a-İman Esaslarını İsbat Edip Açıklamak,

    b-Hz. Muhammed’in Peygamberliğini İsbat Etmek,

    c-Bütün Peygamberlerin İslâmı Tebliğ Ettiklerini Göstermek,

    d-Peygamberimizin ve Mü’minlerin Kalbini Takviye Etmek,

    e-İnsanların İbret Alnmasını Sağlamak,

    f-Ademoğullarını Ezelî Düşmanları İblise Karşı Uyarmak,

    g-İnsanları Rabbanî Terbiye İle Terbiye Etmek,

    h-Müslümanlar Arasında Vahdeti Sağlamak,

Kur’an Kıssalarının Özellikleri,

Kur’an Kıssalarının Tarihî Geçekliği,

 

A-KUR’AN KISSALARI ve AMAÇLARI

1-Kur’an Kıssaları:

Bütün insanlığa çağlar boyu hidayet rehberi, yani onlara en doğru yolu göstermek üzere gelen  Kur’an, bu hedef doğrultusunda  yer yer kıssalar anlatmaktadır. İnsanlık tarihinden ibret verici olaylar, sahneler ve örnekler sunmaktadır. 

Kur’an, insanın geçmişinde olanları, en üstün bir sanat yöntemi, en özlü ve yeteri kadar  gündeme getirmekte, kendisine muhatap olanların önüne koymaktadır.

Kur’an, tarihin canlı tanığıdır. Geçmişle gelecek arasındaki en güzel bağı o kurmaktadır ve   geçmişle gelecek arasında insan davranışları açısından fazla bir farkın olmadığını açıklamaktadır.                                                                   

Kur’an geçmişi en etkileyici, en uyarıcı, en ısındırıcı bir dille anlatarak, insanın geleceğini kurmasını sağlıyor. İnsanı düşünmeye, anlamaya, inanmaya ve güzel davranmaya davet ediyor. 

Kur’an   kıssaları, insanın;  yani hepimizin öyküsüdür.

Kur’an, insanın geçmişinde olan, fiilen gerçekleşen olaylardan kendi amacına uygun örnekler veriyor. Bu bakımdan Kur’an’ın anlattığı olaylara hikaye-öykü değil ‘kıssa’ denilir. Bunun ince bir anlamı vardır. Her iki kelimenin sözlük manalarına bakılırsa niçin ‘kıssa’ kavramının tercih edildiği daha iyi anlaşılır.                                                                                                                                                         

'Hikaye-öykü’, ister gerçekleşmiş, isterse hayal olsun, anlatılan veya yazılan şeydir. (el-Mu’cemu’l Vasit, Kurul, İst.1992, Çağrı, 1/190. Türkçe Sözlük,TDK, Kurul, Ank.1988,  1/645. Dr. İdris Şengül, Kur’an Kıssaları Üzerine, İzmir 1994, s: 48)

‘Kıssa’ veya ‘kasas’, kelimesi öykü gibi değildir. Bunlar ‘kassa’ kökünden gelir ve sözlükte; bir kimsenin izini sürüp ardı sıra gitmek, bir kimseye sözü veya bir haberi açıklamak, bir şeyi anlatmak veya hikaye etmek demektir. (el-Hüseyin b. Muhammed Rağıb el- İsfehâni, el-Müfredât, İst.1986, s: 610.   Mu’cemu’l Vasit,  2/739. Dr. İ. Şengül, ağe, s:44.  Doç. Suat Yıldırım, K.K. ve Kur’an İlimlerine  Giriş, İst.1989, s: 105)                                                                                                                                                                       

Buna göre kelimenin türediği ‘kassa’ fiili, olayları adım adım izleyerek noktası noktasına bildirmek, haber vermek demektir. (S. Yıldırım, age, s:105) 

Kur’an’ın anlattığı kıssalar tarihte fiilen olmuş olaylardır. Hayal ürünü ya da uydurma  hikayeler değillerdir. Sözü kuvvetlendirmek, ya da sanatsal amaçlara ulaşmak için de anlatılmamışlardır. Kur’an; bir hükümdür, hak ile batılın arasını  ayırdeden bir kitaptır ve asla bir şaka, bir oyuncak, ya da oyalayıcı bir şey değildir. (86 Târık/13-14)

Bunun için o, tarihte olmuş bazı olayları, kendi hedefi çerçevesinde, kendi üslûbu ve lazım olduğu kadar anlatmaktadır. Onun anlattığı şeyler sıradan bir hikaye-öykü değildir. Pratik hayatta karşılığı olan, yaşanmış ve tecrübe edilmiş, zamanlar boyunca da tekrarlanması mümkün olan şeylerdir.

Kur’an insanlara, onlara kendi mesajını iletmek, ibret ve örnek vermek, hatta uyarmak için ‘kıssa’ anlatıyor. Kıssada hem olayları olduğu gibi anlatmak yöntemi vardır, hem de bir ders ve ibret verme amacı vardır. Bunun için Kur’an, kendi anlattığı olaylara ‘kasas’ demektedir ve bunu daha çok haber anlamında kullanmaktadır. (12/Yusuf/3. 3 Âli İmran/62. 7 A’raf/176. 28 Kasas/25)

Kıssalar, Kur’an’ın asıl gayesini gerçekleştirme araçlarından birisidir. Onun asıl amacı, insanlara doğru yolu göstermek, Allah’ı ve O’nun hükümlerini haber vermek, insanlara ‘hidayeti’ tebliğ etmektir. Kıssalar anlatılırken, yalnızca olay anlatılmaz ve yalnızca sanat amacı güdülmez. Bununla beraber olayın akışı içerisinde sürekli mesaj verilir ve kıssa okuyucuları etkileyecek tarzda en güzel edebi sanat örnekleri halinde anlatılır. Kur’an, bu bağlamda dini gaye ile edebi gayeyi birleştirir ve insan ruhuna sanatın güzellikleriyle hitap eder. Kıssaların bu sanatsal özelliklerini muhatabı, o kıssalardaki fikri idrak etmeye hazırlar. Fikirler çoğu zaman duygu ölçüleri içerisinde verilir. Şüphesiz bu daha etkileyici bir yöntemdir. (S. Yıldırım, K. İ.Giriş, s: 106)

Kur’an kıssaları bir anlamda ‘tevhidin tarihi’dir. Tevhid’i tebliğ eden nebiler ile onlara karşı olumlu veya olumsuz tavır sergileyenlerin geçmişidir. Yüce Yaratıcıdan gelen ilâhi daveti kabul edenlerle, kendi inadının veya iblisin peşinden gidenlerin ibretli hikayesidir.

 

2-Kıssaların Amacı:

Kur’an kıssalarının amacı kısaca ‘Kur’an’ın indiriliş amaçlarını gerçekleştirmektir’. (S. Yıldırım, K. İ. Giriş, s: 106)

Bir hidayet kitabı olan Kur’an, bir taraftan insanlara bunun yollarını gösterirken, bir taraftan da hükümlerini bildirmekte ve bunun canlı örneklerini sunmaktadır. Kur’an, insanların kendi kafalarından uydurdukları bir takım, inanç ve değer yargılarını, ahlâk ölçülerini reddediyor. İnsanlara ilâhi ölçüleri ve hakk olan inancı tebliğ ediyor. Bunu yaparken, onları ikna edici çeşitli yöntemler kullanıyor.  

Yukarıda geçtiği gibi Kur’an’ın maksadı asla insanlara hikaye anlatıp onlara hoş vakit geçirtmek değildir. Kur’an böylesine kusur ve eksikliklerden uzaktır. Onun her bir cümlesi, her bir âyeti ve her bir haberi, insanın dünyadaki yaşayısını düzene sokmaya çalışmak ve onu ölümden sonraya hazırlamak içindir.

Kur’an kıssalarının amacıyla  Kur’an’ın Tevhid’e davet amacı arasında fark yoktur. Kıssalar, insanlara Tevhid’i tarihî gerçeklik ve uygulanmış örnekler olarak sunmaktadır. (İ. Şengül, K. Kıssaları  Üzerine, s: 279)

Kıssaların amaçlarını bir kaç madde halinde özetleyebiliriz:

  

a-İman Esaslarını İsbat Edip Açıklamak:

İslâmın iman esasları bilindiği gibi Tevhid, Ahiret inancı, vahy, peygamberlik ve bunlara bağlı şeylerdir.

Kur’an, bütün sûrelerinde insanlara bunları anlattığı gibi kıssalar da aynı amacı gütmüştür. Kur’an, kendi davetinden ayrılıp, şirk dinine uyan bütün insanları, içinde bulundukları yanlışı bırakıp Tevhid’e gelmeye davet ediyor.

Kur’an’ın esas amacı insanlara Tevhid inancını ulaştırmaktır. İnsan yaratılışı gereği inanma ihtiyacındadır. O eğer hakk bir dine yani Tevhid’e inanmazsa, mutlaka onun yerine başka dinler bulacaktır. Alemlerin Rabbi Allah’tan uzaklaşanlar, inanma ihtiyacını karşılamak için onun yerine mutlaka başka tanrılar bulacaklardır. Tarihte böyle olmuştur, şimdi böyle oluyor, gelecekte de böyle olacaktır.

Halbuki yalnızca Allah’a kulluk yapması için yaratılan insanın (51 Zariyat/56), Allah’ın zulüm (karanlık, haksızlık ve dengesizlik) (31 Lukman/13) dediği şirk dinlerine uymaları, hayatlarını bu uydurdukları köksüz inanca göre sürdürmeleri korkunç bir yanlıştır. Şirk dinlerine mensup olanların bir çoğu da bu yanlış dinler uğruna, Allah’ın görevlendirdiği elçilerle ve onların getirdiği vahiyle mücadele etmişlerdir.

Kur’an, kıssalar anlatmak yoluyla da insanları bu yanlıştan dönmeye davet ediyor. Bu kıssalarla peygamberlerin davetini, davet metodlarını, örnek oluşlarını, onların davetine karşı insanların tutumlarını ortaya koyuyor. İlâhi davete karşı oluşta ve düşmanlıkta aşırı gidenlerin acıklı sonlarından haberler veriyor. Peygamberlerin davetlerinin ve onların aldıkları ilâhi vahyin hakk olduğunu belirtiyor. İnsanların öldükten sonra yeni bir hayata doğacaklarını her fırsatta dile getiriyor.

İman konularına bağlı olarak, yüce elçilerin ve onlara inanan mü’minlerin Allah’a bağlılıkları (ihlas ve tevekküllerini), Allah yolunda çektikleri sıkıntılar, Allah’a ibadet ve O’na itaat ahlâkları yine bu kıssalarda dile getiriliyor.

Bu kıssalarda ayrıca insanlara ‘ğayb-bilinmez’ olan bazı şeyler açıklanıyor. Sonsuz ilmin ve gücün yalnızca Allah’a ait olduğu her fırsatta dile getiriliyor ve insanlar ‘ğayb’a  imana davet ediliyor. (İ. Şengül, K. K. Üzerine, s:281-293)

 

b-Hz. Muhammed’in Peyğamberliğini İsbat Etmek:

Hz. Muhammed hayatının hiç bir döneminde okuma-yazma öğrenmedi ve bu yolla elde edilebilecek bir bilgiye ulaşmadı. O ümmî (Okuma-yazma bilmeyen, annesinden doğduğu gibi kalan) bir peygamberdi. (7 A’raf/ 157-58) Geçmiş topluluklara ait haberleri ve onların durumlarını bilmiyordu. (12 Yûsuf/102. 28 Kasas/44-46) Onların haberlerini doğru ve çok üstün sanatsal ifadelerle anlatması O’nun Allah’tan vahy aldığını isbatlar. (S. Yıldırım, K. İ. Giriş, s: 106-107) Zaten Kur’an’ın ifadelerinin âyet (mucize) oluşu da O’nun Peygamberliğinin delilidir.

Şüphesiz okuma yazması ve bu yolla elde edilen ilmi olmayan birinin Kur’an gibi bir kitabı ve içindeki harika kıssaları bu kadar üstün nitelikli ifadelerle, fesahat ve belağat (söz ve ifade güzelliği) ile anlatması mümkün değildir.

 

c- Bütün Peygamberlerin İslâm’ı Tebliğ Ettiklerini Göstermek:

Kur’an kıssaları Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberlerin yalnızca Allah’ın dini İslâm’ı insanlara tebliğ ettiklerini göstermeyi amaçlar.

Kur’an’ın ifadelerinden anlaşıldığına göre, Allah’ın insanlara gönderdiği ve onları uymakla yükümlü kıldığı, ve kendi katında geçerli saydığı din İslâm’dır. (3 Âli İmran/19, 85) Hatta yerde ve gökte ne varsa, canlı ve cansız, hepsinin isteyerek veya istemeyerek teslim olduğu düzenin adı da İslâmdır:

“Peki onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa- istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedir.” (3 Âli İmran/83)

Allah (cc) Peygamberini ve O’nun şahsında bütün insanları, Allah’ı birleyen hanif’ler olarak yüzlerini fıtrat (yaratılış) dini olan İslâm’a çevirmelerini emrediyor. (30 Rûm/30) Buna göre İslâm fıtrat (yaratılış, yaratılışın kanunu) dinidir.

Allah tarafından insanlar için din olarak seçilen  İslâm (5 Maide/3) yine O’nun tarafından görevlendirilen şerefli elçiler aracılığıyla (3 Âli İmran/179. 6 En’am/87) insanlara tebliğ edilmiştir. Öyleyse Allah tarafından seçilmiş olan  elçilerin insanlara tebliğ ettikleri Hakk ta aynı olacaktır.

Kur’an’ın şu ifadeleri oldukça anlamlıdır:

“O: ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da vasiyet ettiğimizi sizin için de bir şeriat kıldı. Senin kendilerini çağırmakta olduğun sey müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve kendisine yöneleni hidâyete eriştirir” (42 Şûra/13)

Kıssalardan öğrendiğimize ğöre Hz. Nuh (as) kavmine; “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur…” (7 A’raf/ 59. 23 Mü’minun/23) demiştir. Aynı daveti Hz. İsa, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Şuayb, Hz. İbrahim (as) ve diğer bütün peygamberler de kavimlerine yapmışlardır. (5 Mâide/72, 7 A’raf/65,73,85. 11 Hûd/50,61,84. 27 Neml/36, v.d.)

Yine Kur’an diyor ki Allah (cc) bütün insanlara ‘yalnızca Allah’a ibadet edin’ diyen elçiler göndermiştir. (16 Nahl/36. 23 Mü’minûn/32)

Hz. Yakub (as) vefat ederken çocuklarına şöyle  sordu: “…Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” Onlar da şöyle cevap verdiler: “Senin ilâhına ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler O’na teslim olmuşuz.” (2 Bekara/133)

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (as) Kâbe’yi yaptıkları zaman  şöyle dua ettiler:

“Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan da sana teslim olmuş (müslüman bir ümmet kıl)… (2 Bekara 128)

 Yine İbrahim  ve Yakub (as) çocuklarına;  “…Şüphesiz Allah (cc) sizi bu din için seçti; siz de ancak müslümanlar olarak can verin.” (2 Bekara/132) şeklinde vasiyette bulundu.

Kıssaların akışından anlaşıldığına göre israiloğullarının dini yani Hz. Musa’nın onlara anlattığı din İslâm idi. (10 Yûnus/90) Hz. İsa’ya iman eden havariler müslümandı, (Mâ

ide/111), Hz. Süleyman’ın kavmini davet ettiği şey de İslâm’dı. (27 Neml/31)

Kur’an kıssaları, Allah’ın gönderdiği bütün elçilerin aynı Tevhidî esasları tebliğ ettiklerini, insanları aynı ilâhî ölçülere davet ettiklerini gösteriyor.

Tarihî akış içerisinde sonradan gelen elçiler bir önceki elçinin tebliğ ettiği davetin tahrif edilen (bozulan) esaslarını asıl şekline döndürmeye çalıştılar. İlâhî vahyin tamamlanmasına aracı oldular ve insanların içine düştüğü tefrika ve ihtilafları ortadan kaldırıp, onları İslam’da birleştirmeye çaba sarfettiler. (İ. Şengül, K. K. Üzerine, s: 30)

Peygamberimiz (sav) kendi peygamberliğini şöyle değerlendiriyor:

Ebu Hureyre (ra)dan rivâyet edildiğine göre peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu:   “Benim ve benden önce gelen nebilerin örneği şuna benzemektedir: Adamın biri bir bina yapar, onu süsler, güzelleştirip tamamladıktan sonra köşelerinden birinde bir tuğlayı eksik bırakır. Binanın etrafını dolaşanlar hayretle derler ki, keşke ‘şu tuğla da (yerine) konulsaydı ya’. İşte ben o tuğlayım (veya binayı tamamlayan tuğla gibiyim)”.(Müslim, Sahih, K. Fezâil/20-23, 4/1790-1791, Sahih-i Buhari, K. Menakib, 18, 4/162, nak. Dr. İ. Şengül. Age. 299)

Görüldüğü gibi Peygamberimiz kendi elçiliğini, peygamberlik (nübüvvet) binasını tamamlayan tuğlaya benzetmektedir. Evet O, bütün diğer peygamberler gibi Allah’tan gelen vahyi insanlara ulaştıran nebiler binasının son tuğlası, sonuncusudur.

Kur’an kıssalarında ayrıca şunu da görmekteyiz: Allah’ın şerefli bütün elçilerinin davetleri aynı şeye olduğu gibi, davet metodları da aynıydı.

Onlar, Allah’tan aldıkları ilâhî vahyi insanlara, onların anlayacağı şekilde anlatıyorlardı. Allah’ın dinini tebliğ uğrunda benzer eziyetlere uğruyorlar, benzer zorluklarla karşılaşıyordı. Kimileri yurdundan hicrete mecbur bırakılmış, kimisi de bu yolda şehit edilmişti.

Onlar, insanları Allah’a kulluk yapmaya, iblisten ve onun yolundan, sonunda da cehenneme gitmekten veya Allah’ın azabına düşmekten sakındırmışlardır. Hiç bir peygamber davetine karşı insanlardan bir ücret istememiş, onlara bu görevi Rabbimiz verdiği için hakkıyla yerine getirmişlerdir. (İ. Şengül, age, s: 306)

 

d-Peygamberimizin ve Mü’minlerin Kalbini Takviye Etmek:

Kur’an kıssalarının bir amacı da, başta Hz. Muhammed (sav) olmak üzere O’na inanan mü’minleri, Allah yolunda uğradıkları sıkıntılar sebebiyle teselli etmek ve onların kalplerini inandıkları dinle pekiştirmektir. (M. Sait Şimsek, Kur’an Kıssalarına Giriş. İst. Trh.  s: 73. Doç. S. Yıldırım, K. İ Giriş, s: 108. İ. Şengül, age. s: 293)

Kıssalar, hem onlara hem de sonradan Kıyamete kadar gelecek olan mü’minlere, geçmişte yasamış nebiler ve mü’minlerden örnekler vererek, başlarına gelenlere ve çektikleri sıkıntılara üzülmemeleri gerektiğini, bu dine inanan bütün Allah yolunun yolcularının başına benzer şeyler gelebileceğini ve buna karşılık ecir alacaklarını haber veriyorlar. Böylece onların daha güçlü, daha azimli bir şekilde Allah yolunda çalışmaya ve mücadeleye devam etmeleri gerektiğini vurguluyorlar.

Kur’an, bu kıssaların Peygamberin gönlünü pekiştirmek üzere indirildiğini açıklıyor:

“Ve böylece, nebilerin haberlerinden senin kalbini güçlendirecek her şeyi sana anlatıyoruz. Öyle ki bu kıssalarla hak sana ulaşıyor, mü’minlere de bir  öğüt, bir hatırlatma ulaşıyor.” (11 Hûd/120)

Mü’minler için kıssaları anlatılan peygamberlerde en güzel örnekler vardır. Kur’an onların teslimiyetini, ihlaslarını, tebliğ yolundaki sabır ve sebatlarını, üstün ahlâklarını anlatarak mü’minlerin gözünün önüne en güzel örnekleri koyuyor. (60 Mümtehıne/4, 6. 33 Ahzab/21)

 

e-İnsanların İbret Almalarını Sağlamak:

Kur’an, nebilerin ilâhî vahyi insanlara ulaştırma gayretlerini ve bu uğurdaki çabalarını destansı bir dille anlatırken, aynı zamanda onlara karşı gelen önderlerin (mel’e ve mütref’in) (Mel’e ve mütref; bir toplumda yönetim ve servet açısından önde olanlar sınıfı.) ve toplulukların durumlarını da anlatıyor. Bunların yanlış haraketlerinin kaynaklarını, dinlemeyen azgın ve haddi aşmış kavimlerin nasıl cezalandırıldıklarını ibret verici bir tarzda ve uyararak gündeme getiriyor.

Böylece Kur’an’ı okuyanlar, bir taraftan kıssalarda anlatılan olayları canlı bir şekilde karşılarında, yeniden yaşanıyor gibi görürlerken diğer taraftan da güzel iş yapanlar gibi olmaya, kötülükleri anlatılanlar gibi olmamaya niyet ederler. Daha doğrusu kıssaların amacı, sâlih insanların örnek alınmasını sağlamak, azmış, yoldan çıkmış ve tuğyan etmiş (haddi asmış) kimseler gibi olmaktan sakındırmaktır.

Kur’an bu kıssaları anlatırken mü’minlere de İslâmı yaşama ve onun uğrunda çalışma konusunda önemli dersler ve ibretler sunuyor. Onlara sabır, tahammül, azim, gayret ve Allah’ın verdiği sözden (vaad’ten) umutlu olmalarını tavsiye ediyor. İslâma gerçekten teslim olanların, Allah’a hakkıyla inananların mutlaka üstün olduğunu müjdeliyor. (3 Âli İmran/139)

Bunu da geçmiş ümmetlerden seçip, destek ve zafer verdiği veya kendilerinden razı olduğu nebiler ve topluluklardan örnek vererek açıklıyor. 

Kur’an, mü’minlere, İslâm uğrunda zafer kazanmanın ve güzellikler yurdu Cenneti hak etmenin kolay olmadığını bildiriyor. Böylesine çok büyük ve muazzam mükâfatın ancak bedeli ödenmek suretiyle elde edilebileceğini haber veriyor:

“Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hâli başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda peygamber ve beraberindeki mü’minler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır!” (2 Bekara/214)

Kur’an anlattığı kıssalarla, peygamberleri dinlemeyen o günün tağutlarını (Tağut; tuğyan eden, azan ve haddi aşan, ilâhlık taslayan kimse  veya güçler.) ve firavunlarını, daha doğrusu firavun zihniyetini mü’minlere tanıtmaktadır. Tarih boyunca ilâhî davete ve o davetin şekillendirdiği hayata düşman olanların karakterini ve ruh yapısını ortaya koyuyor.

Bu kıssaları okuyan mü’minler, bir taraftan Allah’ın dinine gönül vermekle şeref bulduklarının sevincini yaşarken, bir taraftan da Kur’an tanıttığı karakterden haraketle günümüzün câhiliye anlayışlarını, firavunların ve tağutlarını tanıyor. Onların zorbalıklarını, hile ve tuzaklarını anlıyor. Onların insanlar üzerinde kurdukları zulüm ve dalâlet (sapıklık) düzenlerini idrak ediyor. Bu azgın tiranların kendi saltanatlarını sürdürmek için uydurdukları ve halklara zorla kabul ettirmeye çalıştıkları bâtıl dinleri öğreniyorlar, tedbirlerini alıyorlar.

Mü’minler de tıpkı geçmişteki firavunlara ve tiranlara, onların zulüm düzenlerine teslim olmayan nebiler ve mü’minler gibi olmaya azmediyorlar. O mü’minler gibi Allah’a tevekkül ederek, zaferi ve mükâfatı O’ndan bekleyerek, bütün zulüm güçlerine karşı güçleri yettiği kadar, bulundukları şartlar içerisinde mücadele etmeye karar veriyorlar, kınayanın kınamasından, zalimlerin zulmünden korkmadan…

Nebiler ve onlara uyan güzel mü’minler gibi, hakları ellerinden alınmış, müstez’af (Müstez’af; potansiyel güç bakımından zayıf olmadığı halde, başkaları tarafindan zayıf bırakılan, önüne engel konulan kimse. bkz: Ali Bulaç, Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, s: 90) bırakılmış insanlar uğruna mücadele vermeye, çaba göstermeye niyet ediyorlar.

Kur’an kıssaları kuru/sıradan birer hikâye, ya da okunup geçilecek tarihî olaylar değildir.

Onlar, Tevhidî davetin ilkelerini, yöntemini, o davete düşman olanların karakterini, düşmanlıklarını, ilâhî daveti susturmak için baş vurdukları yolları, hile ve tuzaklarını, zayıf ve korkak kişiliklerini, onlara karşı mücadele vermenin metodunu ortaya koyarlar. Onlar hem birer ibret belgesi, hem canlı örnekler, hem birer iman anıtları, hem de en güzel yaşama ve mücadele reçetesi olarak…

                  

f-Âdemoğullarını Ezelî Düşmanları İblise Karşı Uyarmak:

         

İblis Hz. Adem’e secde etmedi. Allah’ın emrini dinlemekten yüz çevirdi ve kafirlerden oldu. Bu yüzden kovuldu, racîm oldu ve lânetlendi. (2 Bekara/34. 7 A’raf/11, 13-18. 15 Hicr/31, 34, 35. 20 Tâhâ/11. 38 Sad/74, 77-78. l5 Hıcr/36-40. 17 İsrâ/62-64)                                                                                                                         

İblis (şeytan) bu duruma Hz. Âdem (as)in yüzünden düştüğünü var sayarak O’na ve  soyuna, yani insanoğluna düşman oldu. İnsanları azdırmak ve Allah’ın doğru yolundan saptırıp isyana sürüklemek için Allah’tan izin istedi. Allah (cc) bu izni iblise verdi. İblis bunun üzerine belli bir zamana kadar, (Kıyâmete kadar) insanlara kötülük yapmaya, onları azdırmaya ve günaha sürüklemeye devam edeceğine söz verdi, yemin etti. (7 A’raf/27. 20 Tâhâ/117. 2 Bekara/168, 108, 268.  24 Nûr/21. 36 Yâsin/60. 5 Mâide/91. 31 Lukman/21)   

Kur’an, sık sık insanı şeytana karşı uyarıyor. Bu ezelî düşmanın adımlarını ‘sakın

izlemeyin’ diye sıkı sıkı tenbih ediyor. (43 Zuhruf/62 v.d.)

Çünkü-Allah’ın lâneti üzerine olan-şeytan, her fırsatta, bütün imkanlarını bir araya toplayarak, atlılarını ve yayalarını devreye sokarak, (17 İsra/64)  insanı kandırabilecek ve yalanlarına inandırabilecek bütün araçları deneyerek insanları kendisine bağlamaya çalışacak.

Yemin edecek, tatlı söz söyleyecek, vesvese verecek, boş vaadlerde bulunacak. Ancak o insana aldanıştan, boş hayallerden (ümniyye’den) başka bir vaadte bulunmaz, başka bir şey söz veremez. (17 İsrâ/64. 4 Nisâ/120) İnsanları Allah’ın yolundan ve O’na kulluk yapmaktan alıkoymak için elinden geleni yapacak. İçki, kumar ve benzeri seylerle kulları ibadetten uzaklaştırmaya çalışacak, (5 Mâide/91) kendisine uyanların yaptıkları bütün işleri kendilerine güzel gösterip onları aldatacak. (6 En’am/43. 29 Ankebut/38)

Bütün bunlara karşı Allah (cc) örnekler vererek bütün kullarını seytanın hilelerine karşı uyarıyor. Onları, iblisin sürükleyeceği tehlikeden sakındırıyor. Onun peşine gidip doğru yoldan çıkanları cezalandırma ile tehdit ediyor. Ona uymayıp, onun kandırmalarından yüz çevirip Rabbine teslim olanları da sonsuz ödüllerle müjdeliyor.

Kur’an’dan  öğrendiğimize göre, aslında iblisin sâlih (en doğru işler yapan) kullar üzerinde bir gücü yoktur. (15 Hicr/40-42. 38 Sad/83. 16 Nahl/99. 34 Sebe’/21) Onun insanları aldatmak üzere kurduğu hileler de çok zayıftır. Ona karşı az bir direnç gösteren onun hilesini yener, etkisinden kurtulur. (4 Nisa/76)

Kur’an kıssalarında şeytanın tuzaklarına düşmemek için yeterince ibret ve uyarılar bulunmaktadır.

 

g-İnsanları Rabbanî Terbiye ile Terbiye Etmek:

Kur’an kıssalarının bir başka amacı da genelde Kur’an’ın terbiye metoduna uyarak mü’minleri, Allah’ın razı olacağı bir kişiliğe ve hayata hazırlamak üzere terbiye etmektir.

Bilindiği gibi terbiye, hem olumlu hem de olumsuz şekilde olabilir. İnsanların hemen hemen hepsi belli bir terbiyeden geçerler. Herkes bulunduğu aile, toplum ve eğitim ortamından etkilenir, terbiyesini alır. Buna bir anlamda eğitim de denir. Bu eğitimin herkes hakkında her zaman olumlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Üstelik bâtıl dinlere inanıp, hayatını o dinin ilkeleri doğrultusunda yaşayan, ya da şeytanın adımlarını izleyip onun emrine uyan kimselerden eğitim alanların Allah’ın razı olacağı bir hayatı yaşaması mümkün değildir.

Kişiyi günaha sürükleyen nefsi ve şeytanın aldatması olmakla beraber, onun aldığı eğitimdir. O eğitimle beraber çoğu kere iyi ve kötü, doğru ve yanlış, faydalı ve zararlı değer yargılarını da öğrenir. Öğrendiklerine göre de davranışlarını ayarlar.

Şüphesiz ki Allah’ın ğönderdiği ölçülerle terbiye olan, bu ölçüler içerisinde eğitim alan kimseler elbette farklı olacaktır. İnsanın fıtratında bulunan iyiye yönelik yetenekler ancak Rabbanî eğitimle ortaya çıkarılır ve hep iyiye doğru yönlendirilir.

Kur’an kıssaları bu bağlamda mü’minlere Rabbanî eğitim  metodlarından örnekler sunuyor. Tevhid tarihinde yasamış iyi ve kötü kişilikleri, hayır ve şerrin öncülerini gündeme getiriyor. Bu örnekleri insanın psikolojik, toplumsal, kişisel durumuna göre ona öğretiyor.

Kur’an bütün çağlara, bütün zamanlara ve bütün insanlara hitap ettiği için, onun terbiye yöntemi herkese yöneliktir. Kur’an’ın, kıssaları ve diğer hikmet ve hükümleri anlatım biçimi buna uygundur. Örnekler canlı, belirgin ve özellikleri bilinebilecek karakterlerdir. Onları okuyan iyi kişiliklere gıpta eder, kötü kişiliklerden nefret eder.

Kur’an’a göre insanlar için en mükemmel insan modelleri peygamberlerdir. Onlar,  bütün yönleriyle en güzel örnektirler. Her peygamber kendi devrinin ve sonradan gelecek insanların önünde sanki Allah’ın, ‘işte böyle olunuz’ diye var ettiği model  kişilerdir. (33 Ahzab/21)

Kur’an, bazen de Peygamberlerle birlikte, onların yanında olanları da sonradan gelenlere örnek olarak sunmaktadır. İbrahim (as) ve O’nun yanında bulunanlar gibi. (60 Mümtehine/4, 6)

Eğitim açısından model ve örnek göstermenin önemi büyüktür. İslâm imanının ve üstün hayat anlayışının kalplerde kökleşmesi için Kur’an kıssaları bu örnek kişilikleri gündeme getiriyor ve insanları onların güzel hayatıyla eğitmek istiyor. (M. Sait Şimşek, K. Kıssalarına Giriş, s: 108, 109)

 

h-Müslümanlar Arasında Vahdeti Sağlamak:

Kur’an kıssalarının bir başka amacı da bütün mü’minlerin dinde kardeş oldukları bilincini onlara vermektir. İnanan insanların hepsi, diğer milletlere (diğer din mensuplarına) karşı bir büyük ailedirler. Onların akidesi (inancı), dünya görüşleri, hayata bakışları, yasayışları, ahlâkları ve kullukları başkadır. Onlar öncelikle kalplerini ve bütün benliklerini âlemlerin Rabbi Allah’a dönderdiler. Kendilerini o Rabbin yarattığı bilinci ile öldükten sonra yine O’na döneceklerini bilirler ve bu anlayışla yaşarlar.

Kur’an kıssaları geçmiş ümmetler arasında mü’minlerin kardeşliklerine, kendilerine gönderilen peygamberin etrafında vahdet (birlik) oluşturduklarına çarpıcı örnekler vermektedir.

Hz. Nuh (as)un kurtuluş gemisine binenler kardeşlik şuuru içerisinde vahdet oldukları gibi, Hz. Musa (as)nın ardından yarılan denizden karşı sahile geçenler de bütüncül bir  topluluktu. Hz. İsa’nın havarileri de öyleydi, Hz. Muhammed’in seçilmiş sahabeleri de öylesine güçlü bir cemaatti.

Kur’an onların vahdetinden örnekler vererek bugünkü müslümanların da Kur’an’ın gösterdiği yolda, bütün farklılıklara rağmen, İslâma bağlılıkta, kardeşlikte ve İslâm uğruna çalışmada, İslâmın düşmanlarına karşı vahdet (birlik) olmaya davet ediyor.

 

3-Kur’an Kıssalarının Özellikleri:

Kur’an, tarihi olayları, yer ve zaman belirterek, sırasıyla anlatmamaktadır. Onun böyle bir amacı da yoktur. O, özellikle insanlara ulaştırmak istediği mesaja yardımcı olacak, bu mesajın ulaştırılmasını kolaylaştıracak bazı olayları, kendi uslûbuyla, kendi ifade tarzına uygun bir şekilde anlatmaktadır.

Kur’an kıssaları, aslında insanlara hükmeden ilâhî yasaların uygulaması sayılan bir takım haraket, ses ve görüntü şeklinde tarih manzaralarıdır. Öykü veya masallarda olayın kahramanı, zaman ve mekan öğeleri önemlidir. Ancak Kur’an kıssalarında yer ve zaman belirtilmediği gibi, kıssanın kahramanı olayın etrafında oluştuğu kişi veya kişiler de değildir. Kıssanın gerçek kahramanı insanın inanç, ahlâk ve davranışlarıyla sıkı bir bağı olay tarihî kanundur. Söz gelişi, İbrahim (as)den bahseden kıssada olayın kahramanı Hz. İbrahim ve karşısındakiler değil, tevhid ve şirk gibi iki realitedir.

Kur’an kıssaları tezi olan kıssalardır, güdümlü öyküler değildir. Kur’an olayın kendisine ve o olayla beraber vermek istediği fikre dikkat çektiği için, olayın geçtiği zamanı ve yeri bildirmemektedir. Zira olayın, ibret vermek amacına uymayan ayrıntılarına girmek, kıssadan hisse çıkarma gayesini azaltabilir. (S. Yıldırım, K. İlimlerine Giriş, s: 109)

Kur’an kıssaları, çeşitli konu ve münasebetlerle ilgili olarak anlatılır. Kıssanın anlatım yerini, anlatılan kısmını, anlatım biçimini bu kıssanın anlatılmasına gerekçe oluşturan münasebet belirler.

Kur’an, sırf anlatım güzelliği olsun diye hayâli olaylar anlatmaz. Ya da konuyu süslemek için sanatsal yakıştırmalarla uğraşmaz. Kur’an kıssalarında hayatın ve varlığın realitesi vardır. Okuyucu bu kıssalarda çok açık somutlukla karşılaşır. (S. Kutub, Fi Zilâli’l Kur’an, 1/55)

Kur’an, bir davet, bir sosyal düzen ve hayat kılavuzudur. O, sıradan bir rivâyet, gönle hoş gelen bir anlatım ya da tarih kitabı değildir. Bazı sûrelerde davet işlevi yerine getirilirken ele alınan konunun durumuna göre, o  konunun gerektirdiği kadar, anlaşılmasını sağlayacak biçimde kıssalar anlatılır.

Kur’an kıssaları, iman kervanının devam eden, başarılı ve uzun yolculuğunun göstergesidir. Bu kıssalar peşi peşine gelen kuşaklar boyu Allah’a davetin ve insanların bu davet karşısındaki tavırlarının tarihidir. Yine bu kıssalar, Allah’ın seçkin kullarının imanlarının ve Rableri ile olan ilişkilerinin belirgin özelliklerini yansıtırlar. İlâhî davete olumlu cevap veren bu iman kervanının şerefli mensuplarına sürekli ümit, aydınlık ve parlaklık aşılarlar, iman unsurunun üstünlüğünü hatırlatırlar. İman olgusunun önemini ve diğer düşünce ve inançlardan farkını ortaya koyarlar. (S. Kutub, Fi Zilâli’l Kur’an, 1/55)

Kur’an, peygamber ve diğerlerinin kıssalarını aktarırken son derece dikkat çekici bir üslûb kullanılmaktadır. Kalplerde derin etkiler yapacak olan bu üslûb onun değişmez özelliğidir. Kıssalar geçmişte yaşanmış gerçek olaylardan alınmakta, fakat bunlar en güzel ve mecazi ifadelerle, sanatsal söyleyişlerle sunulmaktadır. Kasdedilen anlam açıklanarak, kalplerde ürperti ve heyecan uyandıracak tarzda ortaya konulmaktadır.

Bazı kıssalar, konunun genel akışı içerisinde tekrar edilir. Aslında bu kıssalarda tam bir tekrar yoktur. Kıssa veya kıssa bölümü aynı biçimde, aynı miktarda ve aynı üslûbla tekrar edilmez. Eğer bir yerde kıssa tekrar ediliyor gibi görünüyorsa, orada tekrarlanma sayılamayacak yeni bir unsur söz konusudur. (S. Kutub, Fi- Z. Kur’an, 1/55)

Tekrar ediliyor gibi görünen kıssalar, her defasında değisik ayrıntılar eklenerek farklı üslûbla ele alınır. Her tekrar edişin ayrı bir anlamı ve konu açısından ayrı bir önemi vardır. Ya da konunun bir başka ibret yönüne dikkat çekilmektedir.

Aynı kişi veya aynı toplulukla ile ilgili kıssaların farklı yerlerde geçen kısımları, aralarında bir zıtlık ve farklılık olmaksızın bir bütünlük oluştururlar. Hepsi bir araya gelince tablo tamamlanır ve kıssada verilmek istenen mesaj daha net ortaya çıkar. (S. Yıldırım, K. İlimlerine Giriş, s: 110)

Bu kıssaların asıl amacı, peygamberlerle, eski ulusların ve ülkelerin tarihçelerini çizmek ya da hikâye etmek olmuş olsaydı, kıssaların bu şekilde tekrar edilmesine gerek kalmazdı. Asıl amaç onlardan ibret alınmasıdır. Geçmiş milletlerin başına gelmiş olan iyi veya kötü şeylerin daha belirgin hale getirilmesi için tekrar kaçınılmazdı.

Kur’an kıssalarında da temel konuları,-tevhid, nübüvvet, Âhiret, kulluk, vb.- iç içe verilmektedir. Yalnızca olay anlatılmamaktadır. Şüphesiz ki Kur’an’ın bütün konuları birbirine bağlıdır. Bir konu diğerinden bağımsız değildir. Kur’an söz gelişi, Tevhid’ten bahsederken, ibadet olayını bir tarafa bırakmaz. Yasaklardan bahsederken, Âhiret inancını göz ardı etmez. Kıssalarda da aynı özelliği görüyoruz. Muhatap kıssadaki olaylarla başbaşa bırakılmaz. Kıssa akışı içerisinden hükümler, haberler verilir, mü’minler irşad edilir (doğruya davet edilir) veya uyarılır.

 

4-Kur’an Kıssalarının Tarihî Gerçekliği:

Kur’an kıssaları birer tarihî gerçektir. Hepsi de geçmiste olmuş olaylardır. Bu kıssaların kaynağı, bizzat Kur’an’ın kaynağıdır, yani vahy’dir. Şu kadar var ki Kur’an, bu tarihî olayları kendi amacı doğrultusunda anlatmaktadır.

Özellikle bazı batılı araştırmacılar, Kur’an kıssalarının Tevrat ve İncil’den alınmış olduğunu iddia etmektedirler. Onlara göre, Hz. Muhammed (sav) bir yolla bu kıssaları Kitab-ı Mukaddes’ten almış, kimisini kısaltmış, kimisine ilavede bulunmuş, kimisini de değiştirerek Kur’an’ın farklı yerlerine koymuştur. (İ. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s:172, M.S. Şimşek, K. Kıssalarına Giriş, s: 11. İgnaz Goldziher, İslâm Tefsir Ekolleri, çev. M. İslâmoğlu, İst. 1997, s: 105)

İslâm dünyasından bazı bilginler de bu kıssaların hayali ve uydurma olduklarını, tarihte yaşanmadığını ve edebî nitelik taşıdıklarını, temsili hikâyeye ve fabl’e benzediklerini iddia etmişlerdir. (İ. Şengül, K. Kıssaları Üzerine, s: 123, 130-135. İ. Cerrahoğlu, age. Aynı yer.  S. Şimşek, K. Kıssalarına Giriş, s: 50-63)

Halbuki bizzat Kur’an’ın kendi ifadeleri bu anlatılan kıssaların gerçek olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’an boş işlerle (abesle) uğraşmaz. Kur’an’ın üslûbu, insanların ortaya koydukları eserlere benzemediği gibi, hedefi, maksadı, anlattığı konularda da apayrıdır.             

Kur’an, anlattığı kıssalarla ilgili olarak diyor ki:

“Andolsun, onların kıssalarında kavrayış yeteneği olanlar (sağlam akıl sahipleri) için ibretler vardır (Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir. Ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her şeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklanması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidâyet ve bir rahmettir.” (12 Yûsuf/111)

“Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarmaktayız. Gerçekten onlar, Rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz onların hidâyetini artırmıştık.” (18 Kehf/13)

“Mü’min olan bir kavim için hak (doğru) olmak üzere, Musa ve firavunun haberlerinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.” (28 Kasas/3)

İnsanların kutsal kitaplar dışında bir takım kaynaklardan ve kazılardan ettikleri bazı bilgiler, Kur’an kıssalarının tarihî gerçekliğini anlamaya yardımcı olmaktadır. İnsanlığın yüzyıllar boyunca biriktirdiği bilgi ve ibret alma tecrübesi de bu olayları doğrular niteliktedir. Nitekim son dönemlerde yapılan bir çok arkeolojik kazılar, bilimsel keşifler ve araştırmalar bu konuda yeni ufuklar açısı özelliktedir. (İ. Şengül, K. Kıssaları Üzerine, s: 109-127)

Kur’an’ın hedef ve maksatları açısından da anlatılan kıssalar olmuş olaylardır. Gerek örnek modeller sunma açısından, gerek tebliğ ve davet metodu açısından kıssalar maksada uygundur.

Hz. Musa (as)nın firavunla olan mücadelesi, israiloğullarıyla ilişkisi bu açıdan tipik bir örnektir. Musa (as) kıssasında Kur’an’ın bütün hedeflerini bulmak mümkündür. Eğer bu kıssa yaşanmamış bir olay olsaydı etkisi şüphesiz sınırlı olacaktı. Kur’an insanların uydurma ve hayâli olaylardan değil, yaşanan ve tecrübe edilen gerçeklerden ibret dersi almalarını istiyor.

Kur’an, özellikle Allah’ın daveti karşısında inat edip direnen ve Allah’a karşı istikbar eden (büyüklük taslayan) azgınlara yeryüzünde gezip dolaşmalarını, kendilerinden öncekilerin başına neler geldiğini bizzat görmelerini emrediyor. (3 Âli İmran/137. 6 En’am/11. 27 Neml/69. 30 Rûm/42 v.d.)

Hz. Muhammed (sav) dünyaya geldiği zaman Mekke müşrikleri Fil olayını biliyorlardı. Hatta kimileri bu olayı takvim olarak kullanıyordu. Onlar, Yemen’den Ebrehe isimli bir kralın gelip Kâbe’yi yıkmak istediğini, ancak ordusunun ebabil kuşları tarafından darmadağın edildiğini ve Kâbe’yı yıkamadığını biliyorlardı. Peygamberimizin altı yaşında iken ölen dedesi Abdulmuttalib o zaman Kureyş topluluğunun başkanı ve olayın canlı tanığıydı.

Kur’an bu olayı Fil Sûresinde açıklamakta ve yakından bildikleri bu olaydan ibret almaları öğütlenmektedir.

Görülüyor ki Kur’an, yaşanan, fiilen gerçekleşmiş olayları kıssa olarak anlatıyor. Bu bölümün başında geçtiği gibi, bizzat ‘kıssa’ kelimesinin anlamı bile Kur’an kıssalarının gerçek olduğunu ortaya koyar.

Hz. Âdem kıssasını düşünelim; Allah (cc) Hz. Âdem’i yarattı, Cennete koydu, sonra orada bir ağacın meyvesinden yemesini yasak etti. Sonra iblis onu kandırdı, o ağacın meyvasından yemesini sağladı ve dünyaya inmesine sebep oldu.

Bütün bunların hayâli ve sıradan bir öykü olduğunu düşünebilir miyiz? Mesele eğer öyle ise, insanın yaratılışını ve dünyaya gelişini nereye koyacağız?  İnsan hayatına ve varlıkta yer almasına hayâl diyebilir miyiz?

Hayır hayır, Kur’an kıssaları birer hakikattır ve insanlığın tarihinden Kur’an’ın sunduğu ibretli, hikmetli, hüzünlü sahnelerdir.

 

KAYNAKLAR:

Ateş, Prof. Süleyman, K. Kerim ve Yüce Meâli, Ank. Trh.

Bulaç, Ali, K. Kerim ve Türkçe Anlamı, İst. Trh.

Cerrahoğlu, Prof. İsmail, Tefsir Usûlü, Ank. 1993,

        -Tefsir Tarihi, Ank. 1988,

Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, çev. C. Koytak, A. Ertürk, İst. 1966,

Goldziher, İgnaz, İslâm Tefsir Ekolleri, Çev. M. İslamoğlu, İst. 1997,

İslamoğlu, Mustafa, Yahudileşme Temayülü, İst. 1995,

El-Kadı, Abdulfettah, Esbabü’n Nüzul, Çev. S. Akdemir, Ank. 1996,

El-Kattan, M. Halil, Ulûmu’l Kur’an, Çev. A. Erkan, İst. 1997

Kutub, Prof. Seyyid, Fi Zilâli’l Kur’an, Beyrut 1402-1982,

        -Türkçesi, Heyet, İst. Trh. (Hikmet)

El-Mu’cemu’l Vasît, Heyet, İst. 1992,

Rağıb el-Isfehânî, Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fi-Garib’il-Kur’an, İst. 1986

Şemseddin Sami, Kamus-i Türkî, İst. 1316 baskısından ofset,

Şengül, Dr. İdris, Kur’an Kıssaları Üzerine, İzmir 1994,

Şimşek, Doç. Said, Kur’an Kıssalarına Giriş, İst. Trh

Türkçe Sözlük, Kurul, TDK, Ank. 1988

Ünal, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, İst. 1986,

Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Sad. Heyet, İst. trh.

Yıldırım, Doç. Suat, K. Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, İstanbul 1990

 

Hüseyin K. Ece