2000 yılının ilk aylarında, Hollanda Zaandam’da birisi anlattı. Ama ismini şu anda hatırlamıyorum. Olayı ya kendisi yaşadı  ya da yaşayan bir arkadaşından dinledi.

Bunlar bir grup olarak İstanbul’da faaliyet gösteren, kendisine şeyh diye hitap edilen bir zatı ziyarete gitmişler. Şeyh onları misafir salonunda kabul etmiş. Herkes U şeklinde döşenmiş minderlere oturmuş. Ziyaretçilerden biri yer kalmadığı için arka kısma, bir başkasının yanına oturmuş. Şeyh de U’nun uç kısmındaki her zaman oturduğu mindere oturmuş. Hoş beşten, nasihat faslından sonra aradan ne kadar zaman geçti, şeyh izin isteyip tekrar gelmek üzere kalkmış. Arkasından da bir ziyaretçi kalkıp gitmiş. Tabi minderi, yeri boş kalmış. Bunu gören arkada oturan ziyaretçi yerinden kalmış sağa doğru yürüyerek, şeyhin minderinin üstünden geçerek karşıda boşalan yere oturmuş. Herkes sessiz sessiz şeyhin tekrar gelişini beklerken başka gruptan birisi az önce karşıdaki mindere oturana çıkışmış.

“Sen de hiç tarikat edebi, sende hiç terbiye yok mu?" Adam şaşırmış tabi, diğerleri de. Şaşkınlıkla; “kardeş bir hatamı yaptım, niye öyle diyorsun” demiş. O da; "sende biraz tarikat edebi olsaydı efendi .......nin minderinin üzerinden geçmezdin!” Misafir; "bilemedim kusura bakmayın" demiş ve konuyu kapatmış.

Öyle ya şeyhin oturduğu minder bile saygın (kutsal mı demeliydim?), hiç üzerinden geçilir mi?

İşte insanı, eşyayı, nesneleri aşırı saygı sonucu fetiş haline getirmeye tipik bir örnek. Bir şeyin anlamı kaybolunca, sureti/görüntüsü, ya da onu hatırlatan nesneler fetiş haline getirilir.

24.11.2000

Zaandam