Bu fiilin “ifa’al kalıbından gelen “es-re-fe” fiili; haddi aşmak, yanılmak, hata etmek, gafil ve cahil olmak, acele etmek demektir.[1]

İsraf, bu kalıbın masdarıdır.  İnsanın yaptığı her işte normal olan sınırı aşması demektir ki, daha çok harcamalardaki aşırılık anlaşılmıştır.[2] İsraf genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşrû olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder.[3]

Ya da yaptığı her işte normal olan sınırı aşmak, kasıttaki aşırılık demektir. İsraf aynı zamanda kişinin Allah’ın helâl kılmadığı bir şeyi yemesi, yeme ve içme konusundaki savurganlığı ‘tebzîr’dir, yani saçıp savurmaktır.[4]

İsrafla seref arasında ayırıma giderek birincisine “haddi aşmada ifrat”, ikincisine “tefrit” anlamını verenler olmakla birlikte genellikle her ikisi de inanç, tutum ve davranışlardaki aşırılık hakkında kullanılmaktadır.[5]

Kur’an israf  edenlere, haddi aşanlara, davranışlarında aşırıya gidenlere “müsrif” diyor. 

 

-Kavram olarak israf

İsraf, meşrû ve mâkul olanın dışına çıkma, itidalden sapmayı anlatır.   

Kelimenin kök anlamında, yeme ve içmede, eşya ve imkanları kullanmada, davranışlarda ölçüyü kaçırmak, haddi aşmak, ihtiyaçtan fazlasını harcamak manaları gizlidir.

Esasen insan ve toplum bünyesindeki dengeyi bozan her türlü aşırılık haddi tecavüzdür. Bu aşırılığın davranışlarda veya harcamalarda olması farketmez. Her iki aşırılık da zararlıdır ve huzursuzluğa götürür.

Bir insan olarak sınırını, gücünü, kapasitesini, yetkisini  bilip ona göre davranması gerekiyorken; bunun ötesine geçmesi, kendini büyük görmesi, kimseye muhtaç olmadığını sanması ve bu anlayışa göre hareket etmesi israftır.

Kur’an’da daha çok davranışlarda sınırı taşmak, haddi tecavüz etmek anlamında kullanılan ve özellikle inkarcı kişi ve toplumların taşkınlığını anlatan israf kavramı belli ki zaman içerisinde anlam daralmasına uğramış, fıkıh, tasavvuf ve ahlâk literatüründe genellikle kişisel  harcamalardaki aşırılık manasında anlaşılıp kullanılmış. Nitekim Cürcânî’nin sıraladığı “değersiz bir amaç uğruna fazla mal harcamak, harcamada haddi aşmak, meşrû bir konuda harcanması gerekli olan ölçüden fazlasını harcamak” gibi tanımların hepsinde kelimenin maddi şeylerin sarfıyla ilgili olarak ele alınması (et-Ta’rîfât, s: 28) bunu göstermektedir.[6]

Buna göre bir ahlâk terimi olarak israf; ihtiyaçtan fazla tüketmek, gereksiz yere harcama yapmak, savurganlık yapmak gibi anlamlara da gelir.

Bir kimsenin şu kadar miktar yemek ile doyması mümkünken, daha fazla yemesi israftır. Bir şeyi şu kadar kullanması ihtiyacı karşılıyorken daha fazlasını harcaması israftır. Şu kadar kat elbise onun giyim ihtiyacı karşılarken daha fazlasına, onlarca kat elbiseye sahip olmak istemesi aşırlıktır,  yani israftır.

İslâmî anlayışa göre insanların ihtiyaçları aslında sınırlıdır; arzu ve ihtiraslar, istek ve tamahlar ise sınırsız olup yalnızca nefsanî arzuların tatmini için yapılan aşırı tüketim, harcama  israftır.

Esasen Türkçede savurganlık anlamındaki israfın sabit bir kavram anlamı yoktur. Bunun sebebi israf olayının ekonomik, sosyal ve kültürel şartlara göre değişebilir olmasıdır. Kişisel ve sosyal refah seviyesindeki artış harcama alışkanlıklarını değiştirmektedir. İslâm hukukçuları maslahatı (kişinin faydasına olan şeyleri) öncelik sırasına göre zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât (kemâliyyât) olmak üzere üçe ayırmakta, bunların ötesinde salt nefsânî isteklerin ve bencil duyguların tatmini için yapılan lüks tüketimi israf saymaktadırlar.[7]

 

-Kur’an’da israf

İsrafın kök fiili olan “se-ra-fe” Kur’an’da geçmemektedir. “es-ra-fe ve türevleri ise yirmiiki yerde geçmektedir. Kur’an’da bu kavramın beş anlamda kullanıldığını söyeleyebiliriz.

Birincisi; ‘haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamında. Bu aynı zamanda inkârcıların bir sıfatıdır. Çünkü onlar, Allah’tan gelen helâl ve haram ölçülerini tanımadıkları gibi kââle de almazlar. İnsan olarak kulluk yapmaları gerekirken Allah’ın ölçülerini çiğneyip geçerler. İnsanla Yaratıcı arasında olması gereken dengeyi korumazlar. Davranışlarında normal sınırı gözetmezler, fıtratın gereği olan ve sonradan konulan ölçülerin ötesine geçerler, aşırıya giderler.

Haddi aşan (esrafa) ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz Âhiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır.” (Tâhâ 20/127)

Burada israfın kökü ollan “es-ra-fe” fiili kullanılıyor ve kendisine Allah’ın âyetleri ve daveti geldiği halde onu unutan, kaale almayan, ölçüyü taşıran kimselerin karşılaşacağı sonuç haber veriliyor. Haddi aşan kulların yaptığı hata ile Zümer 39/53 geçen “kendi nefsine karşı israf edenlerin” hatası arasında benzerlik var.

“De ki: “Ey hadlerini aşıp kendilerini israf eden kullarım! Allah’ın rahmetinden asla umut kesmeyininiz...” (Zümer 39/53)

Kur’an müsrif dediği davranışlarında, tavırlarında normal ölçünün ötesine geçip hata yapanları yanlışı da budur.

Bazı âyetlerde israf; şirk, küfür, zulüm, azgınlık anlamında, ya da bunları yapanların bir özelliği olarak yer alıyor. Böyleleri Tevhid’ten saptıkları gibi, Allah hakkında ve dinî konularda hakla ilgisi olmayan iddiaları ileri sürerler, İslâma inanmamakla kalmayıp ona karşı kaba, saldırgan, kibirli ve alaycı davranırlar. İsraf böylelerinin davranışlarını ifade etmektedir. (Mesela bkz: A‘râf 7/81. Şuarâ 26/149-151. Yâsîn 36/19. Mü’min 40/28. Yûnus 10/83 v.d.. Duhân 44/30-31. Müsrifin açıklaması aşağıda gelecek.)

İkincisi: Harcamalarda, yeme içmedeki aşırılık, yani tebzir manasında. Türkçe’de savurganlık olarak da ifade edilmektedir.

Eldeki malı, serveti, imkanları veya parayı gereksiz yere harcamak sınırı aşmaktır, aşırıya gitmektir. Kur’an şöyle diyor:

“Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yeyiniz içiniz fakat ‘israf’ etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.” (A’raf 7/31. Bir benzeri: En’am 6/141)

Buradaki ‘israf’ hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık, hem de Allah’ın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır.

Cahiliyye arapları, ‘günah işlediğimiz elbiselerle Kâ’be’yi tavaf (ziyaret) edemeyiz’ diyerek onu çıplak olarak tavaf ederlerdi, kendi anlayışlarına göre ibadet ettiklerini sanarlardı.  Bu âyet ile hem bu yanlış anlayış kaldırıldı hem de elbise, yeme-içme, eşya kullanma, Allah’ın hükümleri konularında bir ölçü ve denge getirildi.

Kendini açlığa, çıplaklığa, sünepeliğe veya fakirliğe mahkûm ederek  Allah’a yakın olacağını, ya da dünya fitnesinden bu şekilde uzak kalacağını, helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allah’ı memnun edeceğini sanmak aldanmaktır. Allah’ın koyduğu ölçüye göre, süslü elbise giymek günah değil, bilakis helâlı haram, haramı helâl sayma günahtır. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez.

Bu ölçüler içerisinde müslümanlar, Allah’ın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, imkanlar dairesinde güzel ve süslü elbiseler giyecekler, meşru davranışları sergileyecekler; ama asla israf etmeyecekler, yani aşırıya kaçmayacaklar, kantarın topuzunu kaçırmayacaklar.

Dünya ni’metlerini Allah (cc) insanlar için yaratmaktadır. Bu ni’metleri kullanma ve yeme arzusunu insanın içerisine koyan da yine Allah’tır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hakkıdır. Buradaki ölçü ni’metlerden faydalanan kulun, ni’meti vereni bilmesi, yani şükretmesi ve israfa kaçmamasıdır.

Üçüncüsü; helâl ve temiz ni’metlerin haram sayılmasındaki ve dinî hükümlere karşı aşırılık anlamında.

Dinin doğrudan yasaklamadığı, ya da açıkça yasakladıklarına benzemeyen yiyecek ve içecekler, elbiseler ve eşyalar, hatta davranışlar bile özünde mübahtır, helâldir. Bunları haram kılmak kimsenin hakkı değildir. Haramı helâl, helâli haram saymak müsrifliktir, yani aşırılıktır.

Dinin hükümleri her hak sahibine hakkını belirlemiştir. Kişi bu hakkını elde ederken aşırılığa kaçmamalı, hakkı olmayan bir şeyi elde etmeye yeltenmemelidir. Bu aşırılık iki şekilde açıklanmıştır: a) Sadece ölüm cezasının uygulanmasına razı olunmalı, işkence ve şiddet uygulanması talep edilmemeli. b) Katile hak ettiği ceza verilmeli ama ondan başkasına zarar verilememeli. Ya da ölüm cezasının verilmesini seçmeyip, diyet alma veya affetme yolunu seçilmeli.[8] Ölünün yakınları bu meşru hakkın ötesine geçerlerse Kur’an’a göre bu tavır israftır. 

 “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın (lâ yüsrif). Çünkü kendisine yardım edilmiştir.”  (İsrâ 17/33)

Dördüncüsü; kişinin kendine ait veya emanetindeki mal ve imkânları gereksiz yere harcamasını anlamında. Engellilerin veya henüz reşid olmayan çocukların, yetimlerin mallarından vasilerin (onların işlerine bakanların) ihtiyaçları var ise, örfe veya kanuna göre onların mallarından bir bir payı ücret olarak alması caizdir. Ancak bu işi ücretsiz yapması yapması tavsiye edilir. Ücret alırken de israf etmemesi, aşırıya kaçmaması, hakkı olmayanı almaması gerekir.

Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf (israfen) ile ve tez elden yemeyin...”  (Nisâ 4/6)

Beşincisi; bir kimsenin hata günahlara boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi anlamında. Bazıları hareketlerinde aşırı gidip dinin çizdiği sınırların ötesine geçer. Dolaysıyla günahların getireceği zararları kazanır. Günah işleyerek kendini dünyada ve Âhirette zarara uğratan kimse de kendine kötülük edendir, kendi nefsine zulmedendir.

“(Rabbanilerin) sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı (israfımızı-israfenâ) bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âli İmran/146-147)

Bir başka âyette şöyle deniliyor:

“De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak haddi aşan (israf eden) kullarım! Allah’ın rahmetinden asla umut kesmeyininiz. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Azap size gelip çarp0madan önce Rabbinize yönelip O’na teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz.” (Zümer 39/53-54)

Burada israf etmek (haddi aşmaktan) maksat Allah’ın hükümlerini çiğneyerek günahlara dalmaktır. Böylece kişi kendi aleyhine olarak ruhunu/nefsini kirletir, kendisine zarar verir.

İsraf bu anlamda bazı hadislerde de geçmektedir.

 

-Hadislerde israf;

Hadislerde de israf, aşırılık, lüzumundan fazla harcama anlamında kullanılıyor.

Enes b. Mâlik’in rivâyetine göre Rasûlüllah (sav) şöyle demiştir: “İştahının  çektiği her şeyi yemen israftır.”[9]

Peygamber (sav) Sa’d’ın yanına uğramıştı. O sırada abdest alıyordu. Peygamber (sav) “Bu ne israf!” dedi. O da şöyle sordu: “Abdestte de israf olur mu?” Peygamber (sav); “Evet bir nehir kenarında olsan bile” diye cevap verdi.[10] Burada kasdedilen israfın, suyu lüzumundan fazla kullanmak olduğu açıktır.

Buhârî, yetkin âlimlerin abdestte yıkanması gereken uzuvların üç defadan fazla yıkanmasını hoş görmediklerini bunu israf saydıklarını kaydediyor.[11]

Abdullah bin Amr (ra) anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu

Yeyiniz-içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin.”[12]

Bu hadisin A’raf Sûresi 31. âyetini açıkladığını hatırlayalım.

Peygamber (sav) bir duasında şöyle diyor: “Yârabbi hatamı, cehaletimi ve yanlızca senin bildiğin bütün işlerimdeki israfımı (aşırılığımı) bağışla...”[13]

Bu duanın bir benzerini Kur’an müslümanlara öğretiyor. (bkz: Âli İmran/147)

 

-Bezr-israf ilişkisi

Kur’an, israf kelimesinin yanında bir de ‘bezr’ kavramını kullanıyor. ‘Bezr’ de  malı, serveti, eldeki imkanları saçıp-savurmaktır. Bu bir açıdan israfa benzemektedir.

‘Bezr’ sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle ‘tebzir’ masdarına; tohumu gereken yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak manası verilmiştir.[14]

‘Bezr’, malı saçıp-savurmak, gerektiği yerlere sarfetmemek, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir. Ya da malı/serveti/imkanları infak edilmesi gereken kimselere infak etmemek, onları hayr yollarında harcamamak, Allah’a isyan yollarında harcamak ‘bezr’dir.

Doğru yerlere de olsa haddinden fazla harcamak israf, miktarı ne olursa olsun yanlış yerlere harcamada bulunmak tebzîrdir.[15]

Kur’an buyuruyor ki: “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bezr ederek saçıp-savurma. Çünkü bezr (israf) edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.“ (İsrâ 17/26-27)

Malı veya eldeki imkanları saçıp savurmak, ya da aşırıya kaçmak şeytanın ahlâkıdır. İsraf edenlerin yaptıkları şeytanın hoşuna gider. “Burada israf ve savurganlığın, günah sektörünü doğuran en büyük âmil olduğu gerçeği vurgulanmaktadır.“[16]

 

-Ahlâk ve sosyal açıdan israf

İslâm, aşırıya kaçan, harcamalarında ve davranışlarında dengeyi kaçıran kimselerin yaptıklarını hoş görmemektedir. İsraf; sapmaların, bozulmaların, haksızlıkların, fesadın  kaynaklarından biridir. İslâm, Maddî ve mânevî imkânları Allah’ın rızâsını kazanmaya ve insanlara mutluluk getirmeye elverişli yerlerde kullanmayı emreder.[17]  Kişilerin ve toplumların bu konularda denge üzerinde olmalarını istemiştir.

Savurganlık (israf ) yasağı’ aynı zamanda önemli bir ‘ekonomik denge’dir. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. Kur’an, hem aşırı harcamayı, hem de aşırı kısmayı (cimriliği) hoş görmüyor. İkisi arasında orta bir tutum tavsiye ediyor.

“Elini bağlı olarak boynuna asma (cimri olma). Onu büsbütün de açıp savurma (israf etme). Sonra kınanmış bir halde oturup kalırsın.” (İsrâ 17/29)

“El bağlamak, “el açmak” deyimleri, cimrilik ve israf etmekten kinâyedir.[18]

İslâm âlimleri sadakada, infakta, Allah yolunda harcamalarda aşırılık olur mu olmaz mı diye tartışmışlar. Kimileri nafilere ibadetlerde, hayırlı işlerde aşırı davranmanın israf olmayacağını söylerler. Allah’a itaatsizlik uğrunda yapılan az bir harcamanın bile israf olduğunu söyleyenlerin yanında ibadet ve hayırlarda da ölçülü olmak gerektiğini savunanlar vardır.[19] Onlar aşağıdaki âyeti esas alırlar. Bu âyete göre Rahman’ın has kulları sadece Rablerinin önünde secde ettikleri, cehennem azabından sakındıkları gibi infak ettikleri zaman da mutedildirler (orta yolu izlerler).

(O kullar), harcadıklarında ne israf (yüsrifu) ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan 25/67)

“Dinen haram kılınan maddelerle lüks sayılanların tüketimi israf olduğu gibi helâl kabul edilen maddelerin günün icaplarına göre ihtiyaçtan fazla tüketimi de haram veya mekruh sayılmıştır. Esasen genel olarak tutumluluk ve itidal İslâm’ın ibadetlerde bile öğütlediği temel bir ilkedir. Nitekim sorumluluklarını ihmal edecek derecede ibadete dalmak, camilerin aşırı biçimde süslenmesi, kabirlere lüzumundan fazla harcama yapılması vb. ölçüsüzlükler uygun görülmemiştir.”[20]

Malı saçıp-savurmak, gerekli yerlere harcamamak, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Cimrilik ise yardım düşüncesini öldürdüğü gibi, ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı engeller. İnfak ve sadaka ahlâkını köreltir. Halbuki infak (nafaka) kurumu yakın akrabanın ihtiyaçlarını karşılamayı temin eder, sadaka kurumu ise insanlardan muhtaç olanları sıkıntıdan kurtarmayı sağlar.

Müslüman malın, ni’metlerin, imkanların bir emânet olduğuna inandığı gibi, o mal üzerinde hakkı olanların hakkını verir, gereği kadar harcama yapar, ama günün birinde mutlaka bunun hesabını vereceğine de inanır.

Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, ‘bezr’ etmeyenler, mal konusundaki imtihanı kazanırlar.

İslâm insan hayatına her konuda bir denge getiriyor. İnançta, amellerde, ahlâkta, mal kazanma ve harcamada, duygularda, nefret ve sevmede hep orta yolu tavsiye ediyor. Ne aşırılık, ne de tembellik veya gevşeklik. Ne ifrat, ne de tefrit.

İslâm ümmeti, ‘vasat bir ümmettir’. (Bekara 2/143) Yani orta yolu izleyen, dengeli ve hayr yolları üzerinde olan bir ümmettir. Bu ümmet Allah’ın indirdikleri konusunda aşırılığı olmadığı gibi, mal konusundaki tutumu da dengelidir, harcamaları da ölçülüdür.

İslâmın bu ölçüsünden uzak günümüzün insanı ise, aşırı bir dengesizlik ve alabildiğine bir israfın içerisindedir. Çağımız hem davranışlardaki ölçüsüzlük, hem harcamalardaki ölçüsüzülük anlamıyla tam bir israfın, aşırılığın, taşkınlığın, ölçüsüzlüğün içerisindedir.

Her şeyin alabildiğince israf edildiği, Allah’ın ölçülerine nisbetle aşırı davranışların normal sayıldığı, akıl almaz çılgınlıkların zevk ve eğlence haline geldiği, Allah’a isyan sayılan ne kadar davranış varsa hepsinin çağdaşlık sayıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Bu açıdan bakılınca, içinde bulunduğumuz zaman hem harcamalarda, hem de davranışlarda aşırılığın, yani israfın yaşandığı, müsriflerin bol olduğu bir zaman dilimidir. İsrafa; şimdilerde “çağdaş aşırılık ve dengesizliktir” desek yanlış olmaz.

Bu anlamdaki israf olayında dört önemli ihmal veya hata vardır.

Birincisi; kişinin sorumsuz davranmasıdır.

Böyleleri kimseye karşı sorumlu olduklarını düsünmezler. Alabildiğine özgür, canları ne isterse onu yapmakta serbest olduklarını, yaptıklarından da asla kimseye hesap vermek zorunda olmadıklarını düşünürler. Onlar içinde yaşadıkları yerdeki imkanlar el verdiği ölçüde dilediklerini yaparlar, diledikleri gibi yaşarlar.

Dolaysıyla Yaratıcı’nın ölçülerini dikkate almazlar, bununla kendilerini kayıtlı saymazlar. Nefislerinin ortaya koyduğu zevklere (hevalârına) göre yaşarlar. Böyle olunca da ölçüyü kaçırırlar, zevklerinde ve davranışlarında sınırı aşarlar. Bunlar, Allah’tan gelenlere sırtını dönmüş kimselerdir.

Kur’an böylelerinin tutumuna “israf”, haddi aşanlar anlamında “müsrif” diyor.

İkincisi; Kişinin ni’metin kıymetini bilmemesidir.

Böyleleri mülkün ve nimetin Allah’tan geldiğini, rızkın O’nun tarafından yaratıldığını unuturlar. Ya da inanmazlar.

Bunlar bir ni’mete kavuştukları zaman, onun şükrünü yerine getirmezler ve onu diledikleri gibi tasarruf ederler. İstedikleri gibi harcarlar. Biraz da düşüncesiz iseler har vurup harman savururlar. Kur’an’ın deyişi ile ‘tebzîr’ ederler.

Elindeki malını ölçüsüzce saçıp savuran, onunla kimseyi faydalandırmaz da. İsraf ettiği malı kazanmak için de başkasının hakkına el atabilir.

İnsanın sahip olduğu her şey aslında bir değerdir. Bu değeri farkedenler, onları korumada titiz olurlar, onları yerli yerinde kullanılar ve şükrederler. Ellerinden çıktığı zaman da ne kadar büyük bir kayıp yaşadıklarını bilirler. Onun için elde olanı emânet bilip korurlar, karşılığını şükür olarak ödemeye çalışırlar.

Elindekinin kıymetini bilmeyenler, yarını hesaba katmayanlar, belki başkasına da faydası olur diye akıllarına getirmeyenler, saçıp savurmakta bir beis görmezler.

Üçüncüsü; kişinin ni’metlerin hesabını vereceğini düşünmemesidir.

Böyleleri sahip olduklarını kendi elinin emeğiyle, gücüyle  ve bilgisiyle kazandığını düşünür. Elindeki ni’metlerin Allah’tan geldiğine, ya Allah’ın Rezzâku’l-âlem olduğuna inanmaz. Öyle bir derdi yoktur. Tek dünyalı yaşadığı için, çalışır, kazanır ve dilediği gibi harcar. Ne kazandığında, ne de harcadığında başkasına hesap vereceğini aklına getirir. Malı ve kazancında başkalarının da hakkı olduğunu asla kabul etmez. “Benimle mi kazandı, niçin verecekmişim, mal benim değil mi?” diye çıkışır.

Mal, kazanç, nimet ve imkanlara bu gözle bakan biri, öncelikle bu kafa yapısıyla haddi aşan, yani müsrif olan bir kimsedir.  

Dördüncüsü; sahip oldukları üzerinde hakkı olanları ihmal etme, düşünmeme.

Kur’an’a göre kişinin sahip olduklarına, ya da kendisine emâneten verilenlerde başkalarını hakı vardır. Mesela; hac, infak, nafaka, aşağıdaki âyette sayılanlar.  “(Takva sahipleri) Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak var (olduğunu bilirler).” (Zariyât 51/19)

İsraf edenler, keyiflerince harcayanlar başkalarını hesaba katmadıkları gibi, başkalarının kendi malı üzerinde hakkı olduğunu şiddetle redederler. Bu gibiler keyiflerine göre, lüks ve lüzumsuz harcamalar konusunda çok cömert (!) oldukları halde, muhtaç olanlara vermekte son derece cimridirler, eli sıkıdırlar.

 

-Müsrifler israf edenlerdir

Müsrif, “es-ra-fe” fiilinin fâil (özne) ismidir.  

Müsriflik her açıdan olumsuz bir mana taşır ve israf edenlerin, ölçüyü kaçıranların, aşırılığa meyledenlerin özelliklerinin tümünü ifade eder.

Kur’an kâfirleri, yapageldikleri yanlışlar açısından farklı sıfatlarla nitelendirir. Allah’ın gönderdiği ölçüleri çiğneyip, haddi aşarak “müsrif” olmak, daha çok müşriklerin ve inkârcıların bir sıfatıdır.

Türkiyede halk arasında müsriflik daha çok malını çekine çekine harcayanlar hakkında kullanılır. Güya böyleleri herhangi bir konuda bir harcama gerekiyorsa,  az vermek için veya hiç vermemek için “müsrifliğin lüzumu yok” derler. Böylece vermekten kurtulmak isterler.

Ancak din dilinde ‘müsrif’ malının çok sevenler hakkında değil, tam tersine Allah’ın verdiği ni’metin kıymetini bilmeden, onu har vurup harman savuranlar, ölçüsüz harcıyanlar, aşırılar hakkında kullanılır. Ayrıca hareketlerinde Din’in, aklın ve sağlam örfün ölçülerine aykırı hareket eden “müsrif”tir. Böylesi gerek cahillikten, gerek gaflet sebebiyle, ya da kasti olarak hakka, akla, adalete ilâhi ölçülere uygun ve normal bir şekilde davranması gerekiyorken; aşırıya kaçar, yanlış davranır, sınırı taşar.

Kur’an’ın “müsrif” dediği kimlerdir?  

 

-Kur’an’da müsrif

Kur’an’ın müsrif dediği kimseler öncelikle tevhid inancından uzaklaşıp şirke, küfre ve zulme sapanlardır. Müsrif iki âyette mal ve imkanlarda savurganlık yapanlar hakkında kullanılıyor.

Böyleleri Allah (cc) ve din hakkında gerçekle ilgisi olmayan iddialar ileri sürdükleri gibi, müslümanlara karşı da kaba, sert, saldırgandırlar. İslâma ve müslümanalara karşı daima yıkıcı davranışlar sergilerler.

Kur’an Firavun, onun gibi inkârcılığa ve zulme sapanlara ve Allah hakkında haddi aşanlara şöyle hitap ediyor:   “Andolsun ki, (Musa'dan) önce Yûsuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince «Allah ondan sonra peygamber göndermez» dediniz. İşte Allah o aşırı giden (müsrif) şüphecileri böyle saptırır.” (Mü’min 40/34)

Bunlar Yaratıcı’nın insanlar için uygun gördüğü ölçüleri hiçe sayıp, kendi hevâ ve heveslerinin peşine giderler. Akıllarının erdiğini hak zannedip, Hak’tan gelenlere kulak asmazlar; bu nedenle de insan için çizilen tabii sınırları aşarlar.  

Mü’minler hem Din’in değerlerine bağlıdırlar, hem de bu değerlere bağlılığın  getireceği kazancın farkındadırlar. Onlar, kendilerine sunulan her imkanı yerinde kullanmama israfına düşmezler. Müsrifler ise, değere dönüşebilecek bütün imkanları boşa harcayan kimselerdir.  (Yûnus 10/12)

“İsrafın büyüklüğü, kaybedilen imkandan çok doğru harcamadığı için kaybettiği ni’metin büyüklüğü ile ölçülür. Burada kaybedilen Allah rızası ve onun karşılığı olan cennettir. İlâhi rızayı ve cenneti kaybedenin kaybını gösterecek bir rakam da yoktur.”[21]

Allah (cc) sapıklığı kendi iradesiyle seçip inkârcı olanları, davranışları ile kendilerini harcayanları, ya da kendilerine yazık edenleri, haddi aşıp alabildiğine hak aleyhine yalan söyleyen müsrifleri doğru yola iletmez. (Mü’min 40/28)

Peygamberin davetini dinlemeyenler de müsriftirler.

Böyleleri geçmişte ve şimdi Peygamberlerin Allah’tan getirip insanlara ulaştırdıkları ölçüleri kabul etmezler, onların davetini ciddiye almazlar. O ilâhi davete karşı taşkınlık ve düşmanlık yaparlar.

 “... Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler (müsrifûn’dur).”  (Mâide 5/32) 

Allah’a şirk koşanlar ve O’nun emirlerini dinlemeyerek sınırları aşan müsrifler cehennem ehlidirler.  Firavun kavminden hz. Musa’ya iman eden bir mü’min Peygamberin  davetine icabet etmeyenlere şöyle sesleniyordu: “Şüphe yok ki sizin beni tapmaya çağırdığınız şeyin ne dünya ne de Âhiret konusunda hiçbir çağrısı yoktur. Kuşkusuz dönüşümüz Allah’adır. Şüphesiz, aşırı gidenler (müsrifîn) cehennemliklerin ta kendileridir.” (Mü’min 40/43. Bir benzeri: Enbiyâ 21/9)

Firavun ve Sâlih (as) kavminin zorbaları da müsrif olarak niteleniyor. Çünkü onlar, Allah’a kulluk yapmaları gerekirken, kendileri için çizilen sınırları aştılar, şirk koştular, haksız yere büyüklük tasladılar ve Allah’ın yolundan gitmek isteyenlere engel oldular.

“(Sâlih onlara dedi ki) Allah’tan korkun ve bana itaat edin. O müsriflerin (müsrifûn’un) emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ve ıslah etmezler (düzeltmezler).” (Şuarâ 26/149-151)

Kendilerini uyarmak üzere gelen elçilere karşı bir şehir halkının tavrı da ibret verici bir ‘israf’ örneğidir. Allah’ın elçileri o şehir halkını doğru yola çağırdıkları zaman; onlar elçilerin davetine uyacakları yerde, onları uğursuzlukla suçladılar. Bunun üzerine elçiler şöyle dediler:

Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden (müsrifûn) bir kavimsiniz” dediler.” (Yâsîn 36/19)

İsraf kavramına en güzel vurguyu aşağıdaki âyet yapıyor: 

Lût peygamberi dinlemeyen topluluk da aynı şekilde ‘müsrif/taşkın’ bir toplumdu. Çünkü bu toplum meşru ve fıtrata uygun evlenme yerine; anormal, çirkin ve fıtrata ters bir ilişkiyi âdet haline getirmişti. Bu kavmin yaptığı şüphesiz nefsin ihtiyacı konusunda aşırılık ve ölçüyü kaçırmaktı.  

“Lût’u da (peygamber olarak gönderdik). Kavmine dedi ki: Sizden önceki toplumlardan hiç birinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz? Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın (müsrifîn) bir kavimsiniz." (A’raf 7/81. Bir benzeri: Enbiyâ 21/9)

Çünkü onlar Allah’ın insan için çizdiği sınırları aştılar, haram olan bir fiili doğru görerek yaptılar. Üstelik bu görüşlerinde ve tutumlarında inat ederek direndiler.

Hz. İbrahim’in ikramda bulunduğu, onların bu ikrama el sürmemeleri üzerine kendilerinden çekindiği misafirleri ona şöyle dediler:

“... Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar (müsrifîn) için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.” (Zariyât 51/32-34) Burada müsrif diye nitelenen topluluk da Lût kavminden başkası değildi.

Diktatörlerin, müstekbirlerin, tağutların en önemli temsilcisi Firavun idi. Kur’an ona aynı zamanda ‘müsrif’ diyor.

Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan (müsrifîn’den) bir zorba idi.” (Duhân 44/30-31. Bir benzeri: Yûnus 10/83)

Kendilerine gelen elçileri dinlemeyen ve ilâhî uyarılara kulak asmayan, kendilerine ikram edilen değerleri hoyratça harcayan hevâ ve heveslerine uyan; bundan dolayı da haddi aşıp israf eden kimselerin Kur’an’daki bir adı da müsriftir.

“Siz, haddi aşan (müsrifîn) kimseler oldunuz diye, sizi Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf 43/5)

Yeryüzünde haddi aştıkları için cezalandırılan kavimlerden sonra gelenleri Allah’ın elçileri uyardılar. Hakkı ve doğruyu açıkladılar. Buna rağmen niceleri bu uyarılara kulak asmadılar. Aşırıklarına devam ettiler. Müsriflikten vazgeçmediler.  (Mâide 5/32) Bunlardan bir kısmı dünyalık cezalara çarptırıldılar. (Bkz: Enbiyâ 22/9. Şu’arâ 26/151. Mü’min 40/28)

İslâmî hükümlere kasdi olarak muhalefet etmek, İslâmın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helâl saymak da müsriflerin işidir. (Bkz: En’am 6/141. A’raf 7/81)

Müsrif, ihtiyaçlarını helâl ve meşru yoldan karşılaması mümkünken onunla yetinmez, daha ötesine gider. Allah’ın haram dediklerini yapar. Bunda da bir beis görmez. Hatta bunu zevkle yapar.

Müsrifler normalin ötesine geçerler, kendilerine çizilen hududa tecavüz ederler, işlerine gelene veya keyflerine uyana güzel, meşru’, normal derler ve yaparlar. (Yûnus 10/12)

 

-Müsrifler aşırılardır

Müsrifler, ahlâkî açıdan haddi aşan, ölçüyü kaçıranlardır. Gerek ekonomik hayatta, gerekse sosyal hayatta, aşırı davranışta bulunurlar. Ellerine geçirdikleri dünyalıkları ‘benimdir’ deyip,  gerekli yerlere, yani ihtiyaç duyulan yerlere değil de, ihtiyaç olmayan ama nefse hoş gelen yerlere harcarlar. Böylece ekonomik dengeyi bozarlar, başkalarına faydalı olabilecek paylaşıma fırsat vermezler.

İslâm, dünya ni’metlerinin  harcanmasında ve kullanılmasında denge, orta yol istemektedir. Bu orta yol, insanı aşırılıklardan, başkalarının ve Allah’ın hakkına tecavüzden koruyacak,  geçim kaynaklarının paylaşılmasına denge getirecektir. Çünkü her türlü aşırı harcama bir başkasının hakkına saldırıyı doğurur.

Müsrif, Allah’ın kendisi için gönderdiği ölçülere uymayıp, canının, daha doğrusu hevâ ve hevesinin istediğini yapar. Böylelikle davranışlarında aşırıya kaçar. Müsriflerin bu tür davranışları  toplumda başkalarına zarar verir, sosyal barışı zedeler, hak ihlâllerine sebep olur.

Müsrif;  insan ve toplum bünyesinde ilâhí ölçülere uygun kurulması gereken dengeyi tanımayan ve bozan insandır. Onun yaptığı  ‘israf’ faaliyetleri, bir sürü bozulmanın, zulmün, günahın ve sapmanın sebebidir.

Müsrif, hakkı tanımak ve sâlih ameller yapmak üzere kendisine verilen akıl ve iradeyi, dünyanın geçici zevkleri uğruna kötüye kullanır. Hakkın âyetlerinden habersiz olarak, dünya zevklerini Âhiretin mutluluğuna tercih edip, ömrünü boşa geçirir.

Müsriflere uymak, onlara boyun eğmek (Şuarâ 26/151) insanı her bakımdan zarara ve bozulmaya götürür. Müsriflerin hakim olduğu bir toplumda dengenin ve orta yolun kurulması çok zordur.

Kur’an, hem bu anlamdaki müsriflikten, hem de malını har vurup harman savurmak anlamındaki müsrifelikten mü’minleri sakındırıyor.

 

-Sonuç yerine

İsraf ve tebzîr iki Kur’an kavramıdır. Her ikisi de olumsuz anlam taşır ve İslâmın getirdiği ölçülere uymamaktadır. Hem davranışlardaki hem de harcamalardaki aşırılığı, sınırı aşmayı ifade ederler. Ancak görüldüğü gibi tebzir sadece harcamlardaki saçıp-savurmayı ve imkanları yerli yerinde kullanmamayı, israf ise bununla birlikte özellikle inanç, amel, davranış ve tavırlardaki aşırılığı, öçlçüyü kaçırmayı, haddi aşmayı ifade etmektedir.

Dolaysıyla israfı –bu geniş kapsamı daraltmamak için- Türkçe’de aynen kullanmak gerekir. Tebzirin Türkçedeki karşılığı savurganlıktır.

İslâm’da hedef insanın kemâlidir; buna ise tüketmekle değil daha erdemli olmakla ulaşılır. Faziletle tasarruf arasında olumlu bir ilişki bulunduğu muhakkaktır.[22]  

Her türlü haddi (sınırı) aşmak, insanın ve onun içinde yaşadığı toplumun dengesini bozar onları huzursuzluğa götürür. İster harcamalarda aşırılık olsun, isterse davranışlarda aşırılık olsun sonuç aynıdır.

“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı (israfımızı) bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!”  (Âli İmran/146)

 

Hüseyin K. Ece

 

30.05.2017

Zaandam

 

[1] Komisyon, el-Mu’cemu’l-Vasîd, 1/427

[2] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 337

[3] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/173. Firûzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, s: 819

[4] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/172

[5] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/178

[6] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179

[7] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179

[8] Komisyon, Kur’an Yolu, 3/419

[9] İbni Mâce, Et’ıme/51 no: 3352

[10] İbni Mâce, Tahâre/42 no: 425

[11] Buharî, Vudu’ /1

[12] Buharî, Libas/1. İbni Mâce, Libas/23 no: 3605. Nesâí, Zekât/66 no: 2560

[13] Buharî, Daavât/60 no: 6398. Müslim, Zikir 70 no: 6901

[14] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 2/44. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 52

[15] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/180

[16] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/533

[17] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/180

[18] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/534

[19] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179

[20] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/179

[21] İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/372

[22] Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/180

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Temmuz Ağustos 2017 Sayı: 54