-Giriş

Ramazan bir müslüman için aynı zamanda tezkiye, yani arınma, temizlenme, arı-duru olma fırsatıdır.

Bu temizleme maddi tahâretten çok manevi olarak temizlenmek; yani nefsi veya kalbi şirk, küfür, günaha meyil, çirkin ve aşağılık heveslerden, hırs ve tamahtan, insanı Allah’tan uzaklaştıracak zevklerden ve isteklerden arındırmaktır.

İslâm beden, elbise, mekan ve çevre temizliğini (tahâreti) emrettiği gibi, kalp ve nefis temizliğini (tezkiyeyi) de emretmiştir. Kalbin (bir anlamda nefsin) temizliği; dünyevî ilişkiler boyutundan, diğer insanlara karşı kötülük, kin, haset gibi olumsuz duygulara kalpte yer vermemeye, aksine iyiliği ilke edinmeye, kalpten insanı Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden uzak durmaya kadar geniş bir alanı kapsar. (Heyet, İlmihal-İman ve İbadetler, 1/184)

Kur’an nefislerin/kalplerin tezkiye edilmesinden (arındırılmasından) bahsettiğine göre onların kirlenmesi de söz konusudur. Kirlenen bir şeyin de temizlenmesi gerekir. Kur’an bu gerçeği şöyle ifade ediyor:

Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki,

nefsini arındıran (zekkâhâ) kurtuluşa (felâha) ermiştir. 

Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems 90/7-10)

Allah’a itaat etmek ve sâlih ameller işlemek suretiyle kendisini (nefsini) arındıran kimse kurtuluşa erer. Buna karşılık ma’siyetlerle (günah işlerle) nefsini kirleten kimse de hüsrana uğrar

İlk vahiylerde sık sık üzerinde durulan tezkiyenin dinin temel amacı olduğunu söylemeliyiz. Zira vahiyden, yani ilâhi eğitim metodundan uzak kalan, hayatına İslâmın ilkeleriyle yön vermeyen herkes nefsini ve kalbini kirletir.

Kulluğun nasıl yapılacağını öğreten Kur’an ve Peygamber (sav) nefis tezkiyesinin imkanlarını ve nasıl yapılması gerektiğini de öğrettiler. Ramazan, oruç ve Allah yolunda infak (harcama) nefis/kalb tezkiyesi imkanlarından bazılarıdır.

 

nfak kavramı etrafında

İnfak, dinî ve ahlâkî bir terim olarak ‘infak’ genellikle; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmasıdır. Helâl yollarla elde edilen malı, ihtiyaca ve dinin gerekli ya da hoş gördüğü yerlere harcama, sarfetmektir. Mü’minin elinde rızık olarak bulunan görünür-görünmez (zahir-batın) nimetleri yaymaktır. Ya da fayda veren bir şeyi ona muhtaç olanlarla paylaşmaktır.  

İnfak, her türlü meşru ve faydalı harcamaları ifade eder. Bu bakımdan infak, farz olan zekâtı ve hayır yoluna gönüllü olarak yapılan harcamaları da içine alır. İman eden her neye sahipse, ondan kendisi istifade ettiği gibi - çünkü öncelikle kendisi ihtiyaç sahibidir- başka ihtiyaç sahiplerini de düşünür. Kendisine tevdi edilen emânetini onlarla da paylaşma sorumluluğunu hisseder. 

Bu açıdan infak, kişiye tahsis edilenin Allah’ın istediği biçimde başkalarına ulaştırılması demektir. İnfakın geçtiği birçok âyet ve hadisin birlikte değerlendirilmesinden çıkan sonuca göre Allah’a itaat ve ibadet niyeti taşıyan, İslâm’a ve müslümanlara yardım ve fayda sağlayan her harcama Allah yolunda infak sayılmaktadır.

Özet olarak infak; Allah’ın insana verdiği imkânları yine Allah’ın kullarına reva görmektir, bölüşebilmektir. Bu da Allah’ın müslümanlara emrettiği önemli bir ibadettir.

“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bekara 2/254. Ayrıca bkz: Bekara 2/105, 267. Münâfikûn 63/10. Teğâbun 64/16)

 “İnfak etmek” fiili geçişli bir fiil olduğuna göre, öteki/başkası olmaksızın bu ibadetin gerçekleşmesi mümkün değildir.

Bu demektir ki infak her ne kadar ferdi bir ibadet, kişisel bir sorumluluk olsa da, onun hedefi açısından ailevî ve sosyal bir yönü vardır.  İmkânı olan bir müslüman, ümmet bilinci gereği ve kulluk görevi olarak Allah’ın kendisine nasip ettiği imkânları başkalarıyla bölüşmeye çalışır. Böylelikle bir ibadeti yerine getirirken insanlara da faydalı olur. 

Toplumlarda herkes bir şekilde ihtiyaç sahibidir. Bazı kimseler diğerlerine nisbetle daha az şeye muhtaçtır veya bazı imkânlara sahiptir. Bu imkânlar maddi olabilir, manevi olabilir. İnfak bilinci olan bir müslüman işte elindeki hangi imkânı varsa onu diğerleriyle paylaşır.

 İnfak kelimesi umumiyetle karşılıksız yardımlar için kullanılır. Nitekim Kur’an’da yaptıkları iyiliklerden dolayı bir karşılık beklemeyenler övülmektedir. (İnsân 76/8-9) Serveti âtıl bırakıp (kenz) Allah yolunda harcamayanları ağır bir dille yeren âyetler (Tevbe 9/34-35) bu hususu da kapsamaktadır.

İnfak bu bir açıdan kendi ihtiyacını karşılamak gibidir. Zira kendisi başkasına yardım ederse, kendisi de yardım görür, ya da yardım görmeyi hak eder. Kim Allah için bir kimsenin ihtiyacını giderirse, Allah (cc) da onun ihtiyacını giderecek kullar yaratır.

Namaz ve oruç, bireysel ve kişisel gelişme ve yükselişe; infak ise, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü huylardan arındırma yanında, toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikroplardan temizlenmesine, onun sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardım eder. İnfakın bir ibâdet oluşunun anlamı burada gerçekleşiyor. İnfak aynı zamanda toplumsal ibâdettir.

İnfak ahlâkı hem insandaki hırsı, cimriliği, yalnızca kendini düşünme anlayışını ortadan kaldırır, hem insanlara yüce bir duygu kazandırır, hem muhtaç insanların ihtiyaçlarını karşılanmasını sağlar, hem de İslâmın toplumsal yardımlaşma hedefi gerçekleşmiş olur. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 1/159-160

İnfak bakmakla mükellef olunanlara, akrabalara, dostlara ve misafirlere yapılan harcama, yani nafakayı, bilgi yayma ve öğretmeyi, meşru alanlarda yatırım yaparak istihdam yoluyla insanların nafakalarını sağlamaya vesile olmayı, ilay-i kelimetullah (Allah kelimesi yüce olsun), bir anlamda cihad için yapılan harcamları da kapsar.

İnfak sadece maldan, servetten, maddi şeylerden harcama olmadığına göre herkes tarafından, her zaman yapılabilir.

Kur’an iman ile infak arasında sağlam bir bağ kuruyor. İnfak iman etmenin gereğidir. Ya da iman idddiasında bulunan ‘infak bilinci’ne sahip olmalıdır. Mülkün (her şeyin) Allah’ın olduğuna iman ettikten sonra, Allah’ın kendisine verdiklerinden O’nun ‘ver’ dediği kadar, ‘falancaya ver’ dediği yerlere vermek iman borcudur.

Kur’an’da sekiz şey (amel-eylem) Allah (cc) yoluna (fi-sebilillah’a) nisbet ediliyor. Bunlardan bir tanesi de infaktır. Mesela :

«Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde güzel yapın. Çünkü Allah işini güzel yapanları (muhsinleri)  sever.”  (Bekara 2/195. Ayrıca bkz : Bekara 2/261, 262)

Takva sahiplerinin (müttakılerin) en önemli özelliklerinden biri de mallarını Allah yolunda, bollukta ve darlıkta, gerekli yerlere infak etmeleridir. (Bekara 2/3, 177.  Âli İmran 3/134. Kasas 28/54) Onlar bu fedakârlığı seve seve yaparlar. Onlar bilirler ki infak imanî bir görevdir ve takvanın sonucudur. Hırsa ve cimriliğe, nefsin tutkularına esir olanlar, mallarını infak etmekten sakınırlar. Takvanın öğrettiği infak ahlâkı ise, ruhu mal sevgisinden, dünyalıklara kul köle olmaktan azad eder. Müttaki mala olan sevgisine rağmen, ondan Allah (cc) rızası için vazgeçer.

Kur’an “birr”i tarif ederken; onun itikad esaslarını kabul ettikten sonra, malı seve seve yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara ve benzeri muhtaç kimselere vermek, sözünde durmak ve her zaman sabredip kararlılık göstermek olduğunu söylüyor. Daha sonra da bütün amelleri yapanların sâdık (doğru) ve takva sahibi kimseler olduğunu ilave ediyor. (Bekara 2/177)

Şu âyette infakın her türlüsüne işaret edildiği söylenebilir: “Sevdiğiniz şeylerden Allah (c) yolunda infak etmedikçe iyiliğin en güzeline (birr’e) ulaşamazsınız” (Âl-i İmran 3/92)

İnfakta İslâm'ı yaymak ve kelimetullah'ı (Allahın kelimesini) yüceltmek tavrı da vardır. İnfak açısından unutulmaması gereken bir husus şudur: İnsanların midesini doyurmaktan daha önemlisi; onların gönüllerini imanla, zihinlerini ilimle,vicdanlarını merhametle doyurmaya çalışmaktır. Bu da infakı cihad ve ilim hedefine çevirmekle olur.

İslâm'ın toplum plânında yayılıp hâkim olması için cihad dediğimiz fedâkârlık ve yoğun çalışma şarttır. İnfak İslâm'ı insanlara ulaştırma ve sevdirme aracıdır. O yüzden zekât verilecek sınıflardan biri Allah yolunda cihad edenler, biri de kalpleri İslâm'a ısındırılan “müellefe-i kulûb”dur (Tevbe 9/60)  

İster vacip olsun, ister nafile olsun, Kur’an’ın sadaka dediği vermeler, bağışlamalar da birer infaktır. Zira bu da bir müslümanın sahip olduğunu Allah rızası için ayırdığı ve uygun yerlere yaptığı harcamadır. Hatta en geniş anlamıyla sadaka; Allah rızası için yapılan her iyilik, verilen ve harcanan her şey anlamında infak ile yakın anlamdadır.

Kur’an, ‘sadaka’ kelimesini bazen de mü’minlerin yakınlarına, yetimlere ve fakirlere yapılan yardım şeklinde kullanmaktadır. (Bkz: Bakara 2/177, 263)

Şüphesiz yardımlaşma, infak etme, ikram etme, iyilikte bulunma, ilgilenme, paylaşma ve benzeri güzellikler imanın kazanımlarıdır. Bunlar her toplumun, neredeyse her insanın ihtiyacıdır. Yardımlaşmanın çoğaldığı evler ve toplumlar daha sağlıklıdır, daha barış içindedir, daha huzurludur.

Allahın kendisine verdiklerinden O’nun yolunda infak eden, Allah’ın takdir ettiği hakkı ait olduğu yere teslim etmiş sayılır. Böyle bir düzende fakir; rızkını yardım edenden değil, Allah’ın verdiği paydan alır. (Zülâloğlu, F. Ramazan Risalesi, s: 50)

 

-Bir tezkiye imkanı olarak infak bilinci

Peygamberliğin ilk yıllarında indiği düşünülen Leyl Sûresi arınmanın verilerek, bağışlanarak olabileceğini söylüyor. “Temizlenmek (yetezakkâ) için malını hayra veren en müttaki (Allah'a karşı gelmekten  sakınan) kimse, o ateşten uzak tutulacaktır.” Leyl 92/17-18) Burada maldan verme ve takva, ‘en güzeli’ doğrulama, Allah'ın insana hidâyet vermesi konularından sonra arınmanın (tezkiyenin) metodu ve maksadı haber veriliyor.

‘ze-kâ’ fiilinden gelen ‘zekât’, Allah’ın bereketlendirmesinden gelen nema, çoğalma,  artma potansiyeli veya temizliktir, arınmadır. Bu kelime dünyevî ve uhrevî işler hakkında kullanılır. Ancak asıl vurgusu ekonomik değil, ahlâkîdir.‘Zekat’ her zaman; İslâmın üzerine bina edildiği esaslardan biri, yani zenginlerin vermekle yükümlü oldukları yükümlülük değildir.

Bu aynı zamanda kendini arıtma anlamındaki tezekki/tezkiyedir. Bunu Mekke döneminin ortalarında inen Tâhâ 20/76 ile, peygamberin gönderiliş amaçlarından birinin tezkiye olduğunu belirten âyetlerden de anlayabiliriz. (Bkz: Bekara 2/151. Âli İmran 3/164. Cumua 62/2-3)

Mekke döneminde farz olan zekât yoktu. O dönemde inen âyetlerde geçen zekât, zenginlerin vermekle yükümlü oldukları dini vergi değil; arınmayı sağlayan vermeler olsa gerektir. “...Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, (Allah’tan) korkup-sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 7/156)

Zekât, yalnızca karşılıksız harcamak değil, ondan daha öte arınmak için fedakârlık etmek, arınmak için bedel ödemek anlamlarına da gelir. Bu da zekâtın sadaka ile buluştuğu yerdir. Burada verilen şey sadaka olarak isimlendirilmekte, sadakanın veriliş amacının arınma olduğu vurgulanmaktadır. (İslâmoğlu, M. Nüzûl Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’an, s: 13)

Onların mallarından sadaka (zekât) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.  (Tevbe 9/103)

Burada bilinen farz zekâtın ‘sadaka’ kelimesiyle, arınmanın ise zekâtın da kök fiili olan tezkiye ile anlatıldığını görüyoruz. Kur’an özellike Medine döneminde Allah yolunda mal vermeyi vacip sayıp, ölçüsünü tayin ediyor ve onun ismini zekât koyuyor. Yani vacip (farz) olan arınma vesilesi.  Allah yolunda vermenin en önemli göstergesi zekâttır. Zekât tezkiye ile aynı kökten gelir ve o da arınmak için vermek, malı vererek arıtmak, temizlemek demektir.

Bu adlandırmanın sebebi ya zekâttaki bereket beklentisi, ya da bu yolla nefsin tezkiyesidir. (el-İsfahânî, R. el-Müfredat, s: 313) 

Mü’minlerin en önemli özelliklerinden ve onların felâhına (kurutuluşuna) vesile olacak ibadetlerden biri de kendilerini ve mallarını tezkiye edip değerli kılmak  üzere zekât ibadetini yerine getirmeleridir. (Mü’minûn 23/4. Bekara 2/177. Tevbe 9/71. Neml 27/2-3)

İster nafile anlamıyla, ister Kur’an’daki zekât anlamıyla sadaka, kişinin nefsini  ve malını tezkiye ettiği gibi, malını bereketlendirir, değerli yapar. Şu hadislerde sadakanın hem malı bereketlendirme hem de nefsi arıtma rolüne işaret edildiğini görüyoruz:

“Sadaka vermekle mal eksilmez. Allâh(cc) affeden kulunun değerini artırır. Allâh rızâsı için alçak gönüllü olanı Allâh yüceltir.” (Müslim, Birr19/69 no: 6592)

“Oruç kalkan (gibid)dır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günah(ın azâbını) söndürür.” (Tirmizî, Îmân/8 no: 2616. İbn-i Mâce, Fiten/12 no: 3973)

“Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamayan, güzel ve hoş sözle korunsun.” (Buhârî, Edeb/34 no: 6023)

 

-Ramazan’ı ihya ederek tezkiye

Her şeyiyle tamamen hayır, bereket ve rahmet olan Ramazan ayı ve oruç ibadeti örnek bir nefis eğitimi ve tezkiyesi zamanıdır. Tecrübe ile sabit ki müslümanların çoğu Ramazan gelince daha çok ibadet ediyorlar, dinlerini daha yoğun bir şekilde yaşıyorlar.

Oruç, namaz, teravih, dua, sadaka, infak, ikram, sabır, yardımlaşma, paylaşma, kardeşlik, zikir, tesbîh, tevbe ve istiğfar ve benzeri ibadetler bu ayda daha da artar. Mü’min bu ayda ölümü ve âhireti daha çok hatırlar, daha çok hazırlanmaya çalışır. Bütün bunlar da nefisi arıtan, onu günahların kirinden temizleyen, kalbi arı duru yapan sebeplerdir.

Peygamber (sav); “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur” buyurdu. (Buhârî, Savm/5 no: 1898, 1899, Bed’ü’I-Halk/11 no: 3277. Müslim, Sıyâm 1/1-2 no: 2495-2496. Nesâi, Sıyâm/5 no: 2107)

Bunu, “mü’minler nefislerini tezkiye edecek yaptacakları sâlih ameller ile cennetin kapılarını kendilerine açarlar, şeytana karşı o kadar dikkatli olurlar ki, adete onu zincirlemiş gibi olurlar” şeklinde anlayabiliriz. Ya da müslümanların yaptıkları hayırlı işler onlara cennetin kapılarını açar, şeytanları onlardan uzak tutar.

Orucun veya Ramazanın tezkiye ayı olduğu muhtelif hadislerden anlıyoruz.

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Büyük günahlardan kaçınılması halinde, beş vakit namaz, iki cuma ve iki ramazan, aralarında (işlenecek küçük) günahlara kefârettir. (Müslim, Tahâret/14 no: 223. Tirmizi, Salat/160 no: 214)

“Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker bu fitneye kefâret olur.” (Müslim, Fiten/17 no: 144. Tirmizî, Fiten/71 no: 2259) Keffâret; işlenen günahları affetirebilecek, silinmesine vesile olabilecek, nefis tezkiyesi için bir imkandır.

Sadaka-ı fıtır denilen ‘fıtra’, bedenin bir sadakasıdır ki, Ramazan ayı içerisinde zekât düşen kimselere verilir. Bu da hem bir infaktır, hem de bir arınma sebebidir.

 

-Sonuç yerine 

“Siz Allah için ne verirseniz (infak ederseniz), Allah onun yerine yenisini verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’ 34/39)

 

Hüseyin K. Ece

09.05.2017

Zaandam-Hollanda