Müslümanlar da belâ ve musibete uğrar mı (dûçar olurlar mı)?

Dert, gam, kasevet ile karşılaşırlar mı?

Zorluğa, bunalıma, çaresizliğe düşerler mi?

Felâket, hastalık, başarısızlık ile karşılaşırlar mı?

Strese, depresyona, psikolojik dengesizliğe düşerler mi?

Bazen eksik, yetersiz, güçsüz, imkansızlıkla karşılaşırlar mı?

Çok farklı denemelerden, imtihanlardan geçerler mi?

Bütün bu sorulara kocaman bir “EVET” diyoruz.

Peki müslümanlar bunlardan dolayı karamsarlığa düşer mi. Elbette “HAYIR” demek lazım.

Eğer bütün bunlar Allah’tan geliyorsa işte bunlara karşı onun elinde teselli olabileceği, huzura kavuşacağı, kendini iyi hissedebileceği çeşitli imkanlar var.

Şöyle ki:

 

1-Allah’tan razı olmak

Müslümanlar birbirlerine dua ederler. “Allah senden razı olsun.”

Şüphesiz bu güzel bir duadır. İnsan için herhalde Allah’ın kendisinden razı olması kadar büyük bir mükâfat düşünülemez.

Ama bir de bunun öteki boyutunu düşünelim: Biz Allah’tan razı mıyız?

O’nun bize uygun gördüklerinden, bize nimet veya nıkmet (nahoş şey, nimetin tersi) olarak verdiklerinden razı mıyız?

Bizi kul olarak yaratmasından, bizi mükellef kılıp kulluktan sorumlu tutmasından razı mıyız? Tekliflerinden memnun muyuz?

Gerek bedensel, gerek dünyalık açısından bize verdiklerinden razı mıyız?

Yaptıklarımıza bu dünyada verdiği karşılıklardan razı mıyız?

Denemek için nasip ettiği, edeceği; elem, keder, mahrumiyet, belâ, musibet, zorluk ve darlık, hastalık ve zayıflık, ihtiyarlık ve ölüm, hasret ve  mahrumiyet, kapasite ve fıtrat, güç ve kuvvet gibi şeylerden ne kadar razıyız?

Dilimiz “razıyım” derken, acaba kalbimiz ne diyor?

Allah’ın nasip ettiklerinden gönülden razı olmak, asla şikayetçi olmamak, O’ndan gelen her şeye hamdetemek ve şükretmek müthiş bir moral, motivasyon, huzur ve mutluluk, teselli ve avunma sebebidir, imkanıdır.

Meseleye böyle bakan bir müslüman bu olumsuz şeyleri neden dert edinsin ki?

Neden bunlar sebebiyle strese girsin, depresyona uğrasın ki? Neden ümitsiz olsun, neçin kafayı yesin ki?

Dört âyette “onlar Allah’tan razıdırlar, Allah da onlardan razıdır” dedikleri kimlerdir?

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿7﴾ جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ ﴿8﴾

“Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.

Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” (Beyyine 98/7-8. Tevbe 9/100. Mâide 6/119. Mücadele 58/22)

Zaten gerçek bir mü’min Allah’ın hükmüne ve Peygamberinin verdiği karara itiraz etmediği gibi, en ufak bir memnuniyetsizlik hissetmez.

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿65﴾

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)

2-Verenin de alanın da Allah (cc) olduğunu hatırlamak

Mü’min, verenin de O, alanın da O olduğunu unutmaması gerekir. Bugün veren yarın alabilir, bugün vermeyen yarın verebilir. Hüküm ve karar O’na aittir. O’nun hükmüne teslim olmak imandır.

Kur’an bunun açıkça bildiriyor.

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿26﴾ تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿27﴾

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âli İmran 3/26-27)

اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَۜ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَع۪يشَتَهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّاۜ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ ﴿32﴾

“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf 43/32-35)

İnsana nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer.” (İsra 17/83)

Çocuk kaybına karşı gösterilmesi en uygun tavırla ilgili bir kaç hadis:

Kurre ibni İyâs (ra) şöyle diyor: Peygamber (sav) bir yere oturunca, arkadaşları etrafını çepeçevre kuşatırlardı.

O sahabelerden biri, daima yanında olan küçük oğlunu önüne oturtarak Peygamber’i dinlerdi. Bir gün bu çocuk öldü.

Babası bir müddet Hz. Peygamberin meclisine gelmez oldu. Peygamber onun yokluğunu görünce, “Falancayı aranızda niçin göremiyorum?” diye sordu.

“Ey Allah'ın Elçisi! Her zaman onun yanında gördüğünüz oğlu öldü” dediler.

Hz. Peygamber o sahabeyi bulup çocuğunu sordu.

Baba yavrusunun öldüğünü söyleyince Peygamber ona başsağlığı diledi, sonra da kendisini şöyle teselli etti:

“Söyle bakalım! Vefat eden çocuğunun, yaşadığın sürece hep senin yanında bulunmasını mı yoksa yarın Cennetin hangi kapısına gidersen, onun senden önce koşup kapıyı açarak “Buyur babacığım” demesini mi isterdin?” O sahabe:

“Ey Allah'ın Elçisi! Elbette onun benden önce koşup Cennetin kapısını açmasını isterdim” deyince Peygamber: “Öyleyse istediğin olacak” buyurdu. (Nesâî, Cenâiz/120)

Ebû Mûsâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:

Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah (st) meleklerine;

- Kulumun çocuğunun ruhunu mu aldınız? buyurur. Melekler;

- Evet, derler. Allah (cc):

Kulumun gönül meyvesini (ciğerpâresini) mi kopardınız? buyurur. Melekler:

- Evet, derler. Allah (cc):

- Peki, kulum ne dedi? buyurur. Melekler:

- Sana hamdetti ve innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn diye istircâda bulundu, derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

- O halde kulum için cennette bir ev yapın ve adını da “hamd evi” koyun! buyurur.” (Tirmizî, Cenâiz/36)

Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:

Henüz ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğu ölen her müslümanı Allah, çocuklara olan rahmet ve şefkati sebebiyle cennete koyar. (Buhârî, Cenâiz/6, 91. Müslim, Birr/153. Ayrıca bkz. Tirmizî, Cenâiz/6. Nesâî, Cenâiz/25. İbni Mâce, Cenâiz/57)

 

3-Rab ile arayı düzeltmek

Allah ile arası iyi olanın herkesle ve her şeyle arası iyi olur. Allah ile arası bozuk olan kimsenin herkesle ve her şeyle arası sorunludur.

Bu “her şeye” hayatın bütün nüansları, bizimli ilgili bütün oluş ve olaylar, bütün yapıp ettiklerimiz dahildir.

Kişi ağız tadıyla yaşamak, huzur bulmak, dertleri, endişeleri, bunalımları, sıkıntıları vs. aza mı indirmek istiyor; Rabbi ile, Rabbinin kendisi için uygun gördüğü hayat ölçüleri ile barışmalıdır. Kur’an diyor ki:

... اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ ...

“... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez...” (Ra’d 13/11)

Demek ki iyi olmak da, kötü olmak da bizim kararımızla başlıyor. Hastalıktan,

bunalımdan, stresden, depresyondan ve benzeri zorluklardan kurtulmaya karar vermek, azmetmek gerekir. Yoksa Allah durduk yerde bir toplumda veya kişide olanları değiştirmez.

Burada kisinin iradesi, niyeti, azmi ve çalışması son derece önemlidir.

İşte diğer bir ölçü daha: Allah’ı unutan, ya da Allah ile arasını açan kimse dar bir geçime, sıkıntılı, bunalımlı, stressli, huzursuz, tatminsiz (doyumsuz), sorunlu bir hayatı hak eder.  

“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ 20/124)

Kimbilir böyleleri başkasına zarar verir, kendisi de zarara uğrar. Başkasını rahatsız eder, kendisi de rahatsız edilir. Başkasının hakkına tecavüz eder, kendi hakkına da tecavüz edilir. Başkasını mutsuz eder, başkaları da onu mutsuz eder.

Elindekiyle yetinmez. Kanaatkâr olmaz. Kanaatkâr olmayan da doymaz. Aç gözlü olur. Hiç bir dünyalıkla tatmin olmaz. Başkasın ın elindekine göz koyar. Dünyalıklar ve nefsin arzuları konusunda bitmeyecek bir yaraşın içine girer ve asla rahata ve bir hedefe ulaşamaz.

Yani Allah’ı anmaktan, ya da O’nun zikir olarak indirdiği Kur’an’dan, onun prensiplerinden yüz çevirenler dar ve sıkıntılı bir hayat yaşarlar.

Alla’hın ayetlerinden, yani O’ndan yüz çevirenler zalim olurlar. Zalimlerin de mutlu olduğunu kimse iddia edemez.

“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir! Muhakkak ki biz, günahkârlara, lâyık oldukları cezayı veririz.” (Secde 32/22)

4-Her zorluktan sonra kolaylık gerçeğini unutmamak

Rabbimiz bu müjdeyi İnşirah Sûresinde önce Peygamber’e sonra ümmete veriyor.

 اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿1﴾ وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿2﴾ اَلَّذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿3﴾ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿4﴾ فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾

“(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şânını yükseltmedik mi?  Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.”

5-Ca’fer-i Sadık’ın tavsiyelerine kulak vermek

*Ehl-i Beyt imamlarından büyük âlim Ca’fer-i Sâdık demiş ki: “Hasbunallahu ve ni’me’l-vekil-Allah bana (her durumda) yeter, O ne güzel (kendisine tevekkül edilecek) vekildir” deyip de Allah’a güvenen bir kimsenin hâlâ nasıl ümitsiz olduğuna şaşarım.

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ {173

“Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.

Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” (Âli-İmran 3/172-173)

Gerçek müslüman, bir zorlukla, bir elemle, bir musibetle, kendisine kötülük etmek isteyen kimselerle karşılaştığı; ya da birileri onu açlıkla, darlık ve düşmanların saldırısı, baskı ve zulüm ile korkutmaya kalkıştığı zaman o korkmaz, tereddüt etmez, cesaretini ve ümidini asla yitirmez. Sadece Allah’a dayanıp güvenir. Böyle şeyler onun imanını kuvvetlendirir.  

*Cafer-i Sâdık yine demiş ki: “Musibetin, zorluğun içinde olduğu halde şu âyeti hatırlayıp söylemeyene de hayret ederim.”

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

         “Zünnûn'u da (Yûnus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.” (Enbiya 21/87)

Arkasından da müjde geliyor.

 فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ {88}

“Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ 21/88)

Olayı Kur’an’dan hatırlayalım. Yûnus (as) peygamber olmasına rağmen hata yaptı ama sonra hatasını anladı, pişman oldu ve içten tevbe etti. Yaptığı hata için de “ben zalimlerden oldum” deyip kendini suçladı. Allah (cc) da onun duasını kabul etti ve onu içine düştüğü elemden, zor durumdan kurtardı.

Arkasından gelen âyet de bütün müslümanlara benzer bir müjde veriyor: Musibetlerin, dertlerin problemlerin ortasında olan bir müslüman da tıpkı Yûnus (as) gibi yaparsa Allah (cc) onu da affeder, ona da yardım eder. Hem de ummadığı yerden.

Bir başka güzel örnek de hz. Muhammed’in hicret zamanında Sevr mağarasındaki tevekkülü. Hani Mekkeli müşrikler mağara yaklaştıklarında, onların ayak seslerini duyan hz. Ebu Bekr endişeye kapıldı. Ama Peygamber (sav) ne korktu, ne çekindi. Ebu Bekr’e şöyle dedi:

لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ

“Üzülme (kederlenme) Allah bizimledir… Bunun üzerine Allah onunun üzerine ‘sekinesini’ indirdi...” (Tevbe 9/30) 

*Cafer-i Sâdık başı darda olduğu halde şu âyeti hatırlamayanlara hayret edermiş.

... وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ {44}

“… Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Mu’min 40/44)

“İşlerimin sonucunu, sonuç benim hakkımda hayr mı şer mi olduğunu, benim hakkımda bir deneme mi ceza mı olduğunu her şeyimi bilen Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz O’nun hükmü, karar, takdir ve nasip ettiği hayrın ta kendisidir.”

Bu bir çeşit Allah’a sığınmadır, O’ndan yardım istemedir. (Hutabu’l-Cumua ve’l-‘Iydeyn/11’den)

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken şey şu: Müslüman bütün dünyalık işlerinde Allah’ın koyduğu ölçülere uymalı, üzerine düşeni yapmalı, hikmetle davranmalı, adetullaha’a ve sünnetullah’a uymalı.

Hz. İbrahim gibi Allah’a yönelmeli:

“İbrahim, “Ben, Rabbime (gitmemi emrettiği yere) hicret edeceğim. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.” (Ankebût 29/26)

“(Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek.” (Saffât 36/99)

“Ben, hakka yönelen )hanif) birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (En’am 6/79)

  

6-Sabretmek

Söylemeye gerek yok ki belâ ve musibetlere, elem ve hüzünlere, acı ve kederlere, ilâhi denemelere karşı en iyi teselli imkanı sabırdır.

 “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bekara 2/156)

Rasûlüllah buyurdu ki: Hiç kimseye Sabırdan daha hayırlı ve daha büyük bir nimet verilmemiştir.” (Buhârî, Zekât/5)

Sabredenlere müjdeler olsun.

Hüseyin K. Ece

30.11.2019

Zaandam