İslâmın temel kaynağı olarak Kur'an ve yanlış veya eksik Kur'an algıları hakkında kısa bir sohbet.

Hüseyin K. Ece

15 Kasım 2022

20 Rabiu'l-Ahir 1444

Hira-Amsterdam

 

İslâmı din olarak seçenlerin her konuda referans aldıkları

*temel kaynak Kur’an’dır.

Müslümanlar, inanç esaslarını, ahlâk ilkelerini, hayata dair ve davranış ölçüleri, değer yargılarını, helâl ve haram ölçülerini, mutluluğun prensiplerin, ibadet/insanın görevlerini, geçmiş, gelecek/ölüm sonrasının bilgisini, varlık, hayatın anlamını, değerleri/iyi-kötü konularında sağlam bilgileri Kur’an’dan alırlar.

Nefislerini onunla arındırırlar, kalplerini onunla doyururlar.

Hayatlarına ve davranışlarına ait hükümleri Kur’an’dan alırlar. Ya da Kur’an’a göre hükmederler.

اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا كَب۪يرًاۙ ﴿9﴾ وَاَنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا۟ ﴿10﴾

“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsrâ 17/9-10. Ayrıca bkz. Nahl 16/89. Yûsuf 12/111)

*O mutlak ölçüdür. Zira o insan yapısı değil, Allah’tandır.

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍۜ قَل۪يلًا مَا تُؤْمِنُونَۙ ﴿41﴾ وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ ﴿42﴾ تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿43﴾

"O, bir şair sözü değildir, bir kâhin sözü de değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz. O âlemlerin Rabbından indirilmedir." (Hâkka 69/41-43)

الٓمٓۚ ﴿1﴾ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ ﴿2﴾

"Bu o Kitaptır ki, kendisinde hiçbir şüphe yoktur. Muttakiler için rehber-kılavuz (huden)dur." (Bakara: 2/2)

وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يدًا عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟ ﴿89﴾

“... Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidâyet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik” (Nahl 16/89. A’raf 7/52).

*Kur’an kesin bilgidir. 

َلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿120﴾

“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilim’den sonra, eğer onların hevâsına (arzularına) uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” (Bekara 2/120)

*O Allah’ın sağlam ipidir.

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿103﴾

Hep birlikte Allah'ın ipine (hablu’llah’a) sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın...” (Âli İmran 3/103)

Pek çoklarına göre ‘hablu’llah-Allah’ın ipi’ Kur’an’dır.[1]

Ebu Said el-Hudrî’den gelen bir hadise göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın Kitabı, gökten yere doğru asılan Allah’ın ipidir...”

Abdullah ibni Abbas’a nisbet edilen bir görüşe göre de Allah’ın İpi Kur’an’dır.[2]

Veda Hutbesi ile ilgili bir rivâyette Peygamber’in (sav) ümmete bırakılan bu iki emânetin Kur’an ve kendi Sünneti olduğu, onlara sarıldıkları sürece sapıtmayacakları yer alıyor.[3]

İki hadis rivayetinde ise Rasûlüllah’ın ümmete Kur’an’ı ve Ehl-i Beytini bıraktığı haber veriliyor.[4]

Peygamber (s.a.s.) bir hadiste şöyle buyurdu:

Bu Kur’an Allah’ın bir ziyafetidir. Ondan gücünüz yettiği kadar öğrenin (alın). Bu Kur’an Allah’ın ipidir ve nûrudur, fayda veren şifadır. O kendisine tutunan için bir kulp, kendisine tabi olan için kurtuluş vesilesidir. (Bir tarafa) meyletmez ki, düzelmesi beklensin. Eğrilmez ki doğrultulsun. Onun insanı hayran bırakan yönleri hiç bitmez. Onun çok reddedilmesi onu yıpratmaz. Onu (çok) okuyun. Allah (cc) onun bir harfine karşılık on sevap verir. Ben Elif-Lam-mim bir harftir demiyorum, bilakis elif bir harftir, lam bir harftir, mim bir harftir.”[5]

*Bir gerçek: Kendilerine ilim geldikten sonra...

Ehl-i kitap kendilerine Allah’tan ilim, yani hakikatin bilgisi geldikten sonra onda ayrılığa düştüler ;ht,laf ettiler, grup grup, mezhep oldular.

Üstelik her grup sahibi asıl biz haktayız diye iddia etti, ediyor.

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿19﴾

“Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Âli İmran 3/19)

وَمَا تَفَرَّقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُۜ ﴿4﴾ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ ﴿5﴾

“Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa (tefrikaya) düştüler.

Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine 98/4. Bakara 2/213. Şûrâ 42/14)

*Kur’an müslümanları uyarıyor:

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿105﴾

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra tefrikaya düşenler ve (olumsuz) ihtilafa edenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” (Âli İmran 3/105)

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿30﴾ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿31﴾ مِنَ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿32﴾

“Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.” (Rûm 30/31-32)

Ellerinde Kur’an olan müslümanlar çok iyi değillerse, aralarında kardeşlik yerine çekişme, tefrika varsa, bu Kur’an’a hakkıyla uyulmadığını gösterir.

Halbuki müslümanlar şu ayeti okuyup duruyorlar.

Hep birlikte Allah'ın ipine (hablu’llah’a) sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın...” (Âli İmran 3/103)

Kur’an’a rağmen müslümanlar hayatı, kâinatı, insanı ve olayları gereği gibi okuyamıyorlarsa, ona göre anlayış, ahlâk, fikir, sistem, gündem, hak ve adâlette insanlığa rehberlik yapamıyorlarsa,

yaşadıkları zamanın öznesi olamıyorlarsa; Kur’an terkedilmiş bir kitap haline gelmiş demektir.

Kur’an’a ve sağlam sünnet kaynaklarına rağmen müslümanların din algısı vahye uygun değilse,

bir kısmı piyasa din adına yaygın olan âdetleri, asılsız hurafeleri, bid’atleri din zannediyorlarsa, gerçekten Kur’an’a yaklaşımlarda hata var demektir.

*Sünnetin yeri

Kur’an temel kaynak, Sünneti onu açıklayıcıdır. “Kur’an ne yapılacağını, Sünnet nasıl yapılacağını öğretir. 

*Kur’an’a yaklaşımlar

Kur’an kendisini hidâyet rehberi, furkan, nûr, beyyine; kısaca hayatı inşa edici özne olarak takdim etmesine rağmen öteden beri müslümanlar arasında farklı kitap algısı olagelmiştir . Bu farklı yaklaşımları/algıları şöylece özetlemek mümkün:

a-Kur’an’ı dokunulmaz bir metin gibi görenler

Kur’an’a aşırı saygıdan dolayı ona dokunulmaz metin muamelesi yapanlar iyi niyetle de olsa onu hayatın öznesi olmaktan çıkarıp fetiş haline getirdiler. Böylece ona nesne muamelesi yaptılar.

Kur’an’ın resmine/kalıbına bu kadar aşırı saygı gösteren anlayış, ona abdestsiz dokunma haramını icat etti. Ancak onun inşa edici rolü arka plana atıldı.

Bu, mazrufun arka plana itilip zarfın ön plana çıkartılması, mesajın farkına varılmayıp mesajın kaydedildiği malzemeyi aşırı yüceltme anlayışına benziyor.

b-Kur’an’a uğur getirici nesne muamelesi yapanlar

Peygamber (s) şiddetle yasaklamasına rağmen Müslümanların bir kısmı bazı şeylerde uğursuzluk, bazı şeylerde uğur olduğuna inanırlar. Uğursuzlukları savmak için de çeşitli malzemeler kullanırlar.

Bazıların evinde, yurdunda, ocağında bu malzemelerden biri de Kur’an’dır.

Eğer o mekanda Kur’an bulunursa orada uğursuzluk olmazmış, işler rast gidermiş diye inanılır. Ya da Kur'an'ın maddi cisminin evi koruyacağını zannederler.

c-Kur’an’ı mukâbele kitabı olarak zannedenler

Bugün İslâm ülkelerinde ramazan ayı süresince devam ettirilen mukâbe¬le geleneği, ‘arza sünneti’ne uymanın bir sonucu olarak görülebilir. (Turan, A. TDV İslâm Ansiklopedisi 3/446. Buhârî, Bed’u’l-Vahy/6. Savm/7 no: 1902. Bed’u’l-halk/6 no: 3220, Menâkıb/23 no: 3554, F. Kur’an/7 no: 4997. Müslim, F. Sahâbe/98, 99 no: 6313, 6314)

Sahâbeden bazıları Ramazan ayı gelince aile fertlerini toplar onlara mukâbele okurlardı. (Bozkurt, N. TDV İslâm Ansiklopedisi, 31/100)

Ramazan rahmet ve Kur’an ayı olduğuna göre onda mukabele olarak veya tek başına bir şekilde Kur’an okumak, dinlemek güzeldir. Ancak bazıları Kur’an’ı sadece Ramazan’a mahsus bilirler.

Ramazan boyunca (belki) camilerde, cd’lerden veya tv.lerden mukâbele dinlerler, oruç bitince de Kur’an bir tarafa o bir tarafa giderler.

d-Kur’an’ın ölmüşler için indiğini zannedenler

Pek çok veli çocuğu Kur’an öğrenmeye gönderir. Gerekçesini de şöyle açıklar:

“Babam bize Kur’an okutmadı. O yüzden ben babamın ruhu için Kur’an okuyamıyorum. Belki benim çocuklarım bunu benim için yapar.”

Bunlar için Kur’an hayatı inşa etmek üzere gönderilen ilahî ölçüler kitabı değil, ölülerin ruhunu dinlendirecek, onların kabir azaplarını hafifletecek bir tılsım, M. Âkif’in dediği gibi ölülerin toprağına üflenen bir şey.

Bu amaçla da olsa müslüman bir çocuğun Kur’an öğrenmesi elbette hayırlıdır, güzeldir. Ama bu okumadaki amacın Vahyi anlamak ve onu hayata hakim kılmak olması gerektiği şuuru ile. Kur’an ölülere değil dirilere hitap eder. (Yasin 36/70)

Mü’min, Kur’an okuyarak, Kur’an’ı vesile edinerek ölmüşlere Allah’tan rahmet dileyebilir. (Müslim, Musâfirîn/252 no: 1274)

Ancak Kur’an’ın indiriliş amacının bu olmadığı bilinmelidir.

d-Kur’an’ı tedavi aracı sananlar

Bazıları Kur’an’ı sadece bir yakınları hasta olunca hatırlarlar. Onlara göre Kur’an bedensel hastalıkların, psikolojik rahatsızlıkların şifa kitabıdır. Bunun için Kur’an okurlar, bilmiyorlarsa bilenlere (bazen para) karşılığı okuturlar.

Kur’an elbette şifâdır. (İsrâ 17/82) Ancak onun neye şifa olduğu, hangi hastalıklara iyi geldiği iyi anlaşılmalı. Eğer Kur’an’ın sadece maddî veya bedensel hastalık tedavisinde şifâ olduğunu zannedersek, bu Kur’an’ı eksik tanımak olur.

Kur’an’a bu şekilde yaklaşan ondan faydalanamaz, onun insan hayatında gösterdiği hedeflere ulaşamaz.

f-Kur’an’ı ulular kitabı kabul edenler

Bu, “biz Kur’an’ı anlamayız” diyenlerin anlayışıdır. Bu gibiler” Kur’an’ın binbir manası var, sırları var. O yüzden onu ancak ilimden nasibi olanlar, ya da kendilerine gaipten ledünni ilim verilenler anlar” diye düşünürler.

Bu gibiler Kur’an karşısındaki sorumluklarını kendilerince bilginlere yükleyerek kurtulduklarını zannederler.

Bir kısmı da peşine gittiği zatın öğrettiği ile kalır, öteye gitmeyi, yani Kur’an’ı anlamayı denemez.

g-Kur’an’ı yemin kitabı zannedenler

Bazıları “ekmek Kur’an çarpsın” diye yemin ederler.

Halbuki ne Kur’an çarpabilir, ne ekmek. Eğer bir kimse ekmeğe, yani Allah’ın verdiği nimetlere ve Kur’an’a saygısızlık yaparsa, bunun karşılığını daha bu dünyada farklı şekillerde görebilir.

Ama burada çarpan ekmek-Kur’an değil, ona hak ettiğini veren Allah’tır.

“Kitab’a/Kur’an’a el basarım” yemini de var.

Bazı İslâm ülkelerinde memurlar resmi görevlerine Kur’an’a el basarak yemin edip başlarlar. Bazıları Türkiye’de memurların da Kur’an’a el basarak yemin etmelerini isterler. Çünkü Avrupalılar bu türlü yeminlerini İncil’e el basarak yapıyorlar.

Halbuki Kur’an ne yemin kitabıdır, ne de İslâm’da böyle bir yemin şekli vardır.

h-Kur’an’ı geçim kaynağı yapanlar

Bazıları da Kur’an’dan geçinmeye çalışırlar. Para karşılığı hatimler, Yasinler, aşr-ı şerifler okurlar, cer’e çıkarlar. Cenazelerde, mevlit merasimlerinde, ölüleri anma programlarında Kur’an kıraat ederler, Kur’an’dan muska yaparlar, karşılığında mutlaka ücret talep ederler.

Para karşılığı Kur’an okumanın caiz olduğuna dair fetva da bulurlar.

Böyleleri Kur’an’a uygun bir hayat yaşamıyorlarsa, onlar için Kur’an sadece bir geçim aracına dönüşebilir.

i-Kur’an’ı ilim kitabı zannederler

Böyleleri de keşiflerin ve icatların Kur’an’dan kaynaklandığını, varlıklarla ilgili öğrenilen bilgilerin Kur’an’da olduğunu zannederler.

j-Kur’an’ı hidâyet ve hayat kitabı kabul edenler

Samimi ve şuurlu mü’minler, sorumluluklarının farkında olanlar, Kur’an’a hayatı inşa eden bir kitap olarak inanırlar, alıp-kabul ederler ve ömürleri boyunca ona uymaya çalışırlar.

Bunlar ya aileden, ya Kur’an’ı iyi tanıyan bir ortamdan geldikleri, ya da bir şekilde Kur’an’ı böyle tanıdıkları için Kur’an’a, onun işlevi açısından yaklaşırlar.

Kur’an’ı okurlar ama onun rehberliğinden faydalanmak üzere, anlayıp hayatlarını onun ilkeleri doğrultusunda yaşamak üzere...

Onlar tıpkı sahabeler gibi, Kur’an’ı okurlar, öğrenirler, onu alır hayatlarına uygularlar, onu ahlâk haline getirmeye çalışırlar.

Onlar Kur’an’a uygun hareket etmek için onun ne dediğini merak ederler. Bilenlere sorarlar, kendi dillerinde onu anlatan kaynaklara bakarlar.

Çevrelerinde yaşayan Kur’an ararlar, kendileri de canlı Kur’an olmak isterler.

İşte Kur’an böyleleri için hidâyet rehberdir.

*Yapılacak şey,

eleştirdiğimiz müslümanların yanlışlarını tekrarlamamak ve yeniden Kur’an dönmek;

dinlemek,

okumak,

anlamak

ve hayat hâline getirmek, yani canlı Kur’anlar olmak.

İslâmı bilerek, ikna olarak, tahkik ederek inanmak ve hayatı öyle yaşamak...

Bunu da Rasûlüllah’ın öğrettiği ve örnek olduğu gibi yapmak.

İslâmı kaynağından ama doğru haberlerle, tutarlı yorumlarla öğrenmek

Söylemeye gerek yok, Kur’an pek çok âyette ve Rasûlüllah pek çok hadisinde ve İslâm tarhinin yüz akı âlimler de hayatlarıyla ilme teşvik ediyorlar.

Bunun için de okumak, ilmi sevmek, ilim öğrenmeyi sevmek, hayatı bir okul bilip sürekli öğrenip kendini yenilemek, daha olgun, daha iyi kul  olmak...

اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟ ﴿9﴾

“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, âhiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu?

De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer 39/9)

وتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْمًا ﴿114﴾

“... De ki: “Rabbim ilmimi artır.” (Tâhâ 20/114)

Peygamberimiz (sav) şöyle dua etti: “Allah’ım! Bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Bana fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır.” (Tirmizî, Deavât/128)

"Allahümme innî e’ûzü bike min ‘ilmin la yenfe’u ve min kalbin lâ yahşe’u, ve min nefsin lâ teşbe’u ve min da’vetin lâ yüstecâbu lehâ-Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten sana sığınırım." (Müslim (Zikir/73)

Abdurrahman b. Ebu Bekre (ra) babasından Peygamberimizin (sav) şöyle dediğini rivâyet etti:

“Ya âlim ol, ya talebe ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi destekleyen ol. Beşincisi olma helâk olursun!” (Dârimî, Mukaddime-İlim/26 no: 254)           

Şam’da bulunan Ebu’d Derdâ (ra), rivâyet ettiği bir hadis kulağına ulaşınca onun aslını kendisinden sormak için  Mekke’den kalkp yanına gelen kişiye hadisi hatırlatarak onu hararetle tebrik eder.  Aralarında geçen  konuşma şöyle:

Ebu’d Derdâ sorar:

-Yani ticaret amacıyla da gelmedin?

-Evet.

-Bir başka ihtiyaç için de gelmedin?

-Evet,

-Yani yalnızca sözkonusu ettiğin hadisi ögrenmek için geldin (öyle mi?)

-Evet.

-Eğer doğru söylediysen sana müjdeler olsun. Zira ben Rasûlüllah (sav)’ın şöyle dediğini işittim: “İlim öğrenmek için evinden çıkan hiç bir kimse yoktur ki melekler –onların arzu ettikleri şeyden- memnun olmaları sebebiyle onlara kanatlarını germemiş olsun.”  (Canan, İ. Kütüb-ü Sitte ter.), 1/134 )

Hadisleri bilenden bizzat dinlemek için uzun ve yorucu yolculuk yapılmaya daha sahabeler döneminde başlanıldı.

Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (ra)’nin tereddüt ettiği bir hadisi, sağ kalan ve o hadisi bilen Ukbe b. Amir (ra)’e sormak için ta Mısır’a gittiği anlatılır.  (Dr. N. Itr. Menhec, s: 56. Dr. İ. Canan, Hadis Tarihi (Ders Notları) Erzurum 1974, s:38)  

[1] Taberî, Tefsir, 3/378. İbni Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, S: 338. Suyutî, Itkan fi-Ulumu’l-Kur’an, 1/179

[2] Darimî, Fedâilu’l-Kur’an/1 no: 3318 ve 3320

[3] Ebu Dâvud, Menâsik/56, no: 1905. İbni Mâce, Menâsik/84 no: 3074

[4] Tirmizî, Menâkıb/77, no: 3788. Müslim, F. Sahabe/36, no: 6225. Bir Benzeri: Tirmizî, Menâkıb/32, no: 3786

[5] Darimî, Sünen, Fedâilu’l-Kur’an/1 no: 3318