Hollanda’da yaşayan müslüman kadınların durumu, buradaki müslüman toplumdan çok farklı değildir. Buraya gerçekleşen işçi göçüyle oluşmaya başlayan Hollanda müslüman toplum, yeni bir hayat anlayışı, yeni bir çevre, yeni imkanlarla karşı karşıyadır.

Kendi yaşadığı yerlerden göç ederek, yabancı, biraz da değişik başka bir çevreye yerleşen insanların, yeni bir toplum oluşturmaları kolay olmayacaktır ve bu biraz zaman alacaktır. Bu oluşumda anlayışlar, ilişkiler, bakış açıları ve âdetler de değişebilir.

Çünkü şartlar kişilere her zaman, kendilerine ait değerleri kolaylıkla taşımaya imkan vermemektedir. Üstelik günümüzde modernizm diye nitelediğimiz, endüstriye ve maddi gelişmeye bağlı sürekli değişen hayat anlayışları, bütün toplumları etkilemektedir. 

Böyle bir değişim sürecinde, Hollanda’da yaşayan müslüman kadının durumu nasıl olacaktır?

Bu iki değişimi nasıl algılayacak?

Kendi dışında gelişen şartlara teslim mi olacak, yoksa direnecek mi?

Direnirse nereye kadar direnebilecek?

Kadının çevresinde gelişen bu değişim tümüyle onun lehine olumlu bir şey mi?

O bu değişimi ne adına kabul edecek, ne adına bu değişime direnecektir?

Burada doğup büyüyen, burada eğitim alan ve ebeveyninin geldiği çevreyi tanımayan kadınlar, neyi-nasıl değerlendirecekler?

Sorular daha da uzatılabilir. Görünen o ki müslüman kadın bugün batı toplumlarında göçmenlerin karşı karşıya oldukları güçlüklerden daha fazlasıyla yüzyüzedir. O bir anlamda ‘gelenek ile modernizm’ arasında yeni bir kimlik arayışındadır. Ya da yeni bir kimlik kurmak zorundadır.

Kendisinin veya ebeveyninin geldiği çevrede geleneksel bir kadın imajı vardı. O imajda İslâmın getirdiği ölçülerin de yanlış yorumlanmasıyla kadın, pek olumlu bir statüye sahip değildi. Modern anlayışlarda ise görüyor ki kadın, ona ait olduğu haklar adına kuşatılmış durumda. Kadının hür olduğu, toplumda kendine ait yerine çıktığı, gerilikten ve sömürülmekten kurtulduğu iddia edilse bile, gerçek böyle değil.

Müslüman kadın, gelenekte de, modernizmde de kadının, teslim alınan, üzerinde hakim olunan, güdülen bir obje (nesne) olduğu giderek daha iyi idrak ediyor. Okudukça, bilgi ve görgüsünü artırdıkça, kendi adına uydurulmuş iyi niyetlerin işe yaramadığını farkediyor.

Bunun için o, işe Yüce Yaratan’ın kendisine verdiği kimliğe sahip olmaya çalışıyor (ya da çalışacak). O biliyor ki, insanladran kaynanklanan bütün ölçüler eksiktir, kâmil ve mutlak değildir. İnsanın Sahibi ve Yaratıcısı onun hakkında en doğru olanı bilir ve ölçüyü ona göre koyar. Kimileri Allah’ın ölçülerini kendilerine göre eğip bükselerde bu böyledir.

Bu bağlamda müslüman kadın geleneği tümüyle tepmek yerine, kendi kişiliğini ifade etmede yardımcı unusurlarını, yani doğru ve kadının fıtratına yakışır yanlarını alacak, yanlış olanlara bilinçli bir şekilde karşı çıkacaktır. Bu yaparken fıtrí olanla, toplumların örfündeki yanlış anlayışları çok iyi tahlil edecektir.

Müslüman kadın ayrıca içinde yaşadığı zengin, gelişmiş ve modern denilen toplumun değerlerine, anlayışlarına, ölçülerine aldanmayacak. Onları da akıl, iman ve yararlı olup olmama gibi ölçülerden geçirerek, doğru olan anlayışları benimseyecek, zararlı ve fıtratına aykırı âdetlere direnecektir.

Müslümanın kadının kimliği, Yaratıcısının ona tanıdığı kimliktir.

Hiç kimse ve hiç bir sistem ona, Rabbinden daha iyisini bulup veremez. O bu anlayışla okuyacak, kendini yetiştirecek, yuva kuracak, yeni nesiller yetiştirecek, burada oluşmaya başlayan müslüman topluma harç olacak. Sabrıyla, imanıyla, ahlâk ve faziletiyle, kişilik ve iffetiyle, faziletlerin unutulduğu toplumlara gerçek kadınlık karakterini nadide bir çiçek gibi sunacak. Kendinin, adının, bedeninin, yeteneklerinin kullanılmasına, sömürülmesine ve istismar edilmesine asla izin vermeyecek. Yaldızlı, cafcaflı lâflara, modernizmin lüks, cazibeli, göz kamaştıran, nefsin aşırı isteklerine hitap eden vaadlerine aldanıp, kadınlar için kurulan tuzaklara düşmeyecek. Başı dik, onurlu, vakarlı bir şekilde bir toplumun annesi olma şerefiyle yaşayacak.

Müslüman kadın Allah’ın insanlar için getirdiği ölçülerin bilincindedir. Kur’an şu ölçüyü getiriyor:   

“Ve kesin olan şu ki: Güçlüklere göğüs gerenleri (sabredenleri) yaptıkları en iyi şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.

Erkek ya da kadın, inanmış olması yanında bir de dürüst ve erdemli davranan (salih amel işleyen) kimseye hiç şüphesiz arı-duru, hoş (tayyibe) bir hayatı  taddıracağız; ve yine şüphesiz böylelerini; yapageldikleri en güzel şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.” (16 Nahl/95-97)

Burada iki konuya işaret edilmektedir:

Birinci olarak, Allah (cc), erkek olsun, kadın olsun iman edip de edip de güzel amel işleyen kimseye ahirettedeki büyük mükâfatından başka, daha dünyadayken ‘mutlu bir hayat’ yaşatacaktır.

İkinci olarak, bir çok âyette geçtiği gibi, kadın ve erkeğin, yükümlülüklerde ve bunların getirdiği sonuçlar da, dünya ve ahirette eşittirler. Bu husus Kur’an’ın kesin olan prensiplerinden birisidir.” (İ. Derveze, et-Tefsiru’l Hadis, 4/49)

Bu âyet bunların yanında pek çok gerçeği içermektedir.

1-Kadın olsun, erkek olsun, her iki cins te çalışma ve ücret (sevap) konusunda aynıdırlar. Allah ile olan bağlarında veya Allah tarafından mükâfat verilmelerinde hiç bir fark yoktur. Ayrıca Arapça gramerine göre ‘min’ lafzı hem erkek hem de kadın için kullanılır.

Bu âyet bu gramer kuralının da ötesine giderek; ‘kadın olsun, erkek olsun’ sözünü ekliyor ki sırf bu gerçeği yerleştirsin. Üstelik bu gerçeği; cahiliyye’ye iman edenlerin kadını yüz karası ve utanç sebebi saydıkları zamandan, kız çocuğu doğunca utancından kimseye görünmemek için evinde saklanan bir toplumdan söz ederken ortaya koyuyor.

2-Olumlu davranışlar imana dayanmalıdır. Nitekim bu âyette; ‘İnanmış olarak’ sözü ile bu kasdedilmektedir. Zaten iman temeli olmadan hiç bir diní yapı kurulamaz. İman temeline dayanmayan bir yapı fırtınalı bir günde havaya serpilen kül yığını gibidir. Davranışlara yön ve şekil veren de iman bağıdır. Amelin gaye ve hedefini iman gösterir. 

3-İmana dayanan salih amelin bedeli bu dünyada tayyibe (hoş ve güzel) bir hayat geçirmektir. Bu hoş ve güzel hayatın mal ve mülk ile dolu olması şart değildir. Tayyibe hayatın içinde mal olabilir de olmayabilir de. Hayatta malın dışında, onu güzelleştiren ve zevk alınır hale getiren başka şeyler de vardır.  

Tayyibe bir hayat için sağlık ve huzur, rahat ve güven içinde olmak, hayır ve bereket, aile yuvasının sakinliği, kalplerin karşılıklı muhabbeti de yeterli bir sebeptir. İmanla birlikte güzel davranışlar sergülenince insanın içi huzurla dolar. Vicdanların derinliğinde ayrı bir tesiri, hayatın içinde ayrı bir etkisi olur...

Mal ve servet mutlu bir hayatı sağlayan unsurlardan sadece bir tanesidir. Yeter ki yürekler Yaratıcı ile bağını kesmesin.” (S. Kutub, fi-Zılâli’l Kur’an, 4/2193)

“Bu ifade, gerçek bir mü’minin, Allah’tan yana uyanık tutmaya çalıştığı bilinç ve duyarlılıkta bu dünyada erişebilecek en büyük mutluluğu, esenliği  bulabileceği düşünülürse, ya bu dünyada bekleyen mutluluğa, ya da her ikisine birden işaret etmektedir. (M. Esed, Kurân Mesajı, çev. C. Koytak-A. Ertürk, 2/550)”

Kimileri zanneder ki İslâm’ı yaşayanlar, helâl ve haram sınırlarını gözetenler ve Allah’ı hesaba katarak davrananlar; bu dünya hayatının zevklerinden mahrum kalırlar. Dünyada mutlu olamazlar. Hele kadınalar İslâmí hayatı tercih ederlerse, dünya hayatının lezzetlerinden mahrum kalırlar, hatta hürriyetlerini kaybederler.  

Halbuki bu âyet, adil, doğru ve şerefli bir tutum içinde olanların ahirette kazançlı çıkmalarına rağmen bu dünyada daima kaybedeceği gibi yanlış bir fikre kapılanların bu düşüncesinin doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Allah (cc) bu yanlış anlamayı ortadan kaldırıyor ve sanki şöyle diyor:

“Sizin bu kanaatiniz yanlıştır. Doğru davranış, sadece ahirette mutlu bir hayat değil, aynı zamanda Allah’ın lütfûyla bu dünyada da temiz ve mutlu (tayyibe) bir hayat sağlar.”

Şu bir gerçektir ki davranışlarında samimi, doğru, şerefli, adil ve temiz olanlar bu dünyada çok daha iyi bir hayat yaşarlar. Çünkü onlar, kusursuz kişilikleri ile, bu özelliklere sahip olmayanların yaşamadığı saygı , şeref ve güven içinde yaşarlar. Başarı kazanmak için pis ve kötü yollar deneyenlerin elde edemediği temiz ve göze çarpan bir başarı kazanırlar. Her şeyin ötesinde, kulübede yaşasalar bile, saraylarda ve köşklerde oturan günahkârların yaşamadığı bir vicdaní huzuru ve tatmini yaşarlar.(Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, 3/58-59)

“Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve ona insanlar içinde yürümesi için ona bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.” (6 En’am/122)

Müslüman kadın nerede olursa olsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın; kimliğini bu şuur çerçevesinde oluşturur ve bu bilinçle yaşar.

 

Hüseyin K. Ece

11/3/2001 Zaandam