İrşadın sözlükte eğitim, terbiye, rehberlik; mürşidin eğitimci, rehber, öğretmen, hoca anlamında olduğu, Kur'an'da nasıl geçtiği hakkında bir online ders,

Hüseyin K. Ece

04.02.2025 – 05 Şa’ban 1446

 

  72. KUR’AN’DA MÜRŞİD KAVRAMI

 

-Giriş

Bir önceki dersin girisinde şöyle demiştik: Türkçe’de Kur’an bağlamından kopartılarak yanlış veya eksik anlaşılan, yani kendisine yazık edilen kavramlardan ikisi de ‘irşâd’ ve ‘mürşid’ kavramlarıdır.

Bunlarla aynı kökten gelen rüşd, râşid, raşîd kavramlarını geçen derste  işlemiştik. Bugünkü derste de irşâd ve mürşid kavramlarını Kur’an  açısından ele almaya çalışacağız.

-İrşâd

‘raşede’ fiilinin etgen (if’al) kalıbı ‘irşâd’tır. Bu da bir kişiyi doğruya davet etmek, rüşd yolunu ve birisine faydalı olacak şeyleri göstermek, birini doğruya sevketmek, rehberlik etmek demektir.

‘İrşâd’; İslâmî kavram olarak insanları hak yola, hidâyet yoluna çağırmak, sâlih amel işlemelerini, iyi ahlâka sahip olmalarını tavsiye etmek, onları ma’rufa (iyi olan şeylere) davet etmek, onları münker (kötü) olan şeylerden sakındırmak demektir.

İnsanları irşad etmek; diğer bir deyişle onların dünya ve âhiret mutlulukları için çalışmak, çabalamak demektir.

İrşâd faaliyeti;“reşîd olma” veya “rüşd yolunu” gösterme çalışmalarıdır.

Bu da hem müslümanlara, hem de gayr-i müslimlere yönelik olabilir.

Gayr-i müslimleri irşâd, onların İslâma davet edilmesi, müslüman olurlarsa İslâmı öğrenmelerinin ve yaşamalarının sağlanmasıdır.

İrşâd ile; davet, eğitim ve terbiye, “emr-i bi’l ma’ruf- nehy-i ani’l münker” (yani ma’ruf olanı, iyilikleri insanlara ulaştırmak, yöneltmek; onları münkerden, kötü olan şeylerden sakındırmak) görevi arasında bir bağlantı vardır.

Bu müslümanların birbirlerine karşı görevidir. Şu âyette geçtiği gibi:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. (Âli İmran 3/104)

Bu aynı zamanda irşâd görevidir.

İster gayr-i müslimleri İslâma davet etmek üzere çalışılsın, ister müslümanları eğitmek üzere uğraşılsın; yöntemin çok güzel ve tabii olması gerekir.

İnançlar ve düşünceler kitleler tarafından zorla ve kısa zamanda benimsenmez. Suçlara ceza verilebilir. Ama suç konusunda en caydırıcı tebdir suçlunun ikna olmasıdır.

Bu da irşâd çalışmalarıyla olur.

Herhangi bir inanca bağlı kişiler, dinlerini en güzel bir biçimde anlatır ve muhataplarını ikna ederler. Başkalarının kalbini kazanmanın da, onları yanlıştan vaz geçirmenin de yolu budur.

*İslâmda ‘irşâd’, faaliyeti bir ibadettir. Bu hem müslümanların dinlerini daha iyi yaşamalarını sağlayacak bir yoldur, hem de –eğer gayr-i müslimlere yönelik yapılırsa, onların kurtuluşuna sebep olabilecek bir çalışmadır.

İrşâd temamen bir eğitim ve terbiye faaliyetidir desek yanlış olmaz. Bundan dolayı bu da belli bazı kişilerin tekelinde değildir.

İrşâdı, yalnızca “bir öncekinden izinli, icazetli, falanca âlimin, şeyhin, mürşid-i kâmilin yetkisindedir, bu işi başkası yapamaz” anlayışı yanlıştır.

Bildiklerini hayatlarına uygulayan âlimler ve güzel insanlar (takva sahipleri) bu işi belki daha güzel yaparlar. 

Her çocuk, hatta her insan irşâd edilmeye yani eğitilmeye muhtaçtır. Gerek davet olsun, gerek eğitim olsun, gerek rehberlik olsun; müslüman bunu ibadet bilinciyle yapar.

Her müslüman anne-baba, her öğretmen, her dede-nine, her âlim, her vaiz, herkes aynı zamanda ellerinin altındakilere karşı birer irşâd görevlisidir.

Bu sayılanlar müslüman ise kendilerine ait metodlarla veya davetin şartlarına uyarak İslâmî hayata davet ederler, ellerinin altında olanların   ıslah olmaları, yani iyi yetişmeleri, terbiye edilmeleri için çalışırlar.  

İrşâd edicilerin (mürşidlerin) rehberi şu âyet olmalı:

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 “Ey Peygamber! İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et. Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et… Senin Rabbin kendi yolundan sapanları da ve hidâyete erenleri de bilir.” (Nahl 16/125)

-Mürşid

‘Mürşid’ irşâd’ın öznesidir (ism-i fâilidir).

‘Mürşid’ insanları irşâd ederek rüşd yolunu gösteren, insanı iyiğe ve hidâyete doğru yetiştiren, kılavuz/rehber, kişinin istikâmeti bulmasını sağlayan şey ve kişi anlamındadır.

 ‘Rüşd’ aynı zamanda hidâyet demektir. Öyleyse ‘mürşid’ bu yolu gösteren, insanların hidâyete ulaşmasına yardımcı olandır.

 ‘Mürşid’ kelimesi bir âyette yer almakta ve dolaylı olarak Allah’a izâfe edilmektedir. (Bkz: Kehf 18/17)

-Mürşidin çeşitleri

a-Sözlük anlamıyla mürşid

İrsâd aynı zamanda bir eğitim metodudur dedik...

Mürşid kelime anlamıyla günlük dilde “mürebbi-terbiyeci-eğitimci, rehber” manasındadır.

Buna göre bütün ebeveynler, bütün hocalar/öğretmenler, bütün imamlar, bütün eğitimciler aynı zamanda irşâd faaliyeti yapan birer mürşidtirler.

Ellerinin altındakileri, ya da hitap ettikleri kesimleri irşâd ederler, yani onlara emr-i bil’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-munker yaparlar. Onları terbiye ederler, eğitmeye, yetiştirmeye çalışırlar.

Aslında bütün (öğretim demiyorum) eğitim ve terbiye faaliyetleri –kelime anlamıyla- birer irşâd faaliyetidir.

Bazı kuruluşların “irşad başkanlığı” birimi olduğunu hatırlayalım.

 

b-Kavram anlamıyla mürşid

Hidâyeti gösteren veya onunla insanların terbiye olmasını sağlayan anlamında...

-İlk ve mutlak mürşid Allah’tır

İnsanlara hidâyeti, yani dosdoğru yolu (rüşd yolunu) gösteren, onların bu yola girmesinin imkanlarını hazırlayan Allah’tır (cc). 

Rasûlüllah’ın İmrân’ın babası Husayn’a tavsiye ettiği şu duada rüşd dolaylı olarak Allah’a nisbet edilmiştir: “… Allahım! Bana rüşdümü ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru!” (Tirmizî, Daʿavât/69 no : 3483 Hasen-garib kaydıyla)

Mürşid, doğru yolu bulmaya ve ilâhi ilkelerle hayatı inşa etmeye sebep olan ise; bu anlamda ilk ve mutlak  ‘mürşid’ Allah’tır.

Çünkü O, Peygamberler ve onlara verdiği ilâhî kitaplarla insanlara doğru yolu (rüşd yolunu-sebîlü’rüşd’ü), hidâyeti gösterdi, gösteriyor.

Şüphesiz doğru yol, hak din Allah’ın bildirdiğidir. En isabetli hayat anlayışı, en doğru davranış, yani en güzel ahlâk, en sağlam ve düzgün, insanı iki dünyada mutlu edecek, kurtaracak din; şüphesiz Allah’ın din, İslâmdır.  

مَن يَهۡدِ ٱللَّهُ فَهُوَ ٱلۡمُهۡتَدِۖ وَمَن يُضۡلِلۡ فَلَن تَجِدَ لَهُۥ وَلِيّٗا مُّرۡشِدٗا ١٧

“….Allah, kime hidâyet verirse, işte hidâyet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla mürşid (doğru yolu gösterici) bir veli bulamazsın.” (Kehf 18/17)

Bu âyet, ‘Ashab-ı Kehf’ (mağara arkadaşları) hakkındadır. Onlar, zalim ve putperest bir kralın yolunu terkedip Allah’a kulluğu seçmişlerdir. Allah da onlara ‘rüşd’ yolunu gösterdi.

Bazı insanlar da Allah’ın hidâyetine karşı direnirler, inatçı ve zalim olurlar. Kim ne yaparsa yapsın onları hidâyete ulaştıramaz. Çünkü onlar peşinen hidâyete karşıdırlar.

İşte böylelerini Allah’ın dışında hidâyete götürecek bir ‘mürşid’ yoktur.

-Bütün peygamberler mürşid idi

Peygamberler de Allah’tan aldıkları görev ve O’nun bildirdiği hidâyet ile, insanları irşâd ettiler, onların ‘rüşd’ yoluna girmelerini sağladılar.

Öyleyse peygamberler de Allah’ın izniyle hidâyeti gösterici ‘mürşid’lerdir.

Rasûlüllah (sav) da kendisi insanları irşad ettiği gibi, kendinden sonra gelen bâtıl yol sahiplerinin irşâd edilmesi için, sözlerinin, Sünnetinin ve Kur’an’ın o insanlara ulaştırılmasını söylüyordu.

Rasûlüllah’ın ortaya koyduğu hayat tarzı ve muhteşem kulluk ve örneklik insanları, mü’minleri irşâd etmeye devam ediyor.

-Kur’an da mürşidtir

*İrşâd vahyin hedefidir

Kur’an kitap olarak bütün insanları irşâd eden en canlı mürşid’tir.

Kur’an, hidâyeti, yani doğru yolu göstermektedir. İnsanı ‘rüşd’e ulaştırabilecek tek ilâhî kitaptır. İçinde bulunan hükümler, haberler, ölçüler ve hikmetler insanları doğru yola götürmeye yöneliktir.

Kur’an doğru yolun hangisi olduğunu haber verip insanları o yola ve hakikate davet etmektedir.

Kur’an, Son Saate (kıyâmete) kadar yaşayacak ve fonksiyonunu yerine getirecek bir ‘mürşid’tir.

لَآ إِكۡرَاهَ فِي ٱلدِّينِۖ قَد تَّبَيَّنَ ٱلرُّشۡدُ مِنَ ٱلۡغَيِّۚ فَمَن يَكۡفُرۡ بِٱلطَّٰغُوتِ وَيُؤۡمِنۢ بِٱللَّهِ فَقَدِ ٱسۡتَمۡسَكَ بِٱلۡعُرۡوَةِ ٱلۡوُثۡقَىٰ لَا ٱنفِصَامَ لَهَاۗ وَٱللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ٢٥٦

“Dinde zorlama yoktur. Gerçekte rüşd (doğru yol) ile ğayy (sapıtma yolu) belli olmuştur. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bekara 2/256) 

Allah (cc) ikisini de göstermiştir. Kişi Allah’ın gösterdiği ‘rüşd’ yoluna girerse, yani İslâma ihlaslı bir şekilde bağlanıp gereğini yaparsa, Allah tarafından ‘sebilü’r-reşâd’a’ ulaştırılır. (Mü'min 40/38)

Görülüyor ki Kur'an'a göre mü'minlerin gerçek mürşidi önce Allah, sonra O’nun kitabı ve sonra da canlı Kur'an olan hz. Muhammed'tir (sav).

-Muhammed (sav) mü’minlerin mürşididir

Muhammed (as), insanları ‘irşâd’ için gönderilmiş son ‘mürşid’tir. Çünkü O’nun daveti hidâyetedir, en doğru yoladır, hakikatedir, insanlar için en faydalı olan ölçüleredir.

Rasûlüllah (sav) da Kur’an gibi Son Saat’e kadar gelecek olan insanların en mükemmel ve en son mürşid-i kâmilidir.

Her peygamber kavmi için, hz. Muhammed de bütün insanlık için mürşidtir. Yani rüşd yolunu gösterendir.

Ortalıkta “mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” diye bir söz dolaşıyor.

Özellikle tasavvuf çevreleri kendilerine göre bir mürşide, ya da mürşid-i kâmil dedikleri birine bağlanmanın gereğini ifade etmek üzere bunu ileri sürerler.

Bundan dolayı pek çokları şeytanın müridi olmamak için kendilerine ‘mürşid’ diye takdim edilen birilerine bağlanırlar, onlardan farklı şekillerde medet umarlar.

Doğrudur, mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır. Ama bu söz eksik ve yanlış yerde söyleniyor. Bu sözün doğrusu şöyledir:

“Mürşidi (rehberi, kılavuzu, örneği, hâdi’si/mehdisi) Allah, Kur’an ve son Elçi Muhammed olmayanın mürşidi (akıl hocası) şeytandır.”

“Onun otoritesi ancak (itaat ederek) onu dost edinen ve (emrettiği küfür ve şirk amellerini yaparak) onu (Allah’a) ortak koşanlar üzerinedir.” (Nahl 16/100)

“Hiç şüphesiz o (şeytanlar), onları yoldan alıkoyar, onlarsa doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf 43/37)

“(Şeytanlarla dost ve) kardeş olanlarsa, (şeytan) onları sapıklığa iter ve (onları saptırmayı bir görev bilir ve görevlerini) hiç aksatmazlar.” (A'râf 7/202)

“... Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı veli/dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.” (Nisâ 4/119)

Biz iman edenlerin kıyâmete kadar müstesna, mükemmel, örnek, seçkin, yetkin mürşidimiz son peygamber Abdullah oğlu Muhammed’dir ve  onunla bize ulaştırılan Kur’an’dır.

 

*Rasûlüllah’ın mürşidliği öncelikle onun örnekliğindedir

Şu âyet hz. Muhammed’in misyonun farklı bir açıdan bildiriyor.

لَّقَدۡ كَانَ لَكُمۡ فِي رَسُولِ ٱللَّهِ أُسۡوَةٌ حَسَنَةٞ لِّمَن كَانَ يَرۡجُواْ ٱللَّهَ وَٱلۡيَوۡمَ ٱلۡأٓخِرَ وَذَكَرَ ٱللَّهَ كَثِيرٗا ٢١

“Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33/21)

Âyet söze te’kid (kuvvetlendirme) ile başlıyor ve kesin ifadelerle kıyâmete kadar geçerli olacak bir gerçeği/hükmü haber veriyor:

Peygamber’de sizin için en güzel örnek vardır.

“İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler. Bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar.

Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmet, şâhid, müjdeci, uyarıcı, davetçi, ışık (nûr) olan Muhammed Mustafa’dır.” (Heyet, Kur’an Yolu, 5/344)

Tamam, Peygamber’in (sav) misyonu bu... Ancak soru şu: Peygamberin nesi ve nasıl örnek alınacak?

Bu soruya ancak Kur’an’ın öğrettiği peygamber tasavvuru ile isabetli cevap verilebileceği açıktır.

Allah (cc) bir çok âyette mü’minlere Peygamber’e itaat etmeyi emrediyor. Mesela;

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَ وَأُوْلِي ٱلۡأَمۡرِ مِنكُمۡۖ فَإِن تَنَٰزَعۡتُمۡ فِي شَيۡءٖ فَرُدُّوهُ إِلَى ٱللَّهِ وَٱلرَّسُولِ إِن كُنتُمۡ تُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِۚ ذَٰلِكَ خَيۡرٞ وَأَحۡسَنُ تَأۡوِيلًا ٥٩

“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamber'e ve aranızdan kendilerine otorite emânet edilmiş olanlara itaat edin; ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamber'e götürün, eğer Allah'a ve âhiret günü'ne (gerçekten) inanıyorsanız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.” (Nisâ 4/59) 

Kur’an’da ondokuz âyette Allah’a ve Peygamber’e (sav) itaat birlikte geçiyor. Bunlardan beş tanesi “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse”,

beş tanesi “Allah’a itaat edin ve Elçisine de itaat edin”,

sekiz tanesi ise “Allah’a ve Elçisine itaat edin”,

bir tanesi de “Şayet Allah ve Peygamberine itaat ederseniz” şeklinde geliyor. Bir âyette: 

وَأَقِيمُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُواْ ٱلزَّكَوٰةَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَ لَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ ٥٦

“Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin. Peygamber’e itaat edin ki merhamet olunasınız.”deniliyor. (Nûr 24/56)

Hz. Muhammed de dahil bütün peygamberler kendilerine itaat edilsinler diye gönderildiler. (Nisâ 4/64-65)

Zaten Peygamber’e vahiyle igili konularda itaat, Allah’a itaat demektir.

مَّن يُطِعِ ٱلرَّسُولَ فَقَدۡ أَطَاعَ ٱللَّهَۖ وَمَن تَوَلَّىٰ فَمَآ أَرۡسَلۡنَٰكَ عَلَيۡهِمۡ حَفِيظٗا ٨٠

“Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur; yüz çevirenlere gelince; Biz seni onlara bekçilik yapman için göndermedik.”(Nisâ 4/80)

Şu âyet çok daha net ölçü getiriyor.

وَمَا كَانَ لِمُؤۡمِنٖ وَلَا مُؤۡمِنَةٍ إِذَا قَضَى ٱللَّهُ وَرَسُولُهُۥٓ أَمۡرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ ٱلۡخِيَرَةُ مِنۡ أَمۡرِهِمۡۗ وَمَن يَعۡصِ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ فَقَدۡ ضَلَّ ضَلَٰلٗا مُّبِينٗا ٣٦

"Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, iman etmiş bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzâb 33/36)

Rasûlüllah’ın verdiği hükme razı olmayanlar gerçekten iman etmiş olmazlar. (Nisâ 4/65)

Peygamber’e itaat gerçeği hadiste de vurgulanıyor.

Cabir’den (ra) şöyle anlattı: “Rasûlüllah (sav) konuştuğu zaman -sanki akşama veya sabaha düşmanın geleceğini ihtar eden bir kumandan gibi- gözleri kızarır, sesi yükselir, kızgınlığı artardı. Bir keresinde şehâdet parmağını uzatarak şöyle dedi: “Kıyâmetle aramda şu iki parmak arasındaki kadar mesafe kaldığı bir zamanda gönderildim.

Kuşkusuz sözlerin en hayırlısı Allah (cc)’ın Kitabı, yolların en hayırlısı da Muhammed (sav)’in yoludur. İşlerin en kötüsü de dinde yapılan dayanaksız bid’atlerdir. Dine yapılan her (ilave) yenilik bid’attır ve her bid’at da sapıklıktır.” (Müslim, Cumua/13 no: 867. Ebû Dâvûd, Sünne/5 no: 4607)

O hayatta iken, onun yanındaki sahabelerin ona itat etmeleri anlaşılır bir şey. Lakin o öldükten sonra iman edenler ona nasıl itaat edecekler?

Ona itaat etmenin anlamı; onu örnek alarak, Kur’an’ı onun uyguladığı gibi uygulamak, hayatı Kur’an ile inşa etmek, onun din adına tebliğ ettiği şeyleri alıp benimsemek, yapmaya çalışmak, onun Allah adına tebliğ ettiği hükümlere, ölçülere uymaktır?

Onun gibi bir kul olmaktır, onun gibi şükretmektir?

-Tasavvufta şeyh-mürşid ya da mürşid-i kâmil iddiaları

Tasavvuf dilinde irşâdın, ‘şeyh’liğin’ ve ‘mürşid’liğin özel bir anlamı vardır.

Şeyh; aslında Arapçada yaşlılık alameti beliren kimselere denir. Şeyh ayrıca bilgisi fazla olan kişi, ilim, fazilet ve yönetimde önde olan (reis), çeşitli ilim dallarında otorite anlamlarına gelir.

Tasavvufta şeyh; velî, tarikat pîri, üstad ve mürşidle eş anlamlı olarak kullanılmış...

Şeyh kendisine intisab eden sâliklere kabiliyetlerine göre önderlik eder, faydalıyı ve zararlıyı gösterir, kalplerine Allah sevgisini yerleştirmeye çalışır. Yani doğru yolu gösteren ve onları irşâd eden kimse demektir.

İlk âbid ve zâhidlerin şeyh olarak anıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Kelimenin bu anlamıyla IV. (X.) yüzyılın ortalarından itibaren yaygınlık kazanmaya başladığı sanılıyor. (Öngören, R. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/50-52)

Şeyh kitap ve sünneti iyi bilen bir âlim, Allah Rasûlünün ahlâkıyla ahlâklanmış kimse ve ayrıca Peygamber’e kadar uzanan kesiksiz bir silsileye sahip olmalıdır deniyor. (Yılmaz, H. K. Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s: 183-184)

Tasavvufta mürşid veya mürşid-i kâmil genellikle şeyh kavramının eş anlamlısı olarak kullanılır.

Ancak mürşid diye tanımlanan insanlarda belli özelliklerin olması gerekir. Onlar bir tarikata bağlı olurlar ve kendi hocalarından ‘irşâd’ için izin alırlar.

Tarikat terbiyesinden geçmeyenlerin, bir önceki mürşidten icazet almayanların ‘mürşid’ olmaları mümkün değildir.

Tasavvufa göre, insanların Allah’a tam anlamıyla kulluk yapabilmeleri için böyle bir ‘mürşid’e bağlanmaları lazımdır. Şeyh, hasta karşısındaki tabip mesabesindedir.

Hakka vuslat ve Hakkın rızasına ermek, ilim ve kitap mutaalasıyla değil, bir mürşid-i kâmile el ve gönül vermekle olur. Müridin yolunda gideceği bir şeyhe, mürşide ihtiyacı vardır derler.

Bazıları bir kimse bir mürşide bağlanmadan bin sene ibadet etse, Allah’a kavuşamaz diye iddia ederler.

Şeyhe bağlanmadan Allah’a bağlanmaya kalkışanlar şeytana bağlanırlar diye iddia ederler.

Bazı mutasavvıflar, mürşid kabul ettikleri kişilerde hiç kimsede olmayan olağanüstü yeteneklerin var olduğuna, Allah’ın izniyle kerâmet, yani mu’cize gösterdiklerine inanırlar.

(Bazıları mürşid-i kâmilin huzurunda durmanın ihlasla elli, aynı kişi için bir başkası bin yıl ihlasla ibadet etmiş gibi olur derler, bu aynı zamanda en hayırlı ameldir diye iddia aederler.)

 Allahın dostları (evliyaullah) dedikleri mürşidlere çeşitli ünvanlar verirler. Mesela;

insanların içinde gizlediklerini ortaya çıkaran, kalpleri temizleyen anlamında kutub,

yaratıkların yükünü taşıyan, sıkıntılarını gideren anlamında nücebâ,

makamları İbrahim’in kalbi üzerinde olan anlamında ebdâl,

evrenin dört küşesinde bulunan ve kâinatın çivisi anlamında evtâd,

kutbun sağında ve solunda bulunan, vücudu kutbiyyet merkezinden ruhâniyet âlemine veya cismâniyet âlemine yönelen anlamında imameyn,

müşkilleri hâlleden, teberrük ve duanın kabulü için kendisine başvurulan,

duası ve yemini reddedilmeyen,

Allah’ın nazargâhı,

ledün ilminden büyük pay sahibi,

elindeki feyiz terazisi ile her şeyin zahirinde ve bâtınında dolaşan,

her varlığa feyiz veren, yardım istiyenin imdadına yetişen anlamında ğavs,

insanların içinde olanların bilip, kalpleri kirlerden arındıran, velilik tasarrufu (kerâmeti) olan anlamında nükabâ veliler denir. (Gümüşhânevî, A. Z. Veliler ve Tarikatlarde Usûl, s: 41-51)

Kainat onlar yönetirmiş, ya da kainat onların etrafında dönermiş... Bazıları onların Kur’an’ın aslını Levh-ı mahfuzdan okuduklarıi peygamberlere gelen feyiz onların sebebine gelirmiş.

Ölseler de mezardaki tasarrufları devam eder, hatta daha kuvvetli.. derler.

Onlara bağlananlar (intisap edenler), nasip almak, olgunluğa ermek, nefsini terbiye edebilmek, Allah’a bağlanabilmek için mürşide kayıtsız şartsız itaat ederler.

Dinde onu otorite kabul ederler, hata etmeyeceğine ve bağlanan kimseyi her an gözetlediğine,

kıyâmette kendilerine yardımcı olacaklarına, bağlılarına el uzatacaklarına, şefâat edeceklerine inanırlar.

Onlara sığınırlar, istimdad ederler, istiâne ve istiğase ederler. Bu nedenler şeyhlerin ğavs derler. Bu da sığınma duygusunun tezahürüdür.

Vahdet-i vücut inancındaki insan-ı kâmil Rasûlüllah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış, Hakk’ın mazharı olduğu için ruhâni bir tasarrufa mazhardır ama asıl tasarruf Allah’a aittir derler.

Onlar şeyhin ruhâniyetine teveccüh edip ondan istimdad ederler. (Yılmaz, H. K. Tasavvuf ve Tarikatlar, s: 323)

Bu konuda bir de hadis uydurdular: “İşlerinizde şaşkınlığa düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz (istiâne).” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, no: 213, 1/85)

Tarikatların ortak noktalarından biri de mürşid dediklerine kendini "Ölünün, ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi' teslim etmektir.

 

 

-Günümüzde mürşid algısı

Tekrar edelim; sözlük anlamıyla her eğitimci, her mürebbi aynı zamanda mürşidtir. Onların değeri de eğittikleri kişiler açısından, eğitimlerinde başarılı oldukları kadardır.

Ancak onlara kimse tasavvufta olduğu gibi özel mürşid muamelesi yapmaz.

Kavram anlamıyla gerçek mürşid Kur’an ve Rasûlullahtır.

Mü’minler, âlim ve takva sahibi insanları dinlerler, onlardan yararlanırlar. Onlar da mümkün ki irşâd, yani eğitim çalışmaları yapıp ulaşabildikleri kimselerin daha iyi yetişmelerine katkıda bulunabilirler.

Bu temamen bir eğitim, terbiye, ıslah, iyiliğe tesvik, kötülüklerden sakındırma faaliyetidir.

 Ancak İslâma göre seçilmişler sınıfı, olağanüstü güçlerle donatılmış kişiler yoktur. Hiç kimse Allah’ın yapabileceği şeyleri yapamaz. İnsanları hidâyete, sonra da Cennete götürme noktasında kimseye bir yetki verilmemiştir.

Bir kişiye ömür boyu bağlı kalıp, ona kayıtsız bir şekilde teslim olmak ve yalnızca ondan hidâyet beklemek hem dinen gerekli değil, hem de irşâdın ve ilmin diğer imkanlarından mahrum kalmak demektir.

İnsanlar –belki hürmeten- sevdikleri âlimlere, şeyhlere mürşid-i kâmil diyebilirler. Lakin bir insanın kâmil, bunların da özel kişiler olduğunu söylemek sadece bir iddiadır, isbatı yoktur.

Bizim de bunu kabul etme diye bir görevimiz yoktur.

Onlar belki bazılarının eğitimine yardımcı olan hocalar, eğitimci sayılabilir. Ancak kâmil ve özel seçilmiş, Allah’tan referanslı, evliyâullah oldukları, olağanüstü anlamında kerâmet, yani mu’cize sahibi oldukları iddiaları temamen temelsizdir. Birilerinin hayâlleridir.

Bilinen bir şey Rasûlullah’tan sonra kimseye vahiy gelmedi, gelmez, gelmeyecek... Bu evliyâ veya kâmil mürşid zannedilen sahışların irşad görevi, ilmi, olağanüstülükleri; ilham, keşif veya rü’ya yoluyla aldıklarını iddia etmek de öyledir.

Zira ilham, keşif ve rü’ya kişiseldir, ilim kaynağı değildir, bu yolla elde edilenler de bilgi/ilim değildir, sadece sahibini bağlar.