‘Tavaf’ kelimesinin ve onun türevlerinin Kur’an’daki kullanımlarına bir göz atalım.

Kur’an, bu kelimeyi ve bunun fiili olan ‘tâfe’yi sözlük anlamıyla bir kaç yerde kullanıyor. ‘Tâfe’, etrafını dolaşmak, kuşatmak, sarmak manalarına da gelmektedir.

‘Tâif’, tavaf eden, dolaşan, sarıp kuşatan demektir. Bir selin, bir rüzgârın veya benzeri bir şeyin, çoğalarak her yeri kaplaması, her şeyi kuşatması bu kelime ile ifade edilir.

Kur’an’da buna ilginç bir örnek vardır:

Allah’ın âyetlerine karşı zorbalık yapan, mal ve bahçe sahibi bir takım kimseler, ellerindeki malı kimseyle bölüşmek istemiyorlardı. O malı kendi elleriyle kazandıklarını düşünüyorlardı. “Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp gelen (tâif) bir belâ onun (o bahçenin) üzerini kuşatıverdi (tâfe). Sonunda bahçe kökünden kuruyup-kapkara kesildi.” (68/Kalem, 19-20)

Cennette, sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl civanlar (hizmetçiler), mü’minlere hizmet için dolaşırlar. (52/Tur, 24) İki âyette de bu hizmetçilerin ölümsüz gençler olduğu ve yine hizmet için cennetliklerin çevrelerinde dolaştıkları söyleniyor. (56/Vakıa, 17. 76/İnsan, 19)

Cennette tahtlar, değerli koltuklar üzerinde oturan mü’minler için, cennet içecekleriyle doldurulmuş kadehler dolaştırılır (tavaf ettirilir). (37/Saffat, 44-46) Buna benzer bir hizmetin de altın tepsi ve testilerle yapıldığını bir başka âyette görüyoruz. (43/Zuhruf, 71) Yine cennette tahtlar üzerinde otururken istedikleri meyvelerin kendilerine yaklaştırıldığı cennetliklerin çevresinde, gümüşten billûr kaplar, kupalar dolaştırılır. O kaplarda zencefil karışımı içecekler vardır. (76/İnsan, 13-17)

Bütün bu âyetlerde ‘tavaf’ masdarının fiili çeşitli kipler halinde kullanılıyor ve hepsi de bir şeyin çevresinde dolaşmayı ifade ediyor.

‘Tavaf’ kökünden türeyen bir başka kelime de ‘taife’dir ki, bu bir topluluk veya bir gruptur. Bir fikir, düşünce veya amacın etrafında toplananlar demektir. Türkçe’de de aynı anlamda kullanılmaktadır. Bir kimsenin etrafında dolaşanlara ve gemilerde çalışanlara ‘tayfa’ denilmektedir.

‘Tavaf’ın çoğulu ‘tevaif’ gelir. Kur’an bu kelimeyi tekil ve ikili olarak bir çok âyette kullanmaktadır. Şu örneklerde olduğu gibi:

“Kitap ehlinden bir grup (taife), sizi şaşırtıp saptırmayı arzuladı; fakat onlar ancak kendi nefislerini şaşırtıp-saptırırlar da şuuruna varmazlar.” (3/Âli İmran, 69)

“Eğer Allah’ın fazl ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir taife (grup), seni saptırmak için tasarı kurmuştu…” (4/Nisa, 113)

“Mü’minlerden iki taife (grup) çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin…” (49/Hucurat, 9) (Ayrıca bak: 3/Âli İmran, 72,154. 4/Nisa, 81,102. 7/A’raf, 87. 9/Tevbe, 66,83,122. 24/Nûr, 2)

Aynı kökten gelen bir kelime de ‘tufan’ kelimesidir. Bilindiği gibi ‘tufan’, aslında insanı sarıp-kuşatan her türlü olayın adıdır. Ancak özellikle her şeyi silip süpüren, her şeyi kuşatan sel hakkında kullanılır. Özel olarak da Nûh (as) kavmine verilen cezanın adıdır. Kur’an’da iki yerde geçmektedir:

“Andolsun, Biz Nûh’u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik, o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene kaldı. Sonra onlar zulmetmeye devam ederlerken ‘tufan’ onları yakalayıverdi.” (29/Ankebût, 14)

Benzer bir ‘tufan’ da mucize (âyet) olarak, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan ile beraber Firavun ve kavmine gönderilmişti. Ancak onlar inanmamakta yine direndiler. (7/A’raf, 133)

Tarihte kendilerine gönderilen elçileri dinlemeyen azgın topluluklara farklı cezalar verildiğini görmekteyiz. Bu cezaların hatırlatılması, şüphesiz ki bir uyarıdır. Aynı azgınlığı yapan kişi ve topluluklar benzer cezalarla karşılaşırlar. Bu ceza verme adaletin bir gereğidir. Azgın toplulukların nasıl bir ceza aldığını belki açık bir şekilde göremeyiz ama, suçluların hak ettiklerini almaları ilâhî adaletin sonucudur. Nuh (as) kavmine verilen ‘tufan’ın bir benzerinin bugün verilmediğini kim garanti edebilir. ‘Tufan’ insanı çevreleyip, her taraftan kuşatan bir musibet olduğuna göre, geniş kapsamlı bir belâ ve sıkıntı şeklinde görülebilir.

 

b-Terim Anlamıyla Tavaf

‘Tavaf’, bilinen anlamıyla ‘Kâbe’nin etrafında yedi defa dönmekdir. Bu dönüş, hacc ibadeti için en önemli faaliyettir. Şüphesiz Kâbe tavaf edilmeden hacc ibadeti yerine getirilemez. Hacer’ül Esved’in bulunduğu köşeden, Kâbe sola alınmak üzere başlanır ve aynı yere gelince bir dönüş tamamlanmış olur. Bu bir dönüşe ‘şavt’ denir. Yedi şavt bir tavaftır.

‘Tavaf’ın fıkhî durumunu anlatmak konumuzu aşar. Biz yalnızca bunun önemine ve hikmetine bir kaç cümle ile dikkat çekmek istiyoruz.

İnsanlar için bir toplanma ve güven yeri olan Kâbe, Allah’ın evidir, O’na en güzel kulluğun yapıldığı yerdir. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından yapıldıktan sonra Allah (cc) onlardan, ‘tavaf edenler, namaz kılanlar, rukû’ ve secde edenler için onu temizleyin’ diye söz almıştı ya da onlara emretmişti. Her iki yüce elçi, Kâbe’yi hacc’a gelecekler için temizlediler. Orasını her türlü şirk, isyan ve günah kirinden arındırdılar. Ya da orasını şirkten uzak bir şekilde Tevhid’in evi yaptılar.  (2/Bakara, 125. 32/Hacc, 26)

Tevhid dinine inanan mü’minler, asırlar boyu Allah’ın davetine uyarak Mekke’ye koşuyorlar, Allah rızası için O’nun Beyti’ni ziyaret ve tavaf ediyorlar, dua ve niyazda bulunuyorlar. Hacc ibadeti zorluğuna rağmen mü’minin hayatında değişime sebep olan önemli bir ibadettir. Tevhid Dininin babası İbrahim (as) tarafından insanlar hacc yapmaya davet edildiği günden beri, Hacc mekanları yüce bir kulluğa ev sahipliği yapıyorlar.

‘Tavaf’, haccı tamamlayan bir rükün olması dolayısıyla önemlidir.

‘Tavaf’, hacc ibadetinde namazdaki şartlar gibidir. Emredilmesinin, haccın  bir şartı kılınmasının pek çok hikmeti vardır. İbrahim (as) hacc ibadetini  böyle yaptı, Peygamberimiz de bu şekilde yerine getirdi. Demek ki Rabbimiz böyle yapılmasını istiyor. Kâbe’nin etrafında dönüş ve Kâbe’nin temsil ettiği Tevhid’e bir bağlılık ifadesidir. Allah’a imanın dışa yansıması, O’nun emirlerine teslim olmanın görüntüsüdür. Bu aynı zamanda bir dua ve yakarıştır. Mü’min, uzak yerlerden belli bir zamanda (kurban bayramında) belli bir yerde (Kâbe’de), belli olan bir ibadeti yerine getirmektedir. Her bir dönüş bu bağlılığı, bu teslimiyeti ilan eder. Mahşer meydanında yalnızca Allah’ın huzurunda olunacağı hatırlanarak, ihram elbisesine bürünerek O’nun huzurunda, o kadar müslümanın içerisinde bir başına, Allah’a yakarma, af-bağış dileme durumudur. Bu dönüş, Allah’a doğru yürüyüşün, ahirete doğru olan yolculuğun bir sembolüdür. Bu tavaf, aynı zamanda, bütün mü’minlerin Tevhid ilkeleri etrafında, Tevhid’in merkezi çevresinde bir araya gelmelerinin, kenetlenmelerinin işaretidir.

Kur’an diyor ki:

“Şüphesiz ki ‘Safa ile Merve’, Allah’ın işaretlerindendir. Böylece kim Ev’i (Kâbeyi) hacc eder veya umre yaparsa, artık tavafı bu ikisiyle yapmasında bir sakınca yoktur….” (2/Bakara, 158)

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 692-694