Ancak her müslümanı ilgilendiren, önemli bir Kur’anî kavram ve prensiptir.

Zira her insanın bazı işlerde ve kararlarda  farklı fikirlere,  farklı görüşlere, farklı çözümlere ihtiyacı vardır. Hadiste geçtiği gibi başkasıyla istişare eden aldanmaz. (Tecrid-i Sarîh 4/135) Bu tavsiye sadece yöneticilere değil bütün mü’minleredir. Yine çocukların sütten kesilmesi noktasında anne-babaya istişare tavsiyesi (Bekara 2:233) şûrâ prensibinin yalnızca yöneticileri ilgilendirmediğini gösterir.

 

-Şûrâ kelimesi ve türevleri

Şûra kelimesinin aslı  Arapça’da “şe-ve-ra/şâra” fiilidir. Bu da geldiği kalıba göre farklı ama birbirine yakın anlamlara gelir.

Meşveret, meşûre, müşâvere, istişâre, teşâvür, müsteşar, şûra; bunların hepsi “şevera” fiilinden türemiş kelimelerdir.

Şâra fiili (masdarı: şeveran, şiyaran, şiyâraten, meşâran, meşâraten) aslında peteğinden balı çıkarmak, bal sağmak demektir.  Ya da hayvanı teşhir için pazarda yürütmek veya develer güzel ve semiz olmak, görünüşü güzel olmak (güzelliği ortaya çıkmak) anlamlarına gelir.

Bu fiilin if’al kalıbı olan iş’ara; işaret etmek, yol göstermek, öğüt vermek, birine bal sağmada yardım etmek. Bir şeyi görünür hale getirmek. Bir şeyi el ile göstermek ya da bir şeye görüşü ile işaret etmektir. (Cevherî, İ. B. Hammed, es-Sıhah, 2/390) (Türkçe’de kullandığımız işaret bu kalıptan gelir)

Aynı kökten gelen muşirâtu: işaret (şehâdet) parmağı, müşîr ise günümüzde mareşal demektir.

Fâale kalıbından şâvera (masdarı: muşâvere, şivaran) bir işde müşavere etmek, danışmak.  

Yine tef’ıl kalıbından şevvera (masdarı: teşviran) müşavere etmek, utandırmak, mahcup etmek,

iştevera-teşâvera; birbiriyle istişare etmek, müşavere etmek, danışmak,

müsteşar; ilmi, siyasi, iktisadi konularda fikrine başvurulan, danışman,

el-meşurâtü, el-meşveret; bir şeyin görünür olması için çaba göstermek, meşveret, danışma demektir. el-Meşurâtü bir anlamda teknik istişare demektir ki gelişigüzel herhangi birinin görüşüne başvurma değil, bizzat istişareye ehil olanlara danışmak demektir. (Sönmez, A. Şûrâ ve Rasûlüllah’ın Muşâveresi, s: 17)

müşâvere; işaret almak, birbirine danışarak, konuşarak bir düşünceyi açığa çıkarmaktır. Müşâvere ve işaret, arı kovanından bal almak anlamından veya satılık hayvanı göstermek, anlamak için at pazarında binip koşturmak mânâsından alınmıştır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 2/452)

istişâra; bal sağmak, birinden bir konuda müşâvere istemek anlamına gelir.

şûrâ; tıpkı müşâvere gibi danışıp işaret veya rey almak, istişare yapmak, danışılan işdir. "Onunla müşâvere ettim" fiilinin masdarıdır. Tıpkı "büşrâ (müjde)" ve "zikrâ (öğüt)" vb. kelimeler gibi. Kendisiyle ilgili müşaverede bulunulan, biriyle konuşulan veya birine danışılan iş, mesele. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s. 396) “İş konusunda falancaya danıştım” şeklinde söylenir. (Cevherî, İ. b. Hammâd, es-Sıhah, 2/390-392) Bundaki amaç da bir meselede isabetli karara varabilmek için kişilerin fikirlerinin açığa çıkmasını sağlamaktır. (İbni Manzur; Lisânu’l-Arab 8/159-160. Fîrûzâbâdî, M. Ya’kub. el-Kâmusu’l-Muhît, s: 420-421)

Şûrâ kelimesi ayrıca “üzerinde ortaklaşa görüş beyan edilen iş” mânasına geldiği gibi toplanıp görüş bildiren topluluğa da şûrâ (ehlü’ş-şûrâ) denir. (Türcan, T. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/230)

Görüldüğü gibi şûrânın terim anlamıyla kök anlamı arasında semantik ilişki söz konusudur.

Müşâvere, meşveret ve şûrâ kelimeleri arasında anlam açısından ufak tefek nüanslar dışında fark yoktur. Bunlar genellikle birbirlerinin yerine kullanılır.

Sûrâ ile ayni kökten gelen istişare ve müşavere’de üç anlam dikkati  

çekmektedir: Birincisi; ehil, tecrübeli, uygun kimselerle konuşarak bir meselede onların fikirlerinin, görüşlerinin, oylarının açığa çıkartılması. Zira hiç bir insan ne kadar bilgili, ne kadar tecrübeli, ne kadar yaşlı olursa olsun, tek başına her şeye yeterli değildir. Her konuda bilgi sahibi, ya da her konuda isabetli karar vermesi mümkün değildir. Herkes, bir şekilde ama mutlaka başkasına muhtaç olduğu gibi, başkasının fikrine, görüşüne, reyine de muhtaçtır.  

İkincisi; bu da tıpkı balı kovandan veya bulunduğu yerden almak, ki buna Türkçede balı sağmak denilir. Demek ki danışılan kişi/danışman arı gibidir. Yıllarca tecrübe, bilgi ve uzmanlık biriktirmiş, adete kendi kovanında kendi balını yapmıştır. Arılar nasıl ki ballarını binlerce çiçek özünden yaparlarsa; âlim, danışman, istişareye ehil kimse de bu seviyeye tek kaynaktan beslenerek, tek tecrübeye dayanarak gelmemiştir. O farklı bilgi kaynaklarından beslenmiş, çok tecrübeler yasamış, bazı konularda uzman olmuştur. Bunları kendi kabında, bünyesinde tıpkı lezzetli, şifalı bal gibi biraraya getirmiştir.

Onunla istişare eden tıpkı kovandan balı sağmak isteyen gibi onun bu balından faydalanmak ister. Danışılan konu ve mesele hakkında onun bala benzeyen fikirlerinin ortaya çıkmasını ister.

Sûrânın/istişarenin çıkış noktası, metodu, amacı ve sonuçları açısından harika bir benzetme, hoş bir kombinezon. Uhdesinde bal olanın, yani işe yarar düşüncesi olanın bu birikiminden faydalanmak, balın değerini bilenler için bir kazanımdır.

Üçüncüsü; Şûrâ kelimesini aynı kökten gelen işaret ile ilişkilendirirsek, yine güzel bağlantıyla karşılaşırız. İşaret kelimesinin bir şeyi görünür kılmak anlamını hatırlayalım; kendisine danışılan kişi bilgisi ve tecrübesi ile konuya en uygun görüşü görünür yapar, ortaya çıkarır. Ya da danışılan kişi uygun bir fikre, çözüm yoluna, isabetli düşünceye işaret eder. Bu da balı bulunduğu yerden elde etmeye, balı ya da bir hayvanın (mesela atın) kabiliyetini görünür hâle getirmeye benzer.

 

-Kur’an’da şûrâ

Şura Kur’an’da üç ayette geçiyor.

Birincisi: Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et (O’na dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Âli İmran 3:159)

Her İslâmî uygulamada, kulluk ve ahlâkta Peygamber (sav) bütün müslümanlara örnek olduğu gibi istişare konusunda da o güzel örnektir. Onun bazı konularda sahabeleriyle iştişare ettiğini hem Kur’an’dan hem de pek çok  hadis rivâyetlerinden anlıyoruz. Zaten ona mü’minlerle istişare etmesini emreden de Rabbimizdir. Bu âyette görüldüğü gibi.

İbni Hişâm, bu âyetin Uhud savaşı hakkında inen altmış âyetten biri olduğunu söylüyor. (Siyer, 3/112-128)

Uhud savaşında bazılarının hataları, yani özel bir yere yerleştirilen ve “ne olursa olsun yerinizden ayrılmayın” denildiği halde savaşı artık kazandık deyip izinsiz yerlerini terkedenlerin yüzünden Peygamber (sav) ve sahabeler ciddi anlamda yara aldılar, sarsıldılar. Peygamber Medine’ye döndüğü zaman bu hata yapanlardan sağ kalanları azarlamadı, cezalandırmadı. Tam tersine onlara merhametle muamele etti, yumuşak davrandı. Âyet buna işaret ediyor. Onun yumuşak huyluluğunu ve sabretmesini övüyor.

Bu ayetin her ne kadar Uhud Savaşından sonra indiği ve Peygamberin hatalı sahabelere sert davranmadığı, azarlamadığı hakkında olduğu söylense de; onun yumuşak huyluluğu, insanlara güzel muamelesi, sevecen yaklaşımı, kaba ve haşin olmaması, ceza verici değil daha çok affedici olması genel karakteri idi. O davet ve tebliğ görevini sonuna kadar bu güzel metodla yaptı. Bu metod insanların gönlünü ona ve davasına ısındırdı. Eğer o çevresindeki insanlara, davet götürdüklerine, hata yapanlara karşı şiddetle ve katı kalplilikle muamele etseydi, sert ve kaba davransa idi, onlar Peygamber’in etrafında toplanmazlardı. Toplananlar da dağılıp giderdi.

Âyet hz. Peygamber’e altı önemli emir veriyor: 1.Uhud Savaşında hata yapıp da bir sürü zarara yol açanları affet. 2.Onlar için Allah’tan af ve mağfiret (bağışlanma) dile. 3.İş(ler) konusunda onlarla istişare (etmeye devam) et. Senin aslında onlara muhtaç olmadığını, ama onlara kulak ve değer verdiğini, böylece dinlerine daha çok bağlanabileceklerini görsünler. 4.İstişareden sonra sağlam, isabetli ve yerinde karar al, 5.Bu şekilde karar aldığın zaman da (azmettin mi) Allah’a tevekkül et (O’na güvenip dayan). Sonucu O’ndan bekle. Arkasından da “...Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri severdeniliyor. (İbni Hişâm, Siyer, 3/123)

Bunlar Kur’an’ın yapılmaya değer, faydalı, ibadet sayılan, insana ve topluma, eğitimciye ve yöneticilere fayda sağlayan değerli, isabetli işlerdendir. (Şûrâ 42:43)

Peygamberin onlara yumuşak davranması elbette onun güzel ahlâkının bir gereği idi. O akrabalarına da, başkalarına da yumuşak davranırdı. Kaba ve sert değildi. Ama Allah (cc) bunu kendi rahmetine ve ihsanına nisbet ediyor. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/752)

Allah’ın Peygamber’e istişareyi emretmesi şüphesiz onun bilgisiz, âciz, beceriksiz oluşundan değildi. Şûrâ olayından da böyle sonuç çıkartılamaz. Yani kişi başkarıyla istişare ediyorsa bu onun acizliğini, beceriksizligini göstermez. Tam aksine akıllı ve iş bilir olduğunu gösterir. Zira akıl danışan kolay kolay zarar etmez. Kendini herkesten akıllı ve bilgili zannedenler, başkasının fikrini beğenmeyenler, inatçı ve burunlarının doğrultusuna gidenler, bir de diktatörler başkasına danışma ihtiyacı duymazlar.

Hz. Peygamber’e istişarenin emredilmesi, hem bu faydaları elde etmek, hem de ümmete istişare ahlâkını, diktatörlüğe kalkışmamalarını, inatçı olmamalarını öğretmek içindir. (Sönmez, A. Şûrâ ve Rasûlullah’ın Müsâveresi, s: 31)

Peygamberin aklı yerinde, isabetli görüşü ve vahiy almasına rağmen kendisine “İş konusunda onlarla müşavere et” diye emredilmesi üzerinde  farklı görüşler var. Bazılarına göre buradaki emir geneldir ama özel konuları kapsar. Savaş stratejisi ve benzeri, dünya işlerinde sahabelerin görüşleri belli olsun diye ona istişare emredildi. Kimilerine göre bu emir, sahabelerin hoş etmek, değerlerini yüceltmek ve dinlerine bağlılığı artırmak Taberi, İbni Cerir, Camiu’l-Beyan, 3/495), içlerinde olabilecek kini yok etmek içindir. Zira Araplar öteden beri şuraya değer verirlerdi. Eğer bazı önemli işlerde kendileriyle istişare edilmeyecek olursa ağırlarına giderdi.

Bazılarına göre müşâvere/istişare vahiy gelmeyen hususlardadır. İstişare emri, Peygamberin onların görüşlerine çok muhtaç olmasından değildir. Bununla Allah onlara istişarenin faziletini öğretmeyi murad etti. Ardından da İslam ümmetinin bu emre uymasını istedi. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir 1/199. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/753)

Hasen b. Uyeyne demiş ki: Allah onlarla yapılan muşaverenin ihtiyaç olmadığını elbette biliyordu. Ancak diğer müslümanların da böyle yapmaları için hz. Muhammed istişare ile emredildi. Böylece istişare etmek bu ümmetin uygulayageldiği dini bir prensip oldu. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 1/312. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 300)

Bu istişare emrinin bir sebebi de, hz. Peygamber’in sahabelerin akıl ve anlayışlarını ortaya koymak, kendilerini sevdiğini ve fikirlerine değer verdiğini göstermek olabilir. Böylece samimi olanla olmayan belli olsun. Nitekim Uhud’a giderken Abdullah b. Selûl adamlariyla ayrılıp Medine’ye döndü. Böylece Medine’deki münafıkları veya İslâmî davete ayak bağı olanlar belli oldu. Böylelerine karşı temkinli ve tedbirli davranma imkanı ortaya çıktı. ldi. (Sönmez, A. Şûrâ ve Rasûlullah’ın Müsâveresi, s: 41)

 

İkincisi: “... işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar...” (Şûrâ 42:38) Burada mü’minlerin bazı özellikleri arasında onların işlerini danışarak yaptıkları söz konusu ediliyor.

Âyet Mekke’de nâzil oldu. Bu İslâm cemaatini ve müslümanları ilgilendirdiği gibi, yöneticileri ve yönetimi de ilgilendirir. Henüz değil siyasi bir birlik, cemaat bile olmayan Mekke’de iman edenlerin şûrâ prensibiyle anılmaları önemlidir.

Şüphesiz ki bu dolaylı ilâhi bir emirdir. Yani ey müslümanlar, bir iş yapmak istediğiniz zaman acele etmeyin, kendi başınıza karar vermeyin, sadece kendi görüşünüzle hareket etmeyin. Başkalarına da sorun, akıl danışın, başka fikirleri de dinleyin, alın. Böylece daha isabetli karar alırsınız deniliyor. Âyetler, insanların elinde olan her şeyin dünya geçimliği için olduğunu söylüyor ve şunu ekliyor:

Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır.” Böyle bir sonuç şüphesiz ilâhi ödüldür. Bu ödülü de şunlar hak ederler: 1.Vahye hakkıyla iman edenler, 2.üstüne düşeni yaptıktan sonra Allah’a güvenip dayananlar, 3.günahlardan ve çirkin davranışlardan sakınanlar, 4.öfkelendikleri zaman kendilerine hâkim olanlar ve affedenler, 5.Allah’ın çağrısına uyanlar, 6.namazı kabul edilebilecek şekilde kılanlar, 7.kendilerine verilen rızıkları harcasyanlar (infak edenler), 8.Allah yolunda yardımlaşanlar ve 9.işleri, uygulamaları, kararları konusunda istişare edenler. (Şûrâ 42/36-39)

Kurtubî’ye göre Ensar, Peygamber (sav) kendilerine hicret etmeden önce de bir iş yapmak is­tediklerinde, hakkında istişare eder, sonra da ona göre hareket ederlerdi. Ortaya çıkan ortak görüşü bağlılık konusunda ittifak halinde idiler. Allah (cc) onların bu tutumunu  övmektedir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2747)

Ancak burada sadece Ensarın övüldüğü açık olmadığı gibi, mü’minlerde olması gereken güzel özellikler sayılıyor. Mü’minler böyledir, böyle olmalıdır deniliyor.

 

Üçüncüsü: Âyete göre anneler dilerlerse çocuklarını iki yıl emzirebilirler. Onların ve annelerin bakımı babanın görevidir. Ancak Allah kimseye gücünün üzerinde bir görev yüklemez. Yeter ki hem anne ham de baba bir zarara uğramasın. Arkasından da “...Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur.” deniyor. Arkasından da müslümanlar Allah’ın ölçülerine karşı gelme konusunda uyarılıyor. (Bekara 2:233)

“Müfessirlerin çoğunluğu, fisâl kelimesini “sütten kesme” ile eş anlamlı görürler. Ancak Ebû Müslim, kelimenin burada “ayrılma” -yani, çocuğun annesinden ayrılması- anlamında kullanıldığı görüşündedir. Bu yorum daha isabetli görünüyor. Çünkü, anne ile babanın, şu veya bu sebeple ayrılmaları durumun çocuk hakkında olabilecek güçlüklere bir çözüm sağlamaktadır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/69)

Kur’an, çocuğu sütten kesme noktasında anne-babanın istişare ile karar verebileceklerini söylemesi bir örnektir. Bu demektir ki, anne-babalar, yöneticiler ve eğitimciler, ya da hayatı ile ilgili önemli kararlar almak isteyen her müslüman istişare etmeli, ehil kimselere danışmalı, en isabetli görüşü aramalı. Kararını  ondan sonra vermelidir.

 

-Kur’an bir yerde Sebe’ kraliçesinin kendi adamları ile istişaresini anlatıyor.

Süleyman (as) bir gün kuşlardan, insanlardan ve cinlerden meydana gelen ordusunu teftiş etti. Ama Hüdhüd’ü göremedi. Eğer Hüdhüd geçerli bir mazeret göstermezse onu cezalandıracağını söyledi. Hüdhüd bir müddet sonra geldi ve ona bilmediği bir bilgi, Güneşe tapan ve başlarında bir kadının kraliçe olduğu bir kavimden haber getirdiğini söyledi. Bunun üzerine hz. Süleyman ona bir mektup verip onlara götürmesini söyledi. Bundan sonrasını Kur’an’dan takip edelim:

Sebe’ kraliçesi dedi ki: ‘Ey ileri gelenler (mel’e), bana şerefli/önemli (kerim) bir mektup bırakıldı.

Gerçek şu ki, o, Süleyman’dandır ve şüphesiz Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (başlamaktadır) (İçinde de: ‘Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olmuşlar olarak gelin’ diye (yazmaktadır).” (Neml 27:/29-31)

Kraliçe mektubun ihtiva ettiği konuyu ülkesinin ileri gelenlerine, ya da istişare ettiği mecliste bulunanlara anlattıktan ve işin ciddiyetini sordu. Nasıl hareket edilmesi gerektiğini onlara danıştı.

“(Kraliçe) dedi ki: ‘Ey (ülkemin) ileri gelenleri, bu işimde bana görüş belirtin. Bilirsiniz ki yanımda siz olmadan (size danışmadan) hiç bir işi kestirip atmam.” (Neml 27:32)

Sebe’ kraliçesi, akıllı ve tedbirli imiş demek ki. Mektubun kimden geldiğini ve önemli kavradıktan sonra kızıp-köpürmedi. Tek başına da karar vermedi. Yönetimde sürekli istişare ettiği, işler konusunda kendilerine danıştığı ileri gelenleri topladı ve onların fikirlerini aldı. Ayrıca onlara rağmen hiç bir iş yapmadığını belirtti. (Kutub, S. fi-Zilâli’l-Kur’an, 5/2640)

Burada Kur’an, kraliçenin şimdiye kadar ki işlerinde ileri gelenlere danışmadan, onlarla istişare yapmadan bir iş yapmamasını övmektedir. Böylece; kişi, toplum ve devlet işlerinde istişarenin önemini vurgulamakta, tek başına verilen kararların isabetli olamayacağına işaret etmektedir.

Yine görünen odur ki kendilerine danışılan ileri gelenler, belli konulara ait fikirlerini serbestçe söyleyebiliyorlar ama kraliçenin yetkisine de karışmayı düşünmüyorlardı.

“(Mel’e-ileri gelenler) dediler ki: ‘Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. (Buna karşın) iş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).” (Neml 27:33) Kraliçenin fikir danıştığı kimseler iki şeyi söz konusu ettiler: 1. savaşacak kadar güçlü olduklarını, bunu için gerekli her şeye sahip olduklarını, kraliçe dilerse savaşabileceklerini, 2.eğer kraliçe barış isterse ona da itaat edeceklerini. Bundan daha  güzel bir cevap olamazdı. (Razî, F. Mefâtihu’l-Ğayb,  24/195)

Kraliçenin ülkenin ileri gelenleriyle istişare etmesi, onların da fikirlerini rahatlıkla söylemeleri, Sebe’ ülkesinin katı bir diktatörlük olmadığını, o günün şartlarında danışmaya, yetkililerden oluşan bir meclisin kararlarına önem verdiklerini göstermektedir.

İleri gelenler bu şekilde fikirlerini söyleyince Sebe’ kraliçesi, savaşa, çatışmaya taraftar olmadığını şu tarihî gerçeği ifade eden sözleriyle ortaya koydu:

“(Kraliçe) dedi ki: ‘Gerçekten krallar (sultanlar), bir ülkeye girdikleri zaman orasını perişan ederler, ve halkından şeref sahibi kimseleri hor ve aşağılık yaparlar. Ve işte onlar böyle yaparlar.” (Neml 27:/34)

Bu nedenle kraliçe barış yolunu denemeyi tercih etti. Hediye verme çoğu zaman kalpleri yumuşatır, düşmanlıkları sona erdirir, kişiler ve toplumlar arasındaki mesafeleri yakınlaştırır. Hatta savaşları bile önlayabilir.

Kraliçe sözlerini şöyle tamamladı: “Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler ne ile dönerler.” (Neml 27:35)

Dikkat edilirse Sebe’ kralçesi hz. Süleyman’ın mektubuna adamlarına danışmadan bir cevap vermek istemedi. Onun ‘dediğim dedik’, ‘benim dediğim olacak’ tavrı yoktu. İleri gelen adamlarıyla istişare etti, onlara danıştı, böylece uygun bir karar almaya çalıştı. Kur’an’ın bunu vurgulaması dikkat çekicidir.

İslâmın tavsiye ettiği istişare/şûrâ hayatın bütün alanları için geçerli olduğu gibi, her türlü yönetim için de geçerlidir. İslâm, bu prensip ile katı diktatörlüğe, despotluğa, tepeden buyurmacılığa izin vermemiştir. Danışmaya esas almış, insanların sorunlarını istişare ederek çözmelerini emretmiştir.

 

-İstişare etrafında

Allah (cc) Peygamberin şahsında müslümanlara istişareyi emrederken, işlerini şûrâ ile, müşâvere ile yapanları övmektedir. Nitekim Peygamberimizin  sahabeler ile sık sık istişare ettiğini, sahabelerin ve dört halifenin pek çok konuda müşâvereye başvurduklarını kaynaklar haber veriyor.

Şüphesiz bu ilâhi buyruk bütün ümmet icin yol gostericidir.  Vahiy kesildikten sonra bu ümmet sorunlara, uygulamalara, kararlara, işleri hususunda Kur’an ve Sünnette çözüm bulamazsa şûrâ metoduna, meşveret prensibine baş vurabilecekler.

Şûrâ/istişare metodu, kendine uyan ve onun prensiplerine göre hareket eden kimseleri hataya düşmekten koruyan bir yoldur. Atasözünde söylendiği gibi: “Akıl akıldan üstündür.” “Her bilenin üstünde bir bilen vardır.”

Kimilerine göre “...İş konusunda onlarla müşavere et...“emri, hakkında vahiy olmayan konularda ictihat etmenin ve zann-ı galip (genel kanaatle) ile hareket etmenin caiz olduğunu gösterir. Bedevî arap demiş ki: “Benim kavmim kandırılmadığı sürece, ben de hiçbir şekilde kandırılmış değilim. Ona: Peki bu nasıl olur diye sorulunca; “Ben onlarla istişare etmeden hiçbir şey yapmam” demiş.

Eskiden beri: "İstişare eden pişman olmaz. Kendi görüşünü beğenen kimse sapar" denilegelmiştir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/753)

el-Hasen demiş ki: “Bir kavim istişare edecek olursa, mutlaka işlerinde en doğru olana iletilir.”

İbnu'l-Arabî demiş ki: “İstişare cemaat için bir ülfet, akılların derinliklerini ölçmek için bir alet, doğruya ulaşmaya sebebtir.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2747)

Ebu Hureyre Rasûlullah (sav) şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizin emirleriniz, hayırlılarınız, zenginleriniz, cömertleriniz olursa, işlerinizi istişare ile yürütürseniz, yerin üstü sizin için içinden hayır­lıdır. Eğer emirleriniz, kötüleriniz, zenginleriniz cimrileriniz olursa, .... yerin altı sizin için üstünden hayırlıdır." (Tirmizî bunu “garib” kaydıyla rivâyet ediyor. Fiten/78 no: 2266)

 

Hüseyin K. Ece

08.12.2019

Zaandam

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Ocak-Şubat 2020 Sayı: 69