‘Vakıf’, isim olarak vakfedilen mal anlamındadır.

Kavram olarak ‘vakf’; kendisinden faydalanmak mümkün ve mübah olan bir malı, Allah’ın mülkü olarak devrini-satışını yasaklayıp, gelirini toplumun mülkü haline getirmektir.

Böylece mal, vakfedenin mülkü olmaktan çıkar, Allah’a ait bir mülk olarak geliri, kullanılması toplumun emrine ve hizmetine verilir. Vakfı yapan kimse, vakfın kullanma ve işletme şartlarını yazılı veya sözlü olarak açıklar. Vakıf da o şartlara uygun olarak yönetilir, insanların faydasına sunulur.

Hiç bir maddî karşılık beklemeden, sırf Allah (cc) rızası ve sevap için başkalarına yardım niyetiyle meydana gelen vakıflar, yüzyıllar boyu İslâm ülkelerinde önemli bir görevi yerine getirmiş, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde olumlu etkiler bırakmış hukukî ve dinî kurumlardır.

İslâmın yardımlaşma ve malı Allah yolunda sarf etme anlayışından doğan vakıf sistemi, Kur’an, Sünnet ve icmaya (İslâm bilginlerinin söz birliğine) dayanır.

Şu hadis oldukça dikkat çekicidir:

“Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Devamlı bir sadaka (sadaka-i cariye) meydana getirenler, topluma faydalı bir ilim bırakanlar ve kendisine hayır dua edecek salih çocuklar bırakanlar gibi üç sınıf hariç (bunların amel defteri kapanmaz).” (Müslim, Vasiyye/14, Hadis no: 1631, 3/1255. Ebu Davud, Vesaya/Hadis no: 2880, 3/117. Hadisin bir benzeri, İbni Mace, Mukaddime/20, Hadis no: 241)

Kur’an-ı Kerim’de sadaka vermek ve infak etmek hakkında çok sayıda âyet vardır. Mü’minler, sürekli olarak Allah yolunda infak etmeye, mallarından bir kısmını sadaka olarak ihtiyaç sahiplerine vermeye teşvik ediliyorlar. Malı Allah yolunda harcamanın bir tohumda yedi başağı, her bir başağında da yüz tanesi olan ekin gibi bereketli olacağı örneği verilir. (2/Bakara, 261)

Rabbimiz (cc) buyuruyor ki:

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak edinceye kadar asla iyiliğe (birr’e) ulaşamazsınız. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.” (3/Âli İmran, 92)

En büyük hayra ulaşmak isteyen ilk dönem müslümanlarından bugüne kadar sayısız müslüman, mallarını Allah yolunda harcadılar ve bir kısmını da sürekli olarak insanların hizmetine bağışladılar.

Bu âyet geldikten sonra bir çok sahabe mallarını, tarla ve arazilerini, kimileri arazilerinin gelirlerini Allah yolunda ihtiyaç sahipleri için vakfettiler. Peygamberimiz (sav) de bu konuda diğer mü’minlere örnek olarak bazı mallarını vakfetmiştir.

Bilindiği gibi yeryüzünde ilk vakıf Beytullah olan Kâbe’dir. Kâbe’yi Allah’ın emriyle yapan Hz. İbrahim ve Hz. İsmail onu, kıyamete kadar gelecek mü’minler için vakfetmişlerdir. (2/Bakara, 125)

İslâm tarihinde henüz Hz. Muhammed’in sağlığında başlamak üzere vakfetme anlayışı müslümanlar arasında yerleşmiş, bugüne kadar gelmiştir.

İslâm tarihinde yalnızca insanlar için değil, hayvanların bakımı ve tedavisi için bile vakıflar kurulmuştur. İnsanların gıda, sağlık, barınma, eğitim, ibadet, ulaşım ve ticaret işleri için vakıflar meydana getirilmiştir.

İslâm aleminde vakıfların bu kadar yaygın olmasını müslümanların dinî hislerinde ve onların Allah (cc) rızasını kazanmadaki arzularında aramak gerekir. “İnsanların en hayırlısı diğer insanlara faydalı olandır. Malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan, vakfın en hayırlısı da insanların en çok ihtiyaç duyduklarını karşılayandır.” prensibi önemli bir rol oynamıştır.

Kur’an’da vakıf kelimesi geçmemekte, ancak bu anlama gelecek bir kaç eş anlamlı kelime geçmektedir. İyilik yapmak, sadaka vermek, ihsanda bulunmak ve başkalarına yardımı teşvik eden diğer ifadeler gibi.

Hadislerde vakıf yerine daha çok ‘habs’ kelimesi kullanılmıştır. Yine bir çok İslâm hukukçusu ‘habs veya hubs’ kelimelerini vakıf kelimesi yerine kullanmışlardır. Bazı kaynaklarda ise vakıf yerine ‘sadaka’ kelimesi geçmektedir. Eğer verilen sadaka; dokunulmaz yani vakfedilmiş ve sürekli olarak bağışlanmışsa vakıf adını alır.

Hangi adla anılırsa anılsın vakıf kurumu; hem mü’minlerin Allah yolunda mallarını vermeleri açısından, hem de insanların çok farklı ihtiyaçlarının karşılanması açısından son derece önemlidir. Vakıflar sayesinde nice güzel eser ayakta kalmış, hizmetler yürütülmüş, insanların ihtiyaçları karşılanmıştır.

Vakfedilen malda şu şartlar aranır:

1-Mal, kendisinden yararlanılan bir mal (mal-ı mütekavvim) olmalı,

2-Malın şekli, miktarı belli olmalı,

3-Vakfeden kimsenin kendi mülkü olmalı,

4-Mal ifraz edilmiş (bağımsız birim haline getirilmiş) olmalı.

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 759-760