Kur’an’da geçen ‘ümmü’l kitap-kitabın anası’, ‘Levh-i Mahfuz’ yerine kullanılmıştır. Bütün ilimlerin oluşumu ona nisbet edilir, bütün ilimlerin kaynağı odur.

“Ha. Mim. Apaçık olan Kitaba andolsun. Gerçekten Biz onu, belki aklınızı kullanırsanız diye Arapça bir Kur’an kıldık. Hiç şüphesiz o, bizim katımızda ‘ümmü’l kitaptadır, çok yücedir, hüküm ve hikmet doludur.” (43/Zuhruf, 1-4)

‘Ümmü’l Kitap’, bütün peygamberlerle gönderilen mesajın kendisinden alındığı asıl ‘kitap’tır. Onun bir adı ‘Levh’-ı Mahfuz’, diğer adı da ‘Kitab-ı Meknûn’dur. (85/Büruc, 22. 56/Vakıa, 78) O, korunmuş ve saklanmıştır, her türlü değişiklikten uzaktır.

Ona ‘kitabın anası’ denilmesi, vahyin kaynağının aynı olduğuna işaret etmek içindir. Farklı kavimlere gönderilen peygamberlerin dilleri ayrı olsa da, insanlara anlattıkları hak ve batılın, hayır ile şerrin ölçüsü aynı idi. Bütün peygamberler ve ilâhî kitaplar insanları aynı ilâhî gerçeğe davet etmişlerdir. Gönderilen peygamberlerin ve kitapların dilleri farklı olsa bile geldikleri kaynak ‘ümmü’l kitap-levh-i mahfuz’dur.

Kur’an’da bir âyette geçen ‘ümmü’l kura-şehirlerin anası’ sözü, bir çok tefsirciye göre Mekke’dir.

“İşte Biz sana, böyle Arapça bir Kur’an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarıp-korkutman için…” (42/Şûra, 7)

‘Ümm’ kelimesi, Kur’an’da kelime anlamıyla hem anne, hem de ana, asıl, temel, uygun karşılık anlamlarında geçmektedir.

 

b-Ümmet Kelimesinin Anlam Sahası

‘Ümmet’ sözlükte, cemaat, nesil veya topluluk demektir.

‘Ümmetin’ çoğulu ‘ümem’dir.

Aslında ‘ümmet’ kelimesi bir çoğunluğu, bir cemaatı ifade ederken, ‘ümem’ kelimesi çoğulun çoğulu gibidir.

‘Ümmet’, kavram olarak, kendi iradeleriyle veya bir zorunluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak suretiyle bir arada yaşayan insan topluluğudur. Bu tanımdan hareketle bir çok müslüman bilgin, ‘ümmet’ kelimesiyle İslâma inanan topluluklar kasdedilmiştir, görüşündedirler.

Kur’an-ı Kerim, ‘ümmet’ kavramını farklı topluluklar için kullanmaktadır.

Söz gelimi, “Yerde debelenen hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın…” (6/En’am, 38) âyetinde olduğu gibi hayvanlar ve kuşlar da birer ümmettir.

Peygamberimiz (sav), köpeğin ve karıncanın bile bir ümmet (topluluk) olduğunu belirtiyor. (Müslim, Selâm/38, Hadis no: 2241, 4/1759. İbni Mace, Sayd/2, Hadis no: 3205, 2/1069. Tirmizî, Nesâî, nak: Ş. İsl. Ans. 6/268.)

‘Ümmet’ kelimesinin bir kaç âyette ‘topluluk’ anlamında kullanıldığını görüyoruz.

“Sizden, hayra çağıran, ma’rufu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önleyen bir ‘ümmet’ (topluluk-cemaat) olsun…” (3/Âli İmran, 104. Aynı kullanılış için bak. 3/Âli İmran, 113-114. 5/Maide, 66. 7/A’raf, 159, 164, 181. 28/Kasas, 23)

 

c-İslâmî Ümmet İnsanlığın Hidayet Önderidir

‘Ümmet’ kavramı bir diğer deyişle ‘imam’ sözünden alınmış çoğul bir isimdir ki, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan cemaat demektir. Yani bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup, düzenli bir şekilde faaliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bir topluluktur. Bu topluluk iman üzere olduğu gibi, küfr üzere de olabilir. Faaliyetleri salih amel de olabilir, fitne ve fesat da olabilir.

Kişilere göre ‘imam-önder’ hangi konumda ise, gruplara-topluluklara göre de ‘ümmet’ o konumdadır. ‘Ümmet’, kuvvetli bir önderlik kurumunun yönetimi altında bir araya gelen topluluktur. O topluluğun fertleri inanç ve gaye yönünden bir köke, bir asıla bağlıdırlar.

‘Ümmet’ kavramı, kendine has bir dine sahip olan kimse anlamına da gelir.

“Hakikaten İbrahim başlı başına bir ümmet idi ve Allah’a itaat ederdi.” (16/Nahl, 120)

Peygamberimiz, İslâmdan önce yaşamış ve imanla ölmüş Kus b. Saide’nin de tek başına bir ümmet olarak diriltileceğini açıklıyor. (nak. K. Sitte 3/367)

‘Ümmet’, aynı yer ve zamanda, aynı dine bağlı insanların oluşturduğu topluluk anlamında Kur’an’da sık sık geçmektedir.

Aslında insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi. Allah’ın gönderdiği peygamberler onların sorunlarını çözüyorlardı. Ancak daha sonradan    aralarındaki bağy (taşkınlık) yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Farklı farklı dinler uydurdular ve farklı farklı ümmetler haline geldiler. (2/Bakara, 213. ayrıca bak. 10/Yunus, 19)

 

d-Ümmet ve İmam (Önder) İlişkisi

‘İmam’ insanlara öncülük eden, kendi yolundan giden ve peşinden gelen bir ümmet (topluluk) oluşturan önderdir. (bakınız: İmam) Allah’ın yolunda hidayet imamları olduğu gibi, insanları ateşe ve azaba götüren imamlar (liderler) da vardır. Tıpkı Firavun gibi. (28/Kasas, 41)

Kıyamet gününde bütün insanlar kendi imamlarıyla (önderleriyle) çağırılacaklar. (17/İsra, 71-72) Şüphesiz ki dünya hayatında haktan sapmış, azmış ve yoldan çıkmış günahkâr kimseleri imam-önder edinenler, Ahirette zarara uğrayacaklardır. Allah (cc) bütün ümmetlere karşı kendi içlerinden şahid çıkaracak. Bu şahitler onların dünyada iken peşlerinden gittikleri önderleridir. Yanlış yaptıklarını, doğru yolda olmadıklarını bizzat itiraf edecekler. (16/Nahl, 84) Ayrıca Rabbimiz Hz. Muhammed’i de bütün ümmetler üzerine şahit olarak getirecek. (16/Nahl, 89. 4/Nisa, 41)

 

e-İslâm Ümmetinin Özellikleri

Allah (cc) dileseydi yeryüzünde olan bütün insanlar bir tek ümmet olurdu. (5/Maide, 48. 11/Hud, 118. 42/Şura, 8) O zaman da hür iradenin ve denemenin bir anlamı kalmazdı. İnsanlardan dileyen İslâm ümmetinin, dileyen de küfür ümmetlerinin bir üyesi olabilir. İnsan bu konuda serbesttir.

Ma’rufu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önlemeye çalışan İslâm ümmeti, insanlık içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmettir. (3/Âli İmran, 110) Allah’ın yarattıkları arasında bazı ümmetler, hakka iletirler ve hak ile adalet yaparlar. (7/A’raf, 181)

İşte, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı ümmet olan İslâm ümmeti, diğer ümmetlere karşı üstün bir konumdadır. Üstünlüğü soy, kabile, renk, sosyal sınıf, zenginlik ve iktidar sahipliği gibi şeylerde görmeyen İslâm, takvayı üstünlük derecesi saymış; insanlar arasında kim takva sahibi olursa, kim en yüce değerleri Allah rızası için ahlâk haline getirirse o üstün olur.

Bu yüce erdemin de ancak İslâmın getirdiği ilkelerle kazanılacağı açıktır. (İslâm ümmetinin üstün olduğunu bizzat Peygamberimiz haber veriyor. A. b. Hanbel, 5/383. nak. Ş. İsl. Ans. 6/269)

Her peygambere uyan topluluklar o peygamberin ümmeti sayılırlar. Bu anlamda İslâma inanan bütün müslümanlar Muhammed ümmetidir. Peygamberimiz (sav) bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiği için, bütün insanları O’nun ümmeti, O’nun topluluğu olarak sayanlar da bulunmaktadır.

İslâm ümmeti, Kur’an’a göre bir tek ümmettir.

“Gerçek şu ki, sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz.” (21/Enbiya, 92, ayrıca bak. 23/Mü’minûn, 52)

Aynı imam-önder etrafında (Hz. Muhammed’in izinde), aynı vahye tabi olarak bir araya gelmiş, Tevhid dinine gönül vererek, vahdete ulaşmış, aynı amaca gitme gayretinde olan bir ümmettir. Ayrıca İslâm ümmeti vasat (orta, aşırı olmayan) bir ümmettir, ki diğer insanlar üzerine, İslâmın hak din olduğu, üzerinde oldukları yolun ‘doğru yol’ olduğu hususunda şahitlik yapacaklar. İnkârcıların ve haddi aşanların davetlerine uymadıklarına, onların emr’lerinin (işlerinin) rüşd (sağlam, yarayışlı) olmadığına da tanıklık edecekler.

İslâm ümmeti bir denge toplumudur. İnançta, amelde, hayatı değerlendirmede, ceza vermede ve yargılamada orta yolu izler. Hiç bir konuda aşırı değildir. Batı toplumlarında ortaya çıkan fanatizm ve fundamantalizm ile ilgisi yoktur. Hakka ve adalete uygun hareket etmek, insanlara her konuda örnek olmak onların özelliğidir. Tabiatta, inançta ve hayatı yaşamada denge üzerindedir.

‘Ümmet’i tanımlamada yer; yani ümmetin üzerinde yaşadığı ülke, vatan veya ümmetin siyasi olarak hakim olduğu toprak parçası, zaman; yani ümmetin beraberce yaşadıkları çağ ve zaman, din; yani ümmet fertlerinin inandığı ve hayatına uyguladığı din önemli rol oynar. Bu üç bağ ve bunlara benzer diğer bağlar, ümmet topluluğunu oluşturan kişileri birbirine bağlar. Belli bir inanç, ideal, ülkü ve dünya görüşü etrafında birleşen topluluklar birer ‘ümmet’ oluştururlar.

Ancak, İslâm kültüründe ‘ümmet’ kavramı daha çok İslâma gönül vermiş müslüman toplumu ifade eder. Dünyadaki bütün müslümanlar bu topluluğun gönüllü üyeleridir. Onların imamı-önderi Hz. Muhammed (sav), kitapları Kur’an-ı Kerim, ülkeleri İslâmı yaşayabildikleri, hayata hakim kılabildikleri her yer, hedefleri ise İslâmın gerçek uygulayıcıları olarak diğer insanlar üzerine Hakk’ın şahitleri olmak ve dünya imtihanını kazanmaktır.

İslâm ümmeti, siyasi yönden güç sahibi olduğu yerlere İslâm diyarı adını verir, İslâmın bütün yönleriyle böyle yerlerde yaşanabileceğini bilir.

Yeryüzündeki bütün sınırlara, farklı dil ve renklere rağmen İslâm ümmeti Kur’an’ın emriyle bir bütündür ve Kur’an’ın etrafında birlik oluşturmaktadır.

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 742-745