Kur'an'da savm-oruç ayetleri, keffaret ve oruç, oruçla beraber terkedilmesi mümkün olan 10 huy hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

20.03.2023 –

28 Şa’ban 1444

Zaandam-Hollanda

        44.Ders: KUR’AN’DA SAVM-TUTMAK KAVRAMI

-Kur’an’da savm-sıyam

Oruç, Farsça gün anlamındaki “rûz” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir.

Arapça’daki “siyam-savm” sözlükte; nefsi meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoymak, yani kendini tutmak, bir şeyden uzak durmak, susmaktır.

Aslında yemek yeme, konuşma ya da yürüme türünden bir fiili yapmaktan geri durmak anlamındadır.

Bundan dolayı gitmekten, yürümekten ya da yemden kendini tutan, geri duran ata ‘sâim’ denir.

Sakinleşen, durgunlaşan rüzgara ve gün ortasında durduğu düşünülerek öğleye ‘savm’ denmiş. (el-Isfehani, R. el-Müfredat, s: 428)

Sıyam, savm ve bunun kök fiili ‘sâme’ Kur’an’da 13 âyette geçiyor. Bunların bir tanesinin sözlük anlamıyla, diğerlerinin terim, yani bilinen oruç ibadeti anlamında olduğunu görüyoruz.

Allah (cc) Meryem’e şöyle dedi: Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç (savmen) adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.”  (Meryem 19/26)  

Buradaki savmın konuşmaktan kendini tutmanın, geri durmanın kasdedildiği söylenmiş...

-Terim olarak savm-sıyam

Din dilinde (terim-ıstılah olarak) savm; tan yerinin ağarmasından (imsâktan) güneşin batmasına (iftara) kadar şer‘an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durması, yani kendini tutması demektir.  (ez-Zuhaylî, V. Fıkhu’l-İslâmîyyu ve Edilletuhu, 2/498. İbn Rüşd, M. b. Ahmed. Bidâyetü’l-Müctehid, s: 267)

Süresi içinde kişinin kendini oruç yasaklarına karşı tutmasına imsâk da denir. Bu kelime “oruca başlama vakti” anlamında da kullanılır. (Yitik,  A. İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 33/414)

İslâmda bazı ibadetlerin bir şekli vardır. Bu bir anlamda ibadetin teknik boyutudur. Ancak ibadetler sadece şekilden ibaret değildir. Onları makbul yapan onun muhtevası ve onun ihlasla yerine getirilmesidir. İbadet eden o şeklin içini nasıl doldurduğuna bakmalı.

Orucun teknik boyutu yani şer’i tarifi olduğu gibi, bir de manevi yönü, yani hikmeti (amacı, hedefi ve kazanımları boyutu da vardır. Zira oruç perhiz uygulaması değildir. Oruçta elbette beden, sağlık açısından bir takım faydalar vardır. Ama asıl amaç bu değildir.

İslâm oruçla ve Ramazanla oruç tutan mü’minlerin hayatında bir çok şeyi gerçekleştirmek istiyor.

 

-Oruç âyetleri

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvalı olursunuz.” (Bekara 2/183)

 “(Oruç) sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız (tesûmû) sizin için daha hayırlıdır.” (Bekara 2/184)

Ramazanda oruç tuttuğunuz günlerin gecesi (leylete’s-sıyam) boyunca, kadınlarınıza yaklaşmak size helâldır. Onlar sizin için bir elbise ve siz de onlar için bir elbise gibisiniz…” (Bekara 2/187) 

“Ve gecenin karanlığından, tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar, yiyip içebilirsiniz. Sonra akşam oluncaya kadar, oruca (sıyam) devam edersiniz...” (Bekara 2/187)

(O sayılı günler), insanlar için bir hidâyet rehberi, doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır.

Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin (fe’l-yesumhu). Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bekara 2/185)

Allah oruç tutan erkekleri ve oruç tutan kadınları övüyor.

“Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle (sâimûn), oruç tutan kadınlar (sâimât) namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 33/35)

 

-Keffâret olarak sıyam-savm

Oruç ayetlerinden beş tanesi keffâretlerle ilgilidir.

Keffâret; işlenen günahları affetirebilecek, silinmesine vesile olabilecek, nefis tezkiyesi için bir imkandır.

Kur’an, bazı hataların cezası olarak keffâreti ön görmektedir.

Zekât ve keffâretle ilgili âyetlerin amacı müslümanların arasındaki yardımlaşmayı sürekli kılmak ve yardımı kurum hâline getirmektir.

Örtmek, gizlemek, görmemezlikten gelmek anlamlarına gelen ‘küfr’ kökünden türeyen ‘keffâret’, günahı örten şey demektir. Bir yanlıştan ve bir zorunluluktan dolayı işlenen bir günahın bağışlanması için yapılan bir ibadettir.

Keffâreti hakkıyla yerine getirenin, bu sebeple bağışlanacağı ümit edilir.

Kur’an’da beş çeşit suçun keffâreti yer almaktadır.

a-Katillik keffâreti: Bir müslüman diğerini hata sonucu öldürürse, ölenin yakınlarına önce diyet (kan parası) vermesi gerekir. Sonra da –varsa- bir köle azat etmesi, yahut iki ay peşpeşe oruç tutması gerekir.

“Bir müminin diğer mümini yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz değildir. Bir mümini yanlışlıkla öldürenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir... Bulamayana, Allah tarafından tevbesinin kabulü için, ard arda iki ay oruç tutmak (sıyam) gerekir. Allah bilendir. Hakîm'dir. (Nisâ 4/92)

b-Yemin keffâreti: Allah adına yemin edip te yeminini bozan kimsenin ödeyeceği keffârettir. Bu da on fakiri sabahlı akşamlı doyurmak, yahut onları yeterince giydirmek, yahut –varsa- bir köle azat etmek, bunlara gücü yetmiyorsa üç gün peşpeşe oruç tutmaktır.

“Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutmaz, fakat bilerek ettiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalama seviyesinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek ya da bir köle âzat etmektir. Buna imkânı olmayan ise üç gün oruç (sıyam) tutmalıdır. Yemin ettiğinizde (bozarsanız) yeminlerinizin kefâreti işte budur. Yeminlerinize bağlı kalın. Allah âyetlerini sizin için bu şekilde açıklıyor ki şükredesiniz.” (Mâide 5/89)

c-Zihâr keffâreti: Zihâr, bir kimsenin karısının vücudunun tamamını veya bir kısmını evlenmesi kendisine haram olan yakınlarının vücuduna benzetmesi demektir. Bu hatayı yapan ya –varsa- köle azat etmeli, ya iki ay peşpeşe oruç tutmalı, ya da altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmalı.

“Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler...

Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç (sıyam) tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar, Allah’a ve Rasûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.” (Mücâdile 58/4)

d-İhram keffâreti: Hacc için ihrama giren, ihramlı olduğu müddetçe avlanamaz. Avlanırsa, avladığı hayvana denk bir kurban kesmesi gerekir. Bunu bulamazsa o kurban kadar fakir doyurur, bunu da yapamazsa, doyuracağı fakir sayısı kadar gün oruç tutar.

Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ’be’ye ulaştırılmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek sûretiyle keffâret; yahut onun dengi oruç (sıyamen) tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.” (Mâide 5/95)

e-İhramlının tıraş keffâreti: Hac için ihrama giren saç ve sakal tıraşı olamaz. Güzel koku sürünemez, dikişli elbise giyemez, canlı öldüremez. Bunlardan birini yaparsa; ya bir kurban keser, ya bir kaç fakiri doyurur, ya da üç gün Mekke’de, yedi gün da memleketine döndükten sonra olmak üzere on gün oruç tutar. 

“Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin.

İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması (sıyam), ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir... Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir... (Bekara 2/196)

f-Oruç keffâreti: Bu keffâret Kur’an’da yer almamaktadır. Ancak yetkin âlimler, meşhur bir hadisten yola çıkarak, Ramazan orucunu bile bile bozan kimsenin de keffâret ödemesi gerektiği hükmünü vermişlerdir.[1]

Bu da -varsa- bir köle azat etmesi, buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurması, buna da gücü yetmezse iki ay peşpeşe oruç (sıyam) tutması gerekiyor.

Keffâret müslüman için ağır bir ceza değil, onun işlediği bir günaha karşılık gönüllü olarak yerine getirilen bir bedeldir ve yine ibadet cinsinden bir şeydir. Bütün keffâretlerde sıralama değişse bile köle azat etmek, fakirleri doyurmak veya belli sürede oruç tutmak yer alıyor.

Demek ki keffâretin bir de sosyal ve insanî boyutu var.

Şüphesiz ki bu da yardımlaşma, yardım etme ve muhtaçlarla ilgilenilmesi gerektiğine dair bir işarettir.

Şahsi olarak işlenen bir hatanın bedelinin toplumdaki muhtaçlara yardım etmek, yedirmek ve giydirmek olarak tesbit edilmesi dikkat çekicidir. 

-Mü’min oruç tutar, oruç da onu tutar.

Bir de oruçlunun oruçla birlikte neleri tutması gerektiği üzerinde durmak gerekir.

Orucun iki boyutu var. Birincisi; fıkhî tanımda görüldüğü gibi imsâk ile iftar arası yeme, içme gibi şeylerden, kendini tutup bunlardan uzak kalmaktır. Bu orucun görünür şeklidir.

İkincisi ise; oruç ibadetinin hikmeti, amaçları ve hedefleridir. Bu ibadetin müslümanın hayatında gerçekleştirmek istediği eğitim sürecidir, ahlâktır, müslümanı olgunlaştırmak, dinî hassasiyetini güçlendirmektir.

Orucun hedefi; oruç tutana takva/ihsan bilinci, güzel ahlâk kazandırmak, kaliteli adam yetiştirmek değil miydi?

Takva bilinci ile hareket etmeyi, mü’mince yaşamayı, Allah’ı hesaba katarak hareket etmeyi sağlamaktır. Ki Kur’an orucun gerekçesini takvaya bağlıyor.

Bir ameli Allah rızası niyeti ile yapmak samimiyettir. Samimiyetin din dilindeki diğer adı ‘ihlas’tır.

İhlas, dini ve kulluğu yalnızca Allah’a tahsis etmek olduğu gibi, imanda ve kullukta samimi, dürüst olmak ve sadâkat göstermektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 221)

Biz bunu savm-sıyam ve imsâk kelimesinden hareketle oruçlunun kendisini tutması diye ifade etttik.

Oruçlu (sâim), oruç süresince şu on şeyi tutmaya çalışmalıdır.

Mü’min oruç tutar (imsâk eder), oruç da onun bazı yanlış şeyleri tutmasını, bunlardan uzaklaşmasını sağlar.

1-Yemeyi içmeyi tutmak

Oruçta yeme-içmeyi terk, nefsin isteklerine iradeyle, ihsan bilinciyle hâkim olmayı gösterir.

Oruçlu zor ve uzun süreli de olsa, açlıktan ve susuzluktan kıvransa da iftar vaktine kadar gizli veya açıkta bir şey yemez ve içmez.

Nefsine gem vurur. Harama el uzatmayı bırakın; anasının ak sütü gibi helâl olan yiyecek ve içeceklere bile el uzatmaz.

Bu çok güçlü bir iradedir, kendini tutmadır. Bu irade Ramazan’dan sonraya da taşınmalı.

-Oruç ne ile tutulur? Sahi orucu mide mi, organlar mı, yürek mi tutar?

Cevap: Oruç yürek ile tutulur.

Böyle bir ibadet ancak yürekle, yürekteki imanın getirdiği ihlasla/samimiyetle tutulur. Zira pek çok ibadet gibi o da  ihlasın/samimiyetin göstergesidir. Üstelik oruç’ta riya olmaz.

Kur’an’a, âyetlere, Âhiret gününe, sâlih amellere-ibadet etmenin gereğine, Allah’ın sevap vereceğine inanmayan neden aç kalsın ki?

Orucu yalnızca belli saatlerde yemeden ve içmeden uzak kalmak zannedenler, saatleri sayarlar. Sık sık takvime/imsâkiyeye bakarlar. Ezanın okunmasını beklerler. Kafaları yemek tarifleriyle, pide çeşitleriyle, donanmış sofra hayâlleriyle dolu olur.

2-Kendini tutmak

İradeyi kullanmada önemli bir adım; kendini tutabilmek...

İnsan kendini tutamadığı zaman hata yapar, suç işler, kırar döker. Özne olamaz, nesneleşir. Hâkim olmaz, mahkûm olur. Sahip olamaz, sahip olunur. Etken olmaz, edilgenleşir.

Bu gibiler iç güdülerinin (hevâlarının) esiri olurlar.

Oruç insana kendini (güdülerini) tutmayı öğretir. Bu sebeple “ey oruç, tut beni” demek yanlış olmasa gerek.

Öfke (gadab), insana verilen tabii güçlerden üçüncüsüdür. Öfke savunma gücü olarak ve yerinde kullanılırsa faydalıdır, çaba ve gayret olur. Yerinden kullanılmazsa veya kontrol edilmezse aklı giderir, sağlıklı karar vermeyi engeller, insanı zarara sürükler, hataları görmeyi engeller.

O zaman kişi öfkesinin esiri olur, yaptığını doğru olduğunu zanneder.

“öfkeyle kalkan zararla oturur” atasözünü hatırlayalım.

Hiç öfkelenmemek normal olmadığı gibi, yersiz öfke de iyi değildir.

Kur’an öfkesine hakim olanları methediyor.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿134﴾

“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” (Âli İmran 3/134)

Peygamber (sav) öfkesine hâkim olanları ve yerinde kullananları güçlü pehlivana benzetiyor.

“İbnu Mes'ud (ra) anlatıyor : Rasûlullah (sav) bir gün: “Siz aranızda kime pehlivan dersiniz?” diye sordu. Orada olanlar: “Erkeklerin yenmeyi başaramadığı kimseye” dediler. Rasûlullah: “Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.”  (Müslim, Birr/106 no: 2608. Ebu Dâvud, Edeb/3 no: 4779. Bir benzeri: Buhârî, Edeb/76 no: 6114.  Müslim, Birr/107 no: 2760. Muvatta, Hüsnü'lhalk/12)

Oruç öfkeyi kontrol altında tutmanın ve yerinde kullanmanın bir imkanıdır. 

3-Çeneyi tutmak

Âlimler dil ile yapılan hatalara, ya da dilin yanlışlarına ‘dilin âfetleri’ derler. Oruç bu âfetlere karşı iyi bir imkandır.

Bu âfetleri hatırlayalım: Yalan, ğıybet, iftira, sûizan, dedikodu, lâfı eğip bükmek, dil ile alay, kötü lâkap takmak, sövüp sayma, küfretme, edebe uymayan (müstehcen) ayıp konuşmalar, mâlâya’ni (fayda sağlamayan boş söz), lâğv (bâtıl, faydasız söz), yalancı şâhitlik, biri hakkında delilsiz olumsuz karar verme ve benzerleri.

Bunlardan bir tanesi de mâlâya’nidir. Bu da; kişinin dinî ve dünyevî hayatı bakımından fayda sağlamayan gereksiz söz ve davranışları demektir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 27/480)

Eğer bir şey müslümanın dinine, dünyasına, şahsına ve ailesine, çevresine bir fayda sağlıyorsa, bir işe yarıyorsa, bir eksikliği gideriyorsa, bir fazilet kazandırıyorsa, sevap getirici bir özelliği varsa, dinin ma’ruf  (iyi) dediği kalıba uyuyorsa o ‘mâ ya’ni’dir, yani bir anlamı vardır, iyidir, faydalıdır, lüzumludur, yapılmasında sakınca yoktur.

Tersi ise mâ lâ ya’nidi. Bu da bir anlamı yoktur, seviyesiz, rezâlet, zillet, günah ve vebâldir.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Mâlâya’ni’yi terk etmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd/11 no: 2319. Muvatta, Hüsnu’l-Hulk 3. İbni Mâce, Fiten/12 no: 3976)

Bir de lağv var. Lâğv’; sözlükte serçe kuşunun ötmesine denir.

Buradan hareketle faydasız, bâtıl (lüzumsuz) söz konuşmak manasında kullanılmaktadır. (el-Isfehâni, R. el-Müfredât, s: 682)

Böyle konuşma gelişigüzel ağızdan çıkar. Serçe kuşu gibi cik cik, leylek gibi lak lak demekten öte bir anlam taşımaz.

Buna göre her yalan ve çirkin söz, manasız ve faydasız, boş ve düşük söz lağv’dır.

‘Lağv’ bu anlamıyla ‘mâlâya’ni’ye benzemektedir.

Bu kelimenin geçtiği âyetlerden üç tanesi müslümanlara ‘lağv’den uzak kalmalısınız’ mesajı veriyor. (Mü’minûn 23/3. Furkan 25/72. Kasas 28/55) 

Kur’an lağv’dan kaçınan mü’minleri övüyor.

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ ﴿1﴾ اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ ﴿2﴾ وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ ﴿3﴾

“Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.(Mü’minûn 23/1-3)   

Müslümanlar, sulu şakalardan, seviyesiz güldürülerden ve sözlerden,  yalandan ve yalancılardan, sapma sapan konuşmalardan, müstehcen ifadelerden, küfür/sövme ve çirkin sözlerden uzak dururlar.

Zira müslümana kemâl, ciddiyet, vakar ve olgunluk yakışır.

Oruç müslümanı bunlardan korumalı.

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur." (Buhârî, Savm/8 no: 1903, Edeb/51 no: 6057. Ebû Dâvûd, Sıyâm/25 no: 2362. İbni Mâce, Sıyâm 21 no: 1689-1690)

“Nice oruç tutanlar vardır ki, kendisine sadece susuzluğu kalır; nice gece namazına kalkanlar da vardır ki, sadece gece uykusuz kalmış olur.” (İbn Mâce, Siyâm/21 no: 1690. Ahmed b. Hanbel, 2/373)

4-İştahı (şehveti) tutmak

İştah veya şehvet; insana verilen tabii güçlerden bir tanesidir. (Diğerleri akıl ve öfkedir (ğadab’tır). Bunlar kişideki istek ve arzular, nefsin meyli ve istemesidir.

Şehvet (iştah) kuvveti tıpkı öfke (ğadab) gibi yerinde ve kontrollü kullanılmazsa sahibine zarar verir, yanlış işler yapmasına sebep olur.

Oruç müslümana bu ontolojik kabiliyetini (kuvvetini) control altına almayı, istek ve arzularına gem vurmayı, iştahını meşru alan ile sınırlandırır.

Oruç şuuru olmayanlar şehvetlerinin (nefsin aşırı isteklerinin) önünde edilgen ve pasiftirler. Bu yüzden çok hata yaparlar, çok günah işlerler.

5-Tutkuları tutmak

İnsanın bir şeye körü körüne, gözü bağlı, bilinçsiz bir şekilde iradesini teslim ederek bağlanmasına tutku denir. 

Tutku nefsin arzu ettiği her şeye olabilir. O bir çeşit bağımlılıktır. Bilinçsiz, gözü kara bir şekilde hoşa gidene tutulmaktır.

Kişi bazen nefsinin istek ve arzularına (hevâsına) öylesine uyar ki, bunu aşk ve tutku hâline getirebilir. Bu bir açıdan nefsin kulu-kölesi olmak gibi bir şeydir.

Halbuki insan özgür yaratılmıştır ve onun bir görevi de bu özgürlüğünü korumaktır. Kendisini tutsak etmek isteyen uydurma tanrılara, tutkulara, çağdaş köle tüccarlarına, nefsin sonu gelmez arzularına karşı savunmaktır.

İşte oruç müslümana sözünü ettiğimiz özgürlük duygusunu kazandırır. Tutkularını kontrol altında tutmasını sağlar.  

6-Açgözlülüğü (tamahı) tutmak

Tamah; açgözlülük, şiddetli arzu, bir şeye fazlasıyla meyil ve rağbet göstermek demektir.

Dünyalıklar, zevkler, harcamalar, biriktirmeler, satın almalar yönünden doymamaktır. Başkasının elindekine göz koyacak kadar daha fazlasını, daha ötesini, daha çoğunu aşırı bir şekilde istemektir.

Şüphesiz nefsi çok şeye sahip olmak ister. Kur’an bunu söylüyor.

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ ﴿14﴾

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âli İmran 3/14)

Buna göre nefsin bu arzuları haram ve aşağılık bir şey değil, hayatın devamı için insana bahşedilen manevi bir güç kaynağıdır.

Ancak önemli olan nefsin isteklerine sınır koyabilmek, geçinmeye yetecek kadarını istemek, ama asla nefsin esiri, kulu-kölesi olmaktır.

Oruç tamahı (açgözlülüğü) de kontrol altına almayı öğretir.

7-Hırs ve ihtirası tutmak

Hırs da tamaha benzer. Bir şeyi şiddetle arzu etme, bir şeyin üzerine çok düşmek, ona aşırı derecede tutkun olma, aşırı arzu demektir. 

Bu tutkunun iki çeşidi vardır: Birisi hırs, diğeri ihtirastır. Bu da tamah gibi her insanda az veya çok vardır.

Hırs; kişideki istek ve arzudur. Hırs sahibi kimselere “harîs” denilir. 

İhtiras; hırsın aşırı ve olumsuz hâlidir. İhtiras sahibi kimseye “muhteris” denir.

Bu tutku insanı sonu gelmez yarışların içine sokabilir. Gaflete düşürüp, oyalayıp asıl görevlerini yapmasına engel olabilir.

Muhterislerin mutlu oldukları görülmemiştir. Ya da onlar hırs içinde boğulmayı mutluluk zannederler.

Kur’an’da bir âyette çok yaşamayı arzu edenler hakkında geçiyor.

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟ ﴿96﴾

“Andolsun, sen onların (yahudilerin), yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha düşkün (hırslı) olduklarını görürsün.  Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki uzun yaşamak, onları azaptan kurtaracak değildir. Allah, onların bütün işlediklerini görür.” (Bekara 2/96)

Müslüman hırs ve ihtiras duygularını oruçla kontrol altında tutar, kanaat ile dengeler.

8-Tûl-u emeli tutmak

Gerçekleştirilmesi uzun zamana bağlı ümit ve arzular, aç gözlülük, tamah ve ardı arkası kesilmeyen hırslar bir de bu kelime ile anlatılıyor.

Emel kelimesi Kur’an’da insanı oyalayan, âhiretini unutturan dünyevî arzu ve tutkular anlamında kullanılıyor.

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿3﴾

Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.” (Hicr 15/3)

Tûl-i emel, hiç ölmeyeceğini zannetmek ve dünyalıklar hakkında çok iştahlı olmak, onlara sahip olma arzusunun sürekli diri kalmasıdır.

Tûl-i emelin iki sebebi vardır: Birisi; dünyalıklara ve dünya zevklerine karşı aşırı düşkünlük.

İkincisi de cehâlet; yani dünya hayatının anlamını bilmemek, Âhireti unutmaktır.

Emel, aslında kötü ve zararlı bir duygu değildir. Bilakis kişinin emel sahibi, ilerisi için bir takım istekleri, hayâlleri veya planları olması normaldir. Yanlış olan kişini şuna-buna sahip olacağım deyip, öleceğini aklından çıkarması, Âhirete hazırlamayı ihmal etmesi, kulluk görevlerini yapmayı unutmasıdır.

Müslümana tavsiye edilen tıpkı nefis, hırs ve tamah gibi tûl-i emelin tutsağı olmaması. 

9-Cimriliği (pintiliği) tutmak

Cimri; hasis, sahip olduklarını harcamak istemeyen, eli sıkı ve pinti,  başkasına bir şey vermekten, paylaşmaktan çekinen demektir.

Kur’ân’da cimrilik, Allah’ın insana verdiği mal ve parayı biriktirip, Allah’ın emrettiği şekilde infak etmemek anlamında kullanılmaktadır.

Kur’an cimriliği; “katûr, buhl, şuhh, men” gibi kelimelerle ve bazı ifadelerle anlatıyor. Cimriğin kötü bir huy olduğunu vurguluyor, müslümanları bu kötü huydan sakındırıyor.

Cömertliğin güzelliği ve faydaları, cimriliğin çirkinliği var. Allah (c) cömertleri sever, cimrilikten ve cimrilerden razı değildir.

Malları biriktirip Allah yolunda infak etmeyenler sonuçta zarar edecekler. (Tevbe 9/34-35)

İnsanlar arasında geçimlikleri, malı ve imkanları veren Allah’ın infak çağrısına rağmen cimrilik edenler vardır. (Hadîd 57/23-24. Muhammed 47/38)

Hadisler: “... Cimrilikten sakının, çünkü cimrilik sizden öncekileri helâk etmiş, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haramı helâl görmeye yönlendirmiştir...” (Müslim, Birr/15(56) no: 6576)  

“İki haslet vardır ki, bunlar mü’minde toplanmaz: Cimrilik ve kötü ahlâk.” (Tirmizî, Birr/40 no: 1962)

“Cömert kişi Allah’a, Cennet’e ve insanlara yakın, Cehennem’e uzaktır. Cimri kişi, Allah'a, Cenne’te ve insanlara uzak, Cehennem’e yakındır. Câhil bir cömert, cimri bir âbidten Allah’a daha yakındır.” (Tirmizî, Birr/41 no: 1961)

Cimrilikten sakındırmanın ve infakı sevdirmenin yollarından biri vahyin inşa ettiği bir servet/mülkiyet tasavvuruna sahip olmaktır.

“Mülk kimindir?” Kur’an’ın cevabı: Mülk Allah’ındır. Bu mülkten insanı payına az bir şey düşer. Ama bu pay insana emânet olarak verilir.

Zira insan bu cihana sahip olmak için değil şâhit olmak için gelmiştir. Serveti imana şâhit kılmak lazımdır. Bu ise, servete mülkiyet değil emânet gözüyle bakmakla gerçekleşir.”

Ramazan cimriliği tutma mevsimidir.

Zira Ramazan aynı zamanda infakı öğrenme veya infak etme, paylaşma, bölüşme, başkalarının hâlinden haberdar olmak ayıdır.

Ramazan helâlden kazanma, helâle sarfetme şuurunun dirildiği aydır. Helâl olmayan malların/servetlerin infak edilmediği bir gerçektir.

Oruç helâlden kazanma ve infak etme bilincini canlandırır.

10-Açlık korkusunu tutmak

En berbat korku açlık korkusudur. “Yarın ne olacak, yeterince geçimlik bulabilecek miyim, aç kalır mıyım, bugün sahip olduklarım yeter mi acaba” diye içi titremek, bunu takıntı haline getirmek.

er-Rezzak olan Allah’a iman eden ve “er-rızku alellah-Rızkı yaratmak Allah’a mahsustur” diye inanan bir mü’minin böyle düşünmesi yersizdir.

Zira yarın ne olacağını kimse bilemez.

İnsan hasta olabilir, zayıf düşebilir, engelli olabilir. Bundan dolayı da elinde çok olsa bile onlardan az faydalanabilir veya hiç faydalanamaz.

İnsan bugün hangi sebepten rızıklanıyorsa, yarın da benzer sebeplerden dolayı rızka kavuşabilir. O halde bunu takıntı ve korku haline getirmenin faydası yok.

Oruçla insan açlığı yaşar, hisseder. Buna alışır, biraz açlık biraz mahrumiyet onu yıkmaz, onu endişelendirmez. İçine birikebilecek açlık korkusunu bastırır. Bu korkunun kendisini işgal etmesine engel olur.

-Sonuç olarak

“Ey namaz kıl beni” demek ile “ey oruç tut beni” demek aynıdır.

Namaz musalli’yi (namaza kılanı) derler, toplar, düzene koyar, kılar, bütünler; oruç da sâim’i (oruçluyu) tutar, saklar, kalkanın kişiyi koruduğu gibi korur, gözetir. Eksikliklerini tamamlar, yırtıklarını yamar, döküntülerini toplar, unuttuklarını hatırlatır, veremediklerini verdirir, sevmeyi unuttuklarını sevdirir, kendisiyle sevindirir.

Hakkı verilerek tutulan bir oruç –tıpkı namaz gibi- sahibini kötülüklere, hırs ve tamaha’a (aç gözlülüğe), günaha, şeytana dost olmaya, gaflete, isyana karşı korur, gözetir.

Sahibine elbiselerin en görkemlisi ve en süslüsü olan “takva elbisesi”ni giydirir, onu bununla korumaya alır.

Rasûlüllah’ın şöyle dediği nakledildi: “Kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah'tan umarak Ramazanı değerlendirise veya oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, İman/2728 no: 37-38, Savm/6 no: 1901)

Oruçlu, Ramazan’ı inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek değerlendirirse şöyle deme hakkı olur:

“Ben orucu tuttum. Şükürler olsun ki o da beni tuttu.”

 

[1] Müslim, Sıyâm/81 no: 1111. Ebû Dâvûd, Savm/37 no: 2390. Muvatta, Sıyâm/28. Buhârî, Savm/29 no: 1936, 1937, Hibe/20 no:2600, Nefekât/13 no: 5368, Edeb/68 no: 6087, 95 no: 6164, Keffâret/2 no: 6709. Tirmizî, Savm/28 no: 724