1990lı yılların başında Rahmetli R. Dikmen’in yolu Amsterdam’a düşmüştü. Kendisi Mavera’nın hikayecilerindeNDİ ve o sırada Devlet Planlama Teşkilatından çalışıyordu. Görevi gereği Brüksel’e gelmişti ve oradan da Amsterdam’a uğradı. Bana da misafir oldu.

O zaman anlatmıştı. “1980 askeri darbesini yapan ve sonra da yaptırdığı anayasa ile kendisini yedi yıllığına cumhurbaşkanı seçtiren general 1989 yılında emekli olmasına yakın, Çankaya köşkünde geniç çaplı bir resepsiyon verdi. Hükümet üyelerini, yüksek düzeyli memurları, parti başkanlarını, sanatçıları, meşhur yazarları bu resepsiyona davet etti.

(O zaman Devlet PlanlamAda çalışan) N. Pakdil’e de bu resepsiyon için bir davetiye geldi. N. Pakdil darbecilerin fikirlerini de, yaptıkları icraatları da, haksız yere o makamı ele geçirmelerini  de kabul etmezdi. Davetiye gelince uzun zamandan beri beklediği fırsat eline geçmişti: Darbecilere hayır diye haykırabilmek. Onu da nasıl yapacaktı? Topla, tüfekle, mahkeme, hapishane veya yumrukla yapacak değildi ya.

Davetiyenin üzerine büyük harflerle, adeta yüksek sesle, bağırarak, hem de kalemi bastırarak, sert bir şekilde: “GEL-Mİ-YO-RUM......” yazdı ve davetiyeyi geldiği yere geri gönderdi

Siz onu “Gelmiyorum ULAN” şeklinde anlayabilirsiniz.

“Bu cavaptaki tepkiyi varın düşünün. Birisinin telefonun öbür ucundaki muhataba bu şekilde cevap verdiğini, ya da kendisini bir yere götürmeye çalışan bir zorbaya “gelmiyorum” diyen bir kişinin, ya da birisini protesto etmek için yüksek sesle “senin dediğini demiyorum ulan” diye çıkışını düşünün. Aynen öyle.

Hatırlayınız, K. Evren ve arkadaşları şartların oluşmasını bekledikten sonra 12 Eylûl gecesi yönetime el koydular. Yani halkın vermediği bir yetkiyi silah zoruyla ele geçirdiler, gasbettiler. Halkın oyu ile seçilen meclisi feshettiler. Ülkeyi yönetmek için kurulan ve halktan destek bekleyen partileri kapattılar.

Bunun adına kim ne derse desin, farketmez. Bu bir askeri darbe idi, bir yetki gasbı idi, bir nevi eşkıyalıktı.

Darbeden sonra darbeyi yapan beş kişilik generaller çetesi anayasayı da lağvederek kendileri yeni bir anayasa yaptırdılar. Sonra da halk oyuna sundular. Halk büyük çoğunlukla bu anayasaya kabul oyu verdi.

Halk kendisine dayatılan bu metne “kabul” demek zorunda idi. Zira tepesinde demoklesin kılıcı asılı idi.

(Ben o referendumda Beylikahır’da sandık başkanı idim. Beylikahır gibi daha çok sol partilerin oy aldığı, dindarlığın zayıf olduğu bir yerde bile red oyları kabul oylarının iki mislinden fazla çıkmıştı. Diğer illerde, özellikle doğu vilâyetlerinde yüzde seksen, yüzde doksan kabul oyunun arkasındaki sebebi bu işlerle uğraşanlar bilir.)

O anayasa ülkemizde hâlâ yürülükte yirmibeş seneden beri. Bazı maddeleri değişse bile ana metin, özü hâlâ geçerli. Ülkemiz yıllardan beri beş generalin kafasına, anlayışına, dünya görüşüne, dayatmasına göre hazırlanmış bir metin ile yönetiliyor. Koca bir toplum kendisine silah zoruyla giydirilen bu gömleği taşımak zorunda.

Şimdilerde bu anayasanın bir kaç maddesini değiştirma fırsatı doğdu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, yani halktan yönetim yetkisi alan meclis diyor ki Türkiye halkına: Bu darbe anayasının bir kaç maddesini değiştirmek istiyoruz. Onay veriyor musunuz?

Değiştirilmek istenen maddeler iyi veya kötü hiç önemli değil. Maddeler abartıldığı kadar belki Türkiyeyi uçurmayacak, belki her şey güllük gülistanlık olmayacak, belki ülkenin dertlerini bir anda düzeltmeyecek.

Ama bir şey son derece önemli.

Darbe, yani yönetimi silah zoruyla ele geçiren zorbaların yaptığı anayasının bir kaç maddesini değiştirme imkanı doğdu.

N.Pakdil gibi “GELMİYORUM”,

darbecilere Macar halkı gibi “NEM, NEM, ŞUHÂ - HAYRI, HAYIR, ASLA” deme,

E.Said gibi İsrail tanklarına taş atma imkanı doğdu.

Bu referendum bana göre bir kaç maddeye “evet” demek değil;

darbecilere,

eşkıyalara,

hakkı olmayan yetkiyi zorla ele geçirip bunu halkın aleyhine kullanmak isteyenlere,

ülkemizi uzun yıllardan beri işgal altında tutan vatana yabancı zihniyete “HAYIR, REDDEDİYORUM” demektir.  

Hiç bu fırsat kaçar mı?

 

Hüseyin K. Ece

07.04.2017

Zaandam