Kur'an'da Allah sevgisini anlatan muhabbet, meveddet, veli-mevlâ, teveccüh kavramları hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

07 Şubat 2023 –

15 Şa’ban 1444

Zaandam

 

79. ALLAH SEVGİSİNİ ANLATAN DÖRT KAVRAM

 

-Kur’an’da sevgiyi, dolaysıyla Allah sevgisini ifade eden kelimeler

Kur’an’da genel olarak sevgiyi anlatan dört önemli kavram var.

Bunlar: 1.Muhabbet, 2.Vüdd veya meveddeh, 3.Veli-mevlâ ve 4.Teveccüh (Allah’ın vechini istemedir).

Bu derste Allah’a karşı sevgimizi bu kelimelerle nasıl ifade edebiliriz, onun üzerinde durmak istiyoruz.

 

1-Muhabbet ne demektir?

‘Hubb’ kökünden gelen bu kelime genellikle ‘buğz’un zıddıdır. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 4/6)

‘Meveddeh ve vûdd’ gibi ‘sevgi’ anlamında kullanılmaktadır.

Muhabbet, seveni kendinden geçirecek ölçüde ileri seviyede sevgidir. Kişinin iyi ve güzel bildiği şeye karşı olan meylidir.

Muhabbet hem insanlar arasında, hem de Allah’a karşı olabilir. Allah’a karşı duyulan muhabbet dinî emirlerine yerine getirmede,  yasaklardan kaçınma, yani kulluk yapma konusunda son derece önemlidir.

Zira seven sevdiğine itaat eder. Saygı sevgiyle başlar. Bir kul Allah’ı hakkıyla seviyorsa işte o zaman Allah’a saygı duyuyor demektir.

Sevgi (muhabbet) olmazsa ilgi, sorumluluk, fedakârlık, iyilik, ihsan etme, merhamet, yardım, affetme, diğergâmlık, itibar, değer verme de olmaz.

Bundan dolayı Kur’an’da muhabbetin üzerinde duruluyor.

‘Hubb’ kökünden gelen ‘habîb’ sevilen kişi, dost, sevgili, meyledilen kimse; ‘ahbâb’ ise bunun çoğulu olup sevilen insanlar, dostlar demektir.

Yine aynı kökten gelen ‘habbe’; tohum, tâne demektir. Kur’an’da 13  yerde geçmektedir. Mesela;

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bekara 2/261)

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi (tohumu) bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’âm  6/59)

“Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz!” (En’âm  6/95)

“Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik.” (Kaf 50/9. Ayrıca bkz: Rahman 55/12. Yasin 36/33. Nebe’ 78/15. Abese 80/27 v.d.)

Muhabbet’in ‘habbe-tohum’ ile aynı kökten gelmesi onun da tohum gibi üretilebilir, çoğaltılabilir, ürüne dönüştürülebilir olduğuna işaret olabilir. Tohumlara, sonuçlarına sınır konulamaycağı gibi, sevgiye de sınır çizilemez.

Hele bu muhabbet âlemlerin Rabbine karşı ise bunun hiç sınırı yoktur.

Mü’min kullarının Allah sevgisine “muhabbetullah” denir. (Bunu ayrı bir ders olarak işleyeceğiz)

Kur’an’da 81 âyette ‘hubb/sevgi’ ve bu kökten türeyen kelimeler yer almaktadır. Bir kaç örnek:

وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ

“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Yaptığınızı güzel yapın; Allah güzel yapanları sever. (Bekara 2/195)

قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ

“De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân 3/32)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ

“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.” (Âli İmran 3/57)

وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ

“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/146)

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

“De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.“ (Âl-i İmrân 3/31)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُباًّ لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ

“İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.

İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bekara 2/165)
قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟ ﴿٢٤﴾

"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-rabanız, kazandığınız malların Kesada düşmesinden korktuğunuz tica­retiniz, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, Rasûlünden ve O'nun folunda cihad etmekten daha sevgili (ehabbe) ise o hâlde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekle­ri göreceksiniz)." (Tevbe 9/24)

“(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili (ehibbâu) kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.” (Mâide  5/18

 

2-Vüdd veya meveddeh

Bunlar ve bu kökten türeyen kelimeler Kur’an’da 29 yerde geçmektedir.

“Vüdd veya meveddeh”; çok sevmek, karşılıklı sevmek demektir.

Yani hem sevmek, hem de sevilmektir. Bunun anlamı şudur: Siz birinin sizi sevmesini istiyorsanız, önce siz sevmelisiniz.

Nitekim Kur’an eşler arasındaki sevgiyi bu kelime ile anlatıyor:

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٢١﴾

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi (meveddet) ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm 30/21)

Hz. Muhammed yaptığı görev karşılığı akrabalıktan doğan sevgiden (meveddet’ten) başka bir ücret beklemedi.

“İşte bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Şûrâ 42/23)

Allah (cc) müslümanlara Allah düşmanlarına karşı meveddet duymalarını haram kıldı.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ ﴿١﴾

“Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz...” (Mümtahıne 60/1)

Zaten Allah’a ve âhiret gününe iman edenler Allah’a ve Peygamberine düşman olanlara sevgi (meveddeh) göstermezler. (Mücâdile 58/22)

Allah’ın güzel isimlerinden biri de el-Vedûd’tur. Allah (cc) sevginin asıl kaynağıdır, O  hem sevendir, hem de ziyadesiyle sevilendir. Ya da kendisine yönelene, hakkıyla kulluk edene, hatalarına tevbe edene, kendisini sevene muhabbet edendir.

el-Vedûd ismi şunu vurgular: Allah kullarını çok sever; öyleyse kulların görevi de Rablerini çok sevmektir.

Kur’an’da iki âyette geçmektedir.  ,

وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ ﴿٩٠﴾

“Günahlarınız için Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim çok merhametli ve Vedûd’tur.”  (Hûd 11/90)

 وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ ﴿١٤﴾

“Ve mutlak bağış sahibi, hep seven ve sınırsızca sevilmeye layık olan O’dur.” (Burûc 85/14)

Allah (cc) muhabbetini fiilleriyle ifade etmekle yetinmemiş, onu kendisine bir sıfat ve devam eden bir özellik olarak benimsemiştir. Onun sevgisi azalmaz, tükenmez, devamlıdır.

 

3-Veli/Vâli/Mevlâ

Bu kökü ve türevleri Kur’an’da 235 yerde geçiyor.

Veli, bir şeyin yakınında bulunma, arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yaklaşma ve yanyana olma anlamındaki kökten türemiştir.

Veli (çoğulu ‘evliyâ’)’; seven, dost, yardımcı, işini yüklenen, en yakın sorumlu, sırdaş, yakın, candan sevip destek olan demektir.           

‘Veli’ kelimesinde doğrudan sevgi manası olmasa bile, sevgi; veli/dost olmanın gereği sayılır. Birine yardım etmek veya onun işini üzerine almak sevgi ile yakından ilgilidir.

Birine saygı duymak için önce onu sevmek gerekir. Nitekim Allah’a hakkıyla saygı (haşyet) duyanlar O’nu Rab olarak, hakkıyla sevenlerdir.

Buna göre saygının, ilginin, desteğin, işini üslenmenin mayası ve gerekçesi sevgidir.

Mü’min için ‘veliyyullah/Allah’ın velisi’ denir. Burada veli mef’ul  (tümleç) ölçüsünde olup ‘Allah’ın kendisine veli ve mevlâ olduğu kişi’ demektir.

Aynı kökten ‘el-Vâli’ Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Bütün varlıkların işine hâkim olan ve onları çekip çeviren anlamına gelir.

Allah, hem bütün hükümranlığı (hükmetmeyi) elinde bulundurur, hem de kullarını sever, onlara yakındır, onlara yardım eder ve ihtiyaçlarını giderir. 

‘el-Vâli’ kelimesi Kur’an’da bir âyette geçmektedir.

“... Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı (el-Vâli) da yoktur.” (Ra’d 13/11)

‘Veli-velâ’ kökünden gelen bir diğer kelime de ‘mevlâ’dır. Kur’an’da 12 ayette, Allah (cc) dışındaki dost ve yardımcı sayılan varlıklar ama daha çok Allah’ın bir vasfı olarak geçiyor.

Bu da veli gibi, dost, efendi, sahip, Rabb, yardımcı, iyilik yapan, seven demektir.  

İnsanlara ‘Allah’ın mevlâ’sı denilemez, ‘Allah mü’minlerin mevla’sıdır denilebilir.

Rabbimiz mü’minlere şöyle diyor:

وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ ﴿٧٨﴾...

“Allah’a sağlamca sarılın. O sizin Mevlânızdır. Sizin Allah’tan başka mevlânız yoktur” deniliyor. (Hacc 22/78. Enfâl 8/39-40. Tahrim 66/2. Âli İmran 3/149-150. Tevbe 9/51)

Mevlâ’ kendisinden yardım umulandır. Nitekim mü’minler dualarında,

 وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿٢٨٦﴾

 “….Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim Mevlâ’mızsın (mevlânâ). Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et” derler. (Bakara 2/286)

Allah (cc), insanlar için gerçek mevlâ’dır, dost, sahip ya da koruyucudur.  (Yûnus 10/30. En’am 6/62 . Muhammed 47/11. Tevbe 9/54)

Mevlâ, kalıbı açısından hem fail hem mef’uldür (hem özne hem de tümleçtir). Buna göre demek ki tıpkı el-Vedud’da olduğu gibi Allah Mevlâ olarak hem sevendir, hem de sevilendir.

Buradan hareketle O’na iman eden kulların O’nu sevmeleri gerekir. Zira mevlâ olan sevilir.

Yine bu kökten gelen el-Veli de pek çok âyette Allah’ı nitelendirmek üzere geçiyor. Kur’an Allah’ın veli oluşunu bazen bu isimle, bazen de ‘Mevlâ’ kelimesi ile ifade ediyor.

Bu da Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Mesela;

وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿٢٨﴾

“O’dur ki (kulları) umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir, rahmetini her tarafa yayar. O, Velidir (yardımcıdır), Hamîd’dir (övülendir).” (Şûrâ 42/28)

Kur’an Allah’ın veli oluşunu farklı ifadelerle, bazen peygamberlerin, bazen de mü’minlerin diliyle haber veriyor. (bkz: Şûrâ 42/8-9, 31. A’raf/155. En’am 6/14. Tevbe 9/116. Bakara 2/107. Ankebût 29/22. Secde 32/4. Nisâ 4/45 v.d.)    

Allah’ın ‘el-Veli’ ismi el-Mevlâ ismi gibi O’nun yarattıklarına karşı olan sevgisini, kulları tarafından da sevilmeye layık olduğunu anlatır.

Çünkü veli olmak, eli altındakine ilgi, merhamet, iyilik etmeyi, yardım etmeyi, görüp-gözetmeyi, ihtiyacını gidermeyi, sahip olmayı  gerektirir.

Bütün bunların da sevgisiz olmayacağı açıktır.

Bir âyette Allahın velilerinden bahsediliyor.

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿٦٢﴾ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿٦٣﴾ لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ لَا تَبْد۪يلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۜ ﴿٦٤﴾

“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri (evliyâu’llah), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.

Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup-sakınanlardır.

Müjde dünya hayatında ve âhirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş/mutluluk budur.” (Yûnus 10/62-64)

Kur’an’a göre Allah’ın dostları (evliyâullah) özel bir sınıf, ruhbanlar değil, iman edip takva üzere hareket edenlerdi.

Veli kelimesindeki sevgi anlamını hatırlayalım.

el-Veli olan Allah kullarını sevdiği gibi, O’nun sevdiği, “dostum, bana yakın kullarım” dediği mü’minler de Allah’ı çok çok severler, sevmeliler.  

 

4-Allah’a teveccüh-Allah’ın zâtını her şeye tercih

Allah (cc) Muhammed’e (sav) ve onun şahsında bütün İslâm ümmetine şöyle demelerini emrediyor:

فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِۜ وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪نَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ۟ ﴿٢٠﴾

Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim (eslemtü vechiye).”

Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidâyete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Âli İmran 3/20)

Burada yukarıdaki âyetlerde söz konusu edilen “ekım vecheke, ekım vücuheküm-yüzünü/yüzünüzü ikâme edin” emrinin Allah’a yönelmek anlamında olduğu görülüyor.

Şayet müşrikler ve diğer gayr-i müslimler İslâm ve müslümanlarla uydurma sözlerle ve kelime oyunlarıyla tartışacak olurlarsa, hz. Peygamber ve müslümanlar mükellef kılındıkları imana sahip çıkarlar, Allah’a yönelmekten, İslâmı yaşamaktan vazgeçmezler.

Buradaki vech-yüz kişinin kendisi, kendi zâtı anlamındadır.

Nitekim hz. Peygamber (sav) “Yüzüm onu yaratana ve ona sûret verene secde etmektedir” buyurmuştur. (Müslim, S. Müsâfirin/26 (201) no: 1812. Tirmizi, Deavât/32 no: 3421. Nesâî, Tat­bik/67-69 no: 1127-1129. İbn Mâce, İ. Salât/70 no: 1053. Ahmed b. Hanbel, 1/95, 102)

Ehl-i kitabın bir iddiası var.

 وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١١١﴾

“Onlar (kitap ehli), yahudi ve hırıstiyan olanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek dediler. Bu onların kuruntusudur (boş temennisidir). De ki: “Eğer sözünüzde doğru iseniz kesin delilinizi getirin.” (Bekara 2/111)

Durumun onların zannettiği veya temenni ettikleri gibi olmadığını takip eden âyet haber veriyor.

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟ ﴿١١٢﴾

“Bilâkis, kim muhsin (iyi niyet ve güzel davranış sahibi) olarak yüzünü Allah'a teslim ederse onun mükâfatı Rabbi katındadır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (Bekara 2/112)

Zımnen şöyle deniyor: Hayır mesele onların hayâl ettiği gibi değil. Cennet ne yahudilere, ne de hırıstiyanlara mahsustur. İşin gerçeği şudur:

Kim özünü küfür, nifak, şirkten temizler, ihlas ve samimiyetle Allah’a yönelir, Allah’ın hükümlerini uygulamak üzere kabul ederse ve uygularsa, yani Allah’ı görüyormuş gibi kulluk yaparsa; bunun Allah katında mutlaka karşılığı olur.

Bu konuda müslümanların örneği hz. Muhammed, sahâbeler ve onları izleyenlerdir. Zira onlar yüzlerini Rabbe döndüler, O’na ve O’nun hükümlerine hakkıyla teslim oldular. 

Bu teslimiyetin, yüzü (benliği) Rabbe çevirmenin (teveccühün) en canlı örneklerinden biri de İbrahim’dir (as).

Kur’an İbrahim’in (as) aynı şekilde bütün benliği ile Allah’a yöneldiğini, özünü bütünüyle O’na teslim ettiğini haber veriyor.

O yıldızların, Ayın ve Güneşin tanrı olamayacaklarını tecrübe, akli çıkarımlarla ortaya koyduktan sonra şöyle dedi:

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ ﴿٧٩﴾

“Artık ben, her türlü bâtıldan yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim (veccehtü vechiye); ve ben O’ndan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan değilim!” (En’am 6/79)

İbrahim'in (as) kavmi gök cisimlerini sembolize eden putlara taparlardı. İbrahim (as) muhtemelen kavminin bu bâtıl inançlarını onlara göstermek Tevhid inancını anlatmak düşüncesiyle önce en parlak yıldızın, sonra Ayın ve ardından da Güneşin tanrı olup ola­mayacağını araştırmış; gelip geçici ve değişken varlıkların ilah olamayacakları, tek ilâhın noksan sıfatlardan münezzeh olan âlemlerin Rabbi olduğunu anlamış ve arkasından da:

Artık ben, her türlü bâtıldan yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim...” diyerek hanif inancını ortaya koymuştur.

Böylece hz. İbrahim hem Allah'ın varlığını ve birliğini aklî delillerle ispat et­mek bakımından önemsenen gözleme dayalı bu akıl yürütmeyi öğretmiş, hem de Tevhid dinin en temel ilkesi olan ilâh inancının nasıl olması gerektiğini göstermiştir. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 2/342)

Bir çok âyette mü’min kulların yaptıkları sâlih amellerle Allah’ın vechini, yani rızasını sevgisi istedikleri anlatılıyor. Müslüman kulları bu anlamda harekete geçiren, amel işlemeye sevkenden ana saik onların Allah’a karşı duydukları sevgidir.

Rasûlüllah’a hitaben;

وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥٢﴾

“Rab’lerinin rızasını (vechini) isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma...” (En’am 6/52)

 وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا ﴿٨﴾ اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُورًا ﴿٩﴾

“Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası (vechi) için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan 76/8-9. Ayrıca bkz: Leyl 92/20. Bakara 2/272. Ra’d 13/22. Rûm 30/38)

 وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا ﴿١٢٥﴾

“Bütün benliğini Allah'a teslim eden, daima iyilik yapan ve her türlü bâtıldan yüzüzü Allah’a çeviren İbrahim'in inanç sistemine -Allah'ın o'nu sevgisiyle yücelttiğini görerek- uyan kişiden daha iyi iman sahibi kim vardır?” (Nisâ 4/125)

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿٣٠﴾

“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ الْقَيِّمِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِ يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ ﴿٤٣﴾

“Allah katından, dönüşü olmayan bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir! O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.” (Rûm 30/43)

 

-Peygamber’in örnek teveccühü

Muhammed’in (sav) “yüzünü bütün benliğinle Rabbine yönelt” emrini bi-hakkın yerine getirdiğine onun peygamberlik hayatı şâhit olduğu gibi, ibadeti, duası ve teslimiyeti de şâhittir.

Nitekim o namazlarında bu teslimiyeti, bu samimi yönelmeyi, ya da sadece Allah’a yönelme kararlılığını her zaman ikrar ederdi.

Ali b. Ebi Talib’in (ra) rivâyetine göre Rasûlüllah namaza kalktığı zaman (tekbirden sonra) şöyle derdi:

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ ﴿٧٩﴾

 “Artık ben, her türlü bâtıldan yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim (veccehtü vechiye); ve ben O’ndan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan değilim!” (En’am 6/79)

قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿١٦٢﴾ لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿١٦٣﴾

“Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.” (En’am 6/162-163)

Allhümme ente’l-melikü lâ ilâhe illâ ente. Ente Rabbî ve ene abduke. Zalemtü nefsî, ve’tereftü bi-zenbî, feğfirlî zunûbî cemian, innehu lâ yağfiru’z-zunûbe illâ ente.

Vehdinî ilâ ahseni’l-ahlâke, lâ yehdî liahsenihâ illâ ente. Ve asrif annî seyyiahâ lâ yasrifü seyyiahâ illâ ente.

Lebbeyk ve sa’deyk. El-hayru küllühu bi-yedeyk ve şerru leyse ileyke ve ene bike ve ileyke. Tebârekte ve teâleyte, estağfiruke ve etûbu ilşeyke.

“Ey Allahım, Sen (her şeyin) mâlikisin, Sendan başka  tanrı yoktur.  Sen benim Rabbimsin, ben de Senin kulunum. Ben nefsime zulmettim, hatamı itiraf ediyorum, bütün günahlarımı bağışla, zira günahları Senden başka kimse bağışlayamaz.

Beni en güzel ahlâka yönelt. Zira en güzel ahlâka senden başkası yöneltemez. Kötülükleri benden uzaklaştır. Zira kötülükleri Senden başka kimse benden uzaklaştıramaz.

Buyur Efendim, hayrın hepsi Senin elindedir. Şer Senden değildir. Ben bu iman üzereyim. Sen çok mübâreksin ve Sen çok yücesin, istiğfar ediyorum ve tevbe ediyorm.”

Rukû’da şöyle dua derdi:

“Ey Allahım Senin huzurunda rüku’ya vardım, Sana iman ettim ve Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim, kemiğim ve sinirim (yani bedenim) Senin için eğildi.”

Rukû’dan kalkarken şöyle derdi:

mil’u’s-semâvâti ve mil’u’l-ardı ve mâ beynehumâ ve mil’u mâ şi’te min şey’in ba’dehu.

“Ey Allahım, Rabbim, gökler dolusu yer ve yer ile gökler arası mesafeler kadar, bundan sonra dilediğin şeyle dolusu kadar hamd Sana aittir.”

Secde ettiği zaman da şöyle derdi:

"Allahumme leke secedtu, ve bike âmentu, ve leke eslemtu, secede vechiye lillezi halagahû, ve savverahû, ve şegga sem'ahû ve besarahû, tebârakellahu ehsenu'l-hâlikin."

“Ey Allahım Senin için  secde ettim, Sana iman ettim ve Sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratana ve şekil verene, kendisinde göz ve kulak var edene secde etti. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir.”

Sonra teşehhüd ve selâm arasında da şöyle dua ederdi: “Ey Allahım, benim geçmiş ve gelecek, gizli ve açık yaptığım günahlarımı ve işimdeki aşırılığı affet. Sen onları benden daha iyi bilirsin. Sen Kadim (öncesiz) ve Muahhar (sonu olmayan)sın.. Senden başka tanrı yoktur.” (Müslim, S. Müsâfirin/26 (201) no: 1812. Tirmizi, Deavât/32 no: 3421)