Kelime-i şehadetin ve Kelime-i Tevhidin iman ilanı olduğu, birinci kısımda Allah'a iman, ikinci kısımda hz. Muhammed'i elçi kabul etme ve gerekleri hakkında bir online ders
Hüseyin K. Ece
14.01.2025 – 14 Recep 1446
Zaandam
27. ŞEHÂDET İMAN İDDİASIDIR AMA İSBATI GEREKİR
-Giriş
فَٱعۡلَمۡ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّهُ وَٱسۡتَغۡفِرۡ لِذَنۢبِكَ وَلِلۡمُؤۡمِنِينَ وَٱلۡمُؤۡمِنَٰتِۗ وَٱللَّهُ يَعۡلَمُ مُتَقَلَّبَكُمۡ وَمَثۡوَىٰكُمۡ ١٩
“Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)
وَإِلَٰهُكُمۡ إِلَٰهٞ وَٰحِدٞۖ لَّآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلرَّحۡمَٰنُ ٱلرَّحِيمُ ١٦٣
“Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.” (Bekara 2/163)
إِنَّمَآ إِلَٰهُكُمُ ٱللَّهُ ٱلَّذِي لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَۚ وَسِعَ كُلَّ شَيۡءٍ عِلۡمٗا ٩٨
“Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.” (Tâhâ 20/98)
شَهِدَ ٱللَّهُ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ وَأُوْلُواْ ٱلۡعِلۡمِ قَآئِمَۢا بِٱلۡقِسۡطِۚ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡحَكِيمُ ١٨
“Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler.
O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Âli İmran 3/18)
Şehâdet etmek, müslümanın aklıyla ve duyularıyla Allah’tan gelen hakikatin doğru olduğunu anlayıp, bundan emin olması, sonra buna kalbiyle ve diliyle onun öyle olduğuna tanıklık (şehâdet) ve tasdîk etmesidir.
Mü’min, öncelikle Kelime-i Şehâdeti söyleyerek bu Hakikati kabul eder. Sonra da hayatını kabul ettiği bu şehâdete şâhit tutar, yani yürüyen şehîd ve böylece İslâmın somut, canlı bir temsilcisi olur.
Bu temsilcilik de insanlık için bir örnekliktir.
Mü’min, insanlar arasında hakkın ve hakikatin şâhididir. O bunu diliyle ifade ettiği gibi, yüreği ile tasdik eder,
amelleriyle (yaşantısıyla) de kuvveden fiile, yürekten amele,
iddiadan isbata, fikirden eyleme,
imandan hayata aktarır.
O yüzden deriz ki müslüman İslâmı temsil ettiğini, başkaları için de model olduğunun bilincinde olmalıdır.
Hatırlayalım, şehîd veya şâhit; hayatını imanına şâhit kılan, yaşadığı zamana tanık olan anlamına geldiği gibi ‘örnek, model’ anlamına da gelir.
Onlar iman sözünü özleriyle ve fiilleriyle tasdîk ve şâhitlik ederler. Böylece sıddîk (doğruluk sembolü) olurlar.
‘Şehâdet’, hem Hakk’a şâhitlik etmeyi, hem de bunun göstergesi olarak Allah yolunda can vermeyi ifade eder.
-Şehâdet kelimesi: İman ilanı
Kelime-i Tevhid: “Lâ ilâhe illallah muhammedu’r-rasûlüllah-Allah’tan başka ilah (tanrı) yoktur, Hz. Muhammed O’nun rasûlüdür (elçisidir)” (Buhârî, Îmân/2. Müslim, Îmân/1 no: 93)
Kelime-i Şehâdet bunun başına ‘eşhedü’ ilavesiyle söylenir. Muhteva olarak aralarında fark yoktur.
“Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühu-Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah (tanrı) yoktur ve yine şehâdet ederim ki Hz. Muhammed O’nun kulu ve rasûlüdür (elçisidir).”
Şehâdet veya Tevhid Kelimesi iki bölümden, yani her iki cümledeki “lâ ilâhe illallah” da nefiy (red/inkâr), isbat (kabul) olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir.
Birinci kısımda Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik,
ikinci kısımda ise Hz. Muhammed’in O’nun son elçisi olduğunu kabul etmek yer alır.
Şüphesiz her iki cümle de dilde tekrar edilen bir zikir’den çok, daha geniş manası ve önemi olan bir iman itirafı ve iddiasıdır.
Müslümanlar bunu her namazda, her ezanda ve ikamette, her et-Tahiyyatü’yü okuyuşta, her gün hatırladıkça söylerler. Böylece şehâdetlerini tazelerler, tanıklıklarını güçlendirirler.
“La ilâh”e, ulûhiyyeti (tanrılığı) ilâh (tanrı) sanılan şeylerden –bir anlamda- çekip almak, ya da onların ilâhlığını şiddetli bir şekilde reddetmek;
“illallah” ise, ulûhiyete (ilâhlığa) ait ne varsa bunu sadece âlemlerin Rabbi Allah’a tahsis etmektir.
“Lâ ilâhe” şüphesiz Tevhid ile şirk arasında bir sed’dir.
İslâm bir bina veya bir bahçe ise onun giriş kapısı şehâdettir. Oraya şehâdet kapısından girilir.
Kapıdan giriş de bahçeye/binaya giriş iznidir. Girilen mekana dahil olmak, nereye girdiğini farketmektir.
İslâm bir daire ise şehâdet o daire içinde olan her şeyi kapsar.
İslâmda imanın şartları Kur’an’dır. Onun konuları Âmentü’de özetlenir. Şehâdet ise imanın şartlarının, yani Âmentünün de özetidir.
Müslüman olmak isteyen bir gayr-i müslim öncelikle Şehâdet veya Tevhid kelimesini diliyle söyler ve kalbiyle tasdik eder.
Müslümanlar da Şehâdet ile ne dediklerini bilirler, şehâdet etmenin gereğini yaparlar.
Bu da sadece Şehâdet kelimesindeki ifadeleri tasdîk değil; İslâmı din olarak, onu yaşama biçimi olarak seçmektir.
Bir kimse günde yüz defa, ikiyüz defa, daha az veya daha çok diliyle Şehâdet/Tevhid Kelimesini tekrar etse, ama ne dediğinin farkında olmasa, o sadece bir sözü bilmeden tekrarlamış olur.
Üstelik şehâdetten maksat da bu değildir. O nakarat hâlinde söylenilen sıradan bir söz, dile pelesenk yapılacak bir söylem değildir.
Asıl amaç -veleki günde bir defa söylensin-, ne dediğinin farkında olmak, gereğini yapmaktır.
O, yalnızca tesbîh âletiyle (boncukla) günde bilmem şu kadar yapılan bir tekrar değil; bunun ötesinde çok daha önemli bir tercih, bir söz veriş (ahd, misak), İslâma uygun bir hayatı yaşamaya söz vermektir, bir kimlik kuşanmasıdır.
* Birinci bölümün muhtevası
Kelime-i Şehâdet’i söyleyen bir kimse aşağıdaki şeyleri yapmış olur:
1-Şâhitlik (tanıklık) yapmak
Bütün benliği ile, şüphesiz ve tereddütsüz bir şeklide Allah’ın yegâne İlâh ve Rab oluşuna şehâdet eder.
Gözüyle gördüğünden, kulağıyla duyduğundan, eliyle dokunduğundan daha kesin, daha emin bir şekilde bilir ve inanır ki Allah’tan başka tanrı olamaz. İlâh ve Rab olarak sadece O var.
Her ne kadar O ilâh kendisi için ‘ğayb’ olsa da sanki yanındaymış, bizzat görüyormuş, bizzat şâhit oluyormuş gibi inanır.
Kur’an’ın deyişi ile; ‘yakîn’ bir şekilde kabul eder.
O’nu bütün kemal sıfatlarıyla, bütün esmasıyla, filozofların ve bilginlerin, ataların/geleneğin ve cemaatlerin değil; peygamberlerin ve Kur’an’ın tanıttığı gibi kabul eder. Bunu diliyle itiraf eder, kalbiyle tasdîk eder.
2-İdrak etmek
Şehâdeti söyleyen ne dediğinin, ne yaptığının; neyi kabul, neyi reddettiğinin farkındadır.
O bununla Hakikat’i anlar, Hakikatin kimden geldiği, ne olduğunu ve ne getirdiğini bilir. Âlemlerin Rabbi Allah’ı ve O’nun özelliklerini idrak eder.
Anlar ki, Allah bâki, kendisi fâni. Yaratıcı O, mahluk (yaratılmış) kendisi. Gelişi O’ndandır, yine O’na dönecektir.
İdrak eder ki, tek Mutlak Varlık O’dur. O’nun dışında her şey O’nsuz bir mana ifade etmez. Her şey O’na nisbetle bir anlam kazanır. Her şey O’na nisbetle bir ad alır.
3-İnsan yapılı tanrıları reddetmek
İnsan Allah’tan gelen hidâyeti unuttuktan sonra, inanma/tapınma ihtiyacını karşılamak üzere tarihten beri sayısız din ve tanrı uydurmuştur.
Gerçeğini bulamayınca sahtesine veya yapma olanına sarılmış, Mutlak Varlık’a ibadeti unutmuş, yapay tanrılara tapınmış, onlardan medet ummuş, yardım istemiştir.
Şehâdeti söyleyen bir müslüman; her ne şekilde olursa olsun, hangi sıfatla karşısına gelirse gelsin; bütün yapay, uydurma, icat edilmiş tanrı varsa, tanrı sıfatı verilmiş ne kadar uydurma güç odakları varsa; hepsini reddeder. Elinin ve yüreğinin tersiyle bir tarafa iter.
“Lâ ilâhe” der ve bütün bâtıl din mensuplarına, fâni varlıklara tanrılık özelliği veren bütün ahmaklara ilân eder ki; “hayır, hayır, hayır; binlerce hayır. Sizin tanrı saydığınız şeyler tanrı değil, sizin uydurmalarınızdır. Hepsini reddediyorum.
Şehâdet ederim ki İlâhlık hakkı da, Rablik hakkı da âlemlerin Rabbi Allah’ındır.”
4-Söz vermek
Şehâdet aynı zamanda bir sözleşmedir, bir ahidtir.
“Elestü bi-rabbikum” (A’raf 7/172) misakının yeniden ete kemiğe bürünmesidir.
Zaten insan fıtratı, tabii olarak bu şehâdeti yapıp durmaktadır. Her varlık, her an kendi hâl lisanıyla bu tanıklığı ortaya koymaktadır.
تُسَبِّحُ لَهُ ٱلسَّمَٰوَٰتُ ٱلسَّبۡعُ وَٱلۡأَرۡضُ وَمَن فِيهِنَّۚ وَإِن مِّن شَيۡءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمۡدِهِۦ وَلَٰكِن لَّا تَفۡقَهُونَ تَسۡبِيحَهُمۡۚ إِنَّهُۥ كَانَ حَلِيمًا غَفُورٗا ٤٤
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tesbîh eder. Ancak, siz onların tesbîhlerini anlamazsınız.
O, Halîm’dir, çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)
Şehâdet getiren bir insan bedenindeki hücrelerin yapıp durdukları şehâdeti lisana döker, gün ışığına çıkarır.
Şehâdet i kabul eden bir mü’min şehâdet ettiklerinin gerçekliğini itiraf ettiği gibi, neyi kabul ettiğini amelleriyle de tasdik eder.
Bu şu demektir: Müslüman Kur’an’da ne varsa, Hz. Muhammed (sav) İslâm adına ne getirmişse öncelikle kabul eder, iman eder.
Bu iman aynı zamanda kabul edilen şeyleri yapmaya da bir sözdür.
Mesela; Ramazan orucunun farz olduğunu kabul etmek, imandır. Ancak bu iman sadece sözle ‘tamam, kabul ediyorum’ demek değildir. Bu, Ramazan ayı geldiği zaman oruç tutmaya bir sözdür.
Kur’an’a iman etmek, içindeki hükümleri uygulamak üzere kabul etmektir. Kur’an’ın doğrultusunda düşünmek, onun getirdiği bakış açısına sahip olmak, onun değerlerini benimsemektir. Onunla şuurlanmak, onunla basiret ve feraset sahibi olmaktır.
Şehâdeti söyleyen bir müslüman İslâmın emirlerine elinden geldiği kadar uyacağına, yasaklarından elinden geldiği kadar kaçacağına söz veriyor demektir.
5-Berat vermek
Yani insanlara ilâh olarak Allah’ı kabul ettiğini, din olarak İslâmı tercih ettiğini, İslâmın getirdiği dünya görüşünü benimsediğini, İslâmın değerlerini en üsten değerler bildiğini çevresine, diğer insanlara duyurmaktır.
Bu bir anlamda berat, yani bildiri/duyuru vermek gibidir. Ancak bu başkalarını rahatsız etmek için bir meydan okuma değildir.
6-Sınır çizmek
Şehâdet etmek haddini bilme şuurudur.
Yani insan olarak konumunu, görevini, gücünü ve irade kapasitesini tanıma, anlama, kafayı öne alıp düşünmek demektir.
Allah’ın makamını, ululuğunu, yüceliğini, insan ve kâinat üzerindeki tasarrufunu, buna karşın insanın konumunu, yerini ve görevlerini ve anlamaktır.
Zaten O’nu hakkıyla tanıyan (ma’rifet sahibi olan), kendi konumunu, haddini bilir, ona göre davranır.
Böyle bir mü’min Allah’a nisbetle sınırının farkındadır. Kibirlenmez, dik kafalılık etmez, boyundan büyük işlere kalkışmaz, mülkünde yaşadığı Sahibine karşı mütevazi olur. Misafir olduğu evin kurallarını belirlemeye ve o evi sahiplenmeye kalkışmaz.
Şöyle inanır: “O Allahtır, ben ise O’nun kuluyum. O’na ilâhlık yaraşır, bana kulluk. O ölümsüzdür, ben ise fâniyim.
O her şeye sahiptir, ben ise O’na muhtacım. O Kâdir-i Mutlaktır, ben ise âcizim.
O, her şeyin sahibidir, ben ise hiç bir şeye sahip değilim” der.
7-Kimlik ilanı
Şehâdet etmek kimliği açıklamaktır.
“Ben müslümanım. Allah’ı Rab, Kur’an’ı kitap, Hz. Muhammed’i peygamber, İslâmı din olarak seçtim.
Bu tercihim biliçli ve farkında olunan bir tercihtir. Değer yargılarım, bakış açım, dünya görüşüm, ahlâkım ve tavırlarım buna bağlıdır.
Kendimi İslâmın dışında hiç bir kimliğe nisbet etmem. İslâm benim için en üst ve alt kimliktir.
Bir ülkenin vatandaşı olmam, bir ırka/kabileye mensup olmam, bir grupla çalışmam, bir gelenekten gelmem hiç bir şeyi değiştirmez” demiş olur.
Bilirim ki Allah katında bunların hiç bir değeri yoktur. Değerli olan O’nun bize gönderdiğini bilinçli bir şekilde benimsemektir.
İslâmî kimlik ‘vahiy’le şekillenir, vahyin terbiyesinden geçer ve vahyin kontrolünde işlerlik kazanır.
Müslüman Vahyin, getirdiği ölçülerle bakar, o ölçülerden dışarı çıkmamaya çalışır, o ölçüleri hayatında rehber edinir.
8-Allah’ın hayata müdâhil olduğunu kabul etmek
Şehâdeti söyleyen bir mü’min, evrenin sahibi olduğunu, varlığın aşkın bir Güç (Kudret) tarafından yaratıldığını ve yönetildiğini, O’nun hayata her an müdahele ettiğini de kabul eder.
Ancak bu kabul ediş sadece O’na inanmak, O’nu kabul etmek değil; kendi konumunu bilerek O aşkın Gücün karşısında yapması gerekenler olduğunun farkında olmaktır.
9-Hüküm koyma hakkının sadece O’na ait olduğunu kabul etmek
Hayatın sahibi aynı zamanda varlık için yasa (kanun), ölçü (kader) ve sınır koyma hakkına da sahiptir.
Şehâdeti söyleyen varlığın yasasının Allah’tan geldiğini kabul ettiği gibi, insanlar ve toplumlar için ibadet yasaları/hükümleri, helâl haram ölçüleri koyma hakkını da O’na teslim eder.
Bundan dolayı iman edenler, Allah’ın koyduğu yasalara (hükümlere) ve sınırlara zıd hükümleri benimsemezler. Bilirler ki Allah’ın hükümlerine zıd hükümleri benimsemek onların sahiplerini ilâh edinmek gibidir.
-İkinci bölümün muhtevası
“ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühu” diyen bir müslüman şunları yapmış olur.
1-Hz. Muhammed’i tanımak
Abdullah’ın oğlu Hz. Muhammed (sav) bir insandı ama bir peygamberdi. O kendi çabasıyla, kendi iddiasıyla, okuyup diploma alarak peygamberlik kazanmadı. O’nu Allah (cc) insanlar arasından elçilik görevi yapmak üzere seçti.
Şehâdet getiren bir müslüman O’nun şu tarihte Mekke ve Medine’de yaşadığını, (kameri takvime göre) yirmiüç yıl peygamberlik yaptığını, peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdiğini kabul etmiş olur.
Hz. Muhammed’e peygamber (rasûl/nebi) olarak inanır.
مُّحَمَّدٞ رَّسُولُ ٱللَّهِۚ وَٱلَّذِينَ مَعَهُۥٓ أَشِدَّآءُ عَلَى ٱلۡكُفَّارِ رُحَمَآءُ بَيۡنَهُمۡۖ ٢٩
“Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler...” (Fetih 48/29)
2-O’nu kul bilmek
O bir melek değildi. O bir insandı, Allah’ın şerefli kuluydu. O’nda bir ilâhın özellikleri olmadığı gibi, O mütevazi, Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluydu.
Rasûlüllah (sav) insanlara en kuvvetli göründüğü Fetih Günü, huzûruna gelen ve konuşurken korkudan titremeye başlayan kişiye, imkânlarının en zayıf olduğu döneme ait bir misâli zikrederek şöyle sükûnet telkîn etti:
“–Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!..” (İbn-i Mâce, Et‘ime/30; Hâkim, 3-50/4366)
Kur’an onun insan/beşer olduğunu defalarca söylüyor. Mesela;
قُلۡ إِنَّمَآ أَنَا۠ بَشَرٞ مِّثۡلُكُمۡ يُوحَىٰٓ إِلَيَّ أَنَّمَآ إِلَٰهُكُمۡ إِلَٰهٞ وَٰحِدٞۖ فَمَن كَانَ يَرۡجُواْ لِقَآءَ رَبِّهِۦ فَلۡيَعۡمَلۡ عَمَلٗا صَٰلِحٗا وَلَا يُشۡرِكۡ بِعِبَادَةِ رَبِّهِۦٓ أَحَدَۢا ١١٠
“De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/110)
وَإِن كُنتُمۡ فِي رَيۡبٖ مِّمَّا نَزَّلۡنَا عَلَىٰ عَبۡدِنَا فَأۡتُواْ بِسُورَةٖ مِّن مِّثۡلِهِۦ وَٱدۡعُواْ شُهَدَآءَكُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ إِن كُنتُمۡ صَٰدِقِينَ ٢٣
“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bekara 2/23. İsrâ 17/1 v.d.)
عَن عُمَرَ بنِ الخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قال: سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ:
«لَا تُطْرُونِي كَمَا أَطْرَتِ النَّصَارَى ابْنَ مَرْيَمَ؛ فَإِنَّمَا أَنَا عَبْدُهُ، فَقُولُوا: عَبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ».
O, Allah’a kul (abd) olmaktan şeref duyar, kendisine böyle hitap edilmesini isterdi. İnsanların kendisi hakkında aşırılığa kaçmasına müsaade etmezdi.
Ömer b. Hattâb’tan (ra) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Nebi'nin şöyle söylediğini işittim: «Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı yücelttikleri gibi siz de beni yüceltmeyiniz. Ben ancak Allah'ın kuluyum. (Benim için) Allah'ın kulu ve rasûlü deyiniz.» (Buhârî, E. Enbiyâ/48 no: 3445, bir benzeri: Hudûd/31 no: 6830)
3-O’nu son rasûl bilmek
Muhammed (sav) Allah tarafından insanlara gönderilen son elçidir (Hâtemu’l-enbiyâ’dır).
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَآ أَحَدٖ مِّن رِّجَالِكُمۡ وَلَٰكِن رَّسُولَ ٱللَّهِ وَخَاتَمَ ٱلنَّبِيِّـۧنَۗ وَكَانَ ٱللَّهُ بِكُلِّ شَيۡءٍ عَلِيمٗا ٤٠
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzâb 33/40)
O’ndan sonra bir daha rasûl /nebi (peygamber) gelmeyecek.
O’ndan sonra kim peygamber (rasûl veya nebi) olduğunu iddia ederse yalancıdır, ona itibar edilmez.
Kim “bana veya bizimkine vahiy geliyor” derse kesinlikle yalancıdır.
وَمَنۡ أَظۡلَمُ مِمَّنِ ٱفۡتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَوۡ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمۡ يُوحَ إِلَيۡهِ شَيۡءٞ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثۡلَ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُۗ ٩٣
“Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir?...” (En’am 6/93)
4-O’nun getirdiklerini kabul etmek
O’nu tanımak, Allah’tan getirip tebliğ ettiklerini, O’nun din adına bildirdiklerini benimsemiş olur.
Şehâdeti yürekten söyleyenin bu konuda tereddütü olmadığı gibi, acaba sorusunu da sormaz.
O, müslüman olmanın Vahy’e teslim olmak olduğunun farkındadır.
5-O’nu örnek almak ve izlemek
Allah (cc) Hz. Muhammed’i müslümanlar için en güzel örnek seçmiştir.
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿21﴾
"Gerçekten de Allah Rasûlü'nde sizin için güzel bir örnek vardır..." (Ahzab 33/21) âyeti de buna işaret etmektedir.
Bunun anlamı şudur: Allah (cc) Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu kulluktan razıdır. Siz de öyle yaparsanız, sizin kullunuğunuzdan da razı olur. Razı olmakla kalmaz bol bol ecrini/karşılığını verir.
Şehâdeti söyleyen kulluğunu Kur’an ve Peygamberin Sünneti doğrultusunda yapacağına söz vermiş olur. Zaten peygamberi izlemek O’na din konusunda itaat demektir.
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ وَلَا تَوَلَّوۡاْ عَنۡهُ وَأَنتُمۡ تَسۡمَعُونَ ٢٠
“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlüne itaat edin, işittiğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin.” (Enfâl 8/20)
قُلۡ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَٱلرَّسُولَۖ فَإِن تَوَلَّوۡاْ فَإِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ ٱلۡكَٰفِرِينَ ٣٢
“De ki: “Allah’a ve Rasâle itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âli İmran 3/32, 132. Ayrıca bkz: Nisâ 4/14, 59, 80 v.d.)
6-O’nun yolunu sürdürmek (şâhit olmak)
Şehâdeti söyleyen müslüman iki görevi yüklenmiş olur.
Öncelikle kabul ettiği dinî yaşamak, sonra da yaşadığını dini hakkıyla temsil etmek.
Bu da davet, tebliğ, güzel ahlak, ‘emr-i bi’l-ma’ruf nahy-i ani’l-münker/iyilikleri yaygınlaştırmak, kötülüklere karşı mücadele’ görevidir.
Müslüman sözüyle, tercihleriyle ve eylemleriyle, yani müslümanca yaşayışıyla inandığı dinin, peşine gittiği Peygamberin canlı şâhidi/şehîdidir.
7-Ona salavat getirmek
Adı anıldığı zaman sallahu aleyki vesellem, Allahümme salli ala muhammed demek gibi.
إِنَّ ٱللَّهَ وَمَلَٰٓئِكَتَهُۥ يُصَلُّونَ عَلَى ٱلنَّبِيِّۚ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ صَلُّواْ عَلَيۡهِ وَسَلِّمُواْ تَسۡلِيمًا ٥٦
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb 33/56)
Peygambere Allah’ın salât etmesi, rahmet etmesi; meleklerin salât etmesi, şanının yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salât etmesi ise, dua etmeler.. denilmiş.
-Şehâdet gerçek müslüman olmaktır
Tekrar vurgulama gerekir ki ‘şehâdet’ olayı, Allah’a, O’nun bütün âyetlerine ve Hz. Muhammed’in İslâm adına ortaya koyduklarına güçlü bir tanıklıktan sonra, bu tanıklığın bir gereği olarak O’nun dinini iman, sâlih amel ve güzel ahlâkla yaşamanın adıdır.
İşte bu, müslümanın kimliği, tercihi ve dünya görüşüdür. Böyle yapan bir müslüman (Hakikat açısından) canlı şâhid/şehid sayılır.
Eğer inandığı değerler uğruna çalışır, çaba gösterir, infak eder, emek ve ter dökerse; sonunda da bu uğurda can veririse, böylece hem dünyada, hem de âhirette şâhitlerden/şehitlerden yazılır.
Onlar da Allah’ın nimet verdiklerine arkadaş olurlar.
ٱهۡدِنَا ٱلصِّرَٰطَ ٱلۡمُسۡتَقِيمَ ٦
صِرَٰطَ ٱلَّذِينَ أَنۡعَمۡتَ عَلَيۡهِمۡ غَيۡرِ ٱلۡمَغۡضُوبِ عَلَيۡهِمۡ وَلَا ٱلضَّآلِّينَ ٧
“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” (Fâtiha 1/6-7)
Allah’ın nimet verdikleri kimlerdir?
وَمَن يُطِعِ ٱللَّهَ وَٱلرَّسُولَ فَأُوْلَٰٓئِكَ مَعَ ٱلَّذِينَ أَنۡعَمَ ٱللَّهُ عَلَيۡهِم مِّنَ ٱلنَّبِيِّـۧنَ وَٱلصِّدِّيقِينَ وَٱلشُّهَدَآءِ وَٱلصَّٰلِحِينَۚ وَحَسُنَ أُوْلَٰٓئِكَ رَفِيقٗا ٦٩
“Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 3/69)