444

Zaandam

75. Ders: KUR’AN’DA ECEL KAVRAMI

 

-Ecel nedir?

Ecel (çoğulu: âcâl); bir nesne için ayrılmış veya tayin edilmiş süredir.

Belirlenmiş zaman, muayyen bir müddetin sonu, vakit ve son. Mesela; “borcunun eceli (süresi), vadesi bellidir” denilmesi gibi.    

Ecel; “bu temel anlamdan hareketle iddet süresi ve borcun vadesi için de kullanılır.

Bazı âyetlerde ay, Güneş ve diğer gezegenlerin düzenli hareketlerinin süresinin belirlenmiş olduğu ifade edilirken (Ra‘d 13/2. Rûm 30:8. Lokmân 31/29),

bazılarında göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin tâbi olduğu kozmik düzenin bozulacağı bir vaktin bulunduğu anlatılır. (bkz: En‘âm 6/2, 128. İbrâhim 14/10. Ankebût 29/5, 53) (Tunç, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/381)

İnsan hayatı için ayrılmış, ya da tayin edilmiş süreye de ecel denir. Allah’ın takdir ettiği hayata itlak olunur. Bunun için “ecelim yaklaştı” demek “ölümüm yaklaştı” demektir.

Bu da hayat süresinin tamamlanmasını ifade eder. (En’am 6/128) 

Ecel terimi, gerek kâinatın gerekse fert ve toplumların ömürlerinin Allah tarafından belirlendiğine dair âyetlerde tayin edilen sürenin sonunu bildirir. (Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/111)

Bu aynı zamanda Allah’ın yetkisinde olan bir tasarruf olduğunu da gösterir. Varlığı ortaya çıkarak ve can veren O olduğu gibi...

Allah katında her canlı, özellikle insan için tâyin edilmiş bir ecel vardır. Eceli geldiğinde onun dünya hayatı son bulur. (bkz: En’am 6/60. Yûnus 10/49. Mü’minûn 23/43. Lukman 31/29, Fâtır 35/13. Zümer 39/5. Nuh 71/40)

Ecel Kur’an’da toplam 56 yerde ve şu manalarda geçmektedir.

1.Fiil olarak; vakti belirlemek, süre tayin etmek, randevü yapmak, masdar olarak; belirlenmiş süre, müddet, vade, ölüm vakti. (bkz: En’am 6/2, 60, 128. A’raf 7/34. Âli İmran 3/145)

2.Ertelemek (üccilet) (Murselât 77:12) te’cil etmek, ertelemek demektir.

3.Vakit, süre (Kasas 28/28. Ra’d 13/38. Hac 22/32)

4. Ecel (bkz: Münafikûn 63/10, 11. İbrahim 14/44)

Buradaki ecel süre anlamındadır ancak konu doğrudan ölümle ilişkilendirildiği için âyette ecel, Türkçedeki ecel (ömrün sonu) anlamındadır. (Okuyan, M. Kur’an Sözlüğü, s: 61)

5.Boşanmış kadınların iddet süresi. (Bekara 2/232)

 

-Ecel gerçeği

Kur’an’da fertler gibi toplumların da ecelleri bulunduğu ve yıkılış zamanı gelince bunun bir anlık bir süre için öne alınmayacağı gibi geriye bırakılmayacağı da haber veriliyor. (Tunç, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/381)

Bazı insanların hayatlarının ihtiyarlamadan önce sona erdirildiği, bazı kişilerin ise kendileri için belirlenen süreye kadar yaşatıldığı söyleniyor. (Mü’min 40/67)

İnsana bir ecelinin olduğunun hatırlatılması, onun ölümü hazırlanması için bir uyarıdır.

Kur’an, özellikle fert ve toplumla ilgili muayyen zamanı, zalimlere ceza verilme vaktini, dünya hayatının sona erme zamanını Allah’a nisbet ediyor.

Zalimlerin de ecelleri gelinceye kadar cezalandırılmayacağı, ancak zamanı gelince bir anlık öne alış veya erteleme yapılmayacağı belirtiliyor. (Nahl 16/61. Ankebût 29/53)

 Kur’an’a uygun yaşayanların tayin edilmiş ölüm vaktine (ecele) kadar güzel bir şekilde yaşatılacakları müjdeleniyor. (Hûd 11/3)

Bazı âyetlerde ecelin, yani belirlenen sürenin öğüt, uyarı ve tehdit anlamında kullanıldığını görüyoruz.

Bazı insanlar veya topluluklar, “biz istediğimizi yapıyoruz, tanrıdan geldiği söylenen şeylere de uymuyoruz, ama bir şey olmuyor” diyebilirler. Lakin Kur’an;

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿34﴾

“Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler” (A‘râf 7/34) diyor.

Bu ümmet az veya çok her topluluk, her kavim olabilir.

Herkes için Allah tarafından takdir edilmiş bir ecel, süre, mühlet vardır.

Vahyi (Kur’an’ı) yalan sayanlar, zalimler, isyan edenler, aşırı günahkârlar, azgın kişi ve toplumlar hemen cezalandırılmazlar. Tanınan süre sona erdiğinde herkes hak ettiğine kavuşur. Bu müddeti sadece Allah bilir.

Bu mühlete aldanıp Allah’ın insanların yaptıklarından gafil olduğu, karşılık veremeyeceği zannedilmemeli... (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 4/35)

Allah (cc) zalimlere hâllerini düzeltmeleri için süre, fırsat verir. Belirlenen sürenin sonunda azgınlıklarına devam ederlerse cezalandırlırlar. İktidarları ve zenginlikleri/imkanları sona erer.

Onlar, Allah (cc) tarafından belirlenen bu süreyi erteleyemezler.

Bu ilâhi uyarı gereğince ceza, tarihteki azgın toplulukların, Peygamber zamanındaki müşriklerin bu akıbeti, şimdiki ve bundan sonraki zalim ve azgın toplum veya güçlerin başına Allah’ın belirlediği sürede gelir. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 2/412)

Kur’an şu gerçeği de haber veriyor:

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿35﴾

“Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. (A’raf 7/35)

Vahiy; müşrikleri, putperestleri, inkârcıları âhiret ve oradaki hesapla, Cehennemle uyardıkça onlar alaylı bir şekilde “ne zamanmış bu tehdit” deyip inanmadıklarını gösterirlerdi.

Bu gibilere verilmesi gereken cevabı âyet şöyle özetliyor:

قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿49﴾

“Şayet doğru sözlüyseniz, ne zaman gerçekleşecek bu tehdit” diyorlar.

De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar." (Yûnus 10/49)

Şurası bir hakikattir ki, her insana deneme için verilen mühlet bitince o Allah’a dönecek ve yaptığının karşılığını alacak... (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 3/124)

Allah (cc) hiç bir kişiyi veya toplumu öylesine, rastgele cezalandırmaz.

وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ ﴿4﴾ مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ ﴿5﴾

“Biz hiç bir toplumu belirlenmiş bir yazgısı olmadan helâk etmedik.

Hiç bir toplum ecelinin (takdir edilenen) önüne geçemez ve onu geciktiremez.” (Hıcr 15/4-5)

Buradaki ecel, onların hakkındaki yazılmış hüküm (Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/549. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 888),

bazılarına göre ise insan için takdir edilmiş ölümdür anlamındadır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/492)

Burada özelde Mekkeli müşrikler, genelde bütün azgın ve zalimler kişi ve toplumlar uyarılıyor.

Herkesin ve her toplumun, uygarlıkların, siyasi yapıların bir ömrü vardır. Bu da ilâhi bir yasadır. Zamanı gelince ya bu dünyada, ya öldükten sonra yürürlüğe girer.

Böylece âyet muhatapları bu mühlet gelmeden hayatı yaratılış gerçeğine uygun geçirmeleri konusunu hatırlatıyor.

Allah (cc) hilminin gereği zalim ve azgınlara hemen ceza vermez. Eğer her suça hemen ceza verilseydi yeryüzünde insan kalmazdı. Zira bütün insanlar Allah’ın yanlış, haram dediği işleri yapabilirler. Bir kısmı da haksızlık, zulüm ve isyanda daha da ileri gidebilir.

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿61﴾

“Allah insanları haksızlıklarından ötürü yakalayacak olsaydı, yeryüzünde canlı bırakmazdı. Fakat onları (adı konulmuş) belirli bir süreye kadar erteler. Süreleri dolunca (ecel-vajkti gelince) onu ne bir saat geciktirebilirler ne de öne alabilirler.” (Nahl 16/61. Fâtır 35/43))

Hak edilen cezanın bir vakti vardır. O vakit gelmeden Allah kimseye ceza vermez, azgınlara, mücrimlere mühlet verir. Helâk vakti gelince de bu öne alınmaz, arkaya bırakılmaz. (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyân, 7/601)

Kur’an’ın ilk muhatapları putperestler şirk, inkâr ve azgınlığa sapanların ilki de, sonuncusu da değildiler. Kur’an onlara hitap ederek bütün insanları benzer yanlışları yapmamaları, hayatı ilâhi ölçülerle yaşamaları konusunda hem uyarıyor, hem de öğüt veriyor.

Bu aynı zamanda Kur’an’ın eğitim metodudur. Eğitimde sabırlı, hoşgörülü, destekleyici olmak, cezalandırmada acele etmemek, eğitilenlere zaman tanımak esastır.

Vahyi, yani Kur’an’ın davetini ve dediklerini inkâr edenler, üstelik ona karşı mücadele edenler şu sözleriyle va’dedilen azaba inanmadıklarını gösterirler:

 وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿53﴾

“Senden azabın çabucak gelmesini istiyorlar. Belirlenmiş bir süre (ecel) olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında değillerken kendilerine ansızın elbette gelecektir.” (Ankebût 29/53)

İnkârcılar ve azgınlar Elçi’ye bu şekilde meydan okuyorlar. Ama bilmiyorlar ki azap/ceza vermek Son Elçi’nin veya bir başkasının elinde değildir...  

Kimileri kendilerinden önce azıp sapmışların başlarına gelenleri işittikleri, ya da onların kalıntılarını gördükleri hâlde yola gelmezler.

اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ ﴿128﴾ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ ﴿129﴾

“Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır.

Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre (ecel)  olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.” (Tâhâ 20/128-129)

Bu aynı zamanda herkese uyarıdır. Böyleleri eninde sonunda hak ettikleri cezaya kavuşacaklar.

 

-Ecel-i kazâ, ecel-i müsemmâ

Bu iki âyette ve aşağıdakilerde ecel-i müsemmâ sözü geçiyor.

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ ﴿2﴾

“O öyle bir Rab’dır ki, sizi topraktan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel tayin etmiştir. (Kıyâmetin kopması için) belirlenmiş bir ecel de O’nun katındadır. Siz ise hâlâ şüphe ediyorsunuz.” (En’am 6/2)

“Mu‘tezile’nin Bağdat ekolü, En‘âm 6/2 âyetini de dikkate alarak insanın “ecel-i kazâ” ve “ecel-i müsemmâ” denilen iki eceli bulunduğunu ileri sürmüştür. Buna göre insan herhangi bir dış müdahale olmadan ölürse ecel-i müsemmâya, kaza veya katil sebebiyle ölürse ecel-i kazâya göre ölmüş olur.

Ehl-i sünnet âlimlerine göre ecel daha çok “Allah’ın canlıların öleceğini bildiği zaman” diye tarif edilir. Buna göre ecel, hayat süresi ve ölüm için takdir edilen zamanı ifade ettiğinden kaderle ilgili bir konudur.

Bu sebeple canlıların her birinin yaşayacağı ecel tek olup kesinlikle değişmez. Hiçbir canlı kendisi için takdir edilen zamandan önce hayat bulamayacağı gibi hakkında takdir edilen ölüm vakti gelmeden de ölmez.

İlgili âyetteki “ecel-i müsemmâ” kıyametin kopmasına dair olup bununla insanın değil kâinatın eceline işaret edilmiştir. Tabii yolla da olsa, kaza ve katil yoluyla da olsa herkes kendi eceliyle ölür.

“Maktul öldürülmeseydi yaşardı” demek vâkıaya aykırıdır, ecel ise vâkıanın ifadesidir.

Kur’ân’da Allah’ın izni olmadıkça hiçbir nefsin ölmeyeceği, ölümün vakti tayin edilmiş bir yazıya göre gerçekleştiği yer alır.

Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de Âhiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmrân 3/145)

Ayrıca eceli gelen hiçbir nefsin yaşatılmayacağı kesin bir şekilde anlatılarak herkesin eceliyle öldüğüne işaret ediliyor. (Münâfikūn 63/11) (Bkz: Tunç, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/380)

 

-Ecel-i müsemmâ; belirlenmiş süre, adı konulmuş vakit demektir. Kur’an’da 21 defa geçiyor.

 Borç için belirlenmiş süre (Bekara 2/282),

Tayin edilmiş bir süre, ömür;

وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿60﴾

“O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.” (En’am 6/60. Ayrıca bkz: Hûd 11/3. Zümer 39/42),

İnsana hayat olarak tanına süre, vakir (Mü’min 40/67)

Akıp giden Güneş ve Ay için belirlenmiş süre;

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ ﴿5﴾

“Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Zümer 39/5. Ayrıca bkz: Ra’d 13/2. Lukman 31/29. Fâtır 35/13.),

İnsanların tevbe etmeleri için yaşatıldığ muayyen vakit, fırsat (İbrahim 14/10)

Helâkı hak edenlere tanınan süre;

يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿4﴾

“Allah’a ibadet edin. O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.” (Nuh 71/4)

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿53﴾

“Senden azabın çabucak gelmesini istiyorlar. (Hikmet gereği) belirlenmiş bir süre olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında değillerken kendilerine ansızın elbette gelecektir.” (Ankebut 29/53. Ayrıca bkz: Nahl 16/61. Tâhâ 20/129.. Fâtır 35/45. Şûrâ 42/14)

Ceninlerin rahimlerde bekletilme süresi (Hacc 22/5),

Kurbanlıklardan faydalanma süresi (Hacc 22/33),

Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin belli bir vakit (süre) için yaratılmaları (Rûm 30/8. Ahkaf 46/3) bu kelime ile anlatılıyor.