Onları sesiyle sarsıntıya uğratır,  askerlerini onların üzerine gönderir, mallarda ve nesillerde onlara ortak olur. (17 İsrâ/64)

Şeytanın bütün bu faaliyetleri bir vesvese, ütopyaya davet, aldatma ve kandırmadır. Kur’an, şeytanın insanlara bir şeyler fısıldamasına, bir şeyler telkin etmesine de ‘vahy-bildirme, haber verme’ diyor.

İslâma inanmayan müşrikler, müslümanları dinlerinde ve Allah’ın hükümleri uyma noktasında şüpheye düşürmek için çalışırlar. Kafalarını karıştırmaya uğraşırlar. Ya da Allah’ın hükümlerine uymada kendileri gibi gevşek davranmaya, o emirlere uymamakla bir şey olmadığını onlara inandırmaya çaba gösterirler. Ki bu da şeytanın onlara bir telkini ve bir davetidir.

Allah (cc) müslümanlara şöyle sesleniyor:

“Üzerine Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısk’tır (yoldan çıkmaktır). Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi velilerine (dostlarına) gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz.” (6 En’am/121)

Kur’an burada kalplerde ilham cinsinden meydana gelen şeyi ‘vahy’ kelimesi ile ifade etmektedir. Dolaysıyla  şeytanın kendi velilerine ilham etmesine de vahy (bildirme, fısıldam, haber verme) denilmektedir. Bu vahy şer bir vahy’dir ve şeytana izafe edilmektedir. (İbnu A’rabí, Ahkâmu’l Kur’an, 2/274)

İbni Hâtim, Zemil’den şöyle rivâyet ediyor:

Bir defasında İbni Abbas’ın yanında oturuyorduk. Bir adam geldi ve şöyle sordu: “Ey İbni Abbas, Ebu İshak Allah’ın kendisine vahyettiğini iddia ediyor, ne dersin?” İbni Abbas, “O adam doğru söylüyor” diye cevap verdi. Onun bu cevabına şaşırarak dedim ki; “İbni Abbas o adamın doğru söylediğini mi söylüyor?” Dedi ki; “Evet, iki vahiy vardır. Biri Allah’ın vahyi, diğeri de şeytanın vahyi. Allah (cc) Muhammed’e vahyetti, şeytan ise kendi velilerine vahyedip duruyor.” Sonra da bu âyeti okudu. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/613)

İkrime, “Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısına aldatma için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak.” (6 En’am/112) âyetindeki vahy’in de aynı anlama geldiğini söylemektedir. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/613)

Bir hadis rivâyetinde şöyle deniliyor:

         “Şüphesiz ki melek te, şeytan da kalbe bir takım şeyler bırakırlar. Meleğin telkini hayra götürme ve hakkı doğrulama, şeytanın telkini ise şerre götürme ve hakkı yalanlamadır. Kim kalbinde (hakka çağıran) bir şey bulursa, bilsin ki bu melektendir ve Allah’a hamdetsin. Kim de kalbinde şerre davet eden bir ses bulursa hemen Allah’a sığınsın.” Sonra da şu âyeti okudu: “Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur ve size çirkin fenalıkları emreder.” (2 Bakara/268) (Tirmizí, Tefsir/3 no: 2988)  

         Şeytan, kendi yandaşlarına, kendine itaat edenlere veya davetine kulak verenlere yaklaşırlar. Onlara telkinde bulunurlar. Şeytanın telkinlerine aldanan günahkârlar da gerçeği ters yüz ederler ve yalan söylerler.

         “Şeytanın kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi?

         Onlar, gerçeği ters yüz eden günaha düşkün olan her yalancıya iner.

         Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.” (26 Şuarâ/221-223)

         Gökyüzündeki kimi lamba gibi aydınlatıcıların, kulak hırsızlığı yapmaya çalışan şeytanları izlemekle görevli olduğunu Kur’an haber vermektedir.

         “En yakın gök kandillerle (ışık kaynakları ile) süslendiği gibi bunların her biri şeytanları takip eden birer taşlama birimleri (nücûm) kılınmıştır.” (67 Mülk/5)

         “Andolsun, Biz gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik.

         Ve onu her  kovulan şeytandan koruduk.

         Ancak kulak hırsızlığı yapan olunca, onu da parlak bir ateş (şihab) izlemektedir.” (15 Hıcr/16-19. bir benzeri 37 Saffât/10)

         “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu oldukça güçlü koruyucular ve şihablarla (parlak ateşlerle) doldurulmuş bulduk.

         Oysa biz gerçekten onun bazı bölümlerinde oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.” (72 Cin/8-9)

         Hz. Aişe (ranha) şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah’ı şöyle derken işittim:

         “Melekler bulutlarının içine inerler de gökte geleceğe ait bazı olayları kendi aralarında anarlar. Bu sırada şeytanlar (bu habere kulak) hırsızlığı yapar ve onu işitirler. İşittiklerini de gizlice kâhinlere (falcılara) taşırlar. Kahinler, şeytanlardan işittikleri kelimelerle beraber yüz yalan da kendi kafalarından uydururlar.” (Buhârî, Bedi’u’l halk/6)

         Demek ki şeytan ve dostları meleklerden bazı şeyler duymaya çalışırlar. Ancak bunu temamiyle başaramazlar. Çünkü kulak hırsızlığı yapanları şihab (yakıcı bir ateş) takip eder. Buna rağmen onlar kendi adamlarına vesvese verirler. Gerçeği bildiklerini ima edercesine onlara bir şeyler öğretirler. Onun dostları da şeytandan öğreniklerine binbir yalan katarak insanlara duyururlar. Böylece onları etki altına almaya çalışırlar.

         Şeytanın dostlarına vahyetmesi onlara vesvese vermesi anlamına gelir. (Beydaví, Tefsir, 1/319. Ebu’s-Suud, İrşâdu Akl-u Selîm, 2/200)

Elmalılı’ya göre ise buradaki ‘şeytanlar’dan maksadın gizli şeytanlar, iblis ve askerleri, yani cin şeytanları, ‘bunların dostları’ndan maksadın da insan şaytanları ve onlara uyanlardır.

         Tefsirci İkrime’den rivayet edildiğine göre, ‘şeytanlar’dan maksat, inatçı mecusiler, ‘velilerinden’ maksat ta Kureyş müşrikleridir.  Bunlar arasında cahiliyye devrinde dostluk ve yazışmalar vardı.

Ölmüş hayvanın yenilmesinin haram kılınmasından sonra Mecûsiler, Kureyş müşriklerine; ‘Muhammed ve arkadaşları Allah’ın emrine uyduklarını sanıyorlar. Sonra da kendilerinin kestiğini helâl, Allah’ın kestiğinin haram olduğu kanaatinde bulunuyorlar’ diye yazmışlardı. İşte şeytanlar insanlara böyle telkinler ile leşleri, pis yiyecekleri yedirmeye ve Allah’ın emrinin tersine yapmaya sevketmeye çalışırlar. (Ebu’s-Suud, İrşâdu Akl-u Selîm, 2/200. Elmalılı, Tefsir, 3/509)  

         Şeytan kendi velilerine yani müşriklere müslümanlarla din konusunda mücadele etmeleri için vesvese verir. O müşriklere, ‘Allah’ın öldürdüğünü yemeyin ama kendi elinizle boğazladığınız hayvanın etini yeyin’ der. (Böylece hayvan boğazlarken Allah’ın adını anmanın gereksiz olduğunu telkin eder.) Bu vesveseden sonra müşrikler Rasûlüllah’a gelip dediler ki; “-Bize haber ver bakalım, öldüğü zaman bir koyunu kim öldürür?” Peygamber; “Allah (cc) öldürür.” Onlar, “Sen zannediyor musun ki senin ve arkadaşlarının (müslümanların) öldürdükleriniz; hatta köpeğin veya doğanın öldürdükleri helâl oluyor da, Allah’ın öldürdüğü haram oluyor?” Bunun üzerine bu âyet geldi. (Bağaví, Tefsir, 2/127)   

         “Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi velilerine (dostlarına) gizli-çağrılarda bulunurlar (vahyederler)...” Mücadele, kuvvetli bir delille sözü yine sözle defetmektir. Bu, hakka yardım ederse hak bir mücadeledir, batıla destek olursa batıl bir mücadeledir. (29 Ankebût/46) (İbni A’rabí, Ahkâmu’l-Kur’an, 2/274)

        Burada, Yahudi bilginlerinin İslam karşısında cahiliyye Araplarının zihinlerini zehirlemek için kullandıkları değişik şüphe ve karşı çıkış türlerine de değinilmektedir. Abdullah b. Abbas’dan gelen  bir rivâyete göre, Yahudilerin Hz. Musa’ya (as) karşı öğrettikleri çıkış yollarından biri şuydu: ‘Allah’ın (tabii ölümle) öldürdüğü haram oluyor da, bizim (Allah’ın adını anarak) öldürdüğümüz (boğazladığımız) nasıl helâl oluyor?’ Ehl-i Kitabın çarpık tutumları bu türdendi işte. Halkın zihnini zehirlemek ve gerçekle savaşlarında silahlandırmak için böylesi sorular icat ediyorlar ve kendilerine sunuyorlardı.(Mevdudí, Tefhim, 2/589)

          Şeytanların ve dostlarının bu telkinlerine uymak son derece yanlıştır. Çünkü şeytanın insana telkini hiç bir zaman hak ve güzel şeylar değildir.

         “Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın, kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder...” (24 Nûr/21)

         “Allah’ın  adı anılmadan kesilmiş olan hayvanları yemek fısk’tır, yani Allah’ın belirlediği doğru yoldan sapmadır. Allah’a isyandır. Üzerine Allah’ın adı anılmamış olan hayvanları yememeyi, bunun yoldan çıkma olduğunu bildiren En’am 121. âyette şeytanların velilerine, Allah’ın bu yasağına karşı çıkmalarını öğrettikleri, onlara itaat ettikleri takdirde mü’minlerin de onlardan olacağı bildiriliyor. Herhalde müşrikler, bazı imanı zayıf müslümanlara telkinde bulunarak bu yasağı çiğnetmek istemektedirler.

         Müşrikler, kendi kendine ölmüş hayvanın etini yer ve kestikleri hayvanın üzerine Allah’ın adını değil, Allah ile kendi aralarında aracı kabul ettikleri tanrılarının adını anarlardı. Kur’an, kendi kendine  ölmüş veya üzerine Allah’tan başkasınını adı anılarak boğazlanmış hayvanın etini yemeği haram kılınca dediler ki: “Hayvanın üzerine Allah adı anılsın anılmasın, yahut kesilerek veya kendi kendine ölsün; sonuç aynıdır. İkisi de ölmüş olduğuna göre arada fark yoktur.” İşte müşrikler, bu tür sözlerle bazı müslümanları kandırırp Allah’ın yasağını çiğnemeye sevketmek istemişlerdi. Henüz cahiliyye geleneklerinden tam sıyrılamamış olan bazı müslümanların da ilk anda bu yasağın hikmetini kavrayamayıp biraz terddüt etmiş olmaları mümkündür.

         “Şeytanlar velilerine sizinle mücadele etmeyi vahyederler...” cümlesinde bazı müslümanların bu tereddüte düştükleri sezilmektedir. Burada şeytanların müslümanlarla mücadele etmeyi telkin ettiğ dostları, muhakkak ki İslâm düşmanı olan inkârcı müşriklerdir.” (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 3/229)

         “...Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz.”

         Eğer Allah’ın haram kıldığını helâl sayarak şeytana ve onun velilerine itaat ederseniz; siz de onlar gibi müşrik olursunuz. Gerçekte Allah’ın dışındaki ilâhlara itaat ederse, o şirk koşmuş olur. Hak dini din olarak seçenler ancak üzerine Allah’ın adının anıldığı (besmeleyle kesilmiş) hayvanın etini yerler. (Nesefí, A. b. Ahmed, Medâriku’t Tenzîl,  1/533. Bağaví, Tefsir, 2/127.  İbnu A’rabí, Ahkâmu’l-Kur’an, 2/274)

         Zeccâc’a göre bu  âyet, Allah’ın haramını helâl, helâlını da haram saymanın kişiyi müşrik yapacağına delildir.  (Bağaví, Tefsir, 2/127)

         Kur’an âyetleri açık bir şekilde Allah’ın indirdiği şeriata dayanmayan en küçük bir konuda bile bir başkasının hükümlerini kabul etmenin, hakimiyeti tek başına Allah’a teslim etmeyen bir hükme rıza göstermenin müslümanı Allah’a teslimiyet çizgisinden çıkarıp şirke götürdüğünü söylüyor.

         Allah’ın koyduğu ölçülerin bırakılıp, başkalarının ölçülerini ve hükümlerini kabul etmek şirkten başka bir şey değildir. Nitekim Peygamber (sav); “Hahamlarını ve papazlarını rab edindiler...” (9 Tevbe/31) âyetinde geçen insanları rab edinmenin anlamının; onların helâl ve haram ölçülerini kabul etmek şeklinde açıklamıştır. (Tirmizí, Tefsir/10, hadis no: 3090, 5/278.  İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/137)

        Abdullah ibni Abbas âyeti şöyle yorumlamış:

         “Bilginler ve rahipler onlara kendileri için secde etmelerini değil, Allah’a isyan olan şeyleri emrediyorlardı. Onlar da itaat ediyorlardı. Allah (cc) bu sebeple onları rabler diye isimlendirmiştir.” (Teberí, 6, 10/115’den nak. Kur’an’da İbadet Kavramı, İ. Karagöz, s: 70)

 

         6a-Bu Âyetin Nüzûl Sebebi:

İbni Abbas’tan rivâyet edilmiştir. O der ki: “Üzerine Allah’ın adı anılmayan hayvanları yemeyin! Çünkü onu yemek Allah’ın emrinden çıkmaktır...” âyeti nâzil olunca, mecusí Farisiler Kureyşlilere Hz. Muhammed ile tartışmaları ve O’na ‘Senin elindeki bıçak ile boğazladığın helâl de, Allah’ın altın bıçakla boğazladığı (yani ölü hayvan) haram, öyle mi?’ demeleri için mektup göndermişlerdi. Bunu üzerine Allah (cc) bu âyeti gönderdi. (İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/614)

İbni Abbas’a göre âyette geçen ‘şeytanlar’, Farisíler, ‘onların velileri’ sözü ise Kureyşlilerdir. (A. el-Kâdí, Esbab-i Nüzûl, Ank. 1996, s: 184)   

         İbni Abbas’tan, Allah (cc); “...Şeytan evliyasına vahyeder...” âyeti gelince, müşrikler dediler ki; ‘Allah’ın boğazladığını yemiyorsunuz da, kendi boğazladıklarınızı yiyorsunuz. Bunun üzerine; “Üzerine Allah’ın adı anılmayan hayvanları yemeyin! Çünkü onu yemek Allah’ın emrinden çıkmaktır...”  âyetini indirdi. (Ebû Dâvûd ve İbni Mace’den, İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/614)

 

Hüseyin K. Ece

Kur’an’da Üç Evliyâ kitabından