Hak ve çeşitleri, hakkullah ve Allah'ın kulları üzerindeki hakları, bunların kulların görevleri olduğu hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

22 Nisan 2025 –  24 Zilkade 1446

Online

-Giriş

Muâz b. Cebel (ra) anlatıyor: “Ufeyr adlı eşeğin üzerinde (yolculuk ederken) Rasûlüllah’ın (sav) terkisinde idim. Rasûlullah; 

-“Ey Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkını ve kulların Allah üzerindeki hakkını bilir misin?” diye sordu. Ben,

-“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedim. Bunun üzerine O şöyle buyurdu: 

“Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a kulluk/ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir.” Ben;

-“Ey Allah"ın Rasûlü! İnsanlara bunu müjdeleyeyim mi?” diye sorunca; 

-“Hayır müjdeleme, zira (bu müjdeye güvenip) gevşeyebilirler” cevabını verdi.” (Buhârî, Cihâd/46 no: 2856. Müslim, İman/48-49)

 

-Hakkullah;

Bu ifade, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkını, bir anlamda insanların Allah’a karşı temel görevlerini hatırlatıyor.

Bir kimsenin başkası üzerindeki hakkı, aynı zamanda karşı tarafın görevi demektir. Söz gelimi anne-babanın evladı üzerindeki hakkı, çocukların anne-babaya karşı görevlerine tekabul eder.

Konumuz açısından hak kavramı üzerinde kısaca durmak faydalıdır.

-Hak

İslâm kültürününün ve Kur’an kavramlarının en önemlilerinden ve en zengin anlam taşıyanlarından biri de ‘hakk’ kelimesidir.

Kur’an’da türevleri ile birlikte 290 defa geçiyor.

‘Hakk’ kelimesinin aslı; uygunluk ve denk, gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey demektir.

Ayrıca, yerine getirilen hüküm, adalet, doğruluk, gerçeklik (hakikat), İslâm, mal-mülk, vacip, münasip manalarına da gelir. (el-Isfehânî, R el-Müfredât, s: 179-180)

Hak, İslâm inanç sisteminde (akaid’te) genellikle bâtılın zıddı olarak kullanılır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/176)

وَقُلۡ جَآءَ ٱلۡحَقُّ وَزَهَقَ ٱلۡبَٰطِلُۚ إِنَّ ٱلۡبَٰطِلَ كَانَ زَهُوقٗا ٨١

İsra 17/81. âyetinde olduğu gibi...

Kur’an’da geçen çok anlamlı kelimelerden (vücûh’tan) biridir.

İslâmda haklar üçe ayrılır: 1.Hakku’llah, yani Allah’ın kulları üzerindeki hakkı,

2.Hakku’l-ibâd, yani kulların hakkı (kısaca; kul hakkı),

3.Hem Allah’ın hakkı, hem de kul hakkı (mesela; hırsızlıkta hem kul hakkı, hem de Allah hakkı ihlâl edilmiş olur)

Bu derste hakkullah’ı ele alacağız.

Allah’ın kulları üzerindeki hakkı şöylece özetlenebilir:

 

1.O’nu Rab bilmek

Allah’ın kulları üzerindeki öncelikli hakkı, niçin yaratıldığını (Zariyât 52/56), ondan sonra da kendisini Yaratan’a karşı ne gibi yükümlülükleri olduğunu bilmesidir.

O’ndan gelenleri kabul edip inanması, emirlerine ve  yasaklarına uyması, yani ibadet etmesi ve en iyilerden olmaya çalışmasıdır.

إِنَّ ٱللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمۡ فَٱعۡبُدُوهُۚ هَٰذَا صِرَٰطٞ مُّسۡتَقِيمٞ ٥١

“Kuşkusuz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; öyleyse (yalnız) O'na kulluk edin: Bu, dosdoğru bir yoldur.” (Âli İmran 3/51)

“(Yahudi ve Hristiyanlara) de ki: “Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Nasıl olur? O, bizim gibi sizin de Rabbinizdir; ...”  (Bekara 2/139)

2.O’ndan başka ilâh tanımamak, şirk koşmamak

Kur’an ısrarla tek ilaha inanmayı, şirk koşmaktan sakınmayı tekrar ediyor. Çünkü tarihten beri insanlığın en ciddi sorunu, tanrıya inanmamak değil, birden  fazla tanrıya, yani insan aklının ürettiği tanrılara inanmadır.

لَّا تَجۡعَلۡ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَتَقۡعُدَ مَذۡمُومٗا مَّخۡذُولٗا ٢٢

“(Ey insan) Allah'la beraber bir başka tanrı edinme ki kendini kınanmış ve bir başına bırakılmış olarak bulmayasın:” (İsrâ 17/22, 39. Nahl 16/51)

إِنَّمَآ إِلَٰهُكُمُ ٱللَّهُ ٱلَّذِي لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَۚ وَسِعَ كُلَّ شَيۡءٍ عِلۡمٗا ٩٨

Sizin ilahınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.” (Tâhâ 20/98)

Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” (Tâhâ 20/14)

 “Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!” (Şuarâ 28/213)

Allah’ın kulları üzerindeki öncelikli hakkı Kulların O’nu birlemeleridir (tevhid etmeleridir). Rabliği ve ilahlığı O’na tahsis etmeleridir. Tanrı olgusuna dair ne varsa hepsini O’ndan başkasına yakıştırmamalarıdır.

3.Yalnızca O’na ibadet etmek

Kur’an, insanı Âlemlerin Rabbi Allah’ın yarattığını söyledikten sonra O’nun bize tanıtıyor ve ilâh olarak sadece O’nan inanılması, yalnıza O’na ibadet edilmesi, sadece O’ndan yardım istenilmesi gerektiği söylüyor.

وَلَقَدۡ بَعَثۡنَا فِي كُلِّ أُمَّةٖ رَّسُولًا أَنِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ وَٱجۡتَنِبُواْ ٱلطَّٰغُوتَۖ َ ٣٦

"Andolsun ki biz her ümmete "yalnız Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının" diye (tebliğ etmesi için) bir rasûl gönderdik." (Nahl 16/36)

وَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعۡبُدُوٓاْ إِلَّآ إِيَّاهُ وَبِٱلۡوَٰلِدَيۡنِ إِحۡسَٰنًاۚ  ٢٣

"Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi, ana babaya güzellikle muamelede bulunmanızı emretti..." (İsrâ 17/23)

وَٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ وَلَا تُشۡرِكُواْ بِهِۦ شَيۡـٔٗاۖ ٣٦

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın..." (Nisâ 4/36)

Müslüman her Fâtiha okuyuşta bu va’dini, bu gerçeği tekrar eder.

إِيَّاكَ نَعۡبُدُ وَإِيَّاكَ نَسۡتَعِينُ ٥

“Yalnız Sana ibadet ederiz, yalnız Senden yardım dileriz”

 

4.Nimetlerine şükretmek

Allah’ın insanlara iyilikleri sayılamayacak kadar çoktur. İman eden bunun farkında olmalılar.

İnsanı yaratan, hayat veren ve hayatını devam ettirebilmesi için gereken her şeyi, sayısız nimetleri,  yani rızkı veren Allah’tır. (İbrahim 15/34. Nahl 16/18))

Rızık vermeyi Yaratan üzerine almıştır. Mü’mine düşen bunu idrak etmek ve kendisine rızık/nimet vereni bilip sükretmektir.

Allah insanların kendisine şükretmelerini emrediyor.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ كُلُواْ مِن طَيِّبَٰتِ مَا رَزَقۡنَٰكُمۡ وَٱشۡكُرُواْ لِلَّهِ إِن كُنتُمۡ إِيَّاهُ تَعۡبُدُونَ ١٧٢

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin; eğer O’na kulluk ediyorsanız.” (Bekara 2/172)

فَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ ٱللَّهُ حَلَٰلٗا طَيِّبٗا وَٱشۡكُرُواْ نِعۡمَتَ ٱللَّهِ إِن كُنتُمۡ إِيَّاهُ تَعۡبُدُونَ ١١٤

“Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız O’na ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.” (Nahl 16/114)

 “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin. (Bekara 2/172. Ayrıca bkz: Ankebût 29/17. Secde  33/7-9. Câsiye 45/4-5.vd.)

Aslında kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur.

قَالَ ٱلَّذِي عِندَهُۥ عِلۡمٞ مِّنَ ٱلۡكِتَٰبِ أَنَا۠ ءَاتِيكَ بِهِۦ قَبۡلَ أَن يَرۡتَدَّ إِلَيۡكَ طَرۡفُكَۚ فَلَمَّا رَءَاهُ مُسۡتَقِرًّا عِندَهُۥ قَالَ هَٰذَا مِن فَضۡلِ رَبِّي لِيَبۡلُوَنِيٓ ءَأَشۡكُرُ أَمۡ أَكۡفُرُۖ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشۡكُرُ لِنَفۡسِهِۦۖ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيّٞ كَرِيمٞ ٤٠

“Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur.

Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur.

Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (Neml 27/40) Yoksa Allah’ın kullarının şükrüne asla ihtiyacı yoktur.

İyiliklerine karşılık kendisine şükredilmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.

5.O’na, yani O’nun dinine yardım etmek

Allah’ın dinine yardım üç şekilde olur:

Birincisi; kendi nefsinde ve çevresinde uygulayarak. Dinde emredilenleri mümkün olduğu kadar yerine getirmek, yasaklananlardan elden geldiği kadar kaçınarak. Yani hayatını imanına şahit kılarak, yaşayan şehit olarak... İslamı güzel temsil ederek, örnek/model olarak...

Bu konularda samimi davranmak Allah’ın dinine yardımdır.

İkincisi; Onu düşmanlarına karşı yerine göre, günün şartlarına uygun, ya da ortamına göre dil ile, el ile, dua ile, medyanın bütün imkanlarıyla, kurumlaşarak ve siyaseten savunmaya çalışmak. İslâmı yerine göre, uygun ortamlarda, uygun araçlarla başka insanlara ulaştırmak.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِن تَنصُرُواْ ٱللَّهَ يَنصُرۡكُمۡ وَيُثَبِّتۡ أَقۡدَامَكُمۡ ٧

Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed 49/7)

Üçüncüsü; İslâmı yanlış tanınmasına sebep olmamak, müslümanlar hakkında yanlış kanaatlere sebep olacak davranışlardan sakınarak... İslamı yanlış tanıyıp yanlış anlatmamak şeklinde...  

Ya da İslâmı istismar etmekten, İslâmın sırtından geçinmekten titizlikle kaçınarak...

6.Allah’a güzel bir borç vermek

Karz-ı hasen: Bu,“güzel bir şekilde borç vermek” demektir. Karz-ı hasen de infak etmek ve sadaka vermek gibi Kur’an’ın mü’minleri teşvik ettiği bir yardımlaşma ve dayanışmadır.

“Karz-ı hasen” Allah’a verilen borçtur. Âyetlerde, Allah yolunda ve ecir beklentisiyle yapılacak harcamaların bir bakıma dünyada Allah'a borç verme sayılıp, karşılığının âhirette kat kat fazlasıyla alınacağı belirtiliyor.

Kur’an, böyle bir borç vermeyi “hasen” sıfatıyla niteliyor ve bunu yapanları övüyor, teşvik ediyor.  

مَّن ذَا ٱلَّذِي يُقۡرِضُ ٱللَّهَ قَرۡضًا حَسَنٗا فَيُضَٰعِفَهُۥ لَهُۥ وَلَهُۥٓ أَجۡرٞ كَرِيمٞ ١١

“Kimdir o, Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat artırsın ve onun için şerefli bir mükâfat versin.” (Hadîd 57/11)

“Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar. Allah, şükrün karşılığını verendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).” (Teğâbûn 64/17)

“Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Bekara 2/245) 

Görüldüğü gibi Kur’an’da bu deyim devamlı Allah’a nisbetle gelmekte ve önemli bir kulluk görevi olarak yer almaktadır.

Kur’an; “karz-ı hasen” hakkında iki vurgu yapıyor: Birincisi; onu müslümanın bir özelliği sayıyor.

وَلَقَدۡ أَخَذَ ٱللَّهُ مِيثَٰقَ بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ وَبَعَثۡنَا مِنۡهُمُ ٱثۡنَيۡ عَشَرَ نَقِيبٗاۖ وَقَالَ ٱللَّهُ إِنِّي مَعَكُمۡۖ لَئِنۡ أَقَمۡتُمُ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتَيۡتُمُ ٱلزَّكَوٰةَ وَءَامَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرۡتُمُوهُمۡ وَأَقۡرَضۡتُمُ ٱللَّهَ قَرۡضًا حَسَنٗا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمۡ سَيِّـَٔاتِكُمۡ وَلَأُدۡخِلَنَّكُمۡ جَنَّٰتٖ تَجۡرِي مِن تَحۡتِهَا ٱلۡأَنۡهَٰرُۚ فَمَن كَفَرَ بَعۡدَ ذَٰلِكَ مِنكُمۡ فَقَدۡ ضَلَّ سَوَآءَ ٱلسَّبِيلِ ١٢

“Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz,

Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.” (Mâide 5/12)

İkincisi; Allah’a güzel bir borç vermek aynı zamanda imana sadâkatin bir bedelidir, göstergesidir.  

إِنَّ ٱلۡمُصَّدِّقِينَ وَٱلۡمُصَّدِّقَٰتِ وَأَقۡرَضُواْ ٱللَّهَ قَرۡضًا حَسَنٗا يُضَٰعَفُ لَهُمۡ وَلَهُمۡ أَجۡرٞ كَرِيمٞ ١٨

“Şüphesiz ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli bir mükâfat da vardır.” (Hadîd 57/18)

“Karz-ı hacen” tabirinin geçtiği âyetleri “Allah için güzel borç veriniz”, “kim Allah için güzel borç verir?” şeklinde de anlamak mümkün...

Şüphesiz Müslümanların biribirlerine çıkar beklentisi olmadan (hele faizin ekonominin can damarı olduğu zamanlarda) borç vermeleri güzeldir, kardeşliğin gereğidir. (Okuyan, M. Kısa Sûreler, 3/105-106)

“Karz-ı hacen”, genelde böyle; yani imkanı olanların ihtiyaç sahiplerine belli bir süreliğine gönüllü ödünç vermeleri anlaşılmış. Bu borç karşılığı borçludan bir çıkar beklenmez. Yalnız ödeme imkanına kavuştuğu zaman borcun aslını ödenmesi istenir. Bağış ise geri istenmez.

Müslüman kardeşinin sıkıntısını gidermek her müslümana farzdır desek yanlış olmaz. (Müzemmil 73/20)

“Müslüman müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamette sıkıntısını giderir. Kim bir müslüman’ın ayıbını örterse Allah da o kimsenin kıyamette ayıbını örter.” (Buhârî, Mezâlim/3 no: 2442. Müslim¸ Birr/15 no: 58)

Karz-ı hasen hem Allah’a güvenin sonucu, hem de O’nun imkanı olan kulları üzerinde bir hakkıdır.  

 

7.Mutlak sevgiyi O’na tahsis etmek

İman edenlerin gerçek sevgiyi, en yüksek sevgiyi Allah’a tahsis etmeleri gerekir. Şu âyette anlatıldığı gibi olanlar, yanlıştadır.

وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ ٱللَّهِ أَندَادٗا يُحِبُّونَهُمۡ كَحُبِّ ٱللَّهِۖ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَشَدُّ حُبّٗا لِّلَّهِۗ ١٦٥

“İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allah'ı sever gibi onları severler. İnananlar ise en çok Allah'ı severler...” (Bekara 2/165)

Onların sevgilerinin ölçüsü de Allah (st) olmalı. Yani O’nun ‘sevin’ dediklerini sevmek, O’nun ‘sevmeyin’ dediklerini sevmemek müslüman üzerinde Allah’ın hakkıdır. Şu âyette anlatıldığı gibi:

“Allah'a ve Âhiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Elçisine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir...” (Mücâdile 58/22)

8.Mutlak korkuyu O’na tahsis etmek

Müslüman hiç kimseden, hiç bir makamdan Allah’tan korkar gibi korkmaz. Allah’tan korkmak, O’na karşı gerekli saygının ve sevginin gösterilememesi, kulluk görevlerini ve şükrün hakkıyla yerine getirelememesi endişesidir.

Allah (cc) beni Cehennemine atar korkusundan ziyade, O’nun sevgisinin azalmasına sebep olabilirim diye içinin titremesidir.

Böyle bir korku sadece Allah’a karşı gösterilir, zira bu O’nun hakkıdır.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ ٱلشَّيۡطَٰنُ يُخَوِّفُ أَوۡلِيَآءَهُۥ فَلَا تَخَافُوهُمۡ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤۡمِنِينَ ١٧٥

“Kendi dostlarından korkmayı [içinize] yerleştiren Şeytandan başkası değildir: Öyleyse onlardan değil, yalnızca Benden korkun, eğer gerçek müminler iseniz!” (Âli İmran 3/175)

وَمَن يُطِعِ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ وَيَخۡشَ ٱللَّهَ وَيَتَّقۡهِ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡفَآئِزُونَ ٥٢

Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkarsa (haşyet duyarsa) ve O’ndan ittika ederse (sorumluluk bilinciyle davranırsa); iste kurtuluşa erenler onlardır.” (Nûr 24/52)

Müslüman, korku, sevgi ve ümit beslemeyi; her üçünü birden yalnızca Allah’a tahsis eder. Bu üçlünün birlikte başka bir varlığa karşı gösterilmesi, hem Allah’ın hakkına saygısızlıktır, hem de şirke götürebilir. 

9.Fıtratı bozmamak

Allah (st) her şeyi fıtrat üzere yarattı, yaratıyor. İnsan

mudahelesi olmazsa her şey fıtratının gereğini yapar. Ya da verilen işlevi/görevi yerine getirir.

فَأَقِمۡ وَجۡهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفٗاۚ فِطۡرَتَ ٱللَّهِ ٱلَّتِي فَطَرَ ٱلنَّاسَ عَلَيۡهَاۚ لَا تَبۡدِيلَ لِخَلۡقِ ٱللَّهِۚ ذَٰلِكَ ٱلدِّينُ ٱلۡقَيِّمُ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعۡلَمُونَ ٣٠

“O hâlde yüzünü, Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değişme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

Fıtrat, el-Fâtır olan Allah’ın insanlara ve varlıklara yoktan var ederek verdiği kabiliyet, onlara ait proğramdır.  

Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleştirecek donanım ve altyapıya  

sahip olmasıdır.

Allah’ın varlığa yerleştirdiği bu tabii yapıyı korumak, bozmamak, değiştirmemek insanın görevi, Allah’n hakkıdır.

10.Gücü yetenleri Beyt’i ziyaret etmesi

Bir âyette her ne kadar hak kelimesi kullanılmasa da Allah’ın kullar üzerindeki hakkından bahsediliyor:

فِيهِ ءَايَٰتُۢ بَيِّنَٰتٞ مَّقَامُ إِبۡرَٰهِيمَۖ وَمَن دَخَلَهُۥ كَانَ ءَامِنٗاۗ وَلِلَّهِ عَلَى ٱلنَّاسِ حِجُّ ٱلۡبَيۡتِ مَنِ ٱسۡتَطَاعَ إِلَيۡهِ سَبِيلٗاۚ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ ٱللَّهَ غَنِيٌّ عَنِ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٩٧

“Oraya (gitmeye) bir yol (imkan) bulabilen kimseye, Beyt(ullâh)’ı haccetmesi, Allah’ın hakkı (olarak o kimseye farz)dır. Kim de (bunu reddeder de) küfre saparsa, (küfrü kendi aleyhinedir ve) şüphesiz Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir (kimseye ihtiyacı yoktur).” (Âli İmran 3/97)

Bir kimse “falancanın üzerimde hakkı vardır” dese, o kimsenin hakkını te’kit etmiş ve üzerine vacip kılmış olur.

Allah (cc) bu şekilde hem Kâbe’nin saygınlığını haber vermiş oluyor, hem de onu ziyaret etmenin iman edenlere bir yükümlülük olduğunu bildiriyor. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/705)

11.Emânete yazık etmemek, ya da onu korumak 

إِنَّا عَرَضۡنَا ٱلۡأَمَانَةَ عَلَى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَٱلۡجِبَالِ فَأَبَيۡنَ أَن يَحۡمِلۡنَهَا وَأَشۡفَقۡنَ مِنۡهَا وَحَمَلَهَا ٱلۡإِنسَٰنُۖ إِنَّهُۥ كَانَ ظَلُومٗا جَهُولٗا ٧٢

“Şüphesiz biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de

onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan

yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir” (Ahzab 33/72)

Bu âyetteki ‘emânet’; Tevhid kelimesi ve gereği, akıl, kulluk veya Allah’a itaat, İslâm’ın insanlara teklifleri/emir ve yasaklar, ruhí ve bedení kabiliyetler, Allah’ın insanlara gönderdiği hak din, insanın yeryüzündeki halifeliği, doğruluk (emin olma) olarak yorumlandı.

Emâneti korumak veya hakkını vermek ancak Allah’a kullukla (ibadetle) mümkündür. Bu da Allah’ın kulları üzerinde bir hakkıdır.

 

12.Allah’ın sembollerine (şeâir’e) saygı

ذٰلِكَۗ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَٓائِرَ اللّٰهِ فَاِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ ﴿32﴾

İşte böyle. Kim Allah'ın sembollerine saygı gösterirse, bu; kalblerin takvasındandır.” (Hac 22/32)

Kalblerinde Allah korkusu olanlar, O’na karşı sorumlu davrananlar; O'nun işaretlerine saygı gösterirler.

Kur’an üç şeyin Allah’ın sembolleri olduğunu söylüyor: Kurban, hacc, Safa ile Merve.

وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِ لَكُمْ ف۪يهَا خَيْرٌۗ  َ ﴿36﴾

“İri cüsseli hayvanların (bedene’lerin) kurban edilmesine gelince, Biz onu sizin için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah’ın sembollerinden (şeâirullah’tan) biri olarak (ibadet) kıldık…”  (Hac 22/36)

اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ   ﴿158﴾

“(O halde) unutmayın, Safâ ve Merve, Allah tarafından konulmuş sembollerdendir (şeâirullah’tandır);... (Bekara 2/158) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًاۜ ...﴿2﴾

“Ey iman edenler! Allah'ın koyduğu sembollere (şeâirullah’a) ve kutsal (Hac) ayına ve süslenmiş kurbanlıklara ve Rablerinin lütuf ve rızasını isteyerek Beytu'l-Harâm'a koşanlara karşı saygısızlıkta bulunmayın…” (Mâide 5/2)

Kur’an’ın ‘şeâir-dinin sembolleri’ dediği şeyler aslında iman edenlere Allah’ı hatırlatan şeylerdir. Allah’la igili şuuru canlı tutan alâmetlerdir. Bu semboller iman eden kalplerde takvanın kökleşmesini, din duygusunun kuvvetlenmesini sağlarlar.

13.Yeryüzünde fesat çıkarmamak  

Yeryüzünün düzenli hâle getirilmesi, yayılıp döşenmesi iki âyette Allah’a nisbet ediliyor.

وَلَا تُفۡسِدُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ بَعۡدَ إِصۡلَٰحِهَا وَٱدۡعُوهُ خَوۡفٗا وَطَمَعًاۚ إِنَّ رَحۡمَتَ ٱللَّهِ قَرِيبٞ مِّنَ ٱلۡمُحۡسِنِينَ ٥٦

“..Islah edildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (A’raf 7/56, 88)

Allah (c.c.) peygamberlerin diliyle bütün insanlığa; “ıslah edilmiş, düzeltilmiş yeryüzünde fesad çıkarmayın” diye emrediyor. (A’raf 7/74. A’raf 7/86. Hûd 11/85. Şuarâ 26/183. Ankebût 29/36)

وَلَا تُطِيعُوٓاْ أَمۡرَ ٱلۡمُسۡرِفِينَ ١٥١

ٱلَّذِينَ يُفۡسِدُونَ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَلَا يُصۡلِحُونَ ١٥٢

"O aşırıların emrine uymayın."  Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).” (Şuarâ 26//151-152)

Allah (c.c.) yeryüzünü insanların yaşayabileği biçimde düzeltmişken maddî ve manevî tahribat yaparak bu dünyayı yaşanmaz, hayatı çekilmez  hâle getirmek fesattır.

Allah’ın yeryüzünü ıslah etmesini iki türlü anlamak mümkün;

Birincisi; Maddî manada yeryüzünü hayata hazırlamak. Su toprak, hava, madenler, araziler, hayvanlar, bitkiler, yağmur ve mevsimler gibi hayat malzemeleri hazır.

Ama savaşlar, çevre kirliliği, ormanları tahrip, düzensiz avlanma, haksız hayvan ölümleri gibi şeyler hayatı zorlaştırdığı ve tabiatı tahrip ettiği için fesadtır.

İkincisi; Allah (st) vahiyle insan ve toplum hayatını ıslah edilmesini emrediyor. Allah’ın vahiy ve peygamberler göndermesi, hakka davet etmesi, yeryüzünün en güzel biçimde yaratması, hakkı ve bâtılı açıklaması, küfrün, zulmün, kötülüğün ne olduğunu açıklaması, fesadı ve ıslahı göstermesidir.

Ancak insanlar Allah’ın ölçülerini bırakıp kendi hevâlarına uydukları sürece fesat yagınlaşır. Hayat zorlaşır, zulüm ve haksızlıklar artar. 

Allah’a isyan, küfretmek ve masiyette bulunmak fitne ve kargaşa çıkarmak, zulmetmek gibi şeyler de fesadtır. Bu tür davranışlar yeryüzünün fesadı insanların, bitkilerin dinî ve dünyevî maslahatıların zarar görmesi demektir.

Demek ki Allah’tan başkasına kulluk etmek hayatın her alanında fesada sebep olur.

Müslüman fesatçı (müfsit) olmamalı. Rasûlüllah onu şöyle tanımlıyor:

“Mümin, bal arısına benzer. Bal arısı gibi hep güzel, temiz, helâl şeyler yer. Hep güzel şeyler üretir, hep iyiliklerin peşinden koşar. Hiçbir şeyi ne döker, ne kırar, ne de ifsat eder.” (Ahmed b. Hanbel, 2/199)