-Habl ne demektir?

Habl, bir çok anlam için ortak kullanılan bir kelimedir. Asıl anlamı; kişiyi arzuladığı şeye bağlayan araç demektir.[1]

Habl, kendisiyle bir şey bağlanılan, tutunulan şey demektir.  Buradan benzetme ve  istiare yoluyla zimmet, ahd ve eman anlamları verilmiştir.[2] Zira bu emanı elde eden kimse korkudan uzak olur, güvene kavuşur.

Boyun ve omuzu birbirine bağlayan bağlantıya, kumda damar gibi uzayıp giden dalga gibi yığına da habl denir.[3] Bu anlam hac yapmak için gelen bir bedevinin sözünde şöyle geçiyor: “Allah’a yemin ederim ki üzerinde vakfe yapmadığım bir ‘habl’, yani kum tepeciği yoktur. Benim haccım oldu mu?”[4] 

Bu kelimenin fiil kökü olan ‘ha-be-le’ bir şeyi iple bağlamak, rabtetmek demektir.

Habl ayrıca hayvan yuları, her çeşidiyle ip, ahd ve zimmet, eman, vücutta bir damar gibi anlamlara gelir.[5]

-Habl’in Kur’an’daki kullanımları

‘Habl’ kelimesi Kur’an’da dört âyette beş defa yer almaktadır.

-Hablün mine’llah,

‘Habl’ şu ayette ahd, zimmet veya taahhüd anlamında kullanılıyor.

Onlar, Allah'tan bir habl’e (ahde) ve insanların ahdine (habl’ine) sığınmadıkları sürece nerede bulunurlarsa bulunsunlar zillete dûçâr olurlar. Çünkü Allah'ın gazabına uğramış ve aşağılanmaya mahkûm edilmişlerdir...” (Âli İmran 3/112)

Bu âyetten önceki ayetler kitap ehlinden bahsetttikleri için burada söz konusu edilen grubun onlar olması muhtemeldir. Zira onlar ne Allah’tan gelen ahde, sığınılması gereken ilahi zimmete vefa gözsterirler, ne de müslümanlar tarafından ehl-i kitaba sunulan zimmet ahdine/emanına. Prensip olarak onlar müslümanların arasında üzerlerine düşen görevi yerine getirirlerse müslümanlar da onlara ‘eman-güvenlik verirler.

-Hablu’l-verîd

‘Hablu’l-verîd’, insanın şah/can damarını ifade eder.[6] Kur’an’da bir yerde geçmektedir.

 “Gerçek şu ki, insanı yaratan Biziz ve onun iç-benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz: çünkü Biz ona şah damarından (hablu’l-verid) daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Bu tamlama ile Yaratıcı’nın aslında insana kendi öz benliğinden de daha yakın olduğunu ifade edilmektedir.

Bir hadiste şöyle deniliyor: “Onun şah damarına vurdum..” Burada geçen ‘habl’, omuz ile boyun arasındaki yer alan damar veya sinirdir. ‘Verîd’ de ip anlamında da kullanılmıştır.[7]

 

-Hablün min mesed

Bu ifade Mesed Sûresinde Ebu Leheb’in karısından bahseden bağlamda yer alıyor.

“Karısı da odun taşıyıcı olarak (ateşe girecek).

Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.” (Mesed 111/4-5)

Burada ip (habl), şah damarının veya omuzları birbirine bağlayan bağın görüntüsüne benzetildi.[8]

c-Hablu’llah

Allah (c.c.) iman edenleri kendilerine kitap verilen kimselerin yanlışlarına, hile, fitne  ve kandırmalarına karşı uyararak şöyle buyuruyor: 

“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkarcılığa sevkederler.

Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkup sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin. 

Hep birlikte Allah'ın ipine (hablu’llah’a) sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah'ın size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O'nun lütfu ile kardeş oldunuz; ve ateşli bir uçurumun kenarında (iken) sizi ondan (nasıl) korudu. Bu şekilde Allah mesajlarını size açıklıyor ki hidâyet bulasınız.” (Âli İmran 3/103)

-Hablu’llah (Allah’ın İpi) ne demektir?

Allah’ın ipi’nin olduğunu konusunda alimler arasında fikir birliği olmamakla birlikte şu altı görüş dikkate alınmalıdır.

Kimilerine göre o Allah’ın ahdidir. Nitekim bundan sonra gelen 122. âyette buna işaret edilmektedir.[9] Kimilerine göre o, Allah’ın dini İslâm’dır.[10]

Kimilerine göre o, cemaattir. Abdullah b. Mes’ud’un bu görüşte olduğu naklediliyor. Yahudilerin ve hırıstiyanların grup grup olduklarını bildiren hadisin sonunda; “Cennete girecek olan grup hangisidir sorusuna Peygamber (sav): “Cemaattir” cevabını verdi ve “Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın...” âyetini okudu” ilavesi var. Abdullah b. Mes’ud: Peygamberin bir hutbesinde müslümanlara; “Size itaat etmeyi ve cemaat olmayı tavsiye ederim” dediği naklediyor.[11]

Kimilerine göre o ihlastır (ibadette samimiyettir) veya Allah’ın emri ve O’na itaattir,[12] ya da insanlara verdiği ahid (söz) ve O’nun emridir.[13]

Pek çoklarına göre ‘hablu’llah-Allah’ın ipi’ Kur’an’dır.[14]

 Ebu Said el-Hudrî’den gelen bir hadise göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın Kitabı, gökten yere doğru asılan Allah’ın ipidir...”

Abdullah ibni Abbas’a nisbet edilen bir görüşe göre de Allah’ın İpi Kur’an’dır.[15]

Yezid İbnu Erkam (ra) anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki:

"Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Gökten yere uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün." [16]

Müslim’de yine Zeyd b. Erkam’dan gelen şöyle: “... Size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi Allah’ın kitabıdır. Onda mutlak hidayet ve nûr vardır. Bundan dolayı ona sımsıkı sarılınız. Diğeri de Ehl-i Beytim’dir. Ben onlar hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum” buyurmuştur...”[17]

Veda Hutbesi ile ilgili bir rivâyette Peygamber’in (s.a.s.) ümmete bırakılan bu iki emanetin Kur’an ve kendi Sünneti olduğu, onlara sarıldıkları sürece sapıtmayacakları yer alıyor.[18]

Bir adam Peygamber’e geldi ve rü’yasında gökten yere doğru bir şeyin asılı olduğunu gördüğünü söyledi. Peygamberin yanında bulunan Ebu Bekir (r.a.) onun rüyasını şöyle tabir etti: “Gökten yere asılı olan şey, senin de üzerinde olduğun Hak’tır. Allah /cc) senin rüyan vasıtasıyla Peygamberlerle gönderdiği hak ilgili bir örnek verdi. O hak tıpkı gökten yere asılı bir ip gibidir.”[19] 

Peygamber (s.a.s.) bir hadiste şöyle buyurdu: “Bu Kur’an Allah’ın bir ziyafetidir. Ondan gücünüz yettiği kadar öğrenin (alın). Bu Kur’an Allah’ın ipidir ve nurudur, fayda veren şifadır. O kendisine tutunan için bir kulp, kendisine tabi olan için kurtuluş vesilesidir. (Bir tarafa) meyletmez ki, düzelmesi beklensin. Eğrilmez ki doğrultulsun. Onun insanı hayran bırakan yönleri hiç bitmez. Onu7n çok reddedilmesi onu yıpratmaz. Onu (çok) okuyun. Allah (cc) onun bir harfine karşılık on sevap verir. Ben Elif-Lam-mim bir harftir demiyorum, bilakis elif bir harftir, lam bir harftir, mim bir harftir.”[20]

Bir başka hadiste şeytanların şöyle seslendikleri rivâyet ediliyor: “Ey Allah’ın kulları, gerçek (doğru) yol (tarik) budur. Allah’ın ipine sarılın. Şüphesiz Allah’ın ipi Kur’an’dır.[21]

Peygamber (sav) bir duasında şöyle diyor: “ ... Ey en güçlü ipin sahibi...”[22]

 

-I’tisam ne demektir?

Bunun aslı olan ‘a-sa-me’ fiili engelleme ve yasaklama, alıkoyma anlamındadır. I’tisam ise bir şeyi/nesneyi bırakmamak üzere alıkoymayı, korumayı, ona yapışmayı (temessük etmeyi) veya bir şeye yönelmeyi ifade eder.

Mesela, ‘i’tisame billah-(kişi) Allah’ın lütfuyla hata ve günahlardan uzaklaştı manasına gelir.  Aynı kökten gelen ‘âsım’; korunan, günahlardan uzak duran, ‘ma’sum’; günahsız, suzçsuz,  korunmuş demektir. [23]

Yine aynı kökten gelen ‘ısmet’;, günah ve hatalardan korunan demektir ki âlimlere göre peygamlerin değişmez sıfatıdır.[24]

“I’tesamtu bi-hablihi’-ipe sıkı sıkıya tutundum; demektir. “Allah’ın İpi’ne sımsıkı tutunun...” cümlesi bir kişinin kopmayacağından emin olduğu sağlam bir iple yukarıdan aşağıya inmesine benzetilmiştir. Bir ipe tutunmak verilen söze (ahde) güvenmeyi de ifade eder. Âyet müslümanlara; “Allah’tan yardım dileme ve O’na güvenme konusunda, ya da kullarına verdiği ahde tutunmak üzere bir araya gelin” demektedir. Bu da iman ve itaattir. Ya da Allah’ın kitabına sarılmak üzere bir araya gelin demek olur. Nitekim Peygamber (sav) Allah’ın ipinin Kur’an olduğunu söylüyor.[25]

 

-Allah’ın İp’ine tutunmak

Allah (s.t.) iman edenlere Kur’an’a sımsıkı sarılmalarını emrediyor. Bu emirden maksat da Kur’an’a hakkıyla iman ve onunla amel etmektir.[26] Yani Allah’ın ipine sadece Allah rızası için samimiyetle sarılın demektir.[27]

‘Hablu’llah’ Allah’ın kitabıdır. Buna Allah’ın dini, Allah’ın ahdi veya Allah’ın gönderdiği vahy desek de işin mahiyeti değişmez. Allah (cc) müslümanlara sarılmaları, tutunmaları, yapışmaları gereken en sağlam tutamağı gösteriyor. Madem ki insanın dünya hayatı âfetlerle, zorluklarla, şeytanın veya nefsin saptırmalarıyla, insanların fitne ve fesatlarıyla doludur, madem ki insan bütün bunların arasında tıpkı derin bir kuyudan çıkmak isteyen kimseye benziyor; o halde o sağlam ipe, o sağlam tutamağa, sağlam bir söze yapışması gerekiyor. Madem ki hayat tehlikeler, şeytanın ateş gibi hileleleri, derin kuyu gibi bilinmezlikler, dipsiz çıkuru gibi nefis oyunları dolu; öyleyse insan sağlam bir tutamağa yapışarak bunlardan selamete ulaşabilir.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın kitabı, gökten yere uzatılmış Allah’ın bir ipidir (habl’dir).”[28] Kur’an’a sıkı sıkıya tutunan hidâyete ulaşır ve Allah’a yakın olur.

 “Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun”, yani Allah’ın dinine ve Kur’an’a tutunun, sünnet ve hidayet yolundan ayrılmayın, içinden çıkamadığınız konuları Allah’ın kitabına havale edin. Nitekim Allah (cc) bunu müslümanlara emrediyor. (Nisâ 4/49)

Bu emri “yardımı yandaşlarınızdan, Allah’ın dışındakilerden değil, Allah’tan isteyin” şeklinde de anlamak mümkün.

Bazı bilginlere göre kişinin durumu içinde her türlü âfetin olduğu bir kuyuya düşen ve ondan ve âfetlerden kurtulması ancak sağlam bir iple mümkün olabilen kişinin durumuna benzer. Dünya zorluk yeridir ve onda âfetlerin her türlüsü vardır. Sağlam bir ipe tutunmaktan başka kurtuluşa giden yol yoktur. Bu sağlam ip de Allah’ın kitabıdır.[29]

Allah’ın ipi ifadesinin Bekara 256. âyette geçen ‘urvetü’l-vüska/sağlam bir kulp’ ile ilgisi var.  “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağut (şeytan)ı inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bekara 2/256)

Allah’ın ipine sarılmak şüphesiz ki, öncelikle İslâmın getirdiği inanç ilkelerine iman etmektir. Sonra da bu imanın verdiği anlayışla her meseleye iman ölçüsünden bakmak, İslâmın değer yargılarını benimsemektir. İslâmın emrettiklerini samimiyetle yapmak, yasak ettiklerinden güç yettiği kadar kaçınmaktır. Hayatın geçici olduğu şuuru ile hareket edip, bu dünya hayatın mamur ederken, ölümden sonraki hayat için hazır olmaktır. Şeytanın vesveselerine, kandırmalarına, iğvalarına kanmamak, heva ve hevese kapılıp kendine ve çevresine zarar verecek davranışlara düşmemektir.

Allah’ın ipine sarılmak Tevhid kelimesine tutunmak, bir muvahhid ve hanif olarak takva bilinciyle yaşamak, Allah yokmuş gibi davranmamaktır

Allah’ın ipine sarılmak, İslâmın getirdiği kardeşlik ve velâyet (velilik) bağlarını güçlendirmek, müslümanların cemaatinden ayrılmamak, grup grup olmamak, dinde bölünmeye sebep olmamak ya da tefrikaya düşmemek, müslümanlar arasında ayrımcılık yapmamaktır. Bir cemaate/mezhebe/meşrebe mensup olsa da diğer müslümanları kardeş bilmek, kendi içinde bulunduğu yapıyı hak, diğerlerini batıl saymamaktır.

Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, Muhammed’i (s.a.s.) imanda, amelde/kullukta, ahlâkta,  davette ve cihadta (Allah yolunda yoğun çalışmada) örnek almaktır. İnsanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet olmak yarışına katılmaktır. (Âli İmran 3/110)

Allah’ın ipine sarılmak, ümmet şuuruna sahip olmaktır.

Abdullah ibni Mes’ud’tan (r.a.) gelen bir rivâyete göre âyetteki “Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın” emri “cemaat olun” demektir.  Sonuçta Allah (cc) müslümanların birbirleriyle kaynaşmalarını emretmekte, tefrikaya düşmelerini yasaklamaktadır. Çünkü tefrika helâka, cemaat kurtuluşa götürür. İbnu’l-Mübarek bir şiirinde şöyle der: “Şüphesiz cemaat Hablu’llah/Allah’ın ipidir. Ona yapışın;

Onun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun.”

Kur’an, müslümanları önceki toplumlar gibi olmaktan sakındırıyor. Özellikle kitap ehli; gerek hevâ ve heveslerine uyma sebebiyle, gerek aralarındaki çekişmeler ve anlaşmazlıklar yüzünden dinlerini parçaladılar. Fırka fırka, grup grup oldular, farklı mezhepler uydurup onların peşinden gittiler. (Âli İmran 3/105. En’am 6/159. Rûm 30/32. Şûra 42/14. Beyyine 98/4)[30]

Bu âyet aynı zamanda müslümanları dinde ayrılığa düşmekten, fırka fırka, hizip hizip, grup grup olup  asabiyeye düşmekten sakındırıyor. (Şûra 42/13) Önceki ümmetler Din’i istedikleri gibi anladılar, sonra dinlerini parçaladılar. Sonra da her grup, her mezhep, her hizip “en hak din bizimki, doğru yolda olan biziz, Din’i en iyi biz anladık” diye zannetti. Kur’an müslümanlara zımnen “siz de öyle olmayın” diyor.

“(Yahut) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (ilkelerle) övündüğü kimselerden olma!” (Rûm 30/32. Bir benzeri: En’am 6/159)

Ebu Hureyre’ den gelen bir rivâyete göre Peygamber (sav) şöyle dedi: “Yahudiler yetmiş veya yetmişiki gruba ayrıldılar. Hırıstiyanlar da buna yakın gruplara ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.[31]

Benzer bir rivâyet şöyle: “Şüphesiz sizden önceki kitap ehli yetmiş iki fırkaya (gruba) ayrıldılar. İslâm milleti de yakında yetmişüç gruba ayrılacaktır. Bunların yetmişikisi cehenneme bir grup cennete gidecektir. Cennete gidecek olan grup cemaattir....”[32]

 “Şüphesiz İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündüler. Bunların yetmiş fırkası helak oldu, birisi kurtuldu. Muhakkak benim ümmetim de yetmişiki fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmişbiri helak olacak birisi de kurtulacak. Dediler ki, ‘Ey Allah’ın Rasulü! Bu kurtulacak olan fırka hangisidir?’ Rasulüllah (sav) buyurdu ki: ‘Cemaattir, cemaattir’”[33]

Rivâyetlerde fırka sayısı farklılık göstermektedir. Bazılarında hırıstiyanların adı geçmemekte, bazılarında ise İslâm ümmetinin yetmişiki veya yetmişüç fırkaya ayrılacakları söyleniyor. Bazı rivâyetlerde kurtulacak fırkanın, Peygamberin ve sahabelerinin bulundukları yol üzerinde olanlar denilerek, adeta yukarıda geçen hadisteki cemaat kelimesi açıklanıyor.[34]

Bir kaç kanaldan gelen hadislerdeki rakamlar veya fırkalara ayrılacak kesimler bazısında yer alıp bazısında yer almasa bile, rivâyetlerdeki ortak nokta şudur:

İslâm ümmeti de tıpkı önceden gelen kitap ehli gibi çeşitli fırkalara/gruplara ayrılacak, aralarında ciddi bölünmeler olacak. Her ne kadar her grup kendisinin doğru yolda olduğunu iddia etse bile, bir fırka/grup dışındakiler kurtulamayacak.

Kurtulacak olan kimseler grup (fırka-i naciye); Allah’ın ipine sımsıkı, hem de müslümanlarla birlikte sarılanlardır. Burada bazı müslümanların kendilerine verdikleri isimler, ünvanlar, klişeler önemli değildir. Önemli olan Allah’ın istediği gibi O’nun dinine iman etmek ve sâlih amel işlemektir.  

Rasûlüllah buyurdu ki: “Her kim yalnızca Allah’a ihlasla, O’na hiç bir şeyi ortak koşmaksızın ibadet, namaz kılmak ve zekât vermek üzere dünyadan ayrılırsa; o, Allah kendisinden razı olmuş olarak ölmüş olur.” Enes dedi ki: “İşte bu Peygamberlerin getirdiği ve sözlerin hiç birine karışıp hevâların ihtilafa düşmeden önce tebliğ ettikleri Allah’ın dinidir.”[35] 

Peygamber (sav) buyurdu ki: “Şüphesiz Allah sizin için üç şeyden razı olur ve sizin için üç şeyi hoş görmez. Ona ibadet edip kendisine hiç bir şeyi ortak koşmamanızdan, Allah’ın İpine topluca sarılıp ayrılmamanızdan razı olur. Dedikodu, çok soru sormanızdan ve malı zayi etmeninizden razı olmaz.”[36]

Hâris el-A'ver anlatıyor: "Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terkedip malâyanî konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali (ra)'ye çıkıp durumdan haberdâr ettim. Bana:

-"Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?" dedi, Ben:

-"Ben Resûlullah'ın şöyle söylediğini işittim:

-"Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!" Ben hemen sordum:

-"Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Resûlü?" Buyurdu ki:

-"Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki (milletlerin durumuyla ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmetin durumu ile ilgili haberler var. Onda ayrıca sizin aranızda ortaya çıkacak ahvâlin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O'nda herşey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse, Allah onu helâk eder. Kim O'nun dışında hidâyet ararsa Allah onu saptırır. O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini (okuyan) dilleri karışıklıktan korur. Alimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: "Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelâmı olduğuna) inandık" (Cin 72/1). Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren."[37]

Ebu Ubeyde, Abdullah ibni Mes’ud’tan gelen; “Size gereken Allah’ın ipine sarılmaktır. Allah’ın İpi de Kur’an’dır” sözüne dayanarak “Allah’ın ipine sarılın”, yani fırkalara (gruplara) mensup olmakla övünmeyi bırakıp Kur’an’a sarılın demektir şeklinde açıklıyor. [38]

 

  • Son söz yerine

Kur’an mü’minlere “Hepiniz toptan Allah’ın İpi’ne sımsıkı sarılın, tefrikaya düşmeyin (parça parça olmayın)” diye emrediyor. Âyetin işaret ettiği şey aslında dinde önceki toplumlar gibi tefrikaya düşmenin zararları ve iman edenleri tefrikaya düşmekten, sapıkmaktan kurtaracak olan şeyin Kur’an olduğudur.

Burada harika bir söz benzetmesi ile karşı karşıyayız. Tehlikede, çukurda, kuyuda, karanlığın derinliklerinde kalan birisini nasıl ki bir ipe, bir tutamağa, bir kulpa, sağlam bir şeye, bir ele sımsıkı sarılmak kurtarırsa, Allah’ın İpi de mü’minleri öyle kurtarır. Kişi nasıl ki kendisini kurtaracak şeye gevşek tutunduğu zaman, o şey elinden kayıp gider ve düşerse, Kur’an’a gevşek sarılan da batıla, yanlışa, delâlete, hatalara, zararlara ve mutsuzluklara düşer. Sonunda cehennemin ğayya kuyusuna bile düşebilir.

Ayet tarihte olduğu gibi günümüzde de mü’minlşeri uyarmaya devam ediyor. Üzülerek söyleyelim ki günümüzde müslümanlara öncelikle çeşitli devletelere bölündüler. Ama çokları o ülkeye, bazıları da bir ırka mensup olmayı kurtuluş sebebi saymaktadır. Sonra  mezheplere bölündüler. Onun mezhebi hak, diğerleri batıl. Ülkelerde siyasi partiler peydah oldu. Bazıları partilerine can simidi gibi sarılıyor, onu hak yol belliyor, diğerlerine mensup olanları kendinden saymıyor. Bu da yetmedi müslümanla muhtelif meşreplere, cemaatelere, klik ve gruplara, hiziplere ve tarikatlara ayrılmış durumda. Say say bitmez. Her İslâm ülkesine onlarca, yüzlerce cemaat.  

Ama ne yazık ki insanlar tarafında oluşturulan bu gibi yapılar neredeyse din gibi algılanmakta, bunlara mensup olmak ianancın gereği sayılmakta. Herkes kendi cemaatinin doğru yolda, ya da fırka-i naciye saymakta, diğerlerine yanlış yolda olanlar gözüyle bakmakta. Herkes başkalarını Allah’ın dinine değil de, kendi cemaatine tabi olmaya çağırmakta. Kendi grubunun yorumunu din zannetmekte, Kur’an’a aykırı hükümler bile kayıtsız şartsız kabul etmekte. Kur’an mü’minlere dinde kardeş dediği halde (Hucurat 49/10), ne hazindir ki bu âyet unutulmuş, bazılarının kardeşi mü’minler değil, kendi cemaatine mensup olanlar olmuş.

Bütün bu tavırlar âyetin işaret ettiği tefrikadır. Halbuki Kur’an tefrikayı şiddetle yasaklıyor. Mü’minlerin bırakın birbirlerine hasım olmasını, birbirleriyle çekişmelerine bile izin vermiyor. (Bakınız: Enfal 8/46)

Bütün bu yanlış tavırların çaresi de Allah’ın İpi’ne gereği gibi tutunmaktır.

Allah (cc) müslümanlara Kur’an’a ve Peygamberin sünnetine sımsıklı sarılmalarını, bir anlaşmazlık halinde onlara başvurmayı farz kılmıştır. (Nisâ 4/59)  Kitap ve Sünnete hem hem iman etmek, hem amel bakımından kuvvetlice sarılmak ilkesi etrafında bir araya gelmeleri emredilmiştir. Bu ilke, müslümanlar arasındaki ihtilafları en aza indirir, aralarındaki kardeşilik bağını güçlendirir.

 I’tisam kelimesinin korunma manasından hareketle diyebiliriz ki ayet; Allah’ın İpine sımsıkı sarılın, tututunun, tefrikaya düşmeyin” manasına geldiği gibi, “Kur’anla hata ve günahlardan, sapıklık ve gaflete düşmekten, haksızlık ve zulme sapmaktan, dinde tefrikaya düşmekten ve yanlış inanmaktan, kulluk görevlerini ihmal etmekten ve ölüm ve ahireti unutmaktan korunun” manasına da gelir.

Hüseyin K. Ece

12.12.2015

Zaandam/Hollanda

 

[1] el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 153. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 280. İbni A’rabi, Ahkâmu’l-Kur’an, 1/380. İbni Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, s: 337

[2] Taberî, Tefsir, 3/378. en-Naal, M. Fevzi, Mevsuâtü’l-Elfâzı’l-Kur’aniyye, s: 236

[3] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/711

[4] Ebu Dâvud, Menâsik/68, no: 1950. Tirmizi, Hacc/57, no: 891. İbni Mâce, Menâsik/57, no: 3016. Darimî, Menâsik/54 no: 1895

[5] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/20

[6] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/21

[7] İbnu’l-Esir, en-Nihâye fi-Garibi’l-Hadîs, s: 181

[8] el-Isfehânî, R. El-Müfredât, s: 153

[9] İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, İht. M. A. es-Sâbûnî, 1/305

[10] Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 280. Nesefî, Tefsir, 1/279

[11] Taberî, Tefsir, 3/378. İbni Atıyye, El-Muharreru’l-Vecîz, s: 338

[12] İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 214. İbni Atıyye, El-Muharreru’l-Vecîz, s: 338

[13] Taberî, Tefsir, 3/378-379

[14] Taberî, Tefsir, 3/378. İbni Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, S: 338. Suyutî, Itkan fi-Ulumu’l-Kur’an, 1/179

[15] Darimî, Fedâilu’l-Kur’an/1 no: 3318 ve 3320

[16] Tirmizî, Menâkıb/77, no: 3788

[17] Müslim, F. Sahabe/36, no: 6225. Bir Benzeri: Tirmizî, Menâkıb/32, no: 3786

[18] Ebu Dâvud, Menâsik/56, no: 1905. İbni Mâce, Menâsik/84 no: 3074

[19] İbnu A’rabi, Ahkâmu’l-Kur’an, 1/380-381

[20] Darimî, Sünen, Fedâilu’l-Kur’an/1 no: 3318

[21] Darimî, Sünen, Fedâilu’l-Kur’an/1 no: 3320. Taberî, Tefsir, 2/378

[22] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/20-21

[23] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, S: 504

[24] el-Büleyhi, S. İbrahim. Kur’an İsimleri Ansiklopedisi, , Pınar Yay. İstanbul 2006, s: 259

[25] Zamahşerî, el-Keşşaf, 1/386

[26] el-Büleyhi, S. İbrahim Kur’an İsimleri Ansiklopedisi, s: 259)

[27] Taberî, Tefsir, 3/379

[28] Tirmizî, Menâkıb/31 no: 3788. Müslim, Fedâilu’s-Sahabe/37 no: 6228

[29] Bilgin, A. Kur’an’daki Deyimler. s: 54

[30] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/711

[31] Tirmizî, İman/18, no: 2640

[32] İbni Mâce, Fiten/17 no: 3991. Darimî Siyer/75. no: 2521. Müsned, 2/332, 3/120, 145. Bir Benzeri: Ebu Dâvud, Sünnet/1 no: 4596

[33] A. B. Hanbel, 3/145. nak. İslâm Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, s: 26)

[34] Ebu Davûd, Sünnet/1 no: 4597. İbni Mâce, Fiten/17 no: 3991, 3992, 3994, 3995. Darimî, Siyer/75 no: 2521

[35] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/712

[36] Müslim, Akdiyye/10 no: 4481. Muvatta, Kelâm/20. Müsned 2/327, 360, 367

[37] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân/14, No: 2906. Not: Tirmizî bu hadisin garip olduğunu, Hamza Ziyad’ın dışında başka bir kanaldan gelip gelmediğinin bilinmediğini ekliyor. Bazılarına göre bu haber Hz. Ali’den (r.a.) rivâyet edilen mevkuf haberlerdendir.

[38] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/20-21