Kırşehirli Bekir Amca anlatmıştı.

İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu yıllarda hapiste bulundum. Hapiste Hasan adlı birisiyle tanıştım. Onun hapise girişinin ilginç bir hikâyesi varmış. Dinleyelim:

O zamanlar (1940lı yıllar) bilindiği gibi dinî eğitim yasaktı. Din öğretimi yapanlar takip ediliyor, yakalananlara ağır cezalar veriliyordu. Bu çerçevede hastalara okuyan, muska yapan –köylülerin deyişi ile- hocalara da ceza verilirdi.

İşte bu Hasan’ın babası da köylülerin isteği üzerine manevi tedavi yapan, hastalar için muska yazan, halkın da hürmet etttiği okumuş biriydi. Benim ona hiç işim düşmedi ama komşulardan ona gidip tedavi olanlar ve fayda bulanlar vardı.

Bir ara İnönü’nün oğullarından biri hasta oldu. Hangisi olduğunu şu an hatırlamıyorum. Erdal bey mi idi, Ömer Bey mi idi.  Ülkenin bütün sağlık teşkilatı, bütün doktorlar ellerinde. Öyle ya onlar o zaman devlet sayılırdı. Ama bir çare bulamamışlar. Sonunda birisi İnönü’ye bizim hapishane arkadaşı Hasan’ın babasını tavsiye etmiş. İnönü ister istemez razı olmuş. Hasan’ın babasını Kırşehir’den alıp Ankara’ya götürmüşler. O da kendie göre tedavi etmiş, üstüne üstlük bir de muska yazıp İnaçnü’nün oğluna boynuna asması için yazıp vermiş. Çocuk iyi olmuş.

Bunun üzerine bu türlü tedavi edenlere izin verilmiş ve cezadan kurtulmuşlar.

Hasan’ın bir de ağabeyi vardı. Aklı başında, düzgün yaşayan, olgun bir insan idi. Hasan ise okumadığı gibi serkeşin biriydi. Babasının çizgisine bir türlü gelememişti. O yüzden hapse düşünce de babası uzun zaman onu ziyarete gelmemişti. Günün birinde baba yüreği dayanamamış ve oğlunu ziyarete gelmişti. Ben o hocaefendiyi o zaman tanıdım. Herkes ona hürmet ediyor, yer gösteriyordu. O da gerçekten olgun ve saygıdeğer birine benziyordu.

Hasan’ın köyde Karaca adlı bir arkadaşı varmış. Karaca, dul bir kadınla evlenmiş ve mutlu bir hayat sürüyormuş. Aldığı dul hanım daha önceden bir arabacı ile evli imiş. Anlaşarak evlenmişler ama bir kaç sene sonra geçinememişler ve ayrılma zorunda kalmışlar.  Bunun üzerine hanım da Karaca ile evlenmiş.

Ancak aradan bir kaç sene geçince arabacı pişman olmuş ve başlamış boşandığı eski eşine sarkıntılık etmeye. Gördüğü yerde lâf atarmış, gel yeniden evlenelim dermiş. Hanım da, bak bu yaptığın iyi bir iş değil. Bir defa denedik olmadı. Ben evlendim, evim yuvam var, mutluyum, var yoluna git. Benimle uğraşma, yakamı bırak demiş. Ama adamın aldırdığı yok.Sartıntılık etmeyi sürdürmüş. Hanım seni kocama söylerim, kötü olur diye tehdit etmek istemiş, beriki ise kocasından korkmadığını söylemiş.

Sonunda kadın durumu kocasına anlatmış. Karaca doğru Hasan’a gidip durumu anlatmış ve ne yapması gerektiğini sormuş. Hasan; ‘git hanımına söyle, o adam bir daha karşısına gelirse desin ki; ‘Allah gözünü köz etsin, senden kurtuluş yok. Bu gece Karaca yok, eve gel de bu konuyu geniş geniş konuşalım.’

Karaca gidip Hasan’ın dediklerini hanımına anlatmış. Arabacı da o akşam eve gelmiş. Kadın kapıyı açıp da arabacı içeri girince Hasan’la Karaca saklandıkları yerden çıkmışlar, ikisi birlikte, akşamın karanlığında arabacıyı eşek sudan gelinceye kadar dövmüşler. Hasandaki gaddarlığa bakın ki o kadar dayak yetmemiş gibi bir de adamın makatına mısır kocanı çakmış. Feryat gürültü derken köylü de olan biteni duymuş.

Tabii arabacı feryadu figan ederek oradan uzaklaşmış ve ertesi gün hemen mahkemeye şikayet etmiş. Olanları anlatmak yerine, hanımlarını benden kıskandıkları için sokakta beni dövdüler demiş. Demek ki ya adamı vardı, ya da karşı taraf iyi savunma yapamadığı için bizim Hasan’a 7.5 sene ceza vermişler.

Daha sonradan Hasan’ın dosyası o hapishanede iken Ankara’ya temyize gitmiş. Olaydan haberdar olan İnönü bir de bakmış ki dava oğlunu tedavi eden hocanın oğlunun davası. Üzerine olmuş ve temyizin dava yeniden ele almasını sağlamış. Sonunda Hasan’ın cezası 1.5 yıla indirilmiş.

İşte Hasan’ı ben hapishanede bu durumda iken tanıdım.

17.04.1992

Zaandam