Nereden gelmiş bu isim bilinmez

Adı köyle özdeş, kolay silinmez

 

Edişe kartolla meşhur çevrede

Hele kış ayları her gün devrede

 

İş önce tarladan başlar her sene

Tarla sürülecek baksana gene

 

Hele öküz yoksa nâçar kalırsın

Öküzü olana borçlu olursun

 

Sonra bu tarlaya tohum atılır

Önceden tabi ki gübre katılır

 

Biraz büyüyünce çapa yapılır

Evlek evlek sıra sıra çatılır

 

Bak, zagellemektir adı çapanın

Ömrü güzel olsun çapa yapanın

 

Su verilir evlek evlek günlerce

Evleğin başında gündüz ve gece

 

Nöbet tutar yaban gelmesin diye

Hayvanlar kökünden yemesin diye

 

Sonra yavaş yavaş solar yapraklar

Kurumaya başlar sarı topraklar

 

Anlarsın yetişti patates işte

Bu bir yarış, hayır var bu yarışta

 

Bir güz günü kazma ile sökülür

Patates sepetle eve dökülür

 

Özel yeri vardır, kendine ait

Köşe onun için daha müsait

 

Şimdi ister suda, ister fırında

Pişir, herkes yesin; dede, torun da

 

Kurulunca yere öğle sinisi

Gelir yine bizim kartol yahnisi

 

Hani bir kaç parca et konulmuşsa

Kartolla birlikte o bakır tasa

 

Gözleri ışıldar birilerinin

Gözesi açılır derilerinin

 

Davranır herkesten önce yemeğe

Tahammülü yoktur hiç beklemeye

 

Budur et oburun değişmez huyu

Değince ağza bir miktar et suyu

 

Ab-ı hayat içtim sanır orada

Merak eder ne var diye sırada

 

Kartolun yanında bir miktar biber

Hafiften acılı, eh iyi gider

 

Varsa köşelerde bir çuval kartol

Daha ne istersin, işte mutlu ol

 

Onu da bulamayan var ötelerde

Kış ortasında bu zenginlik nerde?

 

Kimisi kartolu sayıp pişirir

Kimi kızar avurdunu şişirir

 

Kartol haşlaması hafif ve basit

Evlerin halinden böyle bir kesit

 

 

21-Kavut (haşılı, dolması)

 

Kavut nedir diye hemen sormayın

Durun anlatayım, kafa yormayın

 

Adı üzerinde kavut: kavrulmuş

Sonra değirmenden gelmiş kurulmuş

 

Kavutluk arpa elbet bilinir

Yetecek kadarı tasa alınır

 

Buğdaydan olmaz mı diye sorarsan

Arpa iyisidir, eğer ararsan

 

Hafif bir ateşte biraz kavrulur

Rengi değişir ve kırmızı olur

 

Sonra ver elini yakın değirmen

Kavut hazırlamalı Ekim gelmeden

 

Soğuklar bastırır sonra aniden

Yollar kapanır kış gelir fücceten

 

Kavrulmuş arpalar dönüşür una

Ateş için sıra gelir oduna

 

Ya ocak yakılır, ya kara tandır

Biri der: herkesi hemen uyandır

 

Birazcık kaynar su, biraz nefesle

Yemek olacak bu kavut hevesle

 

Kavut bir müddet karıştırılır

Suyla un yavaçca alıştırılır

 

Kıvama gelince sofraya alınır

Dört bir taraftan kaşık salınır

 

Ortasına biraz şerbet konursa

Tadı bir hoş olur, ki yağlanırsa

 

Yani tereyağı, tam ortasına

Kotarılır evin büyük tasına

 

Biraz kavut biraz şerbet, ya da yağ

Bununla inanın aşılır bir dağ

 

Tok tutar insanı kavut yemeği

Fakirin imkanı kavut yemeği

 

Zaten ne demişler: kavutla dağlar aş

Kuymakla istersen direği dolaş

 

Olur mu demeyin kavutun dolması

Başka bir tad verir onu yemesi

 

Kahverengi, işte yumurta kadar

Hazırlanır bakır tasa dolmalar

 

Yesin çoluk çocuk, yesin konuklar

Böyle atlatılır nice yokluklar

 

Kavut haşılı da denir bu aşa

Başka çare yok ki olsan da paşa

 

Gün olur bir avuç kavut bulunmaz

Yine de Allah’a edilir niyaz

 

Şükür olsun bugün elde olana

Derler ki Allahım ver olmayana

 

Nasibim bu, yarın Allah Kerim’dir

Kullarını görür O, pek Rahim’dir

 

Arpayı ve suyu verene şükür,

Şükreden olmamak elbet kötüdür

 

 

22-Kaygana

 

Un mahsulü bir de kaygana varmış

Anneler onu da bazen yaparmış

 

Buğday veya mısır unundan olur

Sırası gelince hamur yoğrulur

 

Hamur teknesinde veya tepside

Yoğrulmaya hazır; katıksız, sâde

 

Bu una biraz tuz, yumurta ve süt

Varsa bir yerlerde biraz karbonat

 

Katılır, eklenir, elle yoğrulur

Emek verilirse sonucu olur

 

Hafif sulu hamur elde edilir

Dökülür tavaya ve pişirilir

 

Bazen yeşil soğan eklenebilir

Tadı biraz daha kendine gelir

 

Soğanın incesi, çayır soğanı

Yemliğin benzeri, onun akranı

 

Salamura yapar kimisi bundan

Kimisi tuzlayıp nûş eder ondan

 

İşte sulu hamur, çayır soğanlı

ve taze soğanlı, sulu ve canlı

 

Katılır hamura ıspanak bile

Bu iş erbabına değildir çile

 

Kaygana olmaya hazırdır; beyim

Keyveni, sen pişir bizler yiyelim

 

Becerikli eller bak, iş başında

İşte, iyi niyet var uğraşında

 

Hey gidi anneler, bacılar; size

çok tesekkür, düştü bu hissemize

 

Fedakâr analar, almazdı soluk

Ne idi acaba onca yorgunluk

 

Ne kadar borçluyuz bu analara

Karşılamaz bunu ne pul, ne para

 

Bakalım, kaygana nasıl pişermiş

Açlar muradına nasıl erermiş

 

Önce tavaya yağ koymalı biraz

Yoksa bu kaygana asla kızarmaz

 

Zeytin yağı, ama hâlis olmalı

Saf ve hakiki, tam ülkemin malı

 

Yayılmalı hamur tavaya ince

Kızarmaya başlar ateş deyince

 

Bazlama misâli alt üst çevrilir

Kızartılıp güzel bir renk verilir

 

Taze soğan, çayır soğanı, evet

Kayganaya lezzet katarlar elbet

 

Sabah, öğle, akşam, çayın yanında

Kaygana ne güzel, kebap tadında

 

Mısırı, buğdayı verene şükür

Onları aş eden ele teşekkür

 

İnsan çok borçludur Ulu Yezdan’a

Sükür kalmamalı ahir zamana

 

  

23-Kete

Köy ekmeği; golot, futul ve lavaş,

kete, somun; hepsi, dost ve arkadaş

 

Rapatayı bilen var mı, söylesin

Ne işe yarardı, bilenler desin

 

Yuvarlak; yirmidört, yirmibeş santim

Fındık çalısından olur bu cisim

 

Örülür güzelce, ortası delik

Hem kullanılışlı, hem hediyelik

 

Üstüne bir kalın kumaş sarılır

Kumaşın altına ot doldurulur

 

Hafif tümsek olur ortası bunun

Uygun olsun diye tandır şurtunun

 

İnceltilen hamur rapata ile

Lavaş olmasına olur vesile

 

Tandırın şurtunda, az sıcaklıkta

Marifet lavaşı şurtta tutmakta

 

Kırmızı bilekli gelinler vardı

Kırmızı buğdaydan lavaş yapardı

 

Tandırın dibine konursa hamur

yumruk kadar, adı bir futul olur

 

Tandırın dibine atılan futul

iki misli büyük olursa; kabul

 

köylüler ona da somun demişler,

Ekmek, kete, lavaş ve daha neler

 

Ya da salatalık miktarı hamur

Tandırın şurtunda bir golot olur

 

Biraz sert olsa da harika bir tad

İnan, böylesini bulamaz Murad

 

Hele bir de minzi varsa içinde

Olmaz onun eşi, Çinde Maçinde

 

Unutmayın minzi derlerdi lora

Tohdor dedikleri gibi doktora

 

Köy dili, bakılmaz böyle kusura

Ondan katılırsa biraz hamura

 

Olur böylece bir minzili golot

Yiyenler hem şelek taşırdı, hem ot

 

Dahası, hamsiyi unutmayalım

Golotlara üç beş tane koyalım

 

O zaman bu ekmek farklı tad alır

Tadı damaklarda mutlaka kalır

 

Bunun adına ne diyelim kardeş

Hamsili golot ya, keteye bir eş

 

Köyde kim bilirdi sözlük ve kamus

Kelimeler değişik, yöreye mahsus

 

Tandırın dibine düşerse hamur

Annem derdi, şehit denilen budur

 

Hamur oluyormuş şehit, şuna bak

Tandırın dibinde biraz yanarak

 

Tandırın ısısı, annenin teri

Ustalık böyledir, işte beceri

 

Şimdi sıra geldi keteye, demek

Apayrı bir çeşit, farklı bir ekmek

 

İyi undan hamur yapılır önce

İçine biraz yağ katılır önce

 

İyice yoğrulur, kendine gelir

Tam yufka olacak kıvamda olur

 

Ondan beş on tane yufka açılır

Sergi üzerine bir an bırakılır

 

Biraz un kavrulur hafif ateşte

Ya sabah erkenden, ya saat beşte

 

Yufkaya serpilir kavrulan hamur

Katlanır titizce, uzunca olur

 

Sonra bu şey örgü gibi örülür

Bakana dolunay gibi görünür

 

Yuvarlak, sarmalı, içli ketemiz

Şimdi pişmesini bekleyeceğiz

 

Fırınlı sobada veya fırında,

Tandırın şurtunda, tam ayarında

 

Bayram için, gurbet için hazırlık

Yola giden için güzel bir rızık

 

O zamanlar kete çok yapılırdı

Düğün heybesine de katılırdı

 

Dünürcüden önce kete giderdi

kız evine, ancak; tam bir değerdi

 

Düğünlerde güzel bir âdetti bu

Hısımlar arası bir kıymetti bu

 

Gurbete gidenler çantalarına

Ya golot, ya kete; azık namına

 

koyarlardı, zira yol uzun, meçhul

Nevâle ve azık yol için makbul

 

Dağlarda, yollarda dost olan kete

Anne gönderirken oğlu gurbete

 

Ketenin yanına bir bardak da çay

Lazım değil artık; han, otel, saray

 

Keteyle, azıkla gurbetin yolu

Belki hafiflerdi, hasretin yolu

 

Ketesi bol olsun evin, hânenin

Örfüne aferin, Gümüşhane’nin

 

 

24-Köfte

 

Köfte, köy köftesi, olsa da yesek

denilen; apayrı bu eşsiz yemek

 

Neden o, apayrı imiş, sebep ne

Bilemedik, sorsak mı bir bilene

 

Evet köfte ayrı bir nevâledir

Öyle sık olmayan, sanki lâledir

 

Hayvan kesilirse, yahut bir kurban

Bu köfteye gelir sıra o zaman

 

Herkesin evinde bu imkan yoktu

Herkesin damında hayvanı yoktu

 

Lâkin kesilince zavallı hayvan

Kebap, köfte olur o hiç duymadan

 

Kâh tandır şurtunda bulur kendini

Kâh kara güvecin boylar dibini

 

Köfte işte böyle özel ettendir

Evde et olunca o âdettendir

 

O zamanlar kıyma hiç çekilmezdi

Zira makinası yoktu, gelmezdi

 

Birisi eline alır keseri

Ayarlar kütüğü, vakti ve yeri

 

Geçer kütüğünün başına hemen

Çekinir ondan ot ve yeşil çimen

 

Elinde keser var, gözünde ateş

Az sonra et ile başlar bir güreş

 

Et taze olmalı, hem zararsız

Eti döven usta olmalı, yalnız

 

Bu taze et ince ince kıyılır

Yanına birazcık içyağ koyulur

 

Keser neler yapar, ustası bilir

Kıyılan et sanki bir daha ölür

 

Orda tak tak sesler işitirsiniz

İştahlar kabarır, belli belirsiz

 

Sabretmek kolay mi, köfte olacak

Dayanılmaz bir tad açı bulacak

 

Et incelip kıyma gibi olunca

Köfteliktir şimdi tam, denilince

 

Ona biraz bayat ekmek katılır

İyice yoğrulur, tuz da atılır

 

Bir kaç diş sarımsak varsa, iyidir

Bunlar etin canı ve sevdiğidir

 

Azıcık da acı soğan koymalı

Soğanı da kıyma gibi kıymalı

 

Kıvama gelince köftelik etimiz

Etmeli ustaya yardım, birimiz

 

Yoğrulmuş etten biraz alınır

Ne yapılacağı elbet bilinir

 

Küçük küçük, biraz uzun, yuvarlak

Yumurtadan ince, sivri, toparlak

 

Yirmi otuz elli köftemiz işte

İyi kızarmalı orta ateşte

 

Bir tavaya sıvı yağ eklemeli

Yağ kızarıncaya dek beklemeli

 

Sonra de köfteler... yavaşça yağa

Kokusu yayılsın eve, sokağa

 

Köfte kızarınca alınır kaba

Afiyetle yesinler anne ve baba

 

Çocuklar, konuklar, eş, dost, akraba

İkram eden nail olur sevaba

 

Hoş olur yapılırsa lavaş arası

Afiyet olsun, yok bunun darası

 

İşte bu köftenin yok eşi dengi

Adamı etkiler al kızıl rengi

 

Köyün hayvanı ve dağın alafı

Her şey doğal, işin güzel tarafı

 

Keserle kıyılan et farklı olur

Kütükten, tahtadan bir lezzet alır

 

Köfte harika bir lezzet, ikramdır

Çocuklara o gün kesin bayramdır

 

 

25-Kuymak

 

Mısır unu neye yarar, hiç sorma

Çok işe yarar, sen kendini yorma

 

Sarı renkli, yani balın renginde

Et kavurmasının, tamam denginde

 

Kuymak bu, kavurma kaç para eder

Onu bilmeyen bu nasıl bir şey der

 

Banınca ekmeği tam ortasına

Minnettâr kalır o kuymak tasına

 

Biraz mısır unu, biraz da kaymak

Değişir, dönüşür, oluşur kuymak

 

Biraz kavurulur, biraz çevrilir

Susadıkca kaynar sudan verilir

 

Anne, çevirmekten kolu yorulur

Kuymağın lezzeti ondan sorulur

 

Dakikalar sonra kıvama gelir

Kuymağın üstünden buhar yükselir

 

Bu yetmez elbette kusmalı kuymak

Yani ki yağını dökmeli kuymak

 

Tane tane billur billur damlalar

Kuymağın rengini sarıya boyar

 

Küçük kabarcıklar pat pat ederler

Bu aş hazır diye haber verirler

 

Koyarlar sofraya ay çiçeğini

Köyün en lezzetli yiyeceğini

 

Ekmeği bandır, su içme üstüne

Bir eseri kalmaz ertesi güne

 

Demişler kavutu ye de dağı aş

Kuymağı ye, ama direği dolaş

 

Böyledir hikayesi bizim kuymağın

Ata yemeğidir pek çok oymağın

 

Biraz su, bir kaç yüz gram mısır unu

Bak, anne ne hâle getirir onu

 

Anneler çıkarır taşın suyunu

Demişler ki tedbir bozar oyunu

 

Marifet, darlıkta da sabretmektir

Varsa elinde bir şey bölüşmektir

 

Kimisi sofrayı tam âbad eyler

Kimi eti, sütü de berbad eder

 

Kimisi yokluktan umut yoğurur

Kimisi varlıkta dokuz doğurur

 

Kuymağı lezzete çeviren eli

Hayranlıkla, döne döne öpmeli

 

Kuymaktır dar vaktin hazır yemeği

İşte annelerin budur emeği

 

 

26-Lalanga

 

Lalanga? O da ne, kebap mı, aş mı?

Yoksa Çinden, Hintten gelen kumaş mı?

 

Yemek mi, ekmek mi, yoksa bayramlık?

Temenna mı mıdır, yoksa selâmlık?

 

Türkçede var mıdır böyle kelime

Düğün yemeği mi, yoksa ‘velîme’

 

Lalanga, hoş sesi var bu böreğin

Teskin edicisi yanık yüreğin

 

Börek dedimse de bu börek değil

Bir çesit bişidir, bir çörek değil

 

Suya un katılır hamur yapılır

Ama sulu olur ve cıvıklaşır

 

Sonra bir kaşıkla saca dökülür

Nasıl piştiğini aç olan görür

 

Sacın üzerinde beyaz ve tombul

Birlikte yaparlar ana ve oğul

 

Şöyle el yarısı kadar, yuvarlak

Sacın üzerinde kırmızı, parlak

 

Bunda şimşir kaşık kullanılmalı

Köylünün imkanı ve yerli malı

 

Kızaran alınır beyaz tepsiye

Alın size altın renkli hediye

 

Üzerine hafif şerbet dökülür

İşte bunu Hasan yemese ölür

 

Ya da kaynamış süt katılır ona

O saat yenilir kalmaz yarına

 

Lalanga sütle ve şerbetle yenir

Buna köyde iyi nevâle denir

 

Ah ah, o ne lezzet, o ne baygın tad

Bu mudur kavuşma, bu mudur murad

 

 

27-Makarna

 

Ya, el makarnası, evde yapılır

Pişince bir defa, hemen kapılır

 

Öyle istesen de bulunmaz hergün

Pahalı yemekti makarna, o gün

 

Üstelik ustası olmalı bunun

Makarnası olmaz öyle her unun

 

Buğdaydan olmalı, ince ve kıvrak

Yufkası yumuşak ve sanki bayrak

 

Hamuru özeldir onun bilesin

Kokuyu alınca hemen gelesin

 

Zira bu sofranın taçsız şahıdır

Yemeklerin en son padişahıdır

 

El makarnasının yoktur emsâli

Cennet taamıdır, derdi ahâli

 

Sanki bir câzibe var her telinde

Nasibi olan yer, kız da, gelin de

 

Özel gün, özel tas ve özel usta

Makarna yeyince ‘eyleşir’ hasta

 

Hamuru yoğurur usta bir anne

Konulur ya tasa, ya da leğene

 

Kıvama gelince yufka açılır

Sininin üstüne az un saçılır

 

Yufkası kararda olmalı elbet

Yanında hazırdır küçük bir sepet

 

Tepsi olabilir, sepet dediysem

“Haram olsun” deyin, sizsiz yediysem

 

Sonra yufka ince ince kesilir

Tepside bir saat kadar bekletilir

 

Sonra da atılır kaynamış suya

Yedi baş horanta doysunlar diye

 

Derken yavaş yavaş pişer makarna

Bunu anlatamaz davul ve zurna

 

Sonra süzgeçle bir güzel süzülür

Bu anı kaçıran tabi üzülür

 

Biraz su serpilir soğusun diye

Sanki ağalara layık hediye

 

Kıylıya konulur, yağı dökülür

Bundan mahrum kalan sanırsın ölür

 

Bakın tereyağı olmalı beyler

Başka yağlar onu hem berbat eyler

 

Şimdi makarnamız hazır sofrada

İster evde yeyin, ister sofada

 

Üzerine hafif lor ekebilirsin

İstersen öyle ye, kendin bilirsin

 

Ev makarnası, ne demek efendim

Annenim evinde yıllarca yedim

 

Tadı damağımda yalanım yoktur

Bizim köylülerden şâhidim çoktur

 

Şükredilmez mi hiç böyle nimete

Hayran olunmaz mı derin hikmete

 

 

28-Mantı

 

Makarnanın suyu hemen atılmaz

Evde atık suya asla katılmaz

 

Güzel mantı olur onun suyundan

Onun aslı da bu bembeyaz undan

 

Dilim hamur üçgen gibi kesilir

Bir tepsiye ya da tasa dökülür

 

Biraz beklemeli orada mantı

Olmalı elbette biraz sert, katı

 

Makarnadan artan suya dökülür

Kaynatılır biraz, kıvama gelir

 

Pişirilir sâde bir kaç dakika

Gerçek işte budur, değildir şaka

 

Ve alınır varsa, bir bakır tasa

Şimdilik aş hazır, etmeyin tasa

 

Mantıya lezzeti veren katıktır,

veya tereyağı, ya da açlıktır

 

Biraz sarımsak katınca ona

Dost, yemesen de gel şöyle yakına

 

Veya sıcak yoğurt, tadımlık olur,

Mantı yoğurt ile ayrı bir tad alır

 

Evin halkı yesin, konuklar yesin

Doymasa da “şükür Rabbime” desin

 

Bazen iç konulur üçgen yufkaya

Katlanır, öylece atılır suya

 

İç dediğim nedir, birazcık bulgur

Eh varsa bir parça et, iyi olur

 

Bu da tencerede suda pişmeli

Buna usta aşçı eli değmeli

 

Bir tasa alınır biraz pişince

Çok lezzetli olur yoğurt dökünce

 

Üzerine salçalı tereyağı dök

Sabah daha aydın, daha mavi gök

 

Salçalı tereyağ, tastaki mantı

Kırmızı kurdelâ gibi görüntü

 

Bismillah diyerek başlar yenmeye

Kim şikâyet eder ki, hem ne diye

 

Bazıları buna hınger demişler

Erzurum’unkine benzer demişler

 

Olsun adı mühim değil nimetin

 

Bu da bir yemeği o memleketin

 

Dostlar işte böyle köyün mantısı

Lazım değil sözün her ayrıntısı

 

Muhabbet edelim yemek üstüne

Aş bahâne, asıl emek üstüne

 

Zira yemeğe tad veren emektir

Emek de elbet bir insan demektir

 

Nimet çok, hangisi olursa olsun

Nankörlükten bizi Allah korusun

 

Şükredince artar ilâhi nimet

Şükreden, kimseye hiç etmez minnet

 

 

 

29-Menemen

 

Altmışlı yıllarda kimse bilmezdi

domatesi, sözü hiç edilmezdi

 

Zamanla tanıdı köylüler onu

Gördüler, bildiler ne olduğunu

 

Harika bir sebze, farklı bir besin

Kırmızı renkli ve faydalı, kesin

 

Yollar açılınca köyden şehire

Nakil kolay oldu artık tâcire

 

Hele yaz ayları şehre gidenler

Salı günü alış-veriş edenler

 

Salatalık, üzüm, limon, domates

Bazıları, hatta taze patates

 

getirirlerdi, ev bayram ederdi

Bu farklı sebzeler hoşa giderdi

 

Kese kağıdıyla, bazen kasayla

Görürdü onu hem köy, hem de yayla

 

İşte bundan sonra, köy tanıyınca

domatesi; yemek yaptı, aklınca

 

Salata yapmayı da öğrendiler

Bundan menemen de olur dediler

 

Daha önceleri bilinmezdi bu

Kimsenin evinde de pişmezdi bu

 

Ondan sonra köyde bilinir oldu

Menemen yemeği, yenilir oldu

 

Kolay, basit, hafif, menemen aşı

Bir kaç domates, bir kaç soğan başı

 

Ve bir kaç yumurta kırılır ona

Pişince bu, doyum olmaz tadına

 

Saymıyorum yağı, tuzu, biberi

Bu da böyle bir aş, yemek dilberi

 

Bir kaç çalı çırpı, hafif bir ateş

Sermayesi az, el emeği beleş

 

Domatesin yoksa, menemen de yok

Olmayınca, herkes de mecburen tok

 

Bazı keyveniler bunda da usta

Derler: biraz yesin eyleşir hasta

 

Haddini bilir, ses çıkarmaz pasta

Henüz gelmese de köye nişasta

 

Ya kahvaltılarda ya da yaylada

Yaylacının aşı, dostu orada

 

Menemen kolaydır, herkes becerir

Yaşlı, genç; herkesin elinden gelir

 

Domates yaygındır şimdi her yerde

Pazarda, manavda, hatta her evde

 

Şimdilerde onsuz yemek yapılmaz

Pilavıya bile katmasan olmaz

 

Çorbası dahi var artık onun

Yanında, uygundur olursa somun

 

Domatesten aş yap, salata da yap

El aç ve de: Sana şükrolsun Yarab

 

Hüseyin K. Ece