Kadın kocasına: “Hükümdara bir hediye de biz götürelim, bakalım bize ne karşılık verecek. Belki yoksulluğumuz biraz hafifler” Diye israr eder durumuş.”

Adam; “Yahu hanım! Biz ona nasıl bir hediye götürebiliriz ki, o da bize bir şeyler versin. Hem bizi hükümdarın yanına koymazlar; kapıcısı var, aracıları var, bakanları var. Hangi birine derdimizi anlatabiliriz ki?” diye işi uzatırmış.

Kadın; “Bahçedeki güzel kaysılardan bir sepet doldururuz, sen de bunu hükümdara götürürsün, pek güzel bir hediye olur” demiş. Ve gitmesi için ısrar etmiş. Sonunda bu iş adamın da aklı yatmış. Sepeti kaysıyla doldurduğu gibi sarayın kapısına gitmiş.

Nebötçi: “Nereye gidiyorsun?” demiş.

Adam; “Hükümdarı görmeye geldim” diye cevap vermiş.

Nöbetçi; “O zaman şurada bekleyenlerin yanında dur, sonra seni hükümdarın yanına götürürler” demiş.

O da orada bekleyenlerin yanına gidip durmuş. Sonra bir görevli gelip onları tek tek sıraya sokmuş, ‘sağa dön’‘sola dön’ komutlarıyla karanlık dehlizlere doğru gitmişler. Karşılarına demirden bir kapı çıkmış. Onları getiren adam kapıyı açıp; “içeri girin” dedikten sonra kapıyı üzerlerine kapatmış.

Eli sepetli adam; “biz nereye geldik?” diye yanındakine sormuş.

O da “hapishaneye” demiş. Adam; “ne hapishanesi?” deyince; Adam şaşkın bir şekilde: “biz mahkûmlarız, cezamızı çekmeye geldik buraya” diye cevap vermiş.

Eli sepetli adam: “iyi ama benim bir suçum yok ki, ben hükümdara kaysı getirmiştim” diye durumu anlatmış. Mahkûm: “Sen derdini anlatana kadar buradan bir sene sonra bile zor çıkarsın. Buraya yemek bırakanlardan başkası uğramaz, onlar da zaten sağır ve dilsizdir” deyince adamacağız yığılıp kalmış.

Aradan aylar geçmiş. Hükümdar sarayı gezmeye çıkmış. Tesadüfen de hapishaneye uğramış.

Mahkûmlara tek tek suçlarını soruyormuş. Mahkûmlar da; ‘ben ceza kanununun falanca maddesinden yatıyorum”, bir diğeri; “ben de falanca maddeden mahkûmum”  demişler. Sıra bizim gariban adama gelmiş ve hükümdar onun da suçunu sormuş:

O da; “ben kaysı maddesinden mahkûm oldum” deyince, hükümdar yanındakilere dönüp; “bizim kanunlarda böyle bir madde hatırlamıyorum, bu ne biçim kanun maddesi, ilk defa duyuyorum” demiş. Bunun üzerine bizim gariban başından geçenleri bir bir anlatmış.

Hükümdar onun bu sanşsızlığına çok üzülmüş; “olan olmuş bir kere, geçmişi geri getiremem ama şimdi için dile benden ne dilersen” demiş.

Adam; “sağlınızı dilerim padişahım” diye cevap vermiş.

Hükümdar; “olmaz öyle şey, bir şeyler istemelisin” deyince adam;

“O zaman, bir tek altın, bir balta, bir de Kur’an-ı Kerim istiyorum” demiş.

Hükümdar; “istediklerin verilsin ama bunları ne yapacağını bana söyler misin?”

Adam; “balta ile bahçemizdeki kayısı ağacını kökünden keseceğim, sonra bana bu aklı veren ve beni bu kadar zamandır aramayan karımı bir altın verip boşacağım” demiş.

Padişah; “peki ya Kur’an-ı Kerim’i ne yapacaksın?” diye sorunca adam şu cevabı vermiş:

“Kur’an’a el basıp bir daha hükümdar yanına yaklaşmaya tevbe edeceğim.”

(Umran, 111.sayıdan)