İnsanın kendini anlamlandırmasında ahlȃkın ve erdemin önemi, güzel ahlȃkı kazandıran imkanlar hakkında bir sunum. 

Hüseyin K. Ece

İNSAN ve DEĞER HAREKETİ

İNSAN ve DEĞER ŞURASI 2022

19 Ağustos 2022 Kozaklı-Nevşehir

 

İNSANIN KENDİNİ ANLAMLANDIRMASINDA AHLÂK ve ERDEM

 

  • Ahlȃk ve erdem, birlikte insanın kendini ve hayatı anlamlandırması için yeterli mi?
  • Medeniyet birikimimizin oluşturduğu ahlȃk profili ve bugün; nitelikli işler, eylemler…
  • Özgül ağırlığı olan bireyler…
  • Mütevâzi, bir anlamda ‘vasat ümmet’…

 

-Giriş

Ahlâk ve erdemin dayandığı kaynak nefsin hevâsı, aklı değil  de vahiy ise insanın kendini ve hayatı anlamlandırması için yeterlidir.

Hayatın anlamlı olduğunu söyleyen kaynağa dayalı ahlâk ve fazilet anlayışı, elbette  varoluşu da, insan hayatını da anlamlı kılar.

Vahye göre hayatın hikmeti, sebebi ve anlamı var…

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2 ve diğerleri)

İslȃmın ana konularını bir kaç başlıkta ifade edebiliriz:

1.Akȃid

2.Ahlȃk

3.Şeriat; bu da üç kısımdır:

a-İbadet

b-Muamelȃt

c-Ukubȃt

Türkçe ilmihal kitaplarında iman (akide) konuları özetlendikten sonra ibadet konuları uzun bir şekilde anlatılır. Arkasından ahlȃki ilkelere ya hiç yer verilmez, ya da kısaca anlatılır.

Bazı ilmihallerde ise muamelȃt konuları hiç yer almaz. Üstelik bu kitaplara İslȃm ilmihali adı verilir.

Bu kitapları okuyanlar da İslȃmın, özellikle uzun uzadıya anlatılan namaz oruç, hac ve zekȃt fıkhından ibaret olduğunu zanneder. İslȃmın diğer hükümlerini, sosyal hayatla, insanî ilişkilerle, siyasî ve ekonomik konularla ilgili, ahlâkî ilkelerini ve ölçülerini, yani İslȃmın bir hayat proğramı olduğunu yeterince öğrenemezler. Onun bir kaç ibadet emrinden ibaret olduğunu zannederler. Belli başlı ibadetleri yerine getirmeye dindarlık, bunları titizlikle yerine getirenlere de dindar derler.

Halbuki İslȃm bir bütündür. Onun iman ilkleri olduğu gibi ibadet boyutu ve hayatın her alanı ile ilgili hükümleri de vardır.

Birisi İslȃmı; “Allah’a saygı duymak (ibadet etmek),

ve O’nun yaratıklarına güzel davranmaktır” şeklinde tanımlasa yanlış söylemiş olmaz.

Bununla insanın Allah’a ve mahlukȃta karşı görevlerinin olduğu kasdedilir.

Bu da İslâmda güzel ahlâkın yerini ve önemini belirler. 

Burada şunu demek gerekir: İman ve ibadet kişinin Allah’a karşı; muamelâtın bir kısmı ve güzel ahlâk ise kişinin çevresine karşı görevidir.

Ya da ibadet kişi ile Allah arasındadır ve şahsın kendisini, ahlâkın neredeyse tümü ve muamelâtın bir kısmı başkalarını da ilgilendirir.

Birisi şöyle diyebilir; “arkadaş senin ibadetin seni alakadar eder. Ama ahlȃkın beni ve diğerlerini, hatta diğer canlıları ve tabiatı ilgilendirir. Ben, bana ve diğerlerine nasıl davrandığına bakarım.

Bana nasıl davranıyorsun, benim ve başkalarının hakkına riayet ediyor musun? Başkalarına fayda mı veriyorsun, zarar mı? İyiliklerden ve hayırdan yana mısın, kötülüklerden ve şerden yana mısın? Yaptıklarının sonucu nedir? Yük alan mısın yük olan mısın? Ne üretiyorsun? Topluma, sanata, uygarlığa, insaniyete katkın ne? Ben bunlara bakarım.”

Böyle diyen de haklıdır.

Buna göre ilmihallerin iman-ibadet-ahlȃk sıralaması isabetli değil. (Örnek: Ahmed Hamdi Akseki merhumun defalarca basılan meşhur İslȃm Dini adlı kitabının alt başlığı: İman İbadet Ahlȃk’tır)

Doğrusu iman (akȃid), ahlȃk ve ibadet (şeriat) olmalı. Zira bu sıralama Kur’an’ın önem verdiği ve nüzûl sürecinde uyguladığı sıramaladır. Nüzûlun Mekke döneminde bu açıkça görülür.

Mekkî sûre ve âyetlerde daha çok iman konularından, müşrik ve kȃfirlerin içine düştüğü çelişkilerden, elçileri dinlemeyen toplumların başına gelen ibret verici olaylardan, hayatın/varlığın anlamından, dünya hayatının fȃniliğinden ve ölümden sonraki hayattan, arkasından da, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmektedir.

İbadet, şeriat ve muamelatle ilgili hükümler ise daha çok Medine döneminde indirildi. Bu sûrelerde toplumun inşası, bununla ilgili ölçüler ve sınırlar, İslȃm kardeşliği, toplumsal ve fıkhî konular, servet, yönetim, iktisadi faaliyetlerle ilgili temel ilkeler, suçlara karşı önlemler, sorumluluklar ve Din için çaba görevi Medine’de geldi.

Medine döneminde gelen ȃyetlerde de bazı ahlȃkî ilkeler var.

Bu oldukça dikkat çekici ve önemli. Kur’an neden ısrarla ahlȃkın üzerinde duruyor, vahiy sürecinin başından beri ahlâkî erdemleri ve davranışları emrediyor?

Zira güzel ahlâk dediğimiz hakikat insanlıkla yaşıttır. İlk peygamberden günümüze kadar ibadet ve muamelât, zamana ve insanların ihtiyacına göre kısmen değişmiştir.

Ama iman ve ahlâk ilkeleri, ibadet olgusu değişmemiştir.

İnsan tabiatına uygun ve onu yüceltecek ahlâk ölçüleri neden değişsin ki? 

Vahyin hedefi güzel ahlâklı, olgun şahsiyetli, model insan yetiştirmektir. Bunun için ahlâk fıkıh kitaplarında izah edilen ibadet ve muamelât hükümlerinden önceliklidir.

Vahye iman edenler, bu vahiyle hayatı ve varlığı anlayıp izah ederler, vahyin ilkeleriyle kendilerini, hayatlarını, eylemlerini anlamlandırırlar. Sonra da bu ilkelere uygun bir hayat yaşamaya çalışırlar.

*İslâm; ayrıca “tevhid, adâlet ve meâd üçlü bir muhtevaya sahiptir.

“Tevhid”; insanın Allah (cc) ile ilişkilerini,

“adâlet”; insanın kendisiyle, ailesiyle, toplumla ve tabiatla ilişklerini,

“meâd”; ölümden sonrasına hazırlıklı olmayı ifade eder.

Bütün bu ilişkiler düzenli, Din’in gösterdiği maksatlara uygun olursa, bunu yapan, yani ibadet eden insan dünya hayatında huzurlu, mutlu olur.

-Ahlâk

Ahlâk; ‘huluk veya hulk’un çoğuludur. Bu da seciye, tabiat, huy, karakter  demektir.

Arapça sözlüklerde insanın fiziksel yapısı için ‘halk’, manevi yapısı için de ‘hulk’ kelimeleri kullanılır.[1]

İslâmî kaynaklar iyi ve kötü huyları, insanın seviyesini yülselten veya alçaltan davranışları ‘ahlâk’ kavramıyla anlatırlar.

Ayrıca günlük hayatın her alanında takdire değer davranışlara ‘edep (çoğulu: âdap)’ de denmiştir.[2]

Herkesin kendine göre huyları, o huylara yön veren karakteri vardır. İyi ve kötü huy nitelemesi herkese göre, her inanca ve kültüre değişse de, kişinin ortaya koyduğu eylemler sonuçta onun huyu, ahlâkı diye isimlendirilir.

-İslâma göre ahlâkın önemi

İnsanlara niçin kitap ve onunla birlikte İslâm indirildi, neden elçiler görevlendirildi sorusuna pek çok cevap verilebilir.

Bu cevaplardan bir tanesi de „insanlara güzel ahlâk kazandırmak için“ olur.

Madem ki herkesin ortaya koyduğu eylemler onun huyu ahlâkı ise, bunların değerini ifade etmek üzere iyi veya kötü ahlâk söz konusu...

İslâm ahlâkı değil, güzel ahlâkı emreder, öngörürür.

Bundan dolayı “el-islâmu hüsnu’l-huluk-İslâm güzel ahlâkın tâ kendisidir” denilmiştir.

İslâmda bütün hükümlerin ve ilkelerin kaynağı Kur’an ve Sünnet olduğu gibi, güzel ahlâkın dayandığı anlayış ve ölçüler de böyledir.

Bu yargı hem Kur’an’daki ahlâkî ilkeleri kapsar, hem de Peygamberin örnek ahlâkını...

Kur’ân ahlâki konuları herhangi bir ahlâk kitabı gibi sistematik olarak ele almaz. Ama ortaya eksiksiz bir ahlâk anlayışı koyar, bununla ilgili ugulamaya yönelik prensipler ve kurallar getirir.

Kur’an’da ahlâk kelimesi geçmiyor. Bunun tekili iki defa, âdet ve gelenek anlamında ‘huluk’ (Şuarâ 26/137), diğeri de ‘ahlâk’ anlamında (Kalem 68/4)de geçiyor.

“Pek çok âyette yer alan ‘amel’ teriminin alanı ahlâkî davranışları da içine alacak şekilde geniştir.

Hadislerde ise amel kelimesinin yanında ahlâk ve hulk kelimeleri de geçiyor.”[3]

Peygamber (sav) pek çok sözünde güzel ahlâkı övüyor ve teşvik ediyor.

Hz. Muhammed’e, henüz peygamber olmadan, câhiliyye döneminde ‘el-Emin’ denilmesinin, onun müslümanlar tarafından çok çok sevilmesinin bir sebebi de onun ahlȃkının güzelliğidir.

Onun Rasûl-ü ekrem (en kerâmetli, en kerim elçi) oluşu, ahlâkının güzel, şahsiyetinin örnek, kulluğunun mükemmel oluşundandır.

Sahabeler Peygamber (sav) hakkında şöyle dediler:

“Allah’ın Rasûlü, yüz bakımından da, ahlâk bakımından da insanların en güzeli idi.” (Buhârî, Menâkıb/23, no: 3549. Müslim, Fedâil/93, 6066)

Kur’an, Peygamberimizin ahlâkını methettiği gibi “Şüphesiz sen muhteşem bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem 68/4)

“Allah’ın Elçisinde ... için en güzel örnek vardır.” (Ahzab 33/21), Aişe (r.anhâ) O’nun ahlâkının Kur’an olduğunu söylüyor.  (Müslim, Müsâfirîn/139, no: 1739)

-Ahlâkla ilgili bir kaç hadis

Muâz İbnu Cebel (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (sav) bana: "Ey Muâz, insanlara karşı iyi ahlâklı ol!" dedi." (Muvatta, Hüsnü'l-Hulk/1)

"Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır." (Tirmizî, Rada/11, no: 1162.  Ebu Dâvud, Sünnet 16, no: 4682)

"Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah, çirkin düşük söz ve davranış sahiplerine buğzeder." (Tirmizî, Birr/62 no: 2003. Ebu Dâvud, Edeb/8 no: 4799)

"Bana en sevgili olanınız, kıyâmet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyâmet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır…" (Tirmizî, Birr /77 no: 2019)

Peygamber (sav); “en çok neyin insanları cennete sokacağı sorusuna;  “takva ve güzel ahlâk”  cevabını vermiştir. (Tirmizî, Birr/62 no: 2004)

Peygamber (sav) sahabelere sordu:

“Sizin en iyinizin kim olduğunu haber vereyim mi?” Yanında olanlar dediler ki; “Haber ver ey Allah’ın peygamberi.” “Uzun yaşayan ve ve güzel ahlâklı olanınız sizin en iyinizdir” buyurdu. (A. B. Hanbel, Müsned, no: 9257)

Mü’min kelimesinin iki anlamı vardır: Birincisi; inandığı şeylerden, yani İslâmda inanılması gereken esasların doğruluğundan emin olan, iman eden,

ikincisi; dininden aldığı anlayışla kendisi “emin-güvenilir-örnek” olan...

Peygamber iyi müslümanı şöyle tanımlıyor: 

“Mü’min, başkasıyla hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen kişidir. İnsanlarla güzel geçinmeyen ve kendisiyle güzel geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, 2/400, 5/225)

 “Elinden ve dilinden diğer insanların güvende olduğu kimsedir.” (Buhârî, İman/4)

Buna göre en iyi müslüman kimdir sorusunun cevabı:

Ahlâkı güzel olandır.[4]

“bed-asla necȃbet mi verir hiç üniforma?” (Mayası bozuk olana  üniforma bir seçkinlik/üstünlük sağlamaz) (Ziya Paşa)

Ama güzel ahlâk sağlar.

Ahlâkı güzel olan insanlar hem şereflidir, hem sevimlidir. Onların değeri hem İslȃm katında yüksektir, hem insanların gözünde ...

Özgül ağırlığı olan birey olmanın imkanı da budur: Güzel ahlâk sahibi olmak…

 

-Erdem (fazilet)

Şair şöyle demiş: Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır.

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan'ın...

Ne irfanın kalır te'sîri kat'iyyen, ne vicdanın” (M. Akif)

Erdem (veya) fazilet kısaca, ahlâkî olarak doğru olan şeyi yapıp, yanlış olanı yapmamaktır.

Erdem Türkçe’de şöyle açıklanıyor: Ahlâkî davranışlar kişinin benliğinde yer edip doğal bir şekilde onun hayatına yön verirse, ortaya çıkan bu duruma erdem denir.

Fazîletin aslı;  artmak, fazlalaşmak, üstün olmak, isim olarak da; eksikliğin zıddı, artık, fazlalık, ihsan anlamına gelen ‘fazl’ kelimesidir.

Fazlın bir ileri derecesi fazilettir denmiş. Ya da kişiyi başkalarından üstün olmasını sağlayan, onu mutluluğa götüren şeydir.

Fazilet, üstün niteliklerin genel adıdır. İnsanın ruhsal olgunluğu, iyilik, doğruluk, ahlâkî ve etik ilkeler, yüksek ahlâk...

 “Fazilet bir terim olarak ahlâk literatüründe sonradan, özellikle felsefi kültürle birlikte kapsamlı bir anlam kazanmıştır. Bu anlam Kur’an ve hadislerde olmasa bile, çeşitli ahlâkî erdemlere geniş bir şekilde yer verirler.

Kur’ân’ın  genelinde adâlet, i’tidal, hoşgörü, doğruluk ve dürüstlük, azim ve sebat, ülfet, kardeşlik ve dostluk, sevgi ve dayanışma, barışçılık, cömertlik, tövbe, tevekkül, kanaatkârlık, itaat ve teslimiyet, hikmet, hayırda yarışma, güler yüzlülük, ölçü ve tartıda dürüst davranma, selâmlaşma, ağırbaşlılık, cesaret ve kahramanlık gibi birçok faziletli tutum ve davranış üzerinde durulmuştur.

Hadis mecmualarında “Kitâbü’l-Edeb” ve “Kitâbü’l-Birr” başlıklı bölümlerde faziletli ameller söz konusu edilmiş. Mesela;  ana babaya itaat, hısım akrabayı ziyaret (sıla-i rahim), kardeşlik, dostluk, sevgi, dayanışma ve yardımlaşma, insanlarla iyi geçinme, doğru sözlülük, adâlet ve ihsan, misafirperverlik, hayâ, vera‘ ve takvâ, tövbe, tevekkül, tevâzu, hilim, sabır, şükür gibi...

Yine Tahâret, zekât, ticaret, hibe, cihad, zühd, rekāik, istîzan, selâm, imâre gibi konulara dair bölümlerde de bu faziletler hakkında hadisler nakledilmiştir.

Daha sonraki dönemlerde yazılan ahlâk, edep, mev‘iza ve hikemiyât türü eserlerde faziletler hakkında bilgi verilirken ilgili âyetler yanında hadislerden faydanılmıştır.” (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/268)

-Mü’minin kerâmeti (değeri) güzel ahlâkıdır

Kerâmet; kerem kökünden gelir ve sözlükte aşağılıktan ve zelil olmaktan arınmış olarak üstün, değerli, güzel olmak cömert olmak anlamına gelir.

İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. İslâma göre ise üstünlüğün değer ölçüsü takva bilincidir. İnsanların en şereflisi (en keremlisi) Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenlerdir. Bunu da sadece Allah (cc) bilir.

Kerem veya kerȃmet üç şekilde açıklanıyor:

1-Üstün, değerli, şerefli olmak anlamında kerâmet;

Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât 48/13)

2-Allah’ın ikramı anlamında kerȃmet

Kerem-kerâmet Allah’a nisbet edilirse, O’nun el-Kerim ismiyle ikramı, nimet vermesi, ihsanda bulunması, lutfetmesidir.

İnsanlar bu türlü ikramlara, bu ilȃhi hediyelere her zaman kavuşabilir, olağanüstü zannedilen bir olayla karşılaşabilir, beklenmeyen yardımlara ulaşabilir.

Allah (cc) ekrem (en üstün) olandır (Ekremu’l-ekremin’dir). Keremli (kerâmetli) olmanın yollarını, ya da neyin kerem olduğunu yalnızca O (cc) bilir.

O (cc), insanlara gönderdiği vahiyle kullarına kerâmet (yüce ve değerli olma) dersi vermektedir.

3-Olağanüstü olay anlamında kerȃmet

Kerâmet aslında bu iki anlama geldiği hȃlde geçmişte bazılarının veli dediklere kişilere nisbet edilmiş, onlardan sadır olan olağanüstü olay şeklinde anlaşılmış.

Hatta böyleleri Allah’ın velilerinin olağanüstü olay yapabileceklerine inanırlar.

Halbuki kerâmet aslında insanı ahlȃk açısından şeref ve değerini ve Allah’ın ikramlarını ifade eder.

O halde kerâmet ikram ve lütfetme açısından Allah’a,

ahlâkî olgunluk açısından kullara aittir. Kişi ahlâkın güzelliklerini kuşanarak Allah katında keremli olur.

Bu gibi insanların keremini biz, onların ahlâklarında, davranışlarında, insanlarla ilişkilerinde, yani pratik hayatta, toplum içinde görürürüz, tanık oluruz.

Bu kökten gelen kerim; üstün, değerli, kadri yüce ve cömert demektir. Kur’an kerim bir kitaptır. (Vakıa, 56/77) Yani hem değerli ve şereflidir, hem de kerâmetin-keremli olmanın yollarını gösterir.

Kerem-ekrem; en yüce, en değerli, en güzel demektir.

Kerem, söz ve davranışla, maddi yardım veya ikramla insanlara iyi davranmayı ifade eden geniş kapsamlı bir ahlâk kuralıdır. Güzel huylardan bağışlamak, güzel davranma, ihsan etmek, cömertlik yapmak, infak etmek, paylaşmak, güler yüzlü olmak gibi fiiller gibi...

İnsanın zaten ontolojik olarak keremlidir (şereflidir). 

“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli (keremli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ 17/70) 

İnsanın aslının toprak oluşu veya topraktan gelen gıdalarla şekillenmesi onun, kendi değerini toprak seviyesine düşürebileceğini; ona üflenen ilâhí ruh ise onun kendi keremini (değerini) yükseltebileceğini gösterir.

İnsanın kerâmeti/değeri, Kerim olan Allah’ın davetine uyarak, kemâle ermekle, eksikliklerden ve yanlış olan şeylerden uzaklaşma ile artar. 

Hz. Muhammed’in elçi olarak gönderiliş amacı da budur.“Ben, ahlâkın güzelliklerini (keremini) tamamlamak için (elçi olarak) gönderildim.”[5] 

İnsan, benliğine yerleştirilen takvayı ve fücûru (günah işlemeyi) (Şems, 91/7-10) tanıdığı oranda kerâmete yönelir.

Benliğinde bir kabiliyet olarak saklı olan takva yönüne adım atan kimse kerim (kerâmetli) olur. En çok takvalı olan da ‘ekrem (en yüce)' olur.

Zaten Kur’an, takvayı kerâmetin tek ekseni olarak saymaktadır.

Demek ki her insan doğuştan keremli/kerȃmetli olmaya adaydır. Tıpkı herkesin ‘halife’ adayı olması gibi. O Allah’ın verdiği imkan ve kabiliyetle, kendi seçimi ve çabasıyla bu keremini daha da yükseltebilir. Zaten zımnen yükseltmelidir deniliyor.

Herkesin kendi mayasında saklı olan kerȃmeti (üstünlüğü) koruyup korumadığı, yükseltip yükseltmediği onun davranışlarına, ahlȃkına ve Yaratıcı, vahiy ve insanlara karşı duruşuna bağlıdır. 

Bu nedenle diyoruz ki; mü’minin kerȃmeti/keremi (şerefi/değeri) onun güzel ahlâkıdır.

 

-Güzel ahlâk nitelikli eylemlerin, özgül ağırlığı olan bireylerin kimliğidir

Bizim medeniyet birikimimiz bu güzel ahlâk profilini oluşturdu. Bunun teorisini yaptığı gibi, pratikte güzel ahlâka sahip bireyler ve toplumlar yetiştirdi.

Bugün de medeniyetimizi kuran Dinimizin emrettiği veya tavsiye ettiği nitelikli işler, eylemler, davranışlar, yani güzel ahlâk ilkeleri hâlâ geçerliliğini koruyor.

İslâmın en üstün, en ideal, en mükemmel ahlâkî ilkeleri dün olduğu gibi bugün de geçerlidir. Bunlar zamanın geçmesiyle değerlerini ve önemlerini yitirmezler.

Vahiy bir ilâhi inşa projesi olarak, nitelikli eylemlere sahip kaliteli bireyler, şahsiyetli kişiler, olgun insan (insan-ı kâmil diyemiyorum. Zira kâmil olmak Rabbimize aittir), örnek Müslümanlar yetiştirmeye devam ediyor.

Bunun ilkelerinin, imkanlarının başlıcaları:

1-Sâlih amel

‘Amel’ sözlükte, niyet edilerek yapılan iş, davranış, hareket, aksiyon, faaliyet, eylem demektir. Hayvanlar da bazı fiiller yapsalar da bunlara ‘amel’ denilmez.

İyi veya kötü nitelemesi de niyetle yapılan ameller hakkında geçerlidir. Buna göre insan, ister iyi bir şey yapsın, isterse kötü bir şey yapsın; yaptığı işi bir niyetle yapıyorsa, o işi yapmakta bir maksadı varsa, o iş bir ameldir. Bu ameli huy, seciye, karakter hâline getirirse, bu da ahlâk olur.

Amelleri sonuçlarına göre üç kısma ayırmak mümkündür:

-Günah işler. Bunlara dün dilinde fâsid (bâtıl)/suî ameldir.  

-Mübah (caiz/helâl) amel: Yapılıp yapılmaması kişinin kendisine ait olan işlerdir.   

-Sâlih amel: Herkes her an amel işler, bir şeyler yapar. Ancak İslâmın insandan istediği amellerinin sâlih olmasıdır.

Bu sebeple Kur’an normal amel/eylem ile ibadet olan veya imanın gereği olan eylemleri ayırmak için amele “sâlih” sıfatını ekliyor.

Sâlih olarak nitelenen amel; elverişli, doğru, içinde fesat olmayan, faydalı ve ibadet maksadına uygun eylem, iş, davranış;

sulh kökünden hareketle “imanla barışık eylem” demektir.

Bunun bir kısmı ibadetler ise de büyük bir kısmı güzel ahlâktır.

Kur’an, yüze yakın âyette Allah’a imandan sonra hemen sâlih amel ya da salihâtı işlemeyi söz konusu ediyor. 

İslâmda emredilen veya tavsiye edilen güzel görülen, insanın kendisine veya çevresine yararlı olan işler sâlih ameldir ve güzel ahlâkla ilgisi vardır.  

Ameller, maslahât ve mefsedet çizgisinde değerlendirilir. Maslahât unsuru taşıyan bütün ameller güzeldir, faydalıdır. Mefsedet özelliği taşıyan bütün ameller ise kötüdür, zararlıdır.

Buna göre güzel ahlâk maslahât, kötü ahlâk mefsedet veya mazarrattır.

-Salihât

Sâliha’nın çoğulu salihâttır. Bu da sâlih amelleri, ibadetleri, ıslah edici eylemleri de kapsar.

Kur’an bunu 63 yerde ve genelde iman ile birlikte kullanıyor. (Âmenû ve amilu’s-sâlihât, men ya’melu mine’s-sâlihât, amile’s-sâlihât şeklinde)

Şüphesiz, iman edip, sâlih ameller (sâlihât) işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. (Beyyine 98/7. Ayrıca bkz: Tâhâ 20/75-76)

Çünkü onlar bilinçli bir şekilde, özgür iradeleriyle iman ederler, imanlarının gereği işler yaparlar, fıtratlarına uygun davranırlar. Çevrelerinde bulunan insanların çoğu keyiflerine göre yaşarken onlar Vahy’e tabi olurlar. Bununla da kalmazlar en doğru, en faydalı, en yarayışlı işleri yaparlar. İnsanlara faydalı olmaya çalışırlar.

Sâlihât sonuçları başkalarına dönük iyiliktir. Öznesiyle birlikte başkalarını da kuşatan ve onu iyi yapan iyiliklerdir.   

Güzel ahlâk, insanlarla iyi geçinme, hüsn-ü muamele, âdab-ı muâşeret, insanların hakkını verme ve savunma, infakın her çeşidi, toplumun faydasına olabilecek (maslahât olan) faaliyetleri yapma ve destekleme, görevini yapma, adâletle davranma, neslini iyi ve sâlih olarak yetiştirme, emr-i bi’ma’ruf, nehy-i ani’l-münker yapma gibi...

Bunları bir müslüman Din emrettiği veya tavsiye ettiği için yaparsa sâlih amel (sâlihât) işlemiş, kulluk görevini yapmış olur.  

Gök kubbede hoş bir seda bırakacak olan da sâlihâttır.

-Bâkıyatü’s-salihât: Kur’an’da iki âyette “bâkıyatü’s-sâlihât-ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar” kalıp ifadesi geçiyor.

“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Baki kalacak sâlih ameller (bâkıyâtü’s-sâlihât) ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.”(Kehf 18/45-46. Ayrıca bkz: Meryem 19/76)

İnsanların gurur duydukları mallar, çocuklar, aşiret (kavim) veya soy, makamlar dünya hayatında süs, övünç vesilesi olsa da âhirette bir anlam ifade etmez. Orada artıp çoğalmaz.

Âhirete intikal edecek olan, ya da orada hesapsız ödülle karşılanacak olan imandan sonra sâlih amellerdir.

Bu sâlih amellerin önemli bir kısmının vahyin öngördüğü güzel ahlâk olduğunu hatırlayalım.

2-İbadetin amaçları/hedefleri/kazandırdıkları:

Allah’ın kullarının şükrüne de, ibadetlerine de ihtiyacı yoktur. Ancak İslâmdaki ibadetlerin dört temel amacı olduğunu söyleyebiliriz:

1.Yaratılış amacını gerçekleştirmek.

2.İnsanın Mevlâ’ya borçlu olduğunu bilmesi.

3.İyi bir insan olmaya çalışması. Bunlar da insana dâreyn saadeti kazandırır.

4-Maslahâtı celp mazarratı (mefsedeti) def’ etmektir.

İbadetlerin diğer hedefleri:

-Yaratılışa anlam verebilmek için,

-Kulluk görevi ve O’na yakın olmak için,

-İbadet Allah ile bağ kurmak olduğu için,

-Şükür için,

-Dünya hayatını düzene koymak(mizan-denge) için,

-Dâreyn saadeti için,

-Zikir (hatırlamak) için,

-Takva ve ihsan bilinci için,

-Fıtratla buluşmak için,

-İnsanlık-halifelik görevini itmam için,

-Emâneti hakkıyla taşıyabilmek için,

-Varoluş sınavını kazanmak için,

-Özgürlük, başka tanrılara kul olmaktan kurtulmak için,

-Değerler dünyasına yükselmek için,

-Güzel ahlâk kazanmak için,

İbadetin belki en önemli hedefi ya da kazanımı güzel ahlâktır. İslâm müntesiplerinin güzel ahlâklı, şahsiyetli, kaliteli, yüksek seviyeli bireyler ve toplum olmasını ister.

Kur’an ilâhí hükümleri, ölçüleri veya prensipleri bildirdikten sonra  “Allah’tan ittika edin”, “umulur ki takvaya eresini”, “eğer takvanı varsa…”  diyor. Bunun Kur’an’da en az 15 ayette örneği var.

Not: Yeryüzündeki suçları önlemenin ve onlara iyi şeyler yaptırmanın tek yolu vardır: O da herkesin başına bir polis dikmektir.

Bu mümkün mü? Elbette... Bu polis takva şuuru, yani Allah’a karşı sorumluluk bilincidir.

Soru: Madem öyle, müslümanlar bu kadar suç işliyor, hata yapıyorlar? Niçin bu kadar kötüler?

Cevabı basit: Takvaları az, âhirete imanları zayıf olduğu, ibadetlerin amacını gerçekleştirmedikleri için...

Takva sahipleri sorumluluk taşıyan, nerede nasıl davranılacağını bilen, Allah’a ve insanlara karşı görevlerinin bilincinde olan niterlikli, yani özgül ağırlığı olan kişilerdir.

İki örnek verelim:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara 2/183)

“(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak  elbette en büyüktür. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut 29/45)

Ebu Hureyre’nin (ra) bir rivâyetinde Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur." (Buhârî, Savm/8 no: 1903, Edeb/51 no: 6057. Ebû Dâvûd, Sıyâm/25 no: 2362. İbni Mâce, Sıyâm 21 no: 1689-1690)

 

-İnsanlığa örnek olmak için,

Kur’an mü’minlere de ‘şehîd’ diyor.

Şehîd ve şâhid’in bir anlamı da ‘temsil eden, doğruyu şahsında gösteren’, yani örnek/model demektir.

Muhammed’in (sav) nasıl bir ‘şâhit-şehîd’, hayat tarzı örnek-model ise, O’nun ümmeti de insanlar üzerine bir şehîdler (şühedâ-tanıklar) topluluğu, hayat tarzı da insanlık için model-örnek olmalıdır.

Bu örnekliğin de en çok davranışlarda olması gerekir.

İslâm ümmetinin vasat (dengeli) ümmet yapılmasının sebebi de bu; 

“Böylece, sizler insanlara şehîdler-şühedâ olasınız ve Peygamber de size bir şehîd olsun diye sizi dengeli bir ümmet yaptık...”  (Bakara 2/143)

Allah’ın mü’minlere ‘müslüman’ ismini vermesinin gerekçesi de aynı:

“... Size bundan önce müslüman ismini O verdi. Bunun sebebi, Rasûl sizin üzerinize, sizler de insanlar üzerine ‘şehîd’ (tanık/örnek) olasınız diye...” (Hac 22/78)

Vasat ümmet tabiri, ifrat ve tefrit arasında mu’tedil, dengeli, hikmetle hareket etmeyi ve mütevâzi olmayı kapsar.

3-Takva bilinci

Takva bilinci ile ahlâk arasında da sıkı bir ilişki var. Zira takva duygusu ahlâkı bina eden ve güzel olmaya sevkeden önemli bir dinamiktir. Kur’an’ın nitelediği temel faziletlerin (erdemlerın) imkanıdır. 

Kur’an Allah’tan ittika etmeyi hem O’nun azabından sakınmak, hem O’na itaatle kendini dünyada ve âhirette istenmeyen şeylerden korumaya almak, hem de âlemlerin Rabbine karşı, O’nun ilâhlığı karşısında kul olma sorumluluğu ile hareket etme şuuru manasında kullanmaktadır.

Takvada korku anlamı var ama o tek başına korku demek değildir.

Takva; Allah’ı ve O’nun cezalandırmasını hesaba katarak, hevâ’ya (aşırı istek ve tutkulara) uymamak, nefsin gayri meşru isteklerine sınır koymaktır.

Yukarıda ilâhî hükümlerin arkasından takva vurgusunun yer aldığını görmüştük. Bunların ahlâk veya davranışlarla ilgili olduğu açıktır. Mesela; Âl-i İmrân 3/133-135. âyetlerde Kur’an’ın temel fazilet olarak vurguladığı takvâya sahip olanlardan bahsedilirken bunların başlıca nitelikleri şöyle sıralanır:

Bollukta da darlıkta da mallarını Allah için harcarlar, öfkelerine hâkim olurlar, insanları bağışlarlar, kötülükte ısrar etmezler.

Bu âyetlerde cömertlik, hilim, affetme ve tövbe erdemlerinin yer aldığı görülür.

4-İhsan ahlâkı-muhsin olmak

İhsanın başka manaları vardır ama konumuzla ilgili; güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. Muhsin de bu işi yapandır.

Müslümanın değerini (keremini) artıran en önemli sıfatlardan birisidir.

İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda ise daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılık vermek anlayışı vardır.

 “... İyilik edin (iyi davranın); Çünkü Allah iyi davrananları sever.” (Bekara 2/195. Mâide 5/93)

“O Allah’tan korkanlar ki, bollukta da darlıkta da Allah için (mal) harcarlar, öfkelerine sahip olurlar ve insanları affederler. Allah da (işte böyle) güzel davrananları sever.” (Âli İmran 3/134. Ayrıca bkz: Nisâ 4/125. Mâide 6/85. A’raf 7/56. Tevbe 9/120)

İslâm iman edenlerin muhsin olmalarını, yani ihsan ahlâkına sahip olmalarını da emrediyor. (Nahl 16/90)

İhsan ahlâkı; güzel, uygun, doğru olan şeyleri en güzel şekilde yapmak demektir.

Muhsin; ihsan ahlâkına sahip olan, iyilik yapmayı ve güzel davranmayı ilke edinen, yaptığı her işi güzel yapandır.  

Muhsin olan mü’minler; yıkmanın değil inşanın,

korkutmanın değil sevindirmenin,

ye’se düşürmenin değil ümit vermenin,

düşmanlığın değil dostluğunu,

fesadın değil ıslahın,

öldürmenin değil diriltmenin,

soymanın değil paylaşmanın,

egoizmin değil diğergȃm olmanın,

çıkarın değil infak etmenin,

gönül yıkmanın değil yürek kazanmanın sembolüdürler.

Muhsinler (ihsan sahipleri), bütün işlerini ahlȃka uygun yaparlar. Onlar, çirkin, bayağı, kötü, zararlı ve faydasız amellerden, faaliyetlerden uzaktırlar.

Onlar, insanlar içerisinde davranışları, işleri güzel yapmanın  temsilcisidirler

5-Birr ahlâ

Birr, iyilikte en geniş, en yoğun olma hâlidir. Buna ideal iyilik diyebiliriz.

Kur’an’ın ‘birr’ dediği erdem önce İslâm’ın inanç esaslarını kabul etmek, sonra da onun önem verdiği davranışları sergilemektir.

Birr, bütün iman, ibadet ve ahlâka ait iyi huyları kapsamaktadır. İşte bu birr ahlâkına sahip olanlar da muttakilerin ta kendileridir.

Bu açıdan takva; kalbin ‘birr’ ahlâkıdır demişler.[6]

“ Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz ‘birr-iyilik’ değildir. Ama birr, Allah’a , Âhiret Gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden, ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa isteyip dilenene ve kölelere,  söz verdiklerinde (ahidleştiklerinde) sözlerinde duranlar ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler (in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlar (sâdıklar)dır ve takva sahibi olanlar da bunlardır.” (Bekara 2/177) 

Nevvâs İbnu Sem'an (ra) anlatıyor: "Rasûlullah’a (sav)  iyilik (birr) ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi: "İyilik (birr), güzel ahlâktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından korktuğun şeydir." (Müslim, Birr/15 no: 2553. Tirmizî, Zühd/52 no: 2390)

6-Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak

İ. Gazalî, el-Makasıdü’l-Esmâ adlı eserinde: “Allah’ın şu şu evsafta bir takım ahlâkı vardır; her kim onlardan birisiyle ahlâklanırsa cennete girer” sözünü hadis olarak naklediyor. (Nak. İslâmoğlu, Esmâi Hüsnâ, 1/47-48. Allah (cc), s: 72)

Âyet ve hadis değilse de “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak” vahyin ruhunu ve Esmâul-Hüsnâ’nın müslümanın ahlâkı üzerindeki eğitici, inşa edici rolünü yansıtıyor.

Bu anlamda Esmâu’l-Hüsnâ, insana yol gösteren bir ahlâk rehberi niteliği kazanır. Bu rehber, güzel ahlâkın mükemmel kaynağını gösterir. O da Allah’tır.

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma, Esmâ’yı kulun kendisine nisbet etmesi veya Allah’a benzemeye kalkışmak demek değildir.

İnsanın el-Vedûd, el-Alîm, er-Rahman, e-Kadîr, el-Hakîm, er-Rauf, el-Metîn vb. olması mümkün değildir. Zira hiç bir şey O’nun gibi olamaz. (Şûrâ 42/11)

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak bazı isimlerin tecellilerini ahlâk olarak kuşanmasıdır.

er-Rahman ve er-Rahîm ile ahlâklanmak demek, insanın tüm tavır ve davranışlarında merhamet ve şefkati esas almasıdır.

el-Kerîm ile ahlâklanmak, cömert olmak, karşılıksız ikramda bulunmak, verene el olarak şeref kazanmak demek olur.

er-Rauf ile ahlâklanmak, sevmek, ilgi göstermek, elinin altındakilere merhametle ve yumuşaklıkla muamele etmektir.

es-Settâr ile ahlâklanmak, kendisininki başta olmak üzere ayıpları örtmek, gizli kusurları ifşa etmemek, tecessüs yapmamaktır.

 

7-Fıtrat

‘Fıtrat’; belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy anlamlarına gelir.[7]

‘Fıtrat’, hilkattır, yani Allah bir şeyi neyin üzerinde yaratmışsa onun  doğal hâlidir. Kâinattaki –insan dâhil- bütün varlıklar Allah’ın kendileri için var ettiği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz.

Peygamber (sav) “Her doğan (insan) fıtrat (yaratılışı) üzere doğar.”[8] Ya da “Her insanı annesi fıtrat üzere doğurur...”[9] buyurdu.

Allah (cc) bütün insanları kendine inanma ve ibadet etme, verdiği nimetlere şükretme kabiliyetinde ve bunlara meyilli olarak (fıtrat üzere) yaratmıştır.

Bu bakımdan İslâm fıtrat’ın dinidir. 

İnsan yapısı gereği iyiye de, kötüye de, iyi insan olmaya da kötü insan olmaya da müsaittir. (Şems 90:7-10)

Yaratıcı onu böyle yarattı. Bunun elbette bilmediğimiz sayısız hikmetleri var. Her insanda olan bu potansiyel, doğumla birlikte şekillenmeye başlar. Olumlu veya olumsuz gelişerek ölene kadar devam eder.

Biz buna insana verilen ‘doğal yetenek’ diyelim.

İnsanın bu temiz fıtratı aynı zamanda güzel ahlâkı da ifade eder. Yani fıtrata yakışan güzel ahlâktır.

Yanlış yapanlar, günah işleyenler, haksızlık ve zulüm yapanlar, İslâmın kötü ahlâk dediği şeyi yapanlar, bu fıtrata aykırı davranmış, nezih yapılarını kirletmiş olurlar.

Vahiy insanın bu fıtratını bir hakikat olarak kabul ediyor ve bunun olumlu yönde gelişmesini, fıtratta olan kabiliyetlerin hayra, fazilete ve güzel ahlâka yönlendirilmesini istiyor. Vahyin geliş amacı, ilkeleri ve ölçüleri bu amaca yöneliktir.

8-Vicdan

‘Vicdan’ terim olarak insanın içinde bulunan ahlâkî otoritedir.

Vicdan ahlâkî değerler ve eylemler hakkında hüküm verme yeteneğini ifade eder.[10]

Denir ki vicdan insanın içindeki âdil hâkemdir. O kalbin derinliğidir. Kalbin en merhametli, en âdil, en sevecen, en insaflı, en insanî faaliyetidir. Vicdan insan fıtratındaki temizliğin, güzele, hayra, iyi olana meylin işletilmesidir.

İnsanın hakkı benimsemeye yatkın olan tabiatını belirten ‘fıtrat’ kelimesi vicdanı da içine alan bir içeriği vardır. (Rûm 30/30)

Kur’an’da vicdan kelimesi geçmez. Ama birçok âyette insanda bulunan ve onun iradî fiillerini ahlâk ölçülerine göre denetleyen, iyilik yapmaktan sevinç, kötülük yapmaktan ıstırap duyan bir ahlâkî melekeden söz edilir.

Tövbe de böyle bir vicdanî hesaplaşmanın ürünü sayılır. (Bkz: Nisâ 4/17-18. Mâide 5/38-39. Nahl 16/119)

Kur’an’da yine sıkça geçen kalp kelimesi bazı âyetlerde vicdan anlamına da gelmektedir. Buna göre iyi ve kötü eğilimlerin mücadele alanı olan kalp, imana ve ahlâkî selâmete ulaşma yolunda bir dinamiktir. (Mâide 5/41. Ahzâb 33/53)[11]

Tertemiz, arınmış, sağduyulu olarak çevirebileceğimiz ‘kalb-i selîm’ (Şuarâ 26/89. Saffat 37/84) deyimi ahlâkî zaaflardan, nefsânî tutkulardan arınmış, insana olgunluk kazandıran ve faziletli davranışlara yönelten, sapasağlam, tertemiz yürektir. (Mümtahıne 60/4)[12]

Kur’an’da 16 âyette geçen ve sezme, anlama ve bir şeyin mahiyetini kavrama gücü anlamına gelen “ulu’l-elbâb”; daha çok insanın derûnî, vicdanî âlemine ve gönül dünyasına hitap etmek maksadıyla kullanılır.

Vicdan, çoğu zaman haktan, doğrudan, merhametten, iyilikten; yani güzel ahlâktan yanadır. Ancak vicdanın üzeri örtülürse, sesi bastırılırsa bu işlevini yapamaz.

Her türlü zulmü, haksızlığı, kötülüğü, ahlâksızlıkları yapanların kalpleri/vicdanları vardır ama devre dışıdır.

Merhamet duygusu, yani vicdanlı olmak insan haklarının, güzel ahlâkın, insanlararası güzel ilişkilerin en önemli teminatıdır. 

Kur’an imandan sonra merhametle davrananlara ‘ashâbu’l meymeneh-dürüstlüğe ve erdemliliğe ulaşan’, meymenetli adamlar diyor. (Beled 90/8-17)

9-Hayrı tercih tavsiyesi

İnsan genellikle yöneldikleri üç çeşit gayeye göre üç çeşit hayat peşinde koşarlar: Zevk, şeref, hikmet.

Hikmet hayatı ki işte bu üçüncüsü diğer ikisinden çok daha mükemmel ve şereflidir. (İbn Miskevyh ve Yunanda ve İslâmda Ahlâk Görüşleri, Sunar, C. s: 92)

Bunu şöyle ifade etmek mümkün. İnsanlar herhang bir ameli (eylemi) bir üç amaç için yapar: -Zevk,

-Çıkar

-Hayr için

Bir eylemi hayr olduğu için yapan, ondan bir şekilde çıkarı da olur, bir zevk de alır.

İbn Miskeveyh’e göre dört büyük fazilet: Hikmet (akıl),

İffet (namus),

Şecâat (cesaret),

Adâlet.

Bunların zıddı dört büyük rezilet: Cehâlet (akılsızlık, budalalık),

Hırs ve tamah (aç gözlülük) veya namussuzluk,

Korkaklık ve adâletsizlik (veya zulüm)…

Ona göre insana bu dört faziletle övünmesi yakışır.

Hikmet (veya) akıl; nâtık nesin faziletidir. Varlığı varlık olarak, yaratılışı ilâhî işleri, insanî işleri bilir. İşlerinden ve davranışlarından iyilerini ve kötülerini ayırdeder. Hangisini bırakmak ve hangisini istemek ve yapmak gerektiğini bilir. Buna bağlı başka fazilerler de var: Zekâ, hatırlama, düşünme, çabuk anlama, zihin safası, kolay öğrenme, yerinde iş yapma gibi…

İffet (veya namus); şehvet nefsinin faziletidir. Bu faziletle insan şehvetlerini ve arzularını mutedil tutar. Meşru’ bir şekilde idare edip gerçeğe uygun olmayan ve iffete aykırı olan durumlarda nefsinin boyunduruğu altına girmemesidir.

Buna bağlı, kendi kontrol, hayâ, sabır, cömertlik, hürriyet, kanaat, vakar gibi faziletler.

Şecâat (veya cesaret); gadab (veya) hiddet nefsinin faziletidir. Korkunç hâller ve işlerde daima Nâtık kuvvetin yerine ve güzel muhakemesi üzerine insanda haklı savunma işinin meydana gelmesidir. Buna nefsin şerefini koruma, azim, sebat, cesaret, yumuşaklık, tahammül girer.

Adâlet; ilk fazilet olan hikmetin insanda armoni içinde bulunmasıdır. Hikmete, iffete ve şecâate mâlik olan adâlete de sahip olur.

Buna bağlı, sadâkat, insanlarla iyi geçinme, iyi dayanışma, muhabbet, haset etmeme, kötülüğe iyilikle karşılık verme, düşmalık etmeme, büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterme gibi… Adâlet, iyiliğe ve güzelliğe dayanan bütün insanî hareketlerin ve hususların hepsini kapsar. (İbn Miskeveyh ve Yunanda ve İslâmda Ahlâk Görüşleri, Sunar, C. s: 89-91)

 

10-Âhiret inancı

Âhiret inancı kişiye sorumluluk yüklediği gibi umut da verir. Onu amaçsızlıktan kurtarır, hayatına anlamlı bir hedef gösterir. İnsana haddini de bildirir.

Müslüman öldükten sonra dirilmeye, hesap vermeye, ilâhî ödüle ve cezaya, yani âhirete inanır.

İslâma göre, hayat ölümle bitmiyor ve dünya hayatı da sonsuz değildir. Günün birinde tıpkı diğer canlılar gibi dünya hayatının tümü sona erecek, yani Son Saat, arkasından da Kıyâmet, yani yeniden diriliş, hesap (mizan) gerçekleşecek. Sonra da dünyada herkes ne için çalışmışsa ona kavuşacaktır. Kim zerre kadar hayr işlerse onu, kim de zerre kadar şer işlerse onu görecektir.

Bu temel inanç güzel ahlâkın en önemli sebeplerinden biridir. Yaptığı sâlih amellerin, güzel davranışların, iyiliklerin, yani güzel ahlâkın orada kendisini kurtaracağına, kötülüklerin ve kötü ahlâkın orada aleyhine olacağına inan kimse hem Vahye göre iman eder, hem de sâlih amel işler, güzel ahlâklı olur.

Bu demektir ki âhiretteki kişinin karşılaşacağı sonuç, kendi elleriyle kazandığı, hak ettiği karşılıktır. Kim orada hangi karşılık istiyorsa, bu dünyada onun için çalışır.

Âhirete iman yoksa kişi yoksa dilediğini yapabilir.

Yaptığının hesabını vermeyeceğinden emin olan, polisten, mahkemeden kurtulacağını adı gibi bilen bir kimse; niye canının istediğini yapmasın ki?

“Bana kimse karışamaz, bana hiç kimse hesap soramaz” diye düşünen kimse istediğini yapar.

Bunları frenleyecek bir kurum, engel olacak bir formül yok.   

Yaptıklarının kayıt alındığına ve günün birinde bunlardan hesaba çekileceğine inanan bir kimse kötülüklerden, haksızlıklardan, günahlardan kaçınmaya çalışır. Bu iman ve bu şuur onu kötü fiillere karşı frenler. Onu iyi amellere, güzel davranışlara teşvik eder.

Âhiret inancı, hayatı düzene koyan, iyilik yapma duygusunu artıran, kötülük/günah yapma arzusunu azaltan, kişinin kendisini kontrol etmesini sağlayan en önemli bilinçtir.

Tevhid inancına göre güzel ahlâkın kaynağı öncelikle Yüce Yaratıcı, sonra da âhiret inancıdır.

Kişi sonsuz hayata, o hayattaki kurtuluşun veya mutluluğun bu dünyadaki davranışlarla kazanılacağına güçlü bir şekilde inanıyorsa; iyi olmaya, daha iyi olmaya, iyilik yapmaya, en güzel ahlâkı kazanmaya çalışır.

Kişi ahlâk denilen şeyin de bütün davranışları kapsadığına ve günün birinde bu davranışların karşılık bulacağına inanıyorsa huylarını güzelleştirmeye çaba gösterir.

11-Said veya şaki olma tercihi

Kur’an mutluluğa saadet (said olma), mutsuzluğa, bedbahtlığa da şekâvet (şaki olma) diyor.

Her ikisini de kazanma insanın kendi elindedir. Saadet insanın yaptıklarının sonucunda kazandığı mutluluk, şekâvet de bunun tersi.

 

12-Selim akıl (akl-ı selim)

‘Akıl’; idrak, diyet, muhakeme yeteneği, kavrayış, zekâ, gerçeği idrake götüren manevi kuvvet, anlamak demektir.[13]

Kur’an’da akıl kelimesi isim olarak geçmez. Ancak bunun fiil hâli “akletme, aklını kullanma, düşünüp taşınma” anlamında bir kaç fiil kalıbıyla kırkdokuz âyette yer alıyor.

Aklı fiil hâlinde kullanan Kur'an, akletmenin ve doğru düşünmenin önemine dikkat çekiyor.

Akıl (veya akletmek) düşünmek, doğruyu bulup ona teslim olmak, doğru ile yanlışın, çirkin davranışlar ile güzel davranışları ayırdetmek içindir. Kur’an bir çok âyetinde insanları düşünmeye (tefekkür), anlamaya (tefekkuh), zikretmeye (tezekkür), tedbirli olmaya (tedebbür) davet etmektedir.

Bunların çoğu akide ile ilgili olsa da bir kısmı kulluk ve davranışlarla alakalıdır.

Türkçe’deki deyimle ‘aklını başına alanlar’ hayatın anlam ve maksadını, varlığın ve ölümün arkasındaki gerçeği idrak ederler. Kendilerine faydalı olan şeyleri tercih ederler, zararlı olanlardan kaçınırlar.

Demekki bir insan muazzam bir yetenek ve imkan olan olan akıl gücünü yerinde kullanırsa iyi ile kötünün, hakikat ile yalanın, faydalı ile zararlının arasını farkeder. Ahlâkın güzelliklerini de idrak eder. Yerinde kullanılan akıl (bir anlamda sağduyu) sahibini güzel davranışlara, iyi huylara, sağlam karaktere yönlendirir.

[1]İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 5/140

[2]Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 2/1

[3]Çağrıcı, M. TDV İslâmAnsiklopedisi, 2/2

[4]Bkz: Tirmizî, Rada/11 no: 1162, Birr/77 no: 2019. Ebu Dâvud, Sünnet/16 no: 4682. Ahmed b.Hanbel, no: 9257

[5]Muvatta, Husnü’l-Hulk/8, no: 1620. Ahmed b. Hanbel, 2/381

[6]Bkz:Buhârî, Edeb/69no: 6094. Ebû Dâvud, Edeb/80 no: 4989

[7]Fîruzâbâdi, el-Kâmusu’l-Muhît, 456

[8]Buharî, Cenâiz/79 no: 1385-1386, 92 no: 1385 .Ebû Dâvud, Sünnet/17 no: 4714. Tirmizî, Kader/5 no: 2138.  İbnu Hibban, es-Sahîh, İman/1 no: 128

[9]Müslim, Kader/6 (22) no: 6755-6761

[10]Demir, O. TDV İslâmAnsiklopedisi, 43/100

[11]Demir, O. TDV İslâmAnsiklopedisi, 43/100

[12]Komisyon, Kur'anYolu (DİB), 4/476

[13]Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 34