*Hicret

“Hicret”; kişi veya kişilerin bulundukları yerden göç yoluyla, bir sebeple ayrılmaları demektir. (el-Isfehânî, Râgıb. el-Müfredât, s: 782)

Bir şeyden veya bir yerden ayrılma, bir şeyi terketme beden ile olabileceği gibi, dil ile veya kalb ile de olabilir. Nitekim bu anlamda Kur’an’da kullanılıyor. (Bak: Müzemmil 73/10. Nisâ 4/34. Meryem 19/46. Müdessir 74/5. Mü’minun 23/66-67)

Bir âyette kalbi Allah’ın dışındaki şeylerden ayırıp yine O’na yönelmek anlamında kullanılmaktadır ki bu, Allah’a hicret (yönelme) ibadetidir. (Ankebût 29/26)

Hicret bir yerden başka bir yere göç, hareket ise bütün bir kâinat hicret halindedir. İnsan da hicretle içiçedir. Bu açıdan insan hayatı da doğumdan ölüme doğru bir hicret, bir yolculuktur.  

*Büyük Hicret

Ancak hicret deyince aklımıza hz. Muhammed’in hicreti gelir. ‘Hicret’ tarihsel bir terim olarak Peygamberin ve Mekkeli müslümanların milâdî 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleridir. Fıkhî bir terim olarak da, küfür diyarından dinî maksat ve gayelerle İslâm diyarına göç etmektir.

Tarihe iz bırakan en büyük hicret hz. Muhammed’in hicreti ve en büyük muhâcir de Hz. Muhammed’dir. Çünkü onun hicreti sıradan bir göç değil, etkisi yüzyıllara yayılan, günümüze ulaşan ve Kıyâmete kadar devam edecek olan bir hicretti. Bu nedenle onun Mekke’den Medine’ye gidişine göç etme, taşınma, kaçma, iltica etme demiyoruz. “Hicret” diyoruz. Zira başka hiç bir kelime onun bu eşsiz yolculuğunu asıl manası ve kapsamıyla ifade edemez.

*Hicretin sebebi

Âlemlerin Rabbi Allah (cc) âlemlere rahmet olan hz. Muhammed’i son elçi olarak herkese gönderdi. O peygamberlik hayatı boyunca insanları Tevhide, hakka, iyiye, güzele, insanlığa,  adalete ve kullara veya eşaya kulluktan Allah’a kulluk yapmaya davet etti. İnsanca yaşamanın, dünyada mutlu olmanın, ebedî kurtuluşun yollarını gösterdi. Dünya hayatını cennet gibi yapmanın, sonsuz cenneti kazanmanın nasıl olabileceği yaşayarak, anlatarak öğretti. Zulme, haksızlığa, zorbalığa, hırsızlık ve sömürüyü azaltmanın nasıl olacağını gösterdi. Ataların yanlış yoluna değil Allah’ın dosdoğru yoluna çağırdı insanları. Ama putlara, uydurma tanrılara, ya da nefsinin hevâsına tapanlar, atalarına tabi olanlar bunu anlamadı. Bu davetin sahibine ve bu daveti kabul edenlere düşman oldular. Onları sindirmeye, azaltmaya, eziyet ederek etkisiz hale getirmeye çalıştılar.

Peygamber (sav) Mekke’de İslâmî davetin önü kesilince çıkış yolları, bu daveti ulaştırabileceği insanlar aradı. Sonunda Medine’de bu ilâhi rahmete kapı açıldı. Allah’ın izni, Peygamberin işareti ile tarihsel hicret gerçekleşti.

Hicret edenler, Mekke’de adi suç işleyen kimseler değillerdi. Kimse onlara en kötü, zararlı, soyguncu, haydut diyemezdi. Tam aksine Peygamberin davetine uyanlar ahlâken daha iyi oluyorlardı. Ama onlar Lâilâhe ilallah muhammedü’r Rasûlüllah-Allah’tan başka tanrı yoktur, hz. Muhammed O’nun elçisidir’ diyorlardı. Bu sözü söyleyen değişiyor, Peygamber’e uyuyor, onun söylediklerini hayatına uyguluyordu. Mekke oligarşisinin çizdiği sınırın dışına çıkıyor, dahası kontrol dışı kalıyordu. İşte asıl problem bu idi. Bu sözü tasdik edip müslüman olanlar; müşriklerin dinlerini, hayat sistemlerini, anlayışlarını, değer yargılarını, tasavvurlarını, dünya görüşlerini, atalarının dinlerini redediyorlardı. Bu red ediş Mekkeli kodamanları, putçuluğu çıkara çevirenleri, bâtıl din anlayışıyla saltanat sürenleri rahatsız etmişti.

*Hicretin anlamı ve sonuçları

Hicret hem nebevî direniştir, hem de önce Mekke’nin fethine, sonra genel anlamıyla fethe giden yoldur. Bu yolculuk (hicret) ekonomik nedenlere dayanan yer değiştirme, daha rahat yaşamaya yöneliş, ya da başka diyarların zenginliklerinin çekici daveti de değildi. Hicret korkudan umuda, pasif direnişten aktif direnişe, bireysel davetten kitlesel davete, baskıdan ve eziyetten özgürlüğe, şirk site devletinin esiri olmaktan, İslâm devletinde bağımsız olmaya bir geçişti. Hicret, tarihte İslâm medeniyetinin kurulmasına yol açan önemli bir strateji idi.

Hicret toprağa atılan İslâmî davet tohumunun filiz vermesi, meyveye durmasıydı. Mekke’ye yeniden gelmek için şimdilik orasını terketmekti. Allah’a hakkıyla kulluk yapmaya ve O’nun yolunda mücadeleye uzanan bir yolculuk, müslümanların örgütlenmesinin önünü açan bir siyasetti. Hicret hem Peygamberin hayatında, hem de ondan sonra İslâmi davetin başarıya ulaşmasına açılan kapı idi.  

*Muhacir

Muhâcir; kelime anlamı hicret (göç) eden, bir yerden ayrılan, bir şeyi terkeden demektir. Terim olarak Muhâcir; Peygamber (sav) ile Mekke’den Medine’ye dinleri uğruna hicret eden Mekkeli müslümanlardır. Bu ismi onlara Allah (cc) verdi. Kur’an Peygamberle birlikte hicret destanını yazan bu güzel insanları beş âyette ”muhâcirler” şeklinde çoğul olarak, bir âyette de “muhacirât –kadın muhâcirler” diyerek, dokuz âyette de “Alla yolunda hicret ettiler” şeklinde muhâcirleri işaret ederek, Medine’de onlara yardım eden Ensarla birlikte övüyor. Zira onlar “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için yurtlarından çıkarılmış, Allah yolunda pek çok fedakârlık göstermiş kimselerdi. (bak: Nahl 16/41. Tevbe 9/20, 100, 117. Enfal 8/74-75. Bekara 2/218. Mümtehane 60/10)

*Hicreti günümüze taşımak

Kurumsal anlamda hicret Mekke’nin fethiyle bitmiştir. Ancak müslümanlar bazen kötülük ve zulüm diyarından, baskı ve işkence yüzünden, ya da tabii âfetler veya başka sebeplerden dolayı başka diyarlara göç etmek zorunda kalabilirler. Unutmamak gerekir ki Allah (cc) yolunda hicret edenler yeryüzünde kolaylık bulurlar. (Nisâ 4/100)  

Hicretin espirisi, taşıdığı mana, onun gerekliliği ve faydaları kıyâmete kadar devam edecektir.

Hicret yer değiştirme, hareket etme, kötülük diyarından uzaklaşma ise; müslümanlar kendi içlerinde seyyiâttan hasenâa, günahtan sevaba, kötüden iyiye, yanlışlardan doğruya, vahşilikten medeniliğe, ibadette tembellikten gerçek abidliğe doğru manevi hicreti sürekli yaşarlar. Zaten hayat da tekâmüle doğru bir yolculuk (hicret) değil midir?

*Sonuç

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Fetihten sonra hicret yok, lakin cihad (Allah yolunda yoğun çaba) ve niyet var.” (Buhârî, Cihad/27. Müslim, İmâre/85. Ebu Davûd, Cihad/2)

Günümüzde muhâcir (hicret eden) olmak mümkün mü? Cevabı şu hadis veriyor. Peygamber (sav) burada muhâciri farklı bir şekilde tanımlıyor:“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân/4-5, Rikâk/26. Müslim, Îmân/64-65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd/2. Tirmizî, Kıyâmet/52, Îmân/12. Nesâî, Îmân/8, 9, 11)

 

Hüseyin K. Ece

16.09.2017

Zaandam