Bir çocuğun reşid olma yaşına ulaşması ‘büluğ çağına ulaştı’, ‘büluğa erdi’ şeklinde söylenir. (12/Yusuf, 22. 24/Nûr, 59. 6/En’am, 152. 17/İsra, 34) Bu yaş, güç ve kuvvete ulaşma, kişinin kendi işini kendi görebileceği yaşa varma zamanıdır. Peygamber için kullanıldığı zaman onların kırk yaşına ulaşmaları kasdedilir. (46/Ahkaf, 15)

Aynı fiil, yer bakımından bir mekana ulaşma, varma anlamında; (18/Kehf, 86,90,93. 17/İsra, 37. 48/Fetih, 25), zaman olarak belli bir sürenin sonuna ulaşma anlamında; (2/Bakara, 231, 232, 234. 6/En’am, 124), yaşlanma, ömrün sonuna gelme manasında; (19/Meryem, 8. 3/Âli İmran, 40. 22/Hacc, 5. 40/Mü’min, 67), belli bir amaca ulaşma (18/Kehf, 61), bir şeyin bir yere, bir duruma ulaşması anlamında; (33/Ahzab, 10. 56 Vakız/83. 75/Kıyame, 26) kullanılmaktadır.

‘Beleğa’ fiilinin fail ismi olan ‘baliğ’, bir yere ulaşan, varan, yerine getiren demektir. “…Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir (baliğ’dir). Allah, her şey için bir ölçü koymuştur.” (65 Talak/3)

Bunun ‘baliğa’ şeklinde söylenişi, en üstün, apaçık, en olgunluğa erişmiş, maksada en uygun anlamına kullanılmaktadır. (6/En’am, 149) Bu âyette ‘hüccetullahi’l baliğa-en üstün delil’ şeklinde geçiyor. Allah’ın gönderdiği uyarıcı haberler de ‘baliğa-amaca, doruğa ulaşmış hikmetli’ haberlerdir. (54/Kamer, 4-5).

Aynı kökten gelen ‘belîğ’ kelimesi, en açık, en etkileyici, maksada en uygun, noksansız ve güzel söz demektir. (4/Nisa, 63)

‘Belâğat’ güzel söz söyleme sanatıdır ki, karşıdaki kimsenin durumuna göre, tam yerinde, düzgün ve etkileyici, maksada en uygun söz söyleme sanatı demektir. Kur’an, en üstün ‘fasahat’ (az sözle çok şey anlatma) ve belağat sanatına sahiptir, bu bakımdan benzeri olmayan bir mucizedir.

 

b-Tebliğin Anlam Sahası

‘Tebliğ’, Kur’an’da, Allah’ın vahyinin insanlara ulaştırılması anlamında kullanılmaktadır. Bunun masdarı olan ‘belağ’ ise ulaştırma, ulaştırı demektir. Kur’an’da ‘tebliğ’ kelimesi fiil halinde, ‘belağ’ ise masdar olarak geçmektedir.

‘Tebliğ’ edilmesi gereken şey Allah’ın vahyidir ve bu vahyin sahibi de Allah’tır. Bütün nebiler bu faaliyette bir aracıdırlar. Onlar, kendilerine vahyedilen şeyi çevrelerindeki insanlara aktarmak ve ulaştırmakla sorumludurlar. Tebliğin muhatabı, tebliğ ulaştırılması gerekenler insanlardır.

‘Tebliğ’ görevi aynı zamanda bütün peygamberlerin bir sıfatıdır. Onlar, Allah’tan aldıkları vahyi, hiç bir ilave yapmadan, hiç bir şey çıkarmadan, en güzel bir şekilde insanlara ulaştırırlar.

Kur’an şöyle diyor:

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni duyur (tebliğ et). Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.” (5/Maide, 67)

 

c-Peygamberlerin Tebliğ Görevi

Aynı görev diğer peygamberlere de verilmiştir. Meselâ Nûh (as) kavmine diyor ki:

“Size Rabbimin risaletini (ilâhî mesajı) tebliğ ediyorum. Ayrıca size öğüt veriyorum ve sizin bilmediklerinizi Allah’tan biliyorum.” (7/A’raf, 62)

Aynı ifadeyi Hz. Hûd (as) da, Salih (as) de, Şuayb (as) da söylemişlerdi. (7/A’raf, 68,79,93)

Bütün peygamberler bu görevi hakkıyla yerine getirmişlerdir. (33/Ahzab, 39)

‘Tebliğ’ ile görevli bütün nebiler, kendileri en güzel örnek olmak üzere, her türlü zor şartlara, zorba ve azgınların alay ve zulümlerine; insanların yüz çevirmelerine, kendilerine sıkıntı vermelerine, eziyetin ve baskının her çeşidini denemelerine rağmen; bu görevlerine devam ettiler. Onlar, tebliğ faaliyetlerinde yılmadılar, usanmadılar. Kendilerine karşı çıkanların tehdit ve baskılarına aldırmadılar. Tarihin kaydettiği en büyük zorba kişi ve sistemlerine karşı çekinmeden mücadele ettiler. Her türlü güzel ve uygun metodu kullanarak, Allah’tan uzaklaşıp günahkâr olan insanlara ulaşmaya çalıştılar. Yorgunluklara, sıkıntılara, eziyetlere dayandılar, hatta kimileri bu uğurda canlarını bile verdiler. Sözleriyle ve ahlâklarıyla insanlara ‘hidayet’ yolunu gösterdiler. Onları şirkin ve isyanın öldürücü etkisinden kurtarmaya çalıştılar.

Bütün zor şartlara rağmen ‘tebliğ’ görevini sürdüren peygamberlerin görevi yalnızca vahyi, ilâhî mesajı insanlara ulaştırmaktı. Onlar, metodun en güzelini ve etkilisini, davranışın en mükemmelini, takvanın en yücesini göstererek, insanlara Allah’ın mesajını ulaştırdılar. Onların görevi sadece bu idi. Bundan ötesi onların sorumluluk alanına girmiyordu.

Yani onlar, tebliğ ettikleri şeylere insanları zorla inandıran veya zorla itaat ettiren kimseler değildi. Onlar insanlar üzerinde bir bekçi veya bir vekil değillerdi. (6/En’am, 107. 42/Şûra, 48) Şu âyet bunu daha net bir şekilde ifade etmektedir:

“Artık sen öğüt verip-hatırlat. Sen yalnızca bir öğüt verici-hatırlatıcısın. Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve küfre saparsa; işte Allah, onu en büyük azap ile azaplandırır.” (88/Ğaşiye, 21-24)

Peygamberlerin bütün gayretlerine, hatırlayıp-öğüt vermelerine, uyarıp-korkutmalarına rağmen, insanlar yine de yüz çevirip iman etmezlerse, peygamberlere düşen apaçık bir belağ’dır (tebliğdir). Kur’an bu gerçeği sık sık vurgulamaktadır.

“…Eğer teslim olurlarsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirirlerse, artık sana düşen ‘belağ’-duyurup bildirmedir (tebliğdir). Allah kullarını hakkıyla görendir.” (3/Âli İmran, 20). (Ayrıca bak. 5/Maide, 92,99. 13/Ra’d, 40. 36/Yasin, 17. 64/Teğabûn, 12. v.d.)

Merhamet sahibi Allah tarafından insanlara ‘rahmet’ olarak gönderilen ilâhî vahy, yine rahmet sahibi elçiler eliyle insanlara, yumuşaklık, hoşgörü, fedakârlık, sabır, dayanma ahlâkıyla ulaştırıldı. Elçiler bu noktada kimseye baskı yapmaya, kimseyi zorlamaya kalkmadılar. Zaten böyle bir şey tebliğ faaliyetine terstir. Ancak, onların tebliğine engel olunursa o zaman da nebiler Allah’ın izniyle o engel olanlarla en güzel mücadeleyi yapmışlardır. Bu noktada inkârcıların baskılarına boyun eğmek yoktur. (25/Furkan, 52)

Şunu da hatırlatmak gerekir ki, peygamberler yalnızca vahyi açıklayıp bırakan birer postacı değillerdir. Belki onlar, kendilerine tebliğ edildiği halde inanmayanlara karışmazlar. Ancak inkârcılar tebliğe engel olurlarsa ve müslümanlara zarar vermeye kalkışırlarsa peygamberler onlarla cihad ederler. Onlar ayrıca kendilerine inanan mü’minlerle beraber bir İslâm ümmeti (toplumu) kurarlar ve o toplumu Allah’ın gönderdiği hükümlerle yönetirler ve her açıdan insanlara örnek olurlar.

Tebliğ, vahyin mesajını insanlara ulaştırmaktır dedik. Bu görev öncelikli olarak seçilmiş elçilerin görevidir. Onlar bu görevi en uygun bir metodla, amaca en uygun bir yolla yaparlar. Hatta en katı yürekli, zalim ve zorba, hidayete gelme ihtimali olmayanlara bile tebliğ edilmesi Kur’an’ın bir emridir, Kur’an bu konuda güzel bir örnek veriyor:

“İkiniz (Musa ve Harun) Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-korkar.” (20/Tâhâ, 43-44)

Böylelerine tebliğ etmek anlamsız değildir. Bu, tebliğin hedefi bakımından yapılması gereken bir şeydir. En azından tebliğ eden görevini yapmış, tebliğ edilenin de bir mazereti, bahanesi kalmamış olur. Ayrıca inkârcı ve günahkâr insanların tevbe etmelerini, iyi insan olmalarını arzu ve ümit etmek son derece güzeldir. Hz. Musa’nın ısrarlı tebliğ faaliyetlerini anlamayanlara verilen cevap bunu açıklamaktadır:

“…Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye, dediler.” (7/A’raf, 164)

 

d-Tebliğ Görevi ve Tebliğ Metodu

Tebliğ faaliyetinin nasıl yapılacağı konusunda peygamberler en güzel örnektir. Kur’an peygamberimize bunun nasıl yapılacağını özlü bir şekilde haber veriyor:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (16/Nahl, 125)

Davet ile tebliğ hemen hemen aynı şeylerdir. Birisi daveti, çağırmayı ifade eder, diğeri ise vahyi ulaştırmayı, duyurmayı anlatır.

Hikmetle tebliğ, dikkatli olmak, karşıdaki kişinin durumuna göre hareket etmek, en güzel bir tavrı takınmak, ısındırıcı olmak, etkileyici bir metod kullanmak demektir.

Güzel öğüt vahyin müjdeleri ve uyarıları ile olur. Öğüt yalnızca sözle değil, fiil ve davranışlarla da yapılır. Davranışların bazen sözden daha etkileyici olduğu açıktır.

En güzel mücadele, tebliğ yönteminin en güzel, en mantıklı, en inandırıcı, en çekici ve en ikna edici olmasını anlattığı gibi, tebliğe engel olucu unsurlarla en güzel mücadeleyi de göstermektedir. Tebliğci, vahyin mesajını herkese ulaştırma uğruna en güzel araçları, en uygun bir biçimde kullanacak ve insanların ilâhî vahiyle tanışmalarını sağlayacaktır.

Bu metodu bütün peygamberler uyguladığı gibi, dinin tebliğcisi her mü’min de uygulamalıdır. Unutulmamalıdır ki, her mü’min İslâmı yaşamaktan sorumlu olduğu gibi, İslâmı temsil etmekten de sorumludur. Onun güzel ve takva hayatı Din’e bir davet gibi olmalıdır.

Bütün ibadetler Allah rızası için olduğu gibi, tebliğ ve davet faaliyeti de Allah rızası için olmalıdır. (36/Yasin, 21)

İslâmî tebliğin hedefi toprak kazanmak, dünyalık kazançlara ulaşmak, ya da bir takım makamlara ve saltanatlara ulaşmak değildir. Onun gayesi geçici dünya hayatının lezzetini elde etmek olamaz. Tebliğ’in amacı insanların yüreklerini fethetmektir. Yürekleri hakka, hidayete ve İslâmın aydınlığına (Kur’an’ın nuruna) açmaktır. Gönülleri sahte sevgilerin, aldatıcı tutkuların, oyalayıcı heveslerin işgalinden kurtarmaya kapı açmaktır. Yüreklerin kirini, pasını,  ağır ve lüzumsuz yüklerini yıkamaktır. Kalpleri fıtratla buluşturmak, onları gerçek sevgiye ve gerçek sevgiliye bağlanmaya davettir. Yüreklerin fethi, gönüllerin İslâma açılması toprakların ve coğrafyaların fethinden çok çok önemlidir. Çünkü gönüllerin İslâm nuruna kavuşması mekanların da bu nurla tanışması demektir.

Peygamberimiz buyuruyor ki:

“İnsanları dine davet edin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, geçimsiz olmayın.” (Müslim, Cihad/3, Hadis no: 1733, 3/1359. Buharî, Megazi/60, İcare/8, nak. K. Sitte 12/271)

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 695-698