Kur'an'da Allah'a yönelmeyi anlatan kavramlardan 'teveccüh', İbrahim'in ve Rasulüllah'ın teveccühü hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

20.02.2023 –

29 Receb 1444

Zaandam-Hollanda

42. Ders: KUR’AN’DA TEVECCÜH KAVRAMI

Kur’an’da Allah’a yönelmeyi, dönmeyi ifade eden; tevbe, inâbe, firar, evbe, hicret, tebettül, teveccüh, mesîr, rucû’, recâ, likâ gibi 11 tane kelime var. Bunların bir kısmı dünya hayatında Allah’a yönelmeyi, bir kısmı da ölümle birlikte Allah’a kavuşmayı ifade ederler. Bunlarda ‘inâbe’yi daha önce bir derste işlemiştik. Bu derste ‘teveccüh’ kavramını incelemeye çalışacağız.

 

-Kur’an’da vech-yüz kelimesi

Teveccüh fiilinin aslı ‘vech’ yani yüz kelimesidir. Organ olarak el-vech-yüz; kişinin ilk karşılaştığı ve bedendeki en görünür ve şerefli organdır. Yüz insanın ‘logo’sudur.

Buradan hareketle her nesnenin ilk karşılaşılan kısmı, en üstün ve başlangıç yeriyle ilgili kullanılmaktadır. “veccehtü fülânen” fiili “yüzümü falan kişinin yüzünün karşısına getirdim” denir. Mesela gündüzle ilgili olarak “vechü’n-nehâr-günün yüzü” deyimi kullanılır.

Sözlükte, kasta, yönelişe, meyletmeye vech; maksada, kendisine yönelinen şeye “cihet ve viche” denir ki bu da “teveccühü (yönelmeyi)” anlatır. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 807)

Vech-yüz bir şeyin veya bir kimsenin “kendisi, zâtı, benliği” anlamlarında kullanılır. “Klasik Arapça'da ve özellikle de Kur’an'da “yüz” sözcüğü, insanın kişiliğini bedenin diğer kısımlarından daha iyi ifade ve temsil ettiği için, çoğu zaman kişinin bütün vasıflarını ifade eden mecazî anlamıyla kullanılır. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/417)

Vech, Kur’an’da sık sık hem Allah (cc) hakkında, hem de insanlar hakkında yer almaktadır. (bkz: Bekara 2/115, 272, Nisa 4/125. Ra’d 13/22)

Kur’an’da hem fiil (teveccüh) olarak hem de vech-yüz olarak bir kaç anlamda kullanılıyor.

1.Bilinen organ; yüz. (Nisâ 4/43. Bekara 2/177. Nisâ 4/47. Mâide 5/6. A’raf 7/29/ İbrahim 14/50. Zariyat 51/29)

2.Hoşnutluk, rıza. (En’am 6/52. İnsan 76/8-9. Bekara 2/272. Ra’d 13/22. Kehf 18/28)

3.Allah’ın zâtı. (Bekara 2/115. Rahman 55/26-27. Kasas 28/88)

4.Uygun, bir şeyin hakikati. (Mâide 6/108)

5.Başlangıç, öncesi, ilk kısmı. (Âli İmran 3/72-73)

6.İlgi, sevgi, teveccüh, yön. (Yûsuf 12/9)

7.Vecih olarak itibar/izzet, değerli, haysiyetli, mevki sahibi, şerefli, sevgili. (Âli İmran 3/45. Ahzab 33/69)

8.Benlik, öz, cevher. (Âli İmran 3/20)

 

-Kur’an’da yönelme (teveccüh) kelimesi

“Vech”in fiil hâli ‘teveccüh’ Kur’an’da üç âyette belli bir istikamete, hedefe, daha doğrusu Allah’a yönelmeyi anlatır. İkisi tef’ıl kalıbıyla “veccehe” şeklinde,

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ ﴿79﴾

“(İbrahim) Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim (veccehtu) ve ben müşriklerden değilim.” (En’am 6/79) (Aşağıda gelecek)

bir tanesi de “tefa’ul” kalıbıyla “teveccehe” şeklinde geliyor.

-Müşrikler, Allah’ı bırakıp kendilerine rızık veremeyen ve asla buna güçleri yetmeyeccek bazı varlıkları tanrı edinirler. Allah (cc) insanları; “böyle yapmayın” diye uyarıyor. Sonra bir örnek veriyor.

Başkasının malı olan ve onun tarafından doyurulan ile elindeki imkanları bir şekilde paylaşan bir olmaz. Allah’ı bırakıp da uydurma şeylere tanrı diye tapınanların hâli buna benzer. (Nahl 16/73-75)

Arkasından bu durum başka bir örnekle açıklanıyor. “...Onu nereye gönderse (yüveccihhü) bir hayır getirmez...” (Nahl 16/76)

-Yine hz. Musa’ın bulunduğu şehirden çıkıp Medyen’e doğru yönelmesi aynı “veccehe” fiili ile anlatılıyor. (Kasas 28/22)

Şüphesiz ki yüzün bir yöne yönelmesi (Türkçedeki ifadeyle teveccüh etmesi) kişinin öz benliğinin, bizzat kendisinin yönelmesini anlatır.

Yüz bir insanda karşılaşılan ilk organı olduğu gibi, bir yöne gitmeyi, ister fiziksel isterse manevi olarak bir tarafa yönelmeyi de ifade eder. Bu bakımdan yüz ile yönelme arasında, yüz ile kişilik ve benlik arasında, yüz ile niyet, kasıt, amaç arasında, yüz ile ilgi ve sevgi, uygunluk arasında sıkı bir ilişki vardır. Yüz aynı zamanda ilişkilerde, iletişimde ve eğitimde kullanılan bir dildir.

 

-Allah’ın vechini (rızasını) istemek

Vech-yüz kelimesinin hoşnutluk, rıza ve Allah’ın zatı anlamına da geldiğini hatırlayalım. (En’am 6/52. İnsan 76/8-9. Bekara 2/272. Ra’d 13/22. Kehf 18/28)

Ehl-i kitap yanlnız kendilerinin Cennete gideceklerini iddia ederler. Kur’an buna “onların kuruntusu” der. (Bekara 2/111)

Bir sonraki ayet gerçeğin onların zannettiği gibi olmadığını haber veriyor:

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟ ﴿112﴾

“Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü (men esleme vechehu) Allah'a teslim ederse onun mükâfatı Rabbi katındadır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (Bekara 2/112)

Zımnen şöyle deniyor: Bu iş iddia ve hâyal ile olmaz. Ancak, kim özünü şirkten ve şirk görüntülerinden temizler, ihlas ve samimiyetle Allah’a yönelir, Allah’ı görüyormuş gibi kendini Allah’ın huzurunda bilirse, Allah’tan gelen hükümleri itiraz etmeksizin uygulamak üzere kabul ederse, bütün ibadetlerini şartlarına uyarak ve kalb huzuru ile yaparsa; bunun Allah katında mutlaka karşılığı olur.

Şüphesiz ki başta hz. Muhammed olmak üzere, sahâbeler ve onları izleyen samimi müslümanlar yüzlerini Rabbe döndüler, O’na ve O’nun hükümlerine hakkıyla teslim oldular. Mü’minlerin böyle teslimiyeti kıyâmete kadar devam edecektir.

Bir çok âyette mü’min kulların yaptıkları sâlih amellerle Allah’ın vechini, yani rızasını istedikleri anlatılıyor. Onları bu anlamda harekete geçiren, sâlih amel işlemeye sevkenden temel sebep onların Allah’a karşı duydukları sevgidir, O’nun rızasıdır.

وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿52﴾

“Rab’lerinin rızasını (vechini) isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma...” (En’am 6/52)

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا ﴿8﴾ اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُورًا ﴿9﴾

“Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası (vechi) için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan 76/8-9. Ayrıca bkz: Leyl 92/20. Bakara 2/272. Ra’d 13/22. Rûm 30/38)

وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا ﴿125﴾

“Bütün benliğini Allah'a teslim eden, daima iyilik yapan ve her türlü bâtıldan yüz çeviren İbrahim'in inanç sistemine -Allah'ın o'nu sevgisiyle yücelttiğini görerek- uyan kişiden daha iyi iman sahibi kim vardır?” (Nisâ 4/125)

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Kim, Allah'ın vechini aramak yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah Teâlâ onun yüzünü yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.” ( Tirmizî, F. Cihad/3. Nesaî, Siyam/44, 45. İbni Mâce, Siyam/34) (Yetmiş yılın mecâzi ve âhirete yönelik bir ifade olduğu unutulmamalı)

Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre Rasûlüllah şöyle dedi:

“Allah'ın vechini (rızasını) aramak maksadıyla Allah yolunda cihad edenin misâli, cihadından dönünceye kadar namaz kılan kimse gibidir.” (Buhârî, Cihâd/2. Müslim, İmâret/110. Nesâî, Cihâd/14,16. İbni Mâce, Cihâd/1. Muvatta, Cihâd/1)

 

-Vech’i (yüzü) ikâme etmek

İlginçtir, bir kaç âyette vech kelimesi ikâme fiiliyle geliyor. Üstelik emir kalıbıyla. “Allah (cc) hem peygamber’e, hem de müslümanlara yüzünüzü Allah’ın dininde, fıtrat dininde ikâme edin” diye emrediliyor.

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿104﴾ وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿105﴾ وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿106﴾

“De ki: “Ey insanlar, eğer benim dinimden herhangi bir şüphede iseniz, bilin ki ben, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat sizin canınızı alacak olan Allah’a kulluk ederim. Bana mü’minlerden olmam emrolundu.”

(Bana şöyle de emredildi): “Hakka yönelen bir kimse (hanif) olarak yüzünü dîne çevir (ekım vecheke). Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun.” (Yûnus 10/104-106)

‘İkâme’; bir başkasını ayağa kaldırmak, dikmek, bir yerde oturmak (ikâmet etmek), bir şeyi koruyup kollamak, bir şeyi devam ettirmek, bir şeyin hakkını tam olarak vermek, uygulama alanına koymak demektir. (Cevherî, es-Sıhâh, 5/397. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/223-224)

Namazla birlikte (ekımu’s-salah) kullanıldığı zaman, bütün şartların hakkını vererek yerine getirmek olduğuna işaret ediliyor. (İbrahim 14/40. Tevbe 9/11. Bekara 2/43, 110, 277. Nisâ 4/77. Yûnus 10/78. v.d.)

Kur’an’da “namaz kılın” şeklinde bir emirden çok, “namazı ikâme edin” denilmesi anlamlıdır. İkâme fiili vecih kelimesi ile birlikte yüzünü çevirmek, yönelmek anlamına gelir. (Okuyan, M. Kur’an Sözlüğü, s: 703)

Bir kaç âyette bu şekilde geçiyor. İnsan sahip olduğu dünyalık şeyler üzerindeki tasarruf hakkını, kendi cinsinden olan başkalarıyla paylaşmaya razı olmaz. Allah (cc) mutlak otoritesini başkalarıyla paylaşmasılmasından razı değildir.

Kur’an, bunu efendi-köle ilişkisiyle açıklıyor. Ancak şirk koşmanın, Allah’a ortak bulmanın ne denli bir yanlış ve haksızlık olduğunu düşünemeyenler zalimler; bilgisizce nefislerinin hevâsına uyarlar. (Rûm 30/29) Arkasından da şöyle deniyor:

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿30﴾

“O halde (ey Peygamber)! Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir (ekım vecheke). Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru (kayyım) din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

“Gerçek aşikâr olduğu ve siz bu kâinatın ve insanın yaratıcısının, hâkiminin bir tek Allah olduğunu öğrendiğinize göre, o zaman kaçınılmaz olarak davranışlarınız bu âyette belirtildiği gibi olmalıdır.

Âyetin bu bölümünde böylelikle üç vurgu birden yapılıyor:

1) İslâm fıtrat (yaratılış) dinidir,

2) Fıtrat dini olan İslâm sağasağlamdır, dosdoğrudur,

3) İnsana düşen görev özünü/benliğini bu fıtrat dinine çevirmek, yani onu kabul edip hayat dini hâline getirmektir.

Âyette geçen “hanîf” sözlükte; hak yola, çarpıklıktan doğruluğa, eğriden doğruya giden demektir.

Bu kavram, İbrahim’in (as) dinine isim olmuştur ki başka dinlerden, bâtıl mabutlardan yüz çevirip yalnız bir Allah’a boyun eğen “müvahhid” demektir. "Şirk koşmaksızın tek Allah'a iman edendir" (Hac 22/31)

Âyeti şöyle anlamak mümkün: “Sen yüzünü dine öyle tut, öyle tam yönel ki, o eğriliklerden, o bozuk hevâlardan, bâtıl meyillerden sakınıp yalnız hakka meylederek dosdoğru Allah fıtratına, yani fıtrat olan (yaratılışa uygun düşen) Allah'ın dinine, o yaratışına sarıl ki insanları onun üzerine yaratmıştır.”

Herkes yaratılış sözleşmesinde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (A'raf 7/172) hitabına “belâ-evet Rabbimizsin" demiştir. İnsan olarak yaratılmayı kabul etmekle yaratanın Rabliğine şahit olmaya söz vermiştir.” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 6/255)

30. âyetin lafzen “yüzünü dine çevir, yönelt” anlamına gelen kısmı, dine yönelip hiç sapmadan bu yol üzerinde kararlılıkla yürümeyi ve ona önem vermeyi anlatan temsilî bir ifade olduğu veya buradaki “yüz-vech” kelimesi kişinin zât ve sıfatlarıyla bütününü anlattığı için “bütün varlığınla dine yönel” şeklinde bir manası vardır. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/288)

İnsana düşen kendini yaratanın, fıtratını belirleyenin gösterdiği yoldan gitmektir. Sonra bu fıtraatta sebat etmektir. Eğer kişi kendi kafasına göre (hevâsına uyarak) bağımsız hareket ederse, fıtratına yakırı hareket etmiş olur. Allah’tan başkasına tapmak da bu fıtratın uzağına düşmektir.

Bir hadise göre, her çocuk, fıtrat üzere (tevhide meyilli) doğar.

"Her doğan ancak fıtrat üzere doğar. Sonra onu anne-baba Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar. Nitekim bir hayvan yavrusu da derli toplu, azaları yerliyerinde doğar. Siz bu yavruda aza noksanlığı görüyor musunuz?" Sonra Ebu Hüreyre; isterseniz Rûm Sûresi 30. âyetini okuyun dedi. (Ahmed ibnu Hanbel, no: 7199. Buhârí, Cenaiz/79, 92 no: 1358-1359, 1385). Müslim, Kader no: 2658. İbnu Hibban, İman/1 no: 130)

 

-Yüzü Yaratıcıya çevirmek (teveccüh)

Peygember’e yönelik bu çağrıyı Kur’an bir başka yerde şöyle yapıyor:

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ الْقَيِّمِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِ يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ ﴿43﴾

“Allah katından, dönüşü olmayan bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir (ekım vecheke)! O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.” (Rûm 30/43)

Aynı emir Kur’an’ın muhataplarına da yöneltiliyor:

قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ ﴿29﴾

“De ki: “Rabbim adâleti emretti. Her secde yerinde (her ibadette) yüzlerinizi (O’na) doğrultun (eqım vecûhekum). Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (A’raf 7/29)

Bir görüşe göre Allah (cc) burada organ olan yüzü kasdediyor. Bir başka görüşe göre ikâme fiiliyle istikamete, doğruluğa yönelmeyi; vech ile birlikte kullanarak teveccühü-yönelmeyi kasdediyor. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 807)

Burada geçen “vech-yüz” terimi, çok defa, “bütün varlığımı ya da bütün varlığımla kendimi Allah'a teslim ettim” (Âli İmran 3/20) anlamına gelen “eslemtu vechiye lillâhi” cümlesinde olduğu gibi, soyut anlamıyla, kişinin bütün varlığını, bütün dikkat ve duyarlığını dile getirmek için kullanılır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/274)

Yani Allah (cc) hz. Muhammed’e ve onun şahsında onun ümmetine, adaletli ve itidalli, ifrat ve tefritten sakınarak ölçülü olmayı, her secde zamanında ve mekanında yüzü dosdoğru O’na, ya da O’nun kıble tayin ettiği Mescid-i Haram’a yönelmeyi, ihlasla, bütün benliği ile O’na ibadet etmeyi emretti.

Kur’an’da bir kaç âyette yüzü (vechi), benliği âlemleri yaratan Allah’a döndürmek/yönelmek “teslim olma” fiili ile ifade ediliyor. Allah (cc) hz. Muhammed’e ve onun şahsında bütün İslâm ümmetine şöyle demelerini emrediyor:

فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِۜ وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪نَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ۟ ﴿20﴾

“(Ey Elçi!) Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim (eslemtü vechî)” ...” (Âli İmran 3/20)

Zımnen; “Yarabbi Senin emrine uyarak, Senin iradeni tanıyarak, Senin vahiyle gönderdiklerini kabul ederek, Senin emrini yerine getiriyorum. Hem ben, hem de -kıyâmete kadar- benim elçiliğimi kabul edip bana uyanlarla birlikte Sana yöneldik, özümüzü, benliğimizi, fıtratımıza koyduğun yeteneklerimizi, din/İslâm konusunda tartışanları, şüphesi olanları bir tarafa bırakıp Sana teslim ediyoruz” deniliyor.

Şayet müşrikler ve diğer gayr-i müslimler İslâm ve müslümanlarla uydurma sözlerle ve kelime oyunlarıyla tartışacak olurlarsa, hz. Peygamber ve müslümanlar mükellef kılındıkları imana sahip çıkarlar, Allah’a yönelmekten vazgeçmezler.

Buradaki vech-yüz kişinin kendisi, kendi zâtı anlamındadır. Nitekim hz. Peygamber (sav) “Yüzüm onu yaratana ve ona sûret verene secde etmektedir...” buyurmuştur. (Müslim, S. Müsâfirin/26 (201) no: 1812. Tirmizi, Deavât/32 no: 3421. Nesâî, Tat¬bik/67-69 no: 1127-1129. İbn Mâce, İ. Salât/70 no: 1053. Ahmed b. Hanbel, 1/95, 102)

Tek bir ilâha inanan mü’min yürekte Allah’ın otoritesi dışında hiç bir varlık yer edinemez. Tek ilâha inanmak aynı zamanda inanç, ibadet, ahlâk ve değer yargılarını, hayata dair temel ilkeleri o inanca uygun hâle getirmeyi gerektirir. Allah katında geçerli olan din doğru yol olan İslâmdır.

Bu da kuru bir slogan değildir. O sadece isim veya sembol, kalbe huzur veren bir düşünce de değildir. (Kutub, S. fi-Zılâl’i’l-Kur’an, 1/380)

Onlara, Allah’ın indirdiğine uyun denildiği zaman, ataları kendilerini alevli ateşe sürüklese bile “hayır biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız” derler. (Lukman 31/21)

Buna karşın;

وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ ﴿22﴾

“Kim muhsin (iyi niyet ve güzel davranış sahibi) olarak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.” (Lukman 31/22)

Allah’ın yolunu bırakıp atalarından kendilerine intikal eden bâtıl inanç ve gelenekleri sürdürenler aslında şeytanın davetine uymuş olurlar. Ancak kim kendini iyiliğe adamış, güzel davranan, yaptığı her işi güzel yapan muhsin olarak kendini Allah’a teslim eden kopması mümkün olmayan en sağlam bir tutamağa yapışmış olur. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB 4/314)

Âyette geçen muhsin kelimesinin masdarı olan “ihsan” “bir işi samimiyetle, iyi niyet ve ihlasla yapmak” demektir. Ayrıca “ başkalarının haklarını veya daha fazlasını verme”, -Cibril hadisinde geçtiği gibi- “Allah’ı görüyor gibi ibadet etme” (Buhârî, İman/37) manasına da gelir.

İşte Allah bunu va’dediyor, hz. Muhammed de bunu haber vermişti. Bu da bir kuruntu, bir hayâl, bir söylenti, ya da falanca kişiye ait kişisel görüş değildir. Buna vahiy ve selim akıllar da şâhitlik eder. İslâm bir anlamda Allah’a karşı yüz aklığı, alın temizliğidir. “Yüz aklığı ve alın temizliği” deyimi sahibinin içinin ve dışının, niyet, düşünce ve davranışlarının temizliğinden bir kinâyedir.

Bu âyetteki yüz-vech, parçayı anıp bütünü kasdetmek metoduyla kişinin bütününden mecazdır. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/386)

Kur’an bu gerçeği bir de şu âyette destekliyor:

وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا ﴿125﴾

“Bütün varlığıyla Allah’a adanan, sürekli iyilik yapan ve bir muvahhid (hanîf) olarak İbrahim’in dinine -ki Allah İbrahim’i dost edinmiştir- tâbi olan kimseden daha güzel dinli biri olabilir mi?” (Nisâ 4/125)

Tabi herkes kendi inanç sistemini, üzerinde yürüdüğü yolun en iyisi olduğunu savunur. Ama onların elinde bu konuda objektif, kesin ölçüler yoktur. Kesin ölçü Allah katından vahiy yoluyla gelen Tevhid Dini İslâmdadır. Zira bunun kaynağı insan aklı, atalar geleneği değil; vahiydir, yani bizzat insanı Yaratan Allah’tır. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 2/117)

İnsanların İbrahim gibi Allah’a yönelmeye, ya da İbrahim’im temsil ettiği hanîf inancına çağıran Kur’an, yine İbrahim ve onun örnekliğinden bahseden bir pasajın sonunda şöyle diyor: “Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir?...” (Bekara 2/130)

Kendine cahilce kötülük edenlerden başkası, dünyada seçkin kılınan, âhirette iyiler arasında olan ve kendi hayatında Tevhid dininin en büyük temsilcisi olan İbrahim’in dininden yüz çevirmez. Zira onun temsil ettiği, bayraklaştırğı, şirke karşı savunduğu din Allah’ın dinidir. Allah’a teslim olmak bizzat Allah’ın kullarına emridir. (bkz: Zümer 39/54. Mü’min 40/66. En’am 6/71)

 

-İbrahim’in (as) teveccühü ve teslimiyeti

Bu teslimiyetin en canlı örneklerinden biri de İbrahim’dir (as). Kur’an hz. İbrahim’in (as) aynı şekilde bütün benliği ile Allah’a yöneldiğini, özünü bütünüyle O’na teslim ettiğini haber veriyor. O yıldızların, Ayın ve Güneşin tanrı olamayacaklarını tecrübe, aklî çıkarımlarla ortaya koyduktan sonra şöyle dedi:

فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ ﴿78﴾ اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ ﴿79﴾

“Artık ben, her türlü bâtıldan yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim (veccehtü vechiye); ve ben O’ndan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan değilim!” (En’am 6/79)

Allah'ın birliği esa¬sına dayalı (hanîf) dinî geleneğinin imamı olarak bilinen Hz. İbrahim'in kavmi gök cisimlerini sembolize eden putlara taparlardı.

İbrahim (as) muhtemelen kavminin bu bâtıl inançlarını onlara göstermek Tevhid inancını anlatmak düşüncesiyle önce en parlak yıldızın, sonra Ayın ve ardından da Güneşin tanrı olup ola¬mayacağını ortaya koymuştu.

Bu âyette Allah (cc) bize bildiriyor ki: Hz. İbrahim gerçeği görünce bunu dile getirmekten geri durmadı. Bâtıla saplanmış olan müşrik kavmi-ne karşı çıkmaktan asla çekinmedi. Allah yolunda, kınayanın kınamasına asla aldırış etmedi. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 5/247)

Kur’an’ın bu pasajının göz önüne serdiği sahne gözleri kamaştıran olağanüstü bir sahnedir. Bu ilk aşamada put inancına dayalı câhiliyye düşüncelerini reddeden fıtratın sahnesidir. Üzerinden hurefeleri silkeleyince uyanan ve gerçek ilâhını arayan vicdanın sahnesidir.

İbrahim (as) aklını kullanarak gelip geçici olan şeyleri ilâh olamayacağını anlamıştı. Zira bu ilâh anlayışı içindeki, yani fıtratında gerçek ilâh düşüncesiyle uyuşmamıştı.

Bu, fıtratın hak ve bâtıl karşısındaki tutumunun hikâyesidir.

Müminin ilân ettiği ve bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmediği inancın hikâyesidir.

Bu konuda babaya, aileye, aşirete ve ulusa hoş görünmek gibi bir endişesi yoktur. İbrahim'in (as) babasına ve kavmine karşı takındığı şu kesin ve net tutum gibi. Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım. Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O'na ortak koşanlardan değilim” diyerek.

Bu açık ve kararlı ifade gökleri ve yeri yaratana tevhidî bir yöneliştir. Bu, kesin bir söz, pürüzsüz bir inanç ve son yöneliştir.

Üstelik bu yöneliş vicdan fıtraten yer alan gerçeğe, selîm akla da uygun bir seçim idi. (Kutub, S. fi-Zılâl’i’l-Kur’an, 2/1139)

 

-Peygamber’in (sav) teveccühü ve teslimiyeti

Hz. Muhammed’in “yüzünü bütün benliğinle Rabbine yönelt” emrini bihakkın yerine getirdiğine onun peygamberlik hayatı şâhit olduğu gibi, ibadeti, duası ve teslimiyeti de şâhittir.

Nitekim o namazlarında bu teslimiyeti, bu samimi yönelmeyi, ya da sadece Allah’a yönelme kararlılığını her zaman ikrar ederdi. Ali b. Ebi Talib’in (ra) rivâyetine göre Rasûlüllah namaza kalktığı zaman (tekbirden sonra) şöyle derdi:

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ ﴿79﴾

“Artık ben, her türlü bâtıldan yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim (veccehtü vechiye); ve ben O’ndan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan değilim!” (En’am 6/79)

قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿162﴾ لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿163﴾

“... “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” “O’nun hiç bir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.” (En’am 6/162-163)

“Ey Allahım, Sen (her şeyin) mâlikisin, Sendan başka tanrı yoktur. Sen benim Rabbimsin, ben de Senin kulunum. Ben nefsime zulmettim, hatamı itiraf ediyorum, bütün günahlarımı bağışla, zira günahları Senden başka kimse bağışlayamaz. Beni en güzel ahlâka yönelt. Zira en güzel ahlâka senden başkası yöneltemez. Kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Zira onu Senden başka kimse benden uzaklaştıramaz. Buyur Efendim, buyur. Hayrın hepsi Senin elindedir. Şer Senden değildir. Ben bu iman üzereyim. Sen çok mübâreksin ve Sen çok yücesin, istiğfar ediyorum ve tevbe ediyorum.” (Nesâî, İftitah/27. Ebû Dâvûd, Salat/17. Müslim, S. Müsâfirin/26 (201) no: 1812. Tirmizî, Deavât/32 no: 3421)

Rukû’da şöyle dua derdi:

“Ey Allahım Senin huzurunda rüku’ya vardım, Sana iman ettim ve Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim, kemiğim ve sinirim (yani bedenim) Senin için eğildi.” (Nesâî, İftitah/27)

Rukû’dan kalkerken şöyle derdi:

“Ey Allahım, Rabbim, gökler dolusu yer ve yer ile gökler arası mesafeler kadar, bundan sonra dilediğin şeyle dolusu kadar hamd Sana aittir...” (Tirmizi, Deavât/32 no: 3421)

Secde ettiği zaman da şöyle derdi:

“Ey Allahım Senin için secde ettim, Sana iman ettim ve Sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratana ve şekil verene, kendisinde göz ve kulak var edene secde etti. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir.” (Nesâî, İftitah/27. Ebû Dâvûd, Salat/17)

Sonra teşehhüd ve selâm arasında da şöyle dua ederdi:

“Ey Allahım, benim geçmiş ve gelecek, gizli ve açık yaptığım günahlarımı ve işimdeki aşırılığı affet. Sen onları benden daha iyi bilirsin. Sen Kadim (öncesiz) ve Muahhar (sonu olmayan)sın.. Senden başka tanrı yoktur.” (Müslim, S. Müsâfirin/26 (201) no: 1812. Tirmizi, Deavât/32 no: 3421)

 

-Sonuç olarak

Rasulüllah’ın (sav) “yüzünü bütün benliğinle Rabbine yönelt” emrini bihakkın yerine getirdiğine onun peygamberlik hayatı şâhit olduğu gibi, ibadeti, duası ve teslimiyeti de şâhittir.

Onu izleyen sahabeler ve samimi müslümanlar da yüzlerini Rabbe döndüler, O’na ve O’nun hükümlerine hakkıyla teslim oldular, oluyorlar. Bu teslimiyet kıyâmete kadar devam edecektir.

Zira “vechi-yüzü Allah’a dönme” ikrarı tıpkı Tevhid veya Şehâdet kelimesini söylemek, “Allah’tan başka tanrı yoktur” demektir.

“Hayatım, ölümüm ve bütün ibadetlerin âlemlerin Rabbi Allah içindir” demenin, tarih boyunca insanların uydurduğu din ve tanrı inançlarından, hayat anlayışlarından uzaklaşıp Allah’ın dinine teslim olup müslümanca yaşamaya kara vermenin, “sizin dininiz size benim dinim bana” diyebilmenin, Sadece Allah’a kuluk etme kararlılığının ilanıdır.

Zira bu, ciddi bir tercihtir, hayatın en önemli seçimidir.