-Giriş

Kur’an muhataplarını ikna etmek üzere çeşitli metodlar (üslûb) kullanır. Haber verdiği hakikatlerin kabul edilmesi için insanın yapısına, bazen aklına bazen duygularına  hitap eder. Onun anlayışını harekete geçirmek ister.

Bu üslûb bazen özendirme ve korkutma, bazen ödül va’detme veya cezayı söz verme, bazen davet bazen de tehdit,  bazen de müjde verme ve uyarma şeklinde gelir.

Kur’an’da uyarının (inzârın) çoğu zaman müjde (tebşîr) ile birlikte kullanıldığını görüyoruz. Demek ki bu ikisi arasında zıd anlamlı bir ilişki söz konusudur. Bundan amaç muhatabı hayırlı işlere özendirmek, dinin maslahat (faydalı ve ıslah edici) dediği amelleri yapma konusunda neşe ve istek uyandırmak, dinin mefsedet (zararlı ve ifsat edici) dediği amelleri (işleri) yapmaktan sakındırmaktır. Ya da kişinin kazacaklarını ve kaybedeceklerini kendisine etkileyici bir yöntemle haber vermektir. (Zamahşerî, el-Keşşâf 1/109)

Bunların her biri duruma göre, haber verilen şeyin ağırlığına, mesajın vurgusuna, konunun akışına göre değişebilir.

Osmanlıca Lügat’ta müjde: Muştu, sevinç haberi. Hayırlı, sevinçli bir haber getirene verilen bahşiş. (F. Devellioğlu, Osmanlıca Lügat, s: 715)

Türkçe Sözlük’te müjde: Sevindirici haber. Muştuluk. Sevindirici haber verileceği zaman söylenir. Mesela: Müjde! Bir oğlunuz oldu.

Müjde vermek/müjdelemek: Bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak. (TDK Türkçe Sözlük, s: 1054)

Müjdelemek’, eğer hayırlı, sevindirici, hoş bir haber hakkında kullanılıyorsa, bu, müjdesi verilen şey açıkca belirtilerek yapılabilir. Bazen de müjdesi verilen şey açıkça belirtilmeden verilebilir. “Sana müjdeler olsun!” “Seni müjdeliyorum!”,  birdenbire birine “müjde!”, “sana bir müjdem var!” demek gibi. Ancak keder, hüzün veya kötü şeyler hakkında müjdelemek kelimesi kullanılacaksa, mutlaka haberi verilen kötü şey açıkça belirtilerek yapılır.

‘Müjde vermek (tebşîr) genelde olumlu amaç, yani sevindirici, güzel, hoş haberler için kullanılır.  Bu yönüyle ‘müjde’ kalpte hissedilen ama etkisi deri üzerinde, belki insanın yüzünde, davranışlarında görülen hoş bir sevinçtir. İnsana huzur ve mutluluk veren bir hoşluktur.

Herhangi bir yerden ciddi anlamda müjdeli bir haber alan kimsenin durumunu herkes tahmin edebilir. Ya da bir müjdeye kavuştuğumuz zaman duyduğumuz huzuru bazen anlatamayız. İçimizi bir seviç kaplar, yüreğimiz heyecanlanır, içimizden yüzümüze doğru bir sıcaklık yayılır, bütün bir benliğimizi bir huzur kaplar. Yüzümüzde bu sevincin, bu huzurun etkisi görülür. Sevincinden ayağa fırlayanlar olduğu, gözlerinden yaş akıtanlardan da olabilir. Aldığı müjdeli haberden dolayı heyecanından nutku tutulanlar olduğu gibi, gözlerinin içi parlayanlar da olur.

Müjde bazen de gerçekleşen bir olay üzerine olabilir. Mesela, birine kavuştuğu herhangi iyi bir şeyin sevinçli haberini vermek gibi. “Müjdeler olsun, bir çocuğun oldu” gibi bir haber, olan bir olay üzerinedir. Uzaktan bir yakını gelene, mesela bir babaya; “müjde oğlun geldi” demek gibi.

 

-Müjde (beşera) fiili ve türevleri

Arapça’da müjde kelimesinin karşılığı “Beşera” fiilidir. Bu da sözlükte derinin görünür olması, bir  şeyin güzelliğiyle ortaya çıkması,  görünmesi demektir. (Cevherî, İ. B. Hammâd. es-Sıhâh, 2/225) [1] 

Derinin dış tarafı anlamına gelen ‘beşere’ üzerinde etkisi ortaya çıkan şey demektir. Çünkü derinin bu üst tarafı alınan haberle değişiklik gösterir. Alınan haberin izi deri üzerinde görülür. (Kurtubî, Tefsir, 1/119) (Ramahurmûzî, Kamusu’l-Muhît, s.35)

Bu kökten gelen;

“el-beşerah”; derinin zahiri, dış yüzü (dış deri, üst deri),

“beşer”; halk, insan (âdemoğlu) demektir. İnsana kadın olsun erkek olsun “beşer” denilir, zira onu diğer canlılardan ayıran bir takım özellikleri vardır. Beşer ismi aslında insan için övücü bir sıfattır. Bu sıfatın tekili, çoğulu, erili ve dişili (müzekker ve müennesliği) hep aynıdır. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 2/89)

İnsana beşer denilirken burada esas aklınan nokta, insan derisinin  üzerinde yün, kıl, ya da tüy bulunan hayvanların aksine kıldan uzak, açıkta, görünürde olmasıdır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 61)

Kur’an, Allah (cc )’ın bir beşer yaratma iradesini anlatmaktadır.

“Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.” (Hicr 15:28-29. Sad 38:71)

Kur’an’da insan cüssesinin veya zahirinin esas alındığı her yerde özellikle beşer lafzını kullanıyor. (Furkan 25:54) O Allah ki sudan bir beşer yarattı.  

Kur’an, sık sık insanın bir beşer olduğunu, hatta peygamberlerin de bir melek değil bir beşer olduklarını vurguluyor:

“De ki :  Şüphesiz ben, ancak sizin gibi bir beşerim, yanlızca bana sizin ilâhınızın bir ilâh olduğu vahyediliyor…” (Kehf 18/110)

Burada insanların beşer olmaları açısından birbirine denk oldukları hatırlatılıyor. Birbirlerine üstünlükleri ancak yüce bilgiler ve sâlih ameller noktasındadır. Bundan dolayı bu sözün arkasından “bana vahyediliyor” deniliyor. Böyle peygamberin bu açıdan temayüz ettiği haber veriliyor. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 61-62)

Kâfirler peygamberin değersiz olduğunu ima ederek “Bu (Kur’an) dedi, olsa olsa )bir yerlerden) nakledilen bir shirdir. Bu beşer sözünden başka bir şey değil.” (Müdessir 74:25)

Semûd kavmi de peygamberin insan olmasını küçümseyerek; ”Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz” dediler. (Kamer 54:24. Bir benzeri: Teğâbun 64:6. Mü’minun 23:47)

Kendilerine elçi gönderilen bir şehir halkı onlara; “Siz de bizim gibi birer beşersiniz. Rahman herhangi bir şey indirmedi. Siz yalan söylüyorsunuz” dediler. (Yâsîn 36:15)

Kendisine çocuk müjdelemek için gelen meleğe hz. Meryem; “Bana beşer dokunmadı., iffetsiz de değilim” dedi. (Meryem 19:20)

Hz. Yûsuf’u gören Mısırlı kadınlar onun güzelliğini ima ederek; “Haşa, bu bir beşer değil, bu ancak üstün bir melektir” dediler. (Yûsuf 12: 31)

“ebşera” fiili; güzelliği izhar etmek, ya da sevindirici bir şeyi ortaya koymak anlamındadır. “Ebşertü er-recule-adamı müjdeledim” denir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 62)

“bişâret, beşâret”; sevindirici haber, muştu. Kötü haber hakkında kullanılsa da daha çok iyi, doğru, ferahlatıcı haberler hakkında kullanılır. (el-Cürcânî, S. Şerif. et-Ta’rifât,  s: 49) [2]  

Isfehânî’ye göre ise bu tümüyle sevindirici bir haberdir. Şer, kötülük, üzücü haberler için kullanılmaz. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 63)

Şöyle de denir: “Birine bir doğumu müjdeledim, bununla onu mesrûr (mutlu) ettim” (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/90)

“Beşâret” aynı zamanda güzellik demektir. (Cevherî, İ. B. Hammâd. es-Sıhâh, 2/226, 227)

“Büşrâ”; müjdeleyicinin ulaştırdığı şey, müjde, güzel ve çok sevindirici haber, yoğun müjde demektir.[3]

“İster hüzün versin, ister sevinç versin muhatabın yüzünde değişiklik meydana getiren habere ‘büşra/müjde’ denir. Bu, daha çok hayırlı haberler için kullanılır.” (Sibeveyh’ten nak. Kur’an’ın İkna Hususiyeti, s: 304) Büşrâ kişi ismi olarak da kullanılır.

“Beşşera ve bunun masdarı tebşir”; ferahlatmak, ferahlatıcı, sevindirici olanı ortaya koymak, hayır olsun şer olsun birine bir şeyi müjdelemek, güler yüzlü olmak, güler yüzle karşılamak, bir kimseye hakkında bilgisinin olmadığı bir konuda sevinçli bir haber vermektir.

“beşşertuhu-ona yüzünün derisini (beşeretü) mutluluktan gevşetip yayacak sevindirici bir haber verdim, müjdeledim” denir. Çünkü insan sevindiği zaman suyun ağacın özüne yayıldığı gibi kan onun içinde yayılır.

“İstebşera”, ferahlatıcı, sevindirici bir haberi vermek demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 62)

Beşîr ve mübeşşir”; sözlükte insanları hayırlı veya şer bir işle müjdeleyen, muştu veren,  güler yüzlü, sevecen, güzel demektir. (Cevherî, İ. B. Hammâd. es-Sıhâh, 2/227) Kimileri başkalarını bu şekilde günlük hayatta müjdelerler, sevindirici haberleri onlara ulaştırırlar. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 2/90)

Ki Kur’an’da genellikle peygamberler hakkında kullanılmaktadır.

 

-Kur’an’da büşrâ/tebşîr (müjde/müjdelemek) kavramı

Kur’an ‘müjde’ olayını çeşitli formlarda kullanıyor. Genelindeki ana tema sevindirici, özendirici, mutlu edici haberlerdir. Bu haberler bazen insanı mutlu eden önemli bir müjdedir, bazen de erdemli davranışlara, Allah’a itaate teşvik, iyi davranışlara özendirmedir.

Müjde olayında gelecekte gerçekleşecek, gerçekleştiği zaman da ilgiliyi sevindirecek ve mutlu edecek bir olgu söz konusudur. Bu bağlamda müjde geçmişe değil, geleceğe dönüktür diyebiliriz.

“Hayırla sevin, sana hayırdan yana müjdeler olsun” şeklinde söylenir.

Kur’an’da ‘beşera’ fiili geçmez. Ama bu kökten gelen kelimeler fiil, masdar, sıfat ve isim halinde 122 yerde geçiyor. Kur’an’da hak edilmiş ödül, karşılık ve makamların müjdesi bu fiil ile veriliyor.

 

“beşşera/tebşir” fiili;

Cennetliklere büyük mükâfat olduğu, “Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler (yübeşşiru).” (İsrâ 17/9)

Lût kavmini (Âd’ı) helâk için görevli meleklerin hz. İbrahim’e bir oğlu müjdelemeleri (Hıcr 15:53-55) Ya da Allah’ın İbrahim’e çocuk müjdesi vermesi (Saffât 37/101, 112. Hûd 11/71. Zariyât 51/28)

Allah’ın hz. Zekeriya’yı hz. Yahya ile müjdelemesi (Meryem 19:7. Âli İmran 3:39),

Her iki peygamber de ilerlemiş yaşlarına rağmen çocuk nimeti ile sevindiriliyorlar. Ancak müjdenin geldiği an, henüz çocuklar dünyaya gelmemişti. İleride doğacaklar, bundan dolayı babalar çok sevinecekler.

Peygamberin insanları Kur’an’la müjdelemesi (Meryem 19:97),

Kur’an’ın sâlih amel işleyen mü’minlere büyük mükâfat olduğunu müjdelemesi (İsrâ 17:9),

Kur’an’ın sâlih amel işleyenleri güzel bir ecir olduğunu müjdelemek için inzâl edildiği (Kehf 18:2),

Allah’ın, sâlih amel işleyen kulları müjdelemesi (Şûrâ 42/23),

Allah’ın hz. Meryem’e İsa’nın doğumunu müjdelemesi (Ali İmran 3:45),

Allah’ın, Allah yolunda hicret eden, mallarıyla ve canlarıyla yoğun çalışan (cihad eden) mü’minleri rahmet ve hoşnutluk ile müjdelemesi (Tevbe 9:20-21).

 

-“beşşir” fiili;

Allah (cc) pek çok âyette Hz. Muhammed’i iman edenleri hadis hesapsız ödülleri, karşılıkları müjdelemekle görevlendiriyor (beşera fiilinin emir kipi: beşşir-müjdele şeklinde). Ki onlar bununla sevinsinler. Yaptıkları amellerin boşa gitmediğinden emin olsunlar. Allah yolunda çektikleri sıkıntılardan dolayı yürekleri daralmasın, uğradıkları mahrumiyetten dolayı esef etmesinler. Bu gibi ödüllere kavuşmak için de daha çok çalışsınlar, daha çok salih amel işlesinler. Mesela;

Allah (cc) Peygamber’e hitaben;

sâlih amel işleyen mü’minleri (Bekara 2:25),

Allah (cc) yolunda gerek ibadet ederken, gerek günahlardan kaçınırken, gerekse O’nun uğruna mücadele ederken zorluklara sabredenleri (Bekara 2:155),

her konuda güzel davranan muhsinleri (Hacc 22:37),

Allah’la karşılaşmayı uman mü’minleri (Bekara 2:223. Tevbe 9:112),

iman edenlerin Rablerinin yanında yüksek bir doğruluk makamı olduğunu (Yûnus 10:2),

Allah’a teslim olup mütevazi davrananları (Hacc 22:34),

mü’minlere büyük bir lütuf olduğunu (Ahzab 33:47),

Allah’a yönelen ve sözü dinleyip en güzeline uyan kulları (Zümer 39:17-18),

Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla çok çalışan mü’minleri (Saff 61:13),

Rabbinden haşyet duyanları (saygıyla korkanları) mağfiret ve büyük bir ecirle (Yâsîn 36/11) “beşşir-müjdele” deniliyor. 

Ayrıca Allah (cc) hz. Musa’ya hitaben “iman edenleri müjdele” dedi. (Yûnus 10:87)

İman edip sâlih amel işleyenler âhirette cennete olacaklar, istedikleri her şey onlara verilecek. İşte Allah’ın iman edenleri müjdelediği ödül budur. (Şûrâ 42/23)

 

-“Beşşera” fiili meçhul (edilgen) olarak da geliyor.

Müşriklerden bazıları, kendilerine “kız çocuğun oldu” diye müjde verildiği zaman, cahiliyye anlayışının bir sonucu olarak yüzleri kapkara kesilir, içlerini öfkeyle karışık bir hüzün kaplar. Öyleki müjdelenen şeyin kendisinde oluşturduğu kötümser duygulardan dolayı, toplumdan kaçıp saklanacak yer arar. Hatta bu utanç kimilerini kız çocuğunu öldürerek cinayete bile sürükler. (Nahl 16: 58-59. Zuhruf 43:17)

 

-Bir de azapla müjdeleme var.

“Büşrâ-tebşîr”; müjdelemek, yani iyi, ferahlatıcı, sürûr verici bir haber vermek, sevindirici bir sonucu bildirmek anlamına gelmekle birlikte Kur’an’da  kinâye ve alay yoluyla “üzücü bir haberi ve elem verici bir sonucu” bildirmek anlamında da kullanılmıştır. (Önkal, A. TDV İslâm Ansiklopğedisi, 5/554-555)

Bunun olumlu, sevindirici, özendirici anlamlarına rağmen onun münafıklar ve inkârcılar hakkında kullanması ilginçtir.  Hem onların yaptığı işlerin yanlış olduğunun söylenmesi, sonra da onları kötü bir sonuçla müjdelemek dikkat çekicidir.

Kur’an, münafıkları da, yani dinde ikili oynayan iki yüzlüleri de müjdeliyor. Ama ne ile? Elbette ödül ile, güzellik ile veya iyi bir sonuçla değil. Tam tersine insanın yüzünü buruşturan, iç dünyadaki hüznü dışarı yansıtan bir pişmanlıkla. (Nisâ 4:137-139)

Buradaki ‘azapla müjdeyi’ uyarmak manasında anlamak mümkündür.

Kur’an kâfirleri (inatçı inkarcıları) azapla müjdeliyor. (Tevbe 9:3. Casiye 45:8. Âli İmran 3:21. İnşikak 84:22-24) ‘Azabı müjdele’ şeklindeki nükteli üslûp, onların vahyi hafife almalarına karşı bir misillemedir. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1238)

Kur’an ayrıca, serveti/malı haram yoldan elde yığanları, üstelik Allah yolunda infak etmeyenleri (Tevbe 9:34-35),

Allah yolundan alıkaymak isteyenleri (Lukman 31:7) azapla müjdeliyor.  

 

-“ebşirû”;

Melekler Rabbimiz Allah’tır deyip istikamet üzere yaşayan mü’minlere; “Korkmayın ve üzülmeyin, işte alın size vaad edilmiş olan cennetle müjdelenin (ebşiru)” derler. (Fussilet 41:30)

İşte bu gerçek mijde, kurtuluş ve mutluluktur. Bu müjdeye kavuşacak olan sevinecek. Bu müjde bitimsiz bir saadetin ve ikramların habercisi, ebedî bağışların işaretidir. Gerçek müjde, gerçek sevinç işte budur.

-Müjde fiili bir kaç âyette “istebşira” kalıbıyla da geliyor:

Allah yolunda canlarını verenler insanların bilemeyeceği bir şekilde Allah katında diridirler. Allah’ın verdiği müjde ile rızıklanırlar. (Âli İmran 3:170-171)

Allah katından inen her sûre iman edenlere bir müjde olur. (Tevbe 9:124)

Lût kavminin ahlâksızları beldelerine gelen melekleri genç erkek şeklinde görünce iğrenç niyetlerinden dolayı birbirlerini müjdelediler. (Hıcr 15: 67)

Allah (cc) insanlara en muhtaç oldukları zaman yağmuru indirdiği zaman onlar müjdelenmiş gibi sevinirler. (Rûm 30:48)

Allah (cc) mü’minlerden kendilerine verilecek cennet karşılığı mallarını ve canlarını bir nevi satın alır. Böyleleri Allah yolunda canlarını bile feda ederler. Allah (st) onları “istebşirû-sevinin” diyerek müjdeliyor. (Tevbe 9:111)

 

-büşrâ;

Kur’an kendisini “büşrâ-müjde” olarak niteliyor. (Bekara 2:97. Nahl 16:89, 102. Neml 27:2. Ahkaf 46:12)

Eğer mü’minler Allah yolunda çalışırken, çarpışırken sebat ederlerse onlara meleklerle yardım eder. Bunu da sırf onlara “büşrâ-müjde” olsun diye yapar. (Âli İmran 3:126. Enfal 8:10)

Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de. “Büşrâ-müjde” dünya hayatında da, âhirette de onlarındır. (Yûnus 10: 62-64) İman edip sâlih amel işleyenler bunun karşılığını dünyada ve âhirette alırlar. Ayet bunu bütün müslümanlara müjdeliyor.

Hz. İbrahim’e elçi melekler “büşrâ-müjde” ile geldiler. (Hûd 11/69, 74. Ankebût 29:31) bu müjde oğlu İshak’ın doğumu idi. (Hûd 11:71)

Hz. Yûsuf’u kardeşleri bir kuyuya attılar. Onu kuyuda bulan kervancı: “Büşrâ-müjdeler olasın, bu bir oğlan çocuğu” dedi. (Yûsuf 12:19)

Melekleri görmeden inanmayız diyen mücrimler kıyâmet günü melekleri görecekler. Lâkin o gün onlara “size büşrâ-sevinçli haber yok, bu size yasaktır” denilecek. (Furkan 25:22)

Tâğutlara (putlara) kulluk yapmayı bırakıp Allah’a yönelenlere, sözü dinleyip en güzeline uyanlara “büşrâ-müjde”ler vardır. (Zümer 39:17-18)

Cennetlikler sağlarından sollarından nur ile aydınlık içinde giderken Allah onlara: “Bugün sizin “büşranız-müjdeniz” işte bu altlarından ırmaklar akan sonsuz cennettir” diyecek. (Hadid 57:12)

Kur’an rüzgârın da müjde (büşrâ) olduğunu söylüyor:

O, rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz.” (A’raf 7:57. Ayrıca bkz: Furkan 25:48. Neml 27:63)

 

-Uyarmak (nezera-nezr) fiili ve türevleri,

“Nezera” fiili ve bu kökten türeyen kelimeler Kur’an’da 130 yerde geçiyor.

“İnzâr/nezîr” kelimesinin aslı olan “nezera-nezr” fiili sözlükte; üzerine vacip (gerekli) olmayan bir şeyi kendisine vacip kılmak demektir. “Bir işi Allah için nezr ettim-nezertu” şeklinde söylenir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/229. el-Isfehânî, R. e-Müfredât, s: 742)

 

-“Nezr”;

adak, nezretmek demektir.

Kur’an’da hz. Meryem’in annesinin kendisini mabede adaması (Âli İmran 3:35),

müslümanların bir ibadeti Allah için adamaları (Bekara 2:270. İnsan 76:7. Hacc 22:29),

Meryem’in oruç adaması (Meryem 19:36) bu fiille anlatılıyor. 

Buradaki ‘nezr’, fıkıh dilinde tarif edilen adaktır ve bilinen şekliyle nafile ibadettir.

 

-“Nezera”;

bir tehlikeden haberdar oldum ve ona karşı tedbirli, itiyatlı olmak anlamına da gelir.  (el-Isfehânî, R. e-Müfredât, s: 743)

“Neziru” ise; bir şeyi bilip sakınmak, tehlike ve düşman söz konusu olunca ihtiyatlı davranmaktır.

 

-“enzera ve bunun masdarı inzâr”;

sözlükte; içerisinde korkutma ve sakındırma olan bir haberi vermektir. (el-Isfehânî, R. e-Müfredât, s: 742) Bir şeyi bildirip sakınmasını istemek. Dikkatini çekmek. Korkutup uyanık kılmak. Bir şeyi tebliğ etme, bildirme, iletme, haber verme demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/229-230)

Bir başka deyişle “inzâr”, bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak ve dikkatini çekmek, korku verip uyanık kılmak demektir. (İbnu Fâris, Mekâyîsu’l-Lügah, s: 893)

 ‘Tebşîr’, yani müjde verip sevindirme kelimesinin karşıtıdır.

Dînî bir kavram olarak “inzâr”; Allah'ın (cc) peygamberleri ve vahiy aracılığıyla kullarını uyarması onları kötü sonuçlardan sakındırmasıdır.

Alacaklının, borçlusuna; ya borcunu ödeyip gayr-ı menkûl üzerindeki ipoteği kaldırması veya ipotekli olan mülkü, gereği yapılmak üzere tahliye etmesi için gönderdiği ihtar mahiyetindeki resmi bildiriye de "inzâr" denir. (el-Cevheri, es-Sıhâh, nezere mad.) 

Ayrıca tıbbî bir terim olarak; hekimin hastalığın süresi hakkındaki tahminine "inzâr" denir. 

İnzâr, uyarıp korkutarak haber vermektir. Korkutma olmazsa buna inzâr değil, i'lâm ve ihbar denilir. 

 

-“nezîr (çoğulu: nüzur)”;

İnzârın fail (özne) ismi olarak nezîr; elçi, delil, içinde korkutmanın da bulunduğu haberi veren kimse, bir tehlikeyi haber vererek başkasını ‘inzâr’ eden (uyarıp korkutan), sakındıran demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/230. el-Isfehânî, R. e-Müfredât, s: 742)

İnzâr işini yapan, yani bir tehlikeyi haber vererek başkasını uyaran kimseye, ya da nesneye “nezîr” veya “münzir” denir. Nitekim, kabile çatışmalarının yoğun olduğu cahiliyye döneminde, baskına gelen düşmanları görerek kabilesini bundan haberdar eden kimseye "nezîr" denilirmiş. “Ben çıplak nezîrim” sözü, o zamandan  beri Araplar arasında bir atasözü haline gelmiştir. Bunun sebebi şöyle açıklanmış:

“Kişi, baskıncıların aniden kabilesine karşı saldırıya geçtiklerini görüp de kavmini bundan haberdar etmek istediği zaman elbiselerini soyup bunlarla işaret vererek baskına uğradıklarını bildirirdi. Ebû Hanife, avı uyardığı için, yayın tınlama sesine de “nezîr” demiş. (İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 14/230) 

"Nüzur" kelimesi aynı zamanda uyar­mak, korkutmak, sakındırmak ma­nasında masdardır. Kur’an’da geçen bu “nüzur” üç şekilde açıklandı: 

Birincisi; Uyarı.

“De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.” Fakat âyetler ve uyarılar (nüzur), inanmayan bir topluma hiçbir fayda sağlamaz.” (Yûnus 10:101)

“Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar (nüzur) fayda vermiyor!” (Kamer 54:5)

Lût (as) kavmini Allah’ın şiddetli azabı ile uyardı ama onlar bu uyarılara (nüzur’a) aldırmadılar. (Kamer 54:36)

Kamer Sûresinde 6 âyette nüzur Allah’a nisbetle geliyor. “Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan? Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)! (fe-keyfe kâne azabî ve nüzur)” (Kamer 54:15-16)

Benzer ifade Âd kavmi ile ilgili hatırlatma dört defa (Kamer 54:18, 21, 37, 39),

Semûd kavmine verilen ceza ile ilgili hatırlatmada bir defa (Kamer 54: 30) geçiyor.

İkincisi; uyarıcılar

“Kendisinden önce ve sonra uyarıcıların (nüzur) gelip geçmiş olan Âd kavminin kardeşini (Hûd’u) hatırla. Hani Ahkâf’taki kavmini, “Ancak Allah’a ibadet edin, çünkü ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” diye uyarmıştı (inzâr etmişti).” (Ahkaf 46:21)

“İşte bu ilk uyarıcılardan (nüzurdan) bir uyarıcıdır (nezîr’dir).” (Necm 53:56) Yani önceden yaşamış olanların inzâr edildiği şey cinsinden bir inzâr.

Semûd, Lût kavimleri kendilerine gelen uyarıları (nüzur’u) yalanladı. (Kamer 54: 23, 33)

Firavun kavmine de uyarılar veya uyarıcılar (nüzur) geldi, ama onlar bunu yalanladı. (Kamer 54:41-42)

Üçüncüsü; tehdit. Bu da uyarı anlamındadır ama tehdit olarak anlamak da mümkün. “Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azabımızla tehdit etti (uyardı). Fakat onlar bu tehditleri şüpheyle karşıladılar.” (Kamer 54/36)

 

-Kur’an’da uyarı/uyarmak (nezr/inzâr)kavramı

“Nezara” fiili ve türevleri Kur’an’da toplam 130 yerde geçmektedir. “Sevindirici haber verme” anlamındaki tebşîrin karşıtı olan inzâr dine davet yöntemlerinden biridir.

Peygamberlerin bir görevi olarak “inzar”; insanları yapılanların sonucunu haber verip uyarmak, tehlikeyi gösterip dikkatlerini çekmek işidir. Allah (c.c.) kendi Rabliğini tanımayıp, başka ilâhlara kulluk yapanlara veya kendisi ilâhlığa yeltenenlerden razı değildir. İnsanın bu gibi zayıf taraflarını, şeytanın ve nefsinin onu devamlı olarak yanıltacağını, saptıracağını, uydurma tanrılara kulluk yapabileceğini  bilmektedir. O yüzden onu sürekli uyarmıştır.

Elçilerini ve ilâhî kitaplarını göndererek onlara ilahi ödülleri müjdelemiş, cehennem azabından yani kötü sonuçlardan sakındırmıştır.

 

-İnzâr fiili;

İnzâr, korkunç haber vermek, bir şeyin sonucundaki güçlük ve zararı haber vere­rek uyandırmak, sakındırmaktır. Bu bir anlamda, bir tehlikeyi, bir zararı veya kötü bir sonucu haber vererek peşinen uyarmak, kişinin aklına başına almasını ve tedbirli olmasını haber vermektir.

İnzâr, esasen peygamberlere ait bir görev olmakla birlikte Kur’an’da Allah (cc) inzâr faaliyetini kendisine de nisbet ediyor. (Duhan 44/3) Bir kaç âyette fiil sîgasıyla (Mü’min 40:15.) “Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık.” (Nebe’ 78:40. Leyl 92:14)

Ayrıca “nezîr” kelimesi (Mülk 67:17) ve bunun çoğulu olan “nüzur” Allah’a izâfe ediliyor. “Keyfe kâne azabî ve nüzur-Yani, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!” (Kamer 54:16. 18, 21, 30, 37, 39).

Allah’ın (st) “inzâr edici” olması, insanların davranışlarından haberdar olduğunu ve onların doğru yolu bulmaları için her türlü vesileyi yarattığını gösterir. (Hökelikli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/258-259)

Hûd (as) Âd kavimine elçi olarak gönderildi. O da kavmini önceki uyarıcılar gibi inzar etti. (Ahkaf 46:21)

Lût (as) kavmini uygun dille uyardı (inzâr etti) ama bu onların geri adım atmasını sağlamadı. (Kamer 54:36)

Kur’an Peygamber’e hitaben; ilâhi davetten yüz çevirenleri Âd ve Semûd’u helâk eden benzer bir kasırga uyarmasını söylüyor. (Fussilet 41:13)

Peygamber’in kafirleri inzâr etmesi ve etmemesi bir şeyi değitirmez. Zira onlar inatla inkârcılıklarına devam ederler. (Bekara 2:6. Yâsîn 36:10)

İnkâr edenler uyarıldıkları şeyden yüz çevirmeye, bir anlamda uyarıları ciddiye almamaktalar. (Ahkaf 46:2)

Bir kaç âyette hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olarak insanları uyarmak için gönderildiği söyleniyor. (aşağıda gelecek)

Yine bir kaç âyette Kur’an’ın insanları farklı durumlarda inzâr etmek üzere Allah tarafından Peygamber’e inzâl edildiği söyleniyor. (Bu da aşağıda gelecek)

“Müslümanların bir savaş durumunda hep birden cepheye gitmemeleri, bir kısmının geride kalarak dinî konularda derinleşmeleri ve cepheden dönenleri aydınlatıp uyarmalarını emreden âyetten (Tevbe 9/122) anlaşılacağı gibi din âlimleri de peygamberler gibi inzârla görevlidir.” (Hökelikli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/258-259)

“Âyetlerde inzâr, hem müslümanlara hem de inkârcılara yönelik bir hitap tarzıdır. Ancak itaat eden mü’minlere, korkuya ve üzüntüye sebep olacak şekilde değil sevinç ve müjdeye vesile olacak şekilde hitap ediliyor.

İslâm’ın meydana getirmek istediği psikolojik yapı, dengeli ve sağlıklı bir şahsiyet gelişiminin gerektirdiği bütün unsurları kapsayıcı niteliktedir. Bundan dolayı İslâm eğitiminde hem sevgi hem korkuyu harekete geçiren motiflerden yerine göre yararlanmak temel hedeftir.

İnançsız ve günahkâr insanları âhiret gününde bekleyen şiddetli azabı hatırlatıp cehennem tasvirlerini nakletmek inzardır. Bu tablolar hem maddî elem ve ıstırapları (İbrâhîm 14/44. Mü’min 40/15, 18. Ahmed b. Hanbel, 1/281, 307. 3/476, 4/268, 5/60), hem de korku, panik, sıkıntı, Allah tarafından yüzüstü bırakılma gibi psikolojik azabı gözler önüne serer. (Âl-i İmrân 3/77. Yûnus 10/27. Kalem 68/43. Meâric 70/44. Abese 80/40-41)

Önceki kavimlerden ilâhî emirleri inkâr edenlerin karşılaştığı belâ ve musibetlerle (Yûnus 10/73; el-Kasas 28/46-47; el-Kamer 54/33-34; Nûh 71/1) hz. Muhammed’in davetine karşı direnen müşriklerin bu dünyada çarptırılacağı cezaların hatırlatılması da (Fussılet 41/13. Ahkāf 46/21. Kamer 54/36) bir diğer inzâr aracı olarak kabul edilebilir.” (Hökelikli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/258-259)

 

-“Nezîr”;

Nezîr Kur’an’da 43 defa peygamberleri ve hz. Muhammed’i ve Kur’an’ı nitelemek üzere geçiyor.

Kur’an’da bunlardan 4 tanesi hz. Nuh’u,

16 tanesi peygamberleri, ya da Allah’ın insanlara uyarıcı gönderildiği gerçeğini,

2 tanesi Kur’an’ı

1 tanesi cehennemi,

20 tanesi de 7si beşirle birlikte olmak üzere hz. Muhammed’in bir uyarıcı olduğunu haber veriyor. 

Nuh kendi kavmine “ben apaçık bir uyarıcıyım” demişti. (Hûd 11:25. Zariyât 51:50, 51. Nuh 71:2)

Allah (cc) Hz. Muhammed’e, hz. Musa ile ilgili haberleri. ondan önce kendilerine nezîr gelmeyen bir toplumu uyarması için anlattı. (Kasas 28:46)

Allah (cc) Kur’an’ı, kendilerine önceden nezîr gelmeyen bir kavmi uyarması için indirdi. (Secde 32:3. Bir benzeri: Sebe’ 34:44)

Kendilerine nezir gönderilen beldelerin zenginleri ve şımarık kişileri onlara karşı çıkmışlardır. (Sebe’ 34:34. Bir benzeri: Zuhruf 43:23)

Cehennemlik oradan çıkmak isteyip tekrar dünyaya gelmek isteyecekler. Ama kendilerine; “size uyarıcı gelmedi mi?” diye sorulacak. (Fâtır 35:37)

Bazı kavimler kendilerine uyarıcı gelirse ona uyacaklarına dair yemin ederler. Nezîr gelince de haktan uzaklaşırlar. (Fâtır 35:42)

“Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.” (Necm 53:56) Bu, Peygamber (a.s) olabileceği gibi, uyarı veya Kur’an da olabilir. 

Cehennemlikler kendilerini azap ile uyaran bir nezîrin geldiğini, ama onu dinlemediklerini itiraf edecekler. (Mülk 67:8, 9)

Müşrikler “bu ne biçim peygamber onunla birlikte bir nezîr olmalıydı” dediler. (Furkan 25:7)

Allah (cc) dileseydi her ülkeye uyarıcı gönderirdi. (Furkan 25:51)

Cehennem beşer için uyarıcıdır. (Müdessir 74:36)

20 tanesi de hz. Muhammed’in bir uyarıcı olduğunu, 7 yerde beşir ile birlikte geçmektedir.

Ehl-i kitap bize uyarıcı gelmedi dememeleri için hz. Muhammedi nezîr olarak gönderdi (Mâide 5/19)

Bazı müşriklerin iddia ettikleri gibi Hz. Muhammed’de bir delilik (mecnunluk) belirtisi yoktur. O apaçık bir nezîrdir (uyarıcıdır). (A’raf 7:184)

Bunu kendisi de etrafındaki insanlara; “ben beşîr ve nezîrim” diyerek açıkladı. (A’raf 7:188. Hûd 11:2)

Allah (cc), müşriklerin peygamberin melek olması beklentilerine karşı: “Şüphesiz sen ancak bir uyarıcısın” buyurdu. (Hud 11:12. Bir benzeri: Fâtır 35:23) Elbette böyle bir beklenti boştur. Zira Allah insanlara kendi içlerinden yine insan olan elçiler görevlendirdi. (Yûsuf 12: 109.. Nahl 16:43. Enbiyâ 21:7)

Allah (cc) hz. Muhammed’e hitaben: “De ki: Ben apaçık bir uyarıcıyım!” (Hacc 22:49. Mülk 67:26)

Peygamberin kendisi “Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım (nezîrim)” (Şuara 26: 116. Ankebût 29:50. Sâd 38:70. Ahkaf 46:9) Hıcr 89

Allah (cc) hz. Muhammed’i “beşîr ve nezîr” olarak gönderdi. (Bekara 2:119. İsrâ 17:105. Furkan 25:56. Ahzab 33:54. Fâtır 35:24. Fetih 48:8) Hatta sadece mğşrik Araplara değil, bütün insanlara. (Sebe’ 34:28)

 

-“Münzir”;

İnzâr masdarının özne ismi (ism-i faili) “münzir“dir. Münzir veya nezîr; tehlikenin farkında olmayan topluluğa bu tehlike hakkında bilgi veren, onları uyaran kimsedir.

“Münzîr” kavramı Kur’an’da tekil ve çoğul olarak 15 yerde geçmektedir.

 

-“Münzer”;

Uyarılan demektir. Kur’an’da çoğul (münzerîn) olarak beş âyette uyarıldıkları halde elçileri dinlemeyen, hatta “hadi doğru söylüyorsan söz verdiğin azabı getir” diye meydan okuyanların hak ettikleri cezalardan bahsediliyor.

“Bak uyarılanların (münzerin’in) sonu nasıl oldu?” (Yûnus 10:73. Saffat 37:73, 177)

“Uyarılanların yağmuru ne kötü idi!” (Şuarâ 26:173. Neml 27:58) 

 

-Beşîr-nezîr gerçeği

İnsan neyin kendisi için hayırlı, neyin kendisi için şer olduğunu tek başına bilemez. Hem doğru yolu (hidâyeti) bulma, hem hayatı daha güzel yapma, hem de gaflete ve unutmaya karşı, bu işleri bilen, ya da kendisine bu işler bildirilen rehbere, müjdeleyicilere ve uyarıcılara ihtiyacı vardır. Sözünde, özünde ve davranışlarında dürüst bir kimsenin uyarılarına veya haberlerine kulak verilir, ciddiye alınır.

Akıllı ve duyduğunu anlama kapasitesine sahip olanlar da bu uyarıcıların ve müjdecilerin dediklerini dinlerler, duymamazlıktan gelmezler. İşitirler, alırlar ve gereğini yaparlar.

Müjdeci ve uyarıcıları tasdik etmek yetmez, uyardıkları konulardan sakınmak, müjdelerine kavuşmak için gerekeni yapmak esastır.

Güvendiğimiz bir kişi bize bizi ilgilendiren bir konuda önemli bir haber getirse, biz cevaben, “doğrusunuz, teşekkür ediyorum” deyip orada durmayız. Herhalde aldığımız haberin gereğini mi yaparız.

İslâm, Allah’a ve O’nun vahiyle gönderdiklerine teslim olduktan sonra ma’ruf (hayırlı/faydalı) işleri yapmayı, münkerden (şer/zararlı) işlerden kaçınmayı, sâlih amelleri emreden bir dindir. İslâmı seçmek de kişinin kendi tercihidir, başkasının zorlaması değil. Genelde peygamberlerin, özelde hz. Muhammed’in görevi sadece davet, tebliğ ve yaşayarak örnek olmaktır.

Onların baskı yetkisi yok ama vahyi etkili bir şekilde anlatmak, iman edenleri de vahiyle irşad etmek, iman etmenin kazandıracağı güzel sonuçları müjdelemek, zalimleri ve haddi aşanları kötü sonuçlar ve edecekleri zararlar konusunda uyarmak, sakındırmak, hatalarından dolayı ikaz etmek görevleri vardır.

Aslında İslâmî davetin vahyi (ilâhi gerçekleri) anlatma, tebliğ etme, yetiştirme;  insanları uyarıp harekete geçirme şeklinde ifade edilebilecek iki yönü vardır: Tebşîr bunun birinci yönü, inzâr ikincisi yönüdür. Çünkü insanları harekete geçiren arzu veya korku faktörleridir. İnzâr, kişide korku uyandırarak onun dinin hedeflerine uygun davranışlara yönelmesini amaçlayan davet yöntemidir.

Ancak bu tek başına değil, dinî ilgi uyandırmayı amaçlayan özendirme (tebşîr) ile birlikte kullanılır.

Uyarma ve müjdeleme bütün peygamberlerin kullandığı iki davet metodudur.

Kur’an’da tebşîr ve inzâr genelde birlikte zikredilmekle beraber inzâr kökünden gelen kelimeler daha fazladır. Bu da elbette dikkat çekicidir. Ancak bunu, ilâhî rahmetin gazabını geçtiğine ve her şeyi kuşattığına ilişkin müjdeleri, ayrıca cennet tasvirlerinin cehennem tasvirinden daha çok olduğu gerçeği dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Bu biraz da inkârcıların çok olmasına bağlıdır.    

İslâmî davette korku ve uyarma yöntemine daha çok ağırlık verilmesi iki şekilde açıklanmış. Birincisi; bir işin yapılmasını veya terkedilmesini sağlamakta uyarma ve korkutmanın etkisi müjdelemenin etkisinden daha güçlüdür. Çünkü insan menfaat sağlamaktan çok zararı defetmek için çaba harcar. Dolayısıyla inzâr hedefe ulaşma imkânını daha çabuk sağlar. 

İkincisi; davete muhatap olan insanların özellikleriyle ilgilidir. İslâm öncesi Arap toplumunun büyük çoğunluğu inanç, zihniyet ve davranış bakımından  olumsuzdu. Üsteli İslâmî davete karşı ciddi bir direniş gösterdiler. Kalpleri de katılaşıp âdeta taş kesilmişti. (Bekara 2:74. Zümer 39/22) Böylelerinin  vicdanlarını sarsarak akıllarını başlarına almalarını sağlamak için inzâr etkili bir yöntemdir. (Hökelikli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/258-259)

“Allah'a gerçekten iman edenler için, ayrıca herhangi bir dünyevî cezaya gerek kalmaksızın, her türlü suça karşı caydırıcı olarak bu "inzâr (uyarılar)" yeterlidir.

İnanmayanlar ise, bu ilâhî uyarılardan mahrum kaldıkları için, kanunların koyduğu müeyyidelere karşı da duyarsız olurlar. Bu duruma göre, İslâm'ın toplumda suç işleme oranını azalttığını söyleyebiliriz. Çünkü vahiy ve sünnette yer alan ön uyarılar ve uhrevî müeyyideler, mümini belli bir alanda kalmaya zorlar.” (Erboğa, H. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, )

 

-Beşîr kavramı;

“Beşîr” Kur’an’da dokuz yerde, geçmektedir. Bu kelime Kur’an’da yedi defa nezîr ile birlikte Hz. Peygamber’e, bir ayette de Kur’an’a nisbet edilmiştir. 

“Beşîr” kelimesi bir âyette günlük dilde kullanılan ‘müjdeci’ anlamında gelmektedir. (Yûsuf 12:96)

“Mübeşşir” de beşîr gibi müjde veren anlamına gelir.[4]

“Mübeşşir” sıfatı çoğul olarak dört âyette “münzirîn-uyarıcılar” ile birlikte (Bekara 2:213. Nisâ 4:165. En’am 6:48. Kehf 18:56), dört âyette de nezîrle birlikte hz. Muhammed’in sıfatı olarak yer alıyor. (İsrâ 17/105. Furkan 25/56. Ahzab 33/45. Fetih 48/8) 

Rüzgâr da mübeşşir (çoğulu: mübeşşirât) müjdecidir: Rüzgârları, yağmurun müjdecileri (mübeşşirât) olarak göndermesi, Allah’ın (kudretinin) delillerindendir. O, bunu, size rahmetinden tattırmak, emriyle gemilerin yol alması, O’nun lütfundan rızkınızı aramanız ve şükretmeniz için yapar.” (Rûm 30:46)

Hadiste mübeşşirât: Vahiy artık kesilmiştir. Rasûlüllah (sav): “Nübüvvetten ümmete yalnız mübeşşirât kalmıştır” buyurdu. “Mübeşşirât nedir, ya Rasûlüllah?” diye sorulduğunda; “sâlih rüyalardır” dedi. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 4/34)

Beşîr’in naslarda daima nezîr ile birlikte yer alması, birincinin iyi habere, ikincinin ise kötü habere tahsisini ifade eder. Buna göre beşîr, “müminlere (veya itaatkâr müminlere) özellikle âhiret mutluluğunu ve cenneti müjdeleyen” mânasına gelir. (Önkal, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 5/554-555)

 

-Kur’an Beşîr ve Nezîr’dir

Beşîr ve nezîr sıfatları aynı zamanda Kur’an’ın da sıfatıdır.

Kur’an’da ve hadislerde değişik inzâr araçlarından söz edilir. Bunların başında  Kur’an’ın kendisi gelir. Peygamber’e insanları Kur’an’la uyarmasını telkin eden âyetler var.

Kur’an âyetleri, ilâhi bir söz olarak insanları ‘Allah’ın vereceği mükâfatları müjdelemekte, vereceği cezalarla korkutmaktadır. Bu müjde ve korkutmaları ancak bilen, düşünen, idrek eden topluluklar anlarlar. Kalpleri Allah’ın âyetlerine kapalı olanlar bu müjdeler ve uyarılar karşısında duyarsız olurlar.

Kur’an, kendisinin “beşîr ve ‘nezîr” olduğunu aynı kelimelerle, bazen de bunların fiilleri ile anlatıyor.

Bir âyette Kur’an’ın nezîr-uyarıcı) olduğu söyleniyor.

“Âlemlere bir uyarıcı (nezîr) olsun diye kuluna Furkân’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’ın şanı yücedir.” (Furkan 25:1)

Kur’an beşîr ve nezîrdir.

Hâ Mîm Bu Kur’an, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan indirilmedir. Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır. Müjdeleyici (beşîr) ve uyarıcı (nezîr) olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler.” (Fussilet 41:1-4)

Kur’an hakka karı inatçı toplulukları uyarmak, ikaz etmek, uyandırmak için gönderildi.

“Ey Muhammed! Biz, Allah’a karşı gelmekten sakınanları Kur’an ile müjdeleyesin (tübeşşira), inat eden bir topluluğu da uyarasın (tünzira) diye, onu senin dilin ile (indirip) kolaylaştırdık.” (Meryem 19/97)

“Bundan önce bir rehber ve bir rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı da vardı. Bu ise, onu doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak (li-yünzira), iyilik yapanlara müjde (büşrâ) olmak üzere Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır.” (Ahkaf 46:12. Ayrıca bkz: Enbiyâ 21/45

Kur’anın müjdeci olduğu bir âyette de “beşşera” fiili ile anlatılıyor.

“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve salih amel işleyen mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve âhirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler (yübeşşiru). (İsrâ 17:9-10)

Kur’an’ın bir özelliği de kendisinin bizzat “büşrâ” olmasıdır.

“De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidâyet rehberi ve müjde verici (büşrâ) olarak senin kalbine indirmiştir.” (Bekara 2:97. Ayrıca bkz: Nahl 16:89, 102. Neml 27:2. Ahkaf 46:12)

Kur’an kendisinin indiriliş amacını farklı durumlara göre daha çok inzâr kavramı ile açıklıyor:

Allah (cc) hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyuruyor: “De ki, buı Kur’an bana sizi ve herkesi uyarmam (inzar etmem) için vahyedildi...” (En’am 6:19)

Kur’an, hz. Muhammed’in şehirlerin anasını ve etrafındakileri uyarması (inzar etmesi) için indirilen ve önceki vahiyleri tasdîk edici bir kitaptır. (En’am 6:92. Ayrıca bkz: Şûrâ 42:7)

“İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.”  (İbrahim 14:52)

“Hamd olsun Allah'a ki, O, (insanları) kendi tarafından çetin bir azap ile ikaz (inzâr) etmek,

sâlih amel işleyen müminlere, kendileri için, içinde ebedî kalacakları (cennette) güzel bir ecir bulunduğunu müjdelemek

ve «Allah evlât edindi» diyenleri de uyarmak (inzâr) için kuluna (Muhammed'e), kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru Kitab'ı indirdi.” (Kehf 18:1-4)

“Bu, sana, kendisiyle (insanları) uyarman (inzâr etmen) için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.” (A’raf 7:2)

Kur’an, kendilerine peygamber gelmemiş bir kavmi hz. Peygamberin uyarması için (Secde 32:3),

Hz. Muhammed’in dirileri uyarmak ve kafirlere azabın hak olduğunu bildirmek (Yâsîn 36:70),

ataları uyarılmadığı için gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarması (inzâr etmesi) için (Yâsîn 36:6) indirildi.

Şu âyetler de Kur’an’ın indiriliş sebebini anlatıyor:

(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.” (Nahl 16:44)

“Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.” (Nahl 16:64)

Kur’an zalimleri, mücrimleri, inatçı inkarcıları uyarmaya (inzar etmeye) ve ihsan üzere davranan iyi insanları, mü’min olduklatan sonra salih amel işleyenleri müjdelemeye (tebşîr etmeye) devam ediyor. İndiği zamandan bugüne kadar insanları uyardığı ve müjdelediği gibi.

 

-Peygamberler beşîr ve nezîrdir

Peygamberler müjdeleyici ve uyarıcıdırlar. Kur’an bunu bazen beşîr, bazen mübeşşir veya bunun çoğulu mübeşşirîn kelimesiyle, uyarıcı oldukları da nezîr ve münzir veya bunun çoğulu münzirîn kelimesiyle anlatılıyor. Bunlar hem onların bir sıfatı, hem de görevlerini ifade eder.

“Biz peygamberleri, sadece müjdeleyiciler (mübeşşirîn) ve uyarıcılar (münzîrîn) olarak göndeririz...” (Kehf 18:56) 

Onların öncelikli görevi ümmetlerine, itaat eden kullara Allah’ın rahmetini ve vadettiği ödülleri müjdelemek, inkârcı ve isyan edenleri de uygun dille uyarmaktır. Onlar konumları itibarıyla iyi, sevindirici, yüzü aydın eden haber getiren insanlardır. Onlar; iman edip sâlih amel işleyenleri dünya hayatının güzellikleri ve âhiretin sonsuz kurtuluşu ve cennetiyle müjdelerler. Azgınları ise dünyada mutsuzluk âhirette ise yakıcı bir pişmanlık duyacakları konusunda uyarırlar. Ya da ölümden sonra dünyada iken sâlih amel işlememekle, şeytana aldanmakla neler kaydecekleri konusunda peşinen uyarırlar.

Peygamberlerin her ne kadar ‘nezîr/uyarıcı sıfatları olsa da, onların müjdeleyici özellikleri önceliklidir.

İnsan bu dünyaki amellerinden dolayı ya ödülü, ya da cezayı hak eder. İşin tabiatı budur. İyi işler yapanların müjdeli haberlere, mükâfatlara, iyi sonuçlara kavuşması, suç işleyenlerin cezaya çarptırılması aklın gereğidir.

İyi yapanlar, yaptıkları iyiliklerin sonunda hiç bir şey elde etmeyeceklerse yapılanın bir değeri yoktur. Kötülük yapanlar da , yaptıklar kötülüklerden dolayı bir cezaya uğramıyorlarsa, bir sıkıntı görmüyorlarsa, o zaman da iyiliğin ve kötülüğün bir anlamı olmaz. Herkes bilir ki insan davranışlarının bir kısmı iyidir, bir kısmı iyi değildir. İyi olanlar ödüllendirilmeli, suçlar cezalandırılmalı.

Peygamberler işte bunu haber veren insanlardır. İman edip sâlih amel (faydalı işler) yapanları hem bu dünyada, hem de Ahirette sayısız ödüllerle, güzellikle, mutluluklarla müjdelerler. İsyan edenleri, inkârcıları ve haddi aşanları da bu istenmeyen davranışlarından vazgeçirmek üzere, karşılaşacakları kötü sonuçları haber vererek uyarırlar.

Peygamberlerin bu görevi muhataplar için yapıcı bir rol ifade eder. Bundan asıl amaç insanları sâlih amel işlemeye teşvik, isyan ve kötülüklerden vazgeçmelerini sağlamaktır. Onlar Allah’ın dilemesi dışında hiç kimseye fayda ve zarar veremezler. (A’raf 7:188)

Peygamberler, Allah’tan aldıkları emir doğrultusunda insanları uyarırlar, doğru yolu gösterirler, yapmaları gerekeni öğretirler. Ancak bazıları çeşitli sebeplerden dolayı onları dinlemezler. İsyanlarına, hatalarına, azgınlıklarına devam ederler. Bunun üzerine Allah’ (st) haddi aşmış, yoldan çıkmış bütün toplulukları bir “nezîr/münzir” aracılığıyla inzâr etmiştir. 

Peygamberlerin işlevi insan fıtratında mevcut “inanma potansiyelini” harekete geçirmektir. Onlar bu konuda etkili olabilecek yöntemleri kullanarak psikolojik engelleri ortadan kaldırmaya çalıştılar. İnzâr da psikolojik engellerin bertaraf edilmesi için kullanılabilecek etkili yollardan biridir.

Ancak bu her zaman başarılı olmayabilir. Zira bir inancı benimsemiş olan insanların vicdanlarını etkilemek kolay değildir. İnzâr edilsin veya edilmesin ilâhî davete karşı katı bir tavır takınan insanların varlığı bilinen bir gerçektir. Bununla  birlikte Allah (cc) ilk insandan beri bütün toplumlara beşîr ve nezîr olan elçiler göndermiştir. (Nisâ 4:165. Mâide 5:19) (Hökelikli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/258-259)

Bazıları kendi içlerinden, kendilerine benzeyen birisinin, beşîr ve nezîr olarak görevlendirilmesine şaşırırlar, ya da tuhaf bulurlar.   

“(Allah'ın azabından) sakınıp da rahmete nail olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı?" (A’raf 7:63. Ayrıca bakınız: A’raf 7:69. Yûnus10:2)

Halbuki Allah (c.c.) kulları arasından dilediğini uyarıcı olarak seçer.

(O,) dereceleri yükselten; Arş'ın sahibi (Allah), buluşma gününe karşı uyarmak için, emrinden olan ruhu, kullarından dilediğine indirir.” (Mü’min 40/15)

Peygamberlerin bu özellikleri onların eğitim metodlarının bir parçasıdır.

Kur’an, geçmişteki bütün kavimlere uyarıcı ve müjdeleyici elçilerin gönderildiğini haber veriyor.

Fatır Sûresi 24. âyette, Peygamberimizin bu iki sıfatı söylendikten sonra; ... Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı (nezîr) gelip geçmiş olmasın” deniliyor. (Fâtır 35:24)

Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, "Benden başka tanrı olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun” diye gönderir.” (Nahl 16:2)

Bu, şu âyette haber verilen gerçekle uyuşuyor:

“Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” (Nahl 16:36)

Allah (cc) inzâr edici bir elçi göndermeden hiç bir topluluğa azap etmez. (İsrâ 17:15. Şuarâ 26:208)

Yüce Arşın sahibi Allah (cc) insanları kavuşma günü hakkında uyarması için dilediğine vahyi (bir ruh) indirir. (Mü’min 40:15)

Kur’an’da tebşîr (müjdelemek) fiili Allah, Hz. Peygamber ve Kur’an için kullanıldığı gibi bunun öznesi (ism-i fâili) olan “mübeşşir” de hem geçmiş peygamberler hem de Hz. Muhammed için kullanılmıştır.

“Mübeşşir’ kelimesi de kur’an’da dokuz âyette geçiyor. Bunlardan dört tanesi Hz. Muhammed’in hakkında (İsrâ 17:105. Furkan 25:56. Fetih 48:8),

bir tanesi Hz. İsa hakkında,

“Yine bir zamanlar Meryem oğlu İsa’nın; “Ey İsrailoğulları! Elbette ben, Tevrattan bana gelen tüm hakikatleri doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed adındaki bir elçiyi müjdelemek için size gönderilen Allah elçisiyim” dediğini hatırlatıyor. O onlara hakikatin apaçık belgeleriyle geldiğinde; “Bu apaçık bir sihirdir” dediler.” (Saff 61:6)

dört tanesi de diğer peygamberler hakkında geçmektedir:

İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler (mübeşşirîn) ve uyarıcılar (münzirîn) olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 2:213)

 “(Yerine göre) müjdeleyiciler (mübeşşirîn) ve uyarıcılar (münzirîn) olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ 4:165. Ayrıca bkz: En’am 6:48. Kehf 18:56)

Kur’an Nuh’u (a.s.) ismen anarak onun da bir uyarıcı (münzir) olduğu haber veriyor.

“Şüphesiz biz Nûh’u, kavmine, “Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye peygamber olarak gönderdik.” (Nuh 71:1)

Nuh (as) kavminin kendi elçiliğine itirazları üzerine şöyle dedi: “Sizi uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?” (A’raf 7:63)

Benzer sözleri Hûd (as) kendi kavmine sormuştu. (A’raf 7:69)

Allah (cc) kendinden önce ve sonra uyarıcların (nezirlerin) geçtiğii Ahkaf bölgesindeki Âd kavmine; “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, ben sizin azaba uğramanızdan korkuyorum” diye uyarması (inzâr etmesi) için Hûd’u gönderdi. (Ahkaf 46:21)

Allah (c.c.) Hesap günü inkârcılara, kendilerine müjdeleyici ve uyarıcı elçilerin gelip gelmediğini soracak.

“Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu (nezîr) bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.

Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber (nezîr) gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah'ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! demiştik.” (Mülk 67:8-9. Bir benzeri: Zümer 39:71) 

“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran (inzâr eden) elçiler gelmedi mi? Derler ki: “Kendi aleyhimize şâhitlik ederiz…” (En’am 6:130)

Ölümden sonra bir hayat geleceğini, o hayatın ebedî olduğunu insan ancak, bir elçinin haber vermesi ile bilebilir. Zira âhiret hayatı insan icin gayb’tır. İnsanın bilgisi ve gücü o hayat hakkında bir şey bilmesine yetmez. Allah’ın  “beşîr ve nezîr” olan elçileri insanlara bu hayatın mutlaka geleceğini haber verirler. Onlar elçi olarak gönderilmeseydi insan ne aklıyla, ne de ulaşabildiği bilgi düzeyi ile âhiret hayatının durumunu bilemezdi.

Bu noktada peygamberlere, ahir zamanda da Hz. Muhammed’in peygamberligine ihtiyaç vardır. İnsan peygambersiz kıyâmetin zorluğunu, dehşet durumunu, pişmanlık sahnelerini tahmin edemez. Cennet nimetlerini, hiç bir aklın hayal edemiyeceği mükemmellikleri, oradaki sonsuz saadeti bilemez.

Allah (cc) kendi Rabliğini tanımayıp, başka ilâhlara kulluk yapanlara veya kendisi ilâhlığa yeltenenlere gazap eder. İnsanların bu gibi zaafını, şeytanın ve nefislerinin onları devamlı olarak yanıltabileceğini bilir. Bundan dolayı onlara sürekli hatırlatmada bulunmuş ve elçileri ve kitaplarıyla onları sürekli uyarmıştır.

Peygamberler, görevleri gereği ümmetlerini uyardılar (inzar ettiler), doğru yolu gösterdiler, yapmalarını gerekeni öğrettiler, güzel sonuçları müjdelediler. Ama bazıları bunu anlamadılar, anlamazlar. İsyana, zalimliğe, hak (ilâhi davetle) ile savaşmaya devam ederler. Allah (cc) haddi aşan, yoldan çıkan kişi ve toplulukları “nezîr/münzir” ile inzâr etti ve etmeye devam edecektir. 

Şaşıran, hata eden, gerçek saadeti bulamayan, azgınlaşan insanlığın sorunu, “beşîr ve nezîr” olanların davetine kulak vermemek, anlamamak ve gereğini yapmamaktır.

“Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları (inzâr edildikleri) şeylerden yüz çevirmektedirler.” (Ahkaf 46:3)

İnsanların pek çoğu beşîr ve nezîrin, Allah adına insanları müjde vermenin ve uyarıp korkutmanın ne anlama geldiğini bilmezler. Dolaysıyla Vahyin dili bu gibi kimselere bu gerçeği açıklıyor. Bu konuda gafil olmamaları konusunda onları uyarıyor. Zaten ilk insan topluluğundan bugüne kadar bütün toplumlar Allah’tan uayaran ve müjdeleyen elçiler gelmiştirir. Tıpkı âhir zaman ümmetine Muhammed’in (s.a.s.) beşîr ve nezîr olarak gönderilmesi gibi.

Elçiler, insanları ya da muhataplarını kendi görüşlerine, kendi kişiliklerine veya kendilerine bağlanmaya, kendi kültürlerine, kendi cemaatlerine, kendi gruplarına değil; Allah’a kulluğa davet ederler. Yaptıkları güzel işlerin ödülleriyle onları muştularlar.

 

-Müjdeci ve uyarıcı olarak hz. Muhammed

Genelde peygamberler, özelde Hz. Muhammed de müjdeleyici ve uyarıcı olarak gelmişlerdir.

Yukarıda geçtiği gibi Kur’an’da 20 yerde hz. Muhammed’in bir “uyarıcı (nezîr)” olduğunu, 7 yerde de “beşîr ve nezîr” olduğu beşir olduğu söyleniyor.

 “Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebût 29:50)

“De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46:9)

Muhammed’in (sav) hem beşîr ve nezîr (müjdeleyici ve uyarıcı) olduğu Kur’an’da farklı ifadelerle, farklı formlarla haber veriliyor.

Allah (cc) Hz. Muhammed’e (sav) şöyle diyor:

“Biz seni ancak bütün insanlara bir beşîr (muştulayan) ve nezîr (uyarıp- korkutan) olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” (Sebe’ 34:28)

Aynı ifadeyi değişik biçimlerde başka âyetlerde de görmemiz mümkündür.

“Biz seni hakikate sâdık bir müjdeci (beşîr) ve uyarıcı (nezîr) olarak gönderdik: Çünkü hiçbir topluluk yoktur ki içlerinden bir uyarıcı (nezîr) gelip geçmemiş olsun.” (Fâtır 35:24)

“Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (Hûd 11:2)

“Yani “Ben bana kul olun” demiyorum. O’na kul olanı özgürlük ve mutlulukla müjdeliyor, başkasına kulluk edenin kaybedeceğini haber veriyorum” diyor.[5]

 “Doğrusu Biz seni (ey Peygamber,) hakikat ile gönderdik: bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak; yakıcı ateşe mahkûm olanlardan sen sorumlu değilsin.” (Bekara 2/119)

De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.” (A’raf 7:188)

Kur’an, kitap  ehlinin “bize bir beşîr ve nezîr-müjdeci ve uyarıcı gelmedi” diyemeyeceklerini, çünkü onlara bu gürevleri yerine getiren son elçi (HZ. Muhammed (sav)) gönderilmiştir.

Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada, “Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı” demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Mâide 5:19)

Dört âyette “mübeşşir ve nezîr” kelimeleri ile hz. Muhammed’in (s.a.s.) müjdeci ve uyarıcı olduğunu bildiriyor.

“Ey Peygamber, gerçekten biz seni bir şâhit, bir beşîr (müjdeleyen), bir nezîr (korkutup uyaran) olarak gönderdik. Ve kendi izniyle Allah’a çağıran (dâi) ve nûr saçan bir çerağ (ışık kaynağı) olarak gönderdik.” (Ahzâb 33:45-46)

“Şüphesiz Biz seni bir şâhit, bir mübeşşir (müjde verici) ve bir nezîr (uyarıp-korkutucu) olarak gönderdik.” (Fetih 48:8)

“Biz onu (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ve o da hak ile indi. Seni de ancak müjdeci (mübeşşir) ve uyarıcı (nezîr) olarak gönderdik.” (İsrâ 17:105)

“Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine ne faydası ne de zararı dokunan şeylere kulluk ederler. Kâfir, Rabbine karşı (şeytana) arka çıkandır. Biz, seni ancak bir müjdeci (mübeşşir) ve bir uyarıcı (nezîr) olarak gönderdik.” (Furkan 25:56)

Bizzat Hz. Peygamber’in de beşîr, münzir, nezîr sıfatını kendisine nisbet ettiği sabittir. (Nesâî, Îmân/6)

O kendisini, düşman ordusunun gelmekte olduğunu görüp kavmine haber veren ve onları bu konuda uyaran kimseye benzetmiştir. (Buhârî, Rikak/26. Müslim, Fezâil/16)

Bu kullanım tarzı hadislerde de mevcuttur. (Buhârî, Tefsîr 48/3, Tevḥîd/20) 
Beşîr Hz. Peygamber’in isimlerinden biri olarak kabul edilmişse de yanında onun diğer isimlerinden biri veya ismin yerini tutan bir zamir bulunmadan kullanılmadığına göre bunu, onun bir adı değil sıfatı saymak daha isabetli olur. (Önkal, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 5/554-555)

Muhammed’in (s.a.s.) beşîr/mübeşşir ve nezîr  görevi bazı âyetlerde emir olarak “müjdele”, “inzar et-kokutup uyar”  tarzında ifade ediliyor. İnsanlara bazı şeyleri müjdelemek, onları bazı sonuçlardan sakındırıp uyarmak, Rablerine karşı hatalarından dolayı onları ikaz etmek görevi Allah (c.c.) tarafından seçilmiş elçilerindir ve Son Elçi’nindir. 

İnsanları Allah’a davet eden “beşîr peygamberler” bu görevi nefret ettirmeden ve en güzel hikmetle, yumuşaklık ve nezaketle yerine getirirler. (Nahl 16:125)

Allah’ı (c.c.) hz. Peygamber’e “müjdele” emrinden örnekler:

“İman edip sâlih amel işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetler ile müjdele...”  (Bekara 2/25)

“Açlık, korku, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yapılan imtihanlara sabredenleri müjdele...” (Bekara 2:155)

“Allah’ın indirdiği dine samimiyetle iman eden, o dinle ve ilâhi Kitapla gönderdiği ölçülere uyan, onları hayat ve ahlâk haline getiren, hangi konuda olursa olsun Allah’ın hükmüne saygı ile boyun eğen mü’minleri müjdele.” (Bekara 2:223)

“Tevbe eden, Allah’a ihlasla kulluk eden, hamdeden, rukû’ eden, iyiliklikleri  yaygınlaştırmaya, kötülükleri azaltmaya çalışan mü’minleri müjdele”. (Tevbe 9:111)

Allah (cc) Peygamber’e hitaben bazı hataları yapanları “azapla müjdele” diyor:

“Allah’ın âyetlerini inkâr edip, O’nun görevlendirdiği elçileri ve insanlara adaletle hükmeye çalışan kimseleri öldürenleri acı bir azapla müjdele.” (Âli İmran 3:21)

“İman edip sonra inkâr eden, yine iman edip sonra yine inkâr eden, yani aslında yürekten iman etmeyip dinde ikili oynayan, müslümanların içinde bulundukari halde sürekli onlara zarar vermek icin tuzaklar kuran, dinde ikili oynayan munafıkları acıklı bir azapla müjdele.” (Nisâ 4:138)

“İnkârda direnen, hatta bununla kalmayıp İslâmî daveti ortadan kaldırmak için faaliyet gösteren inkârcıları acıklı bir azapla müjdele.” (Tevbe 9:3)

“Haksız yere elde ettikleri insanlara ait malları boşu boşuna biriktirip, bununla insanları Allah yolundan saptırmaya çalışanları acıklı bir azapla müjdele.” (Tevbe 9:34)

Bu ‘müjdele’ emrinde bir kaç noktanın altı çiziliyor:

“Müjde ver, müjdele” gibi emirleri “haber ver” şeklinde de anlayabilirz. Nitekim “azapla müjdele’ emri çoğu zaman böyle anlaşılmış.

Her müjde aynı zamanda Allah’ın bir va’didir, verdiği bir sözdür. “Eğer kullar şöyle şöyle yaparlarsa, şunu yerine getirirlerse, şunlardan kaçınırlarsa, şu şu sonuçlara, ödüllere kavuşacaklar” denilmiş gibi olur. Allah (cc) asla verdiği va’dden geri dönmez. (Âli İmran 3:9, 194)

Bu gibi müjdeleri ve uyarıları Allah’ın emri olarak, Allah adına yani bir görevli olarak ancak bir elçi yapabilir. Kendisine vahiy indirilmediği halde “ben Allah’ın elçisiyim, bana vahyediliyor” diyenler yalancıdır. (En’am 6:93) Onların sözüne itibar edilmez.

Madem ki peygamber olduğu çeşitli açılardan sabit olan bir kimse Allah’tan aldığı emirle insanları güzel şeylerle müjdeliyorsa, bu görmemezlikten gelinecek, es geçilecek bir olay değildir. Onun verdiği müjdeler ve yaptığı uyarılar/ikazlar ciddiye alınır ve gereği yapılır.

Kur’an bazı âyetlerde Muhammed’in (sav) nezîr (uyarıcı) olduğunu da vurgulu bir şekilde söylüyor. Tekrar tekrar hatırlatıyor. Mesela;  

“… (Unutma ki,) sen sadece bir uyarıcısın; Allah ise her şeyin üzerinde gözetici olarak bulunuyor.”  (Hûd 11:12. Ayrıca bakınız: A’raf 7:184, 188)

“Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.” (Şûrâ 42:7)

Yine biz (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman Tûr’un yan tarafında da değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi, düşünüp öğüt alsınlar diye uyarman için (o haberleri) sana bildiriyoruz.” (Kasas 28:45)

Peygamberin elçi olarak aldığı ilk emir inzâr emridir. “Ey bürünüp yatan! Kalk, ve (insanları) uyar.” (Müdessir 73:1-2)

Muhammed’in bu uyarıcılık (inzâr) görevine de kendi çevresinden başlaması gerekiyordu. “(Önce) en yakın akrabanı uyar.” (Şuarâ 26:214)

Bu ayetle ilgili olarak kaynaklar şöyle bir habere yer veriyorlar: “En yakının olan aşiretini (akrabalarını) uyar” (Şuarâ 26/214) âyeti indirildiği zaman Peygamber (sav) buyurdu ki: “-Ey Kureyş topluluğu (veya buna benzer bir söz ile)! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın. Zira ben sizin adınıza bir şey yapamam.

-Ey Abdimenâf oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira âhirette sizin adınıza bir şey yapmak elimden gelmez!

-Ey Abdülmuttalip oğlu Abbas! Nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira âhirette senin adına bir şey yapamam!

-Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira âhirette senin adına da bir şey yapamam” buyurdu.”  (Buhârî, Tefsir/233 no: 4771. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/230. Bir benzeri: Buhârî, Menâkıb/13 no: 3527, Cenâiz/3 no: 1243, Tâbîr/27 no: 7018. Ahmed b. Hanbel, 6/461 no: 27525)

Kur’an’ın gönderilmesinin sebebi de onunla insanları uyarma, tehlikeyi haber verip sakındırma, hatalar konusunda ikaz etme, tedbir almaları için sonucu haber vermedir.

Kur’an’ın indiriliş sebeplerinden biri de şaşkınlık içinde olan insanları uyarmaktır.

“Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir.” (Yâsîn 36:6) 

“De ki: Hangi şey şehâdetçe en büyüktür? De ki: (Hak peygamber olduğuma dair) benimle sizin aranızda Allah şâhittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu….” (En’am 6/19)

Son Elçi (sav) insanları ancak Kur’an’la uyarabilir, ikaz edebilir, onlara doğru yolu ancak Kur’an’la gösterebilir.

Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar (inzâr et). Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.” (En’am 6:51)

“Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın (inzâr edebilirsin). Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır 34:18)

“Sen ancak Zikr’e (Kur’an’a) uyanı ve görmediği hâlde Rahmân’dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele.” (Yâsîn 36:11)

Uyarının (inzârın) bir konusu da kıyâmet ve âhiret hayatının, bunun ölümle beraber insana yavaş yavaş yaklaştığı gerçeğidir.

“Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu, ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır.” (Mü’min 40:18)

(Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar (inzâr et). Zira o gün zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek: “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?” (İbrahim 14:44)

“Onları, gaflet içinde bulunup iman etmezlerken işin bitirileceği o pişmanlık günü (yevmu’l-hasreh) ile uyar (inzâr et).” (Meryem 19:39)

Yaklaşmakta olan gün (yevmu’l-âzife) konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefâatçisi vardır. (Mü’min 40:18)

Peygamberin görevi sadece insanları uyarıp sakındırmaktır. O (sav) hiç kimseyi inanmaya zorlamadığı gibi, kimsenin bekçisi de değildir.

“De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar.” (Enbiyâ 21:45)

Peygamberin (sav) davetini duymamayanlar, duydukları halde aldırmayanlar, onun Allah adına tebliğ ettiklerine, muştu ve ikazlarına kulak asmayanlar sonuçtan kendileri sorumludur.

Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum!” (Fussilet 41:13)

Kur’an Muhammed’in (sav) uyarıcılık görevini ayrıca “münzir” kelimesi ile de haber veriyor. ‘Münzir’ de tıpkı ‘nezîr’ gibi korkutup uyaran, tehlikeyi haber verip ikaz eden demektir.

“(Resûlüm!) De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım (munzirim). Tek ve kahhar olan Allah'tan başka bir tanrı yoktur.” (Sâd 38:65)

“Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım (munzirlerdenim).” (Neml 27/93. Ayrıca bakınız: Ra’d 13/7. Naziât 45. Şuara 26/193-194)

Peygamber (sav) risâlet (peygamberlik) açısından kendi konumunu şöyle anlatıyor:

“Benim misalimle Allah'ın benimle göndermiş bulunduğu şeyin örneği şu adamın durumu gibidir: “Bir adam kendi kavmine gelip: “Ben gözlerimle düşman ordusunu gördüm, tehlikeyi haber veriyorum, tedbir alın!” der. Kavminden bir kısmı tavsiyesine uyup, geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da bu haberciyi yalanlar ve yerinden ayrılmaz. Ancak sabahleyin ordu onları yakalar ve imha eder. İşte bu ornek bana itaat edip getirdiklerime uyanlarla, bana isyan edip Allah'tan getirdiklerimi yalanlayanları göstermektedir.”[6]

Bir başka hadiste şöyle deniliyor:

“Benim misâlimle sizin misâliniz, şu örneğe benzer: “Bir adam var ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, pervâneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onlara engel olmaya çalışır. Ancak hayvanlar ona üstün gelerek çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmemeniz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe ateşe koşuyorsunuz.”[7]

İnsanların uyarıcıya da, müjdeleyiciye de, muştulu haberlere de, ikazlara da her zaman  ihtiyaçları vardır. İnsan gaflete düşer, unutur, yanılır, hırs ve öfkesine kapılabilir, hevasına tabi olabilir. Bu sebeple bazen yapması gerekeni ihmal eder, yapmaması gerekeni yapar.

 

-Sonuç

Müjde ve uyarı (büşrâ ve inzâr) demoklesin kılıcı gibi başında asılı durmalı, ayna gibi karşısında dikilmeli, elinde düdükle bekleyen trafik polisi gibi kavşaklarda hazır olmalı.

İnsanın kendi bilgisiyle, kendi aklıyla, kendi dar imkanlarıyla her şeyi bilmesi, her şeyden haberdar olması, gelecekte neler olacağını kestirmesi mümkün değildir. Neyin mutlak iyi, neyin mutlak kötü olduğunu takdir etmesi kapasitesinin üzerindedir. Yaptığı iyi veya kötü şeylerin sonucunun ne olacağını tümüyle bilmesi imkansızdır.

Kişi, işin ucunda az veya çok ödül olduğuna inanırsa o işi daha iyi yapar. İşin ucunda mahrumiyet, kayıp, zarar veya ceza varsa, aklını kullananlar daha dikkatli olurlar.

Günlük hayatta insan müjde ve uyarı konusuyla her an karşı karşıyadır. Bir işin, bir çalışmanın, bir görevin, bir sorumluluğun yapısında saklı durum, kural, işin gereği bir anlamda ya müjdedir, ya uyarıdır. Bu gerçeği insanın kulluk görevine ve âhiret hayatına uygulayabiliriz.

Rahmet peygamberi Muhammed (sav) görevi olarak hayat ve âhiretle ilgili konularda müjdeler verdi, gerekli konularda uyarıp sakındırdı. Allah (st) onu insanlara son beşir ve nezir (elçi) olarak gönderdi. O da kendisine indirilen ile insanları, yapılması gereken iyi şeylerin ödülleriyle müjdeledi. Yapılmaması gereken kötü işlerin zararlarından ve kötü sonuçlarından sakındırdı.

Evet, kesin ifadelerle diyoruz ki ilâhi müjdeler ve uyarılar konusunda da kendi  kafasından (hevâsından) konuşmayan bir Peygamber’e insan olarak ihtiyacımız var.

Günümüz insanı ve geleceğin insanı da Hz. Muhammed’in davetine, müjde ve uyarılarına muhataptır. O ve onun tebliğ ettiği Kitap herkes için hâlâ  eskimeyen ve hükmü geçmeyen “beşîr ve nezîr”dir.

 

Hüseyin K. Ece

08.04.2019

Zaandam

 

[1] İbnu Fâris, Mekâyîsu’l-Lügah, s: 94

[2] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/90-91

[3] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/90-91

[4] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/90-91

[5] İslamoğlu, M. Nüzûl Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’an, s: 431

[6] Buhârî, Rikak/26 Nr. 6482. Müslim, Fezâil/15 Nr. 2283

[7] Buhârî, Rikâk/26 nr. 6483. Müslim, Fezâil/17 nr. 2284. Tirmizî, Emsâl/7 Nr. 2877