M. Hamidullah, Kur’an Tarihi, s: 105. M. Hamidullah kendi zamanına kadar yapılmış dünya dillerindeki bütün meâllerin bir listesini veriyor. K. Tarihi, 111-215 ve Aziz Kur’an, s: 82-142)

Bunun sebebi nedir diye sorulması gereksizdir. Zira Kur’an bütün insanlık için hidayet/hayat kitabıdır ve anlaşılsın diye indirilmiştir. Herkes Arapça bilemeyeceğine, ana dili Arapça olduğu halde Kur’an’ı gereği gibi anlayamayacağına göre, bu gibi kimseler Kur’an’a nasıl ulaşacak, onu nasıl anlayıp hayatını ona gore tanzim edecek, Allah’ın mesajlarından nasıl haberdar olacak?

Bunun elbette faklı yolları ve imkanları vardır. Bunlardan bir tanesi de Kur’an’ın  muhatabının diline anlamıyla aktarılmasıdır. Yani bir bakıma tefsiri veya meâli ile.

Bu bir ihtiyaç da, soru şu: bugün dünyanın çeşitli dillerin yapılmış olan meâllerin bu ihtiyacı gerçekten karşılayıp karşılamadığı?

Eldeki meâller Kur’an’ın bihakkın anlaşılmasına yardımcı mı oluyorlar, yoksa Kur’an’ın anlaşılmasını zorlaştırıyorlar mı?

Ya da yanlış anlaşılmasına mı yol açıyorlar?

Bunlar Kur’an’ın anlaşılmasında birer imkan mı, yoksa birer engel mi?

Soruyu biraz daha özele indirgersek; mevcut Kur’an çevirilerinin hepsinin amacı acaba Kur’an’ın anlaşılmasını ve hayat kitabı olmasını sağlamak mı?

Burada karşımıza Kur’an meâllerinde amaç sorunu çıkmaktadır.

Öncelikle bir kaç noktanın altını çizmek gerekiyor:

  • Kur’an uyulması gereken bir kitaptır.

“İşte bu da bizim indirdiğimiz mübarek bir kelâmdır. Şu halkde ona uyun ve sorumluluk bilincini kuşanın ki rahmete nail olasınız.” (6 En’am/155. Bir benzeri: 7 A’raf/3)

“Şu halde sana vahyedilene sımsıkı sarıl: çünkü sen dosdoğru bir yol üzeresin. Şüphesiz bu (vahy), senin ve kavmin için şeref ve itibar kaynağıdır. Fakat zamanı gelince hepiniz (ona karşı aldığınız tutuma gore) hesaba çekileceksiniz.” (43 Zuhruf/43-44)

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve bölünüp parçalanmayın…” (3 Ȃli İmran/103)

Kimilerine göre buradaki ‘Allah’ın ipi’nden maksad Kur’an’dır. (İbni Kesir, Tefsir 1/305. Zamahşeri, Keşşaâf, 1/386)

Kur’an’a uyubilmek, ona sımsıkı tutunabilmek, ondan yararlabilmek, onun ölçülerine gore davranabilmek için onun anlaşılması gerekiyor. Kişi bilmediği, duymadığı, anlamadığı şeye duyarsız kalır ve bununla sorumlu tutulmaz.

Kur’an anlaşılması gereken bir kitaptır.

Allah (cc) mesajlarını, hükümlerini, sınırlarını insanlar düşünsünler, akletsinler, şükretsinler ve ibret alsınlar diye açıklamaktadır. (2 Bekara 219, 221, 230, 242, 266. 5 Maide 89. 16 Nahl/39)

Allah (cc) mü’minler düşünüp anlasınlar diye âyetleri açıklar. (24 Nûr/61, 18)

Kur’an esasen anlaşılan bir kitaptır.

Kur’an, kendisini ‘mübin/tebyin’ olarak; yani anlaşılan, anlaşılabilen, açık ve net mesaj olarak takdim ediyor.

“Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.” (24 Nur/34)

“Tâ Sin Mim! Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir.” (28 Kasas/2)

Kur’an’dan sorumlu olabilmek için onu anlamak gerekir.  Zaten Kur’an herkesi muhatab alır ve herkes için anlaşılır olduğunu iddia eder. Kur’an’ı indiren Yaratıcı, muhataplarının onu anlayabilmesini sağlayan iç ve dış imkanları, vasıtalı veya vasıtasız bilgileri vermiş, ayrıca Kitabı açıklayan, uygulayan, öğreten, okutan, sevdiren bir Elçi görevlendirmiştir.

Bundan sonra insanların haberim yoktu, anlamadım, kapasitemin üzerinde idi gibi mazeretlerin arkasına sığınması geçerli değildir. Zira insanı kitaptan ve onun hükümlerinden sorumlu tutan Allah (cc) o Kitabı insan idrakine, onun anlayış seviyesine indirmiştir.

Bu açıdan denilebilir ki Kur’an’ı daha iyi anlama, mesajını daha yakından kavrama  ihtiyacı meâl ve tefsir çalışmalarını zorunlu kılıyor.

Bu ihtiyaca binaen ta baştan beri, dünyanın çeşitli dillerinde yapılan meâl çalışmalarının amaçlarını bir kaç başlıkta toplamak mümkün.

Ancak söylemek gerekir ki bu, mevcut çalışmalara bakılarak yapılan bir tesbit ve değerlendirmedir. Yoksa kimsenin niyetini okumak ve yargılamak değildir.  

 

-          Resmi hizmet ihtiyacını karşılamak ;

Bazı meâller resmi hizmete mahsustur.

Bu meâlleri resmi makamlar yaparlar, yaptırırlar, ya da remi makamlara hizmeti  şeref bilen mütercimler yaparlar. Sistem kendine göre bir din anlayışı benimser. Bu din asla ona ayak bağı olmayacak, sistemi halkın gözünde meşrulaştıracak, dizayn edilmiş bir dindir. Bunun için gerekli bütün kurullar kurulur. Din eğitimi bile buna göre ayarlanır. Eh bu çalışmalara bir de meâl ve yorum çalışması eklenmesi uygundur. Öyle yapılır ve resmi meâl çalışması sipariş verilir.

Bu gibi meâllerde Kur’ an’ ın vahyin hedefleri doğrultusunda anlaşılması diye bir niyet ikinci planda olabilir. Sistem, Dini kendine göre tarif etmeye ve öğretmeye kalkışınca ister istemez Din’in kaynağı da ona göre anlamak isteyecektir. Üstelik halkın Kur’an’a ulaşma yolları kısıtlanmasına,  Kur’an eğitiminin önü çeşitli yollarla kesilmesine, din eğitimi sistemin kendi tekeline almasına rağmen.

Resmi hizmete mahsus meâl çalışmalarında öne çıkan anlam, elbette sistemin razı olacağı bir dil, bir üslup, bir anlayış olacaktır. Sistem kendi benimsediği değerleri müslümanların Kitabıyla meşrulaştırmayı deneyecektir. Halkın sisteme olan itirazları bu meâl çalışmaları ve yanındaki Kur’an yorumlarıyla azaltılmaya çalışılacaktır.

Bu meâllerde halk resmi din anlayışının dillendirdiği mesajlara, anlamlara ve sonuçlara muhatab olur.

İşte bir örnek: "(M. Kemal’in) son dileği, Ezan’dan başka ibadetleri de Türkçe yapmak ve Türk kafasını Arap kafası köleliğinden kurtarmaktı. Türk ocağına gittiğimz gün, Kur’an’ı Türkçe’ye çevirme konusunu açtı. Orada bulunan Kâzım Karabekir (şöyle dedi):

-          Kur’an’ı Azimüşşan Türkçeye çevrilemez, Paşa hazretleri!

-          Niçin çevrilemez efendim? Bu sözünü, “Kur’an’ın manası yoktur!” demektir.

-          Hayır efendim ama, meselâ ‘Elf-Lâm-mim’… Ne diyeceğiz buna?

-          Ne demektir ‘Elif-Lâm-Mim’?

-          Meçhûl efendim…

-          Öyle ise karşısına bir sıfır koyar, çevirmeye devam edersiniz. (F. Rıfkı Atay’dan C. Cündioğlu, Türkçe Kur’an, s: 9)"

 

  • Bizim de bir meâlimiz olsun amacı;

Bazıları da  ‘herkesin meali var, bizim niye yok’ derler. Böyle diyenler ya kurumlardır, ya yayıncılardır, ya da cemaat mensuplarıdır.

Bazen bazı kitapların piyayası canlı olur. Mesela İslâmi camiada bazen siyer kitapları pirim yapar. Bir de bakarsınız ki piyasa siyer kitapları ile doludur. Bazen eğitim kitapları popülerdir. Bakarsınız ki ortalık eğitimi kitaplarından geçilmez. Bazen İslâm tarihi veya tarih kitapları, bazen cinsel terbiye kitapları, kimi zaman da dua, namaz hocası ve benzeri kitaplar revaçta olur.

Pek çok yazar ve yayınevi bu alanda faaliyete geçer. İşin ehli olsun veya olmasın, pek çok kişi bu konularda ürünler yayınlarlar. Zira piyasası vardır; isim yapılabilmekte, maddi gelir elde edilmektedir.

Bazı meâl çalışmaları da maalesef böyle ortaya çıkmaktadır. Bugün pek cemaatin/grubun, cemaat önderlerinin, hatta kurumların meâli var. Bizim de olsun denilir ve ısmarlama meâl çalışmaları yapılır.

Bununla hem para kazanılır, hem de o cemaate mensup kimselerin başkalarının meâllerinden olumsuz etkilenlemleri önlenmiş olur.

Bu gibi çalışmaların öteden beri yapılan mezhebi, meşrebi ve cemaat çıkışlı tefsirlerden bir farkı yoktur. Tarihte ve günümüzde Kur'an üzerinde belli bir mezhebin veya meşrebin anlayışını öne çıkaran çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan bir kısmının Kur’an’ın ne dediğini anlamak yerine, kendi görüşünü Kur’an’a onaylatmak çabası olduğu bilinmektedir.

Günümüzdeki Kur’an melâlleri de maalesef bu gibi niyetlerden kurtulduğunu söylemek çok zor.

Üstelik bu gibi meâl çalışmaları alelacele, fazla bir mesai sarfetmeden, derme çatma, biraz da başka meâllerden adapte yoluyla hazırlanır. Bunların önceki meâllerden farkları mütercim, kapak ve baskıdan öteye geçmez. Zira asıl amaç Kur’an’ın murad-i ilâhi doğrultusunda anlaşılmasına çaba göstermek, imkan hazırlamak, sebep olmak değil; ‘bize ait meâlimiz ve tefsirimiz de olsun’ niyetidir.

 

-          Oryantalizme hizmet amacı;

Müsteşrikler İslâm’ı, İslâmın kaynaklarını veya Kur’an’ı niçin inceleme ihtiyacı duyarlar?

Özellikle Batı Avrupa’da ve Amerika’da bunca kurum, üniversitelerde bunca oryantalist bölüm, bunca araştırma ve yayın niçin yapılmış ve hâlâ yapılmaktadır?

Oryantalist çalışmaları, bir kaç yüz yıllık kurumlaşmış bu çabaları bütünüyle merak saikiyle açıklamak mümkün değildir.

Üstelik Kur’an ve İslâm üzerine bu kadar derinlemesine araştırma yapanların kahir ekseriyetinin, hidayet bulduğu söylenemez. Yani bir araştırmacı merak etsin, Kur’an’ı incelesin, sonra da Kur’an karşısında hayran kalıp müslüman olsun. Bu çok sık olan bir olay değildir.

Ama tam tersine Kur’an’ı inceleyip kendi amaçlarına uygun malzeme bulanlar, buna göre yorum yapanlar çoktur. Bu araştırmalarla kendilerine göre İslâmın yumuşak karnını tesbit edip, oradan müslümanlara ve İslama vurmaya çalışanlar epey vardır. Bu çalışmalarla içinde bulundukları ülkenin, müslüman ülkeler üzerindeki siyasi emellerine hizmet edenler hiç de az değildir.

Batı avrupada bunca İslami araştırmaya rağmen, hâlâ İslâma ve müslümanlara karşı tarihsel tepki devam ediyorsa, İslâm hakkında hâlâ amansız yanlış anlamalar, önyargılar varsa, öncekilerin yaptığı yanlış anlamalar ve yorumlar ısrarla sürdürülüyorsa; bu araştırmaların, bu Kur’an meâllerinin iyi niyetle yapıldığı nasıl iddia edilebilir?

(Fakültede iken tefsir hocamız S. Yıldırım hatırladığım kadarıyla şöyle anlatmıştı: “Doktora calışması için Fransada bulunuyorken, bir Fransızca meâl elime geçti. Meâli inceledim. İyi bir tercüme gibi görünüyordu. Kur’an’ın manaları olabildiğince Fransızca’da ifade etmeye çalışmış. Yüzeysel bir şekilde bakanlar böyle bir meâl için objektif diyebilirlerdi. Ancak  Necm Sûresinin 19-23 âyetlerine gelince durum değişiverdi. Meâli hazırlayan müşteşrik, neredeyse bütün niyetini bu âyetin meâline yerleştirmişti. Çünkü meâlde Kur’an’da olmayan ama bazı kaynaklarda şeytan rivâyetleri diye bilinen, Mekkelilerin putları hakkında 20. âyetten sonra; “Ve tilke’l-garaniqu’l-ula, ve inne şefaatahünne le-turteca” (Bunlar yüce kuğu kuşları (tanrıçalar)dır ve elbette onların şefaatleri umulur) cümlesini âyet diye ekleyivermiş.

Bu rivâyetin uydurma olduğunu bilmeyenler, böyle bir ifadenin Kur’an’dan olduğunu sanacaklar, Kur’an’ın putları/heykelleri aslında o kadar da reddetmediği düşüncesine kapılacaklar. Böyle bir şey ise Tevhid iddiası taşıyan bir davet için ciddi bir nakısadır. (Şeytan âyetleri rivâyetleri ilgili daha geniş bilgi: Şeytan Rivâyetleri, H. Hatemi, İstanbul 1989. Yeni Ümit Dergisi, 66. Sayı)

 

-          İsim yapma amacı;

Bu meâlleri hazırlayanların maksadı, hem bir meâl de benim olsun, hem de bilineyim, adım Kur’an uzmanına çıksın demektir.

Bunların asıl amacı Kur’an’ın hidayet kitabı, vahyin hayatı inşa edici oluşunun anlaşılması değil, şöhret ve ortaya konulan ürünle pirim yapmaktır. Öyle olunca bu meâllerde derinlik, anlam bütünlüğü, akıcılık, anlaşılırlık, vahyin amaçlarını ifade edebilme, kısaca Vahyi anlama çabası yoktur.

Bu gibi meâller öncekilerin kötü kopyalarından başka bir şey değildir.

 

-          Kur’an anlasılsın amacı;

Bu meâl çalışmalarını tek amacı Kur’an’ın anlaşılması, özümsenmesi ve hayata aktarılmasıdır.

Elbette amaç Kur’an’ın anlaşılması olursa, metod da yaklaşım da, beklenti de farklı olur.

Bu gibi iyi niyetle hazırlanan meâller, Kur’an’ın hayatı yeniden inşa etmesi için yapılmış samimi çalışmalardır. Bu çalışmaları hazırlayanlar çok uzun ve yorucu efor sarfederler. Kur’an üzerinde derinlikli düşünürler. Kur’an’ı kendi bağlamında anlamaya ve onu kendi diline anlaşılabilir, ama on’daki anlama uygun bir biçimde aktarmaya çalışırlar.

Onlar Kur’an’ı anlamanın bütün imkanları devreye soktukları gibi önceki çalışmalardan da faydalanırlar. Ancak bunu ne onları nakzetmek, ne de olduğu gibi tekrar yapmak için yaparlar.  

Bilindiği gibi Kur’an’ı yorumlamaya çalışan uzman müfessirler bu çalışmalarında bir kaç yöntem denerler: Kur’an’ın Kur’an’la, Sünnetle, sahabe kavilleriyle, Arap dilinin imkanlarıyla, Arap şiiriyle, akılla, tarihsel tecrübelerle, âyetlerin iniş sebepleriyle, yaratılış âyetleri hakkında bilinenlerle/keşiflerle, önceki alimlerin çabalarıyla tefsir etmeye çalışırlar.

Bu çalışmaları yapanlar bilirler ki çeviri ve yorum kelimelerinin delâlet ettiği faaliyetin keyfiyeti, nihayet bir yorum niteliği taşır. Çeviri işlemi, mütercimin kaynak-metin’le amaç-metin arasında tam bir eşleştirme yapmak olmadığı gibi, kaynak metnin bütün özelliklerini amaç-metne taşımak da değildir. (D. Cündioğlu, K. Çevirilerinin Dünyası, s: 115)

Belki kaynak metnin anlamlarını, amaç metne en uygun, en anlaşılır, ana metnin hedeflerini en yakın manada anlatabilme çabasıdır. Bu hiç bir zaman kendi anladığını, kendi görüşünü, kendi hükmünü kaynak-metne söyletmek değil; o metinden amaca uygun olarak anlaşılanı kendi diline en yakın manada aktarabilmedir. Bu sonuçta bir yorumdur. Bu yorum da asla kaynak metin olamaz.  

Kur’an anlaşılsın amacıyla yapılan meâl ve tefsir çalışmalarında bu hususlar daima göz önünde bulundurulur.

 

-          Sonuç;

Kur’an meâllerindeki amaç sorunu, elbette sadece bu sebeplerle aşılamaz. Bunun bir yöntem sorunu da olduğu açıktır. Herşeyden önce çevirinin bir usûle bir esasa, tutarlı ve sağlam bir yönteme ve iyi niyete, Kur’an’a karşı sorumluluk bilincine dayanması gerekir.  Zira söz konusu olan bütün zamanların hidayet kitabı Kur’an’dır. Onun tek bir âyetinin bile yanlış ve asıl metne uzak bir anlamda çevrilmesi, beraberinde her türlü yanlışı da getirecektir.

Üstelik hadis külliyatını, ümmetin tarihsel birikimini, tefsir gibi Kur’an’ı anlama çabalarının zengin hasılasını bir tarafa bırakıp, “Kur’an bize yeter” deyip meâlle yetinmeye çalışanlar için durum daha da vahimdir.

Burada şu soru da sorulabilir: Hangi meâlle Kur’an’ı tam manasıyla anlayabiliriz?

Hangi meâl Kur’an’ın bütün manalarını, mesajını, inceliklerini, etkileyici üslûbunu yansıtabilir?

Kur’an’ı, yani İslâmı anlamada hangi meâl yeterli olacaktır?

Meâller arasındaki bu kadar anlam, yorum, ifade ve hüküm farklılığını nereye koyacağız?

Meâllerle ortaya çıkan bilgilerden/yorumlardan hangisi imana taalluk edecektir?

Yine meâllerle ortaya çıkan hükümlerin hangisi bağlayıcı olacaktır?  

Meâlleri Kur’an’ı kendi dilinde anlamada önemli bir imkandır. Arapça bilmeyen bu imkanlarla onu anlamaya ve uygulamaya çalışırlar.

Ancak bilinmeli ki hiç bir meâl asıl metin değildir. Hiç bir meâl Kur’an’ın amaçlarını tam manasıyla başka bir dile aktaramaz. Hiç bir meâl tek başına Kur’an’ı anlamada son sözü söyleyemez.

Meâllerin hepsi de nihayet mütercimin kendi dilindeki yorumu,  anlayabildiğidir. Bu da Kur’an’ı anlamada yolunda önemli bir imkandır.

Muhatap, Kur’an’ı anlama görevini birden fazla meâle başvurarak, açıklamalı olanları tercih ederek, mukayeseli okuyarak, tefsirlerden faydalanarak ve her birinin zaafını hesaba katarak yapabilir.

Hüseyin K. Ece

5.6.2010

Zaandam/Hollanda