Köyde baklava ne gezer arkadaş

Mutluluktur, varsa teknede lavaş

 

Sükreder, aramaz daha lüksünü

Kanaat eder, tok yaşarsa günü

 

Bu baklava değil, kurâbiye de,

Bir bülbül yuvası ve zülbiye de

 

Sekerpâre? Hayır; burma tatlısı

Köy için hem kolay, hem hayırlısı

 

İyi undan hamur yapılır önce

Sonra pek çok yufka açılır, ince

 

Üstüne dökülür şekerli ceviz

Görenler der ki; beklemedeyiz

 

Yufka oklavaya öyle sarılır

Orda dik tutulur ve bastırılır

 

Yuvarlak yapılır yufka güzelce

Tepsiye dizilir ve dikkatlice

 

Fırınlı sobaya konulur burma

Orda özel bir tad alır, hiç sorma

 

O yoksa, hafif bir ateş lâzımdır

Ya hârlı ocak, ya sıcak tandır

 

Burmamız pişince azıcık şerbet;

böyle tamamlanır burmada lezzet

 

Burmamız çok tatlı olmamalı ki

Yenilebilsin el ile; bir, iki

 

Bir kaç santim boyda kesilir belki

Mübarek cennetten gelmiştir, sanki

 

Düğün; yesin yaya veya atlısı

Bu bir eşi olmayan burma tatlısı

 

 

2-Fışkıl tatlısı

 

Bu da sulusundan olur hamurun

Tabi ki iyisi olmalı unun

 

Sulu hamur biraz cıvıklaşınca

Tamam oldu denir, göz kararınca

 

Kimisi hamuru eliyle sıkar

İri ceviz kadar, yuvarlak yapar

 

Sanıldığı kadar kolay değildir

Buna da ustalık, bilgi gerekir

 

Uyumlu olmalı sıkılan hamur

Yoksa düzensiz ve biçimsiz olur

 

Bu iş kaşıkla da yapılabilir

Anneler bu işi pek âlâ bilir

 

Sonra kızgın yağa tek tek atılır

Kızaran sahana, tasa alınır

 

Gelsin arkasından üç beş on tane

Pat pat eder yağda, sanki kestâne

 

Kahverengi olur fışkıl tatlısı

Sangi karıncanın bir kanatlısı

 

gibi kabarcıklar yağın üstünde

Duyarsın içli bir ses, bütününde

 

Bir tarafta bir bebek feryadı, sesi

Bir tarafta tatlının hoş inlemesi

 

Zira kızgın yağa düşmüş garibim

Sanki der ki, “ayol, yok bir sahibim

 

Beni böyle kızgın yağa attılar

Tadıma bir de şerbet kattılar

 

Sonra dediler bu tatlı tamamdır

Artık sofralarda hoş bir taamdır”

 

Fışkıl tatlısını tadanlar bilir

Çıtır çıtır elle, çatalla yenir

 

Şu insanoğlu ne anlaşılmaz şey

Çaresiz kalınca seslenir: “Aney

 

tatlı, acı, ekşi; ne varsa zulada

Çalıştım, acıktım zira; tarlada

 

Mideye dur dedim, biraz beklettim

Şimdiyse tatlıyı elbet hak ettim

 

Yaptınsa birazcık yemek, tatlı, aş

Kuru gitmesin şu beş günlük lavaş”

 

Annesi sesini tanır oğlunun

Tatlı olduğunu gösterir; unun

 

Bir kıylı tatlıyı koyar önüne

“Buyur ye, uydurma başka bahâne

 

Ye tosunum, helâl olsun sana aş

Sonra git tarlada gönlünce uğraş”

 

 

3-Gül tatlısı

 

Köyde tatlılar da vardı, yârenler

Bunu en yakından bilir erenler

 

Kimisi bayramlar için; kimisi

düğünler içindi ve her birisi

 

düğünün olmazsa olmazı; tatlı

Tane tane, tek tek ve bir kaç katlı

 

Bunlardan birisi de gül tatlısı

Sen ona deyiver sünbül tatlısı

 

Önce yufka gerek, ince açılmış

Boydan boya, dilim dilim kesilmiş

 

Dört santim eninde; kâfi, yeterli

Üstüste sarılır, olur katmerli

 

Gonca gibi, sanki dalında çiçek

Bu özel hediye kime gidecek?

 

Atılır kızarmış yağa güzeller

Kızaran kırmızı güle benzer

 

Kırmızı olunca bu gül tatlısı

Şerbeti dökülür, olmaz acısı

 

Tatlımız hazırdır ağalar beyler

Annemiz yaparsa güzel eyler

 

4-Kalbur tatlısı

Biraz un, su, tuz, bir kaç yumurta

Soru: olacak mı ekmek ve pasta

 

O zamanlar köyde pasta ne gezer

Karın doyurmaktı en iyi hüner

 

Pastanın hem adı, hem de kendisi

Bilinmez bir şeydi ve ötekisi

 

Uzaktı pastanın yaşı kurusu

Âdet değildi ki, işin doğrusu

 

Yine de bir kaç çeşit tatlımız vardı

Köyde bilinenler işte bu kadardı

 

Bunlardan biri de kalbur tatlısı

Yeni gelinlerin kambur (ömür) tatlısı

 

Hamur yeterince katı olmalı

Beklemeli biraz kıvam bulmalı

 

Elle ve bıçakla biraz alınır

Kalburun üstünde az yuvarlanır

 

Ya da aynı işlem bakır kelgürün

Üstünde yapılır, yavaş ve düzgün

 

Pütür pütür olur, izi kalburun

Sevinir bununla evlat ve torun

 

Sonra kızgın yağa tek tek atılır

Soğuyunca ona şerbet katılır

 

Bu kalbur tatlısı köfteye benzer

Atıldıkça yağın içinde yüzer

 

Altın sarısı ve hoş bir görüntü

Tatlımız hazırdır, gitsin üzüntü

 

Karın doyurmasa da hoş bir tatlı

Maliyeti değil fazla fiyatlı

 

Özellikle düğün için yapılır

Olur, verilirse emek ve sabır

 

5-Muska tatlısı

 

Kalın yufka, dört beş santim miktarı

kesilir uzunca, bir el tutarı

 

Ardı arası bir, beş, on hamurcuk

Yapılmaz onlardan kolye ve boncuk

 

Belki ekmek, belki muska tatlısı

Tatlılardan biri ve sanatlısı

 

Tabi her iddianın isbatı gerek

Olsun diye anne sebatı gerek

 

Bu hamur dilimi muska misâli

Kesilir tahminen veya hayâli

 

Her biri ölçülü, üçgen olarak

Ya hamayıl gibi, ya sarı yaprak

 

Bu tatlı olmalı muska şeklinde

Lezzet kazanmalı usta elinde

 

Bir kaç tane birden atılır yağa

Biraz sonra gelir yufka tabağa

 

Kızardıkça muska tatlısı, çıtır

çıtır olur, sanki şişede ıtır

 

Kabarır, sanırsın etine dolgun

Üzerine biraz toz şekeri uygun

 

Tepsiye alınır bu kızaranlar

Bu işi en iyi keyveni anlar

 

Tastakine biraz şerbet dökülür

Yiyemeyen, bunu görüp de; ölür

 

Gelsin yesin Şerif, Arif, Arife

Hatun, Ziynet, Gülsüm, bir de Şerife

 

Musa, Şaban, Numan, Mine, Halise

Çağırın Mahmud’u dışarda ise

 

Yukarı mahalle, duyanlar gelsin

Sabah ve akşam aç olanlar yesin

 

Saf bir tatlı, başka mahareti yok

Tılsımı yok, ya da azameti yok

 

Karın doyurur mu, sanmam, aş değil

Ekmeğe, çorbaya arkadaş değil

 

Daha çok düğünler için yapılır

Tadımlık olarak üç beş alınır

 

Olsun, yiyenlerin evi şen olsun

Hâneler aydınlık ve gülşen olsun

 

Tatlı kanuşalım tatlı yiyelim

Hep beraber tatlı sözler diyelim

 

 

6-Sütlaç

Söz sırası geldi bizim sütlaca

Evde hayat vardır, tüterse baca

 

Sütlaç yemeklerin şahı demişler

Bir miktar pirince bedel ödemişler

 

O zamanlar köyde pirinç ne gezer

Herkeste olmayan cevhere benzer

 

Ancak düğünlerde olurdu biraz

Pirinçsiz geçerdi kış, bahar ve yaz

 

Düğünün sahibi hiç usanmadan

Pirinç getirirdi, hayli uzaktan

 

Düğün listesinde olurdu, kesin

İmkanı olmayan şimdi neylesin

 

Hayırlı işlere ilâhi nusret

gelirdi gaipten, hayret ki hayret

 

Her düğünde değil ama bindebir

Pirinç pilavı da sofraya gelir

 

Pirinçten daha çok sütlaç olurdu

Düğünde tahtını kesin bulurdu

 

Zira seveni ve talibi çoktu

Velimede onun gibisi yoktu

 

Velime ne demek? Diğer adıdır

düğün yemeğinin, farklı tadıdır

 

Düğün günlerinde gelir yemekler

Değişik tatlılar, taze ekmekler

 

Tasın biri gelir, birisi gider

Boşalır sahanlar, yemekler biter

 

Bir sofra giderse, kurulur biri

Düğün sahipleri alır tedbiri

 

Düğün ziyafeti, yiyen yiyene

Niye geldin denmez, bir aç gelene

 

Doyanlar kolayca sofradan kalkmaz

Bekleyip durular geçse de namaz

 

Demek henüz tamam değil ziyafet

Kimse ırgalanmaz, kopsa kıyamet

 

Her nasılsa sıra gelmez sütlaca

Sanki beklenilen şah, yahut raca

 

Sütlaç için sıra geldi gelecek

Aç gözlüler için ilaç olacak

 

Nihayet taslarla sütlaç sunulur

Herkes bir kaşıkla hemen yumulur

 

Sütlaçlar gelince beyler, nihayet

yemek bitti, buldu yerini âdet

 

Sütlaç geldi, artık velime bitti

Sofraya oturan herkese yetti

 

Düğün zamanları, ne güzel gündü

Dünürcüler, size bir yol göründü

 

Dostlar, niye hâlâ burdasınız siz

Sütlaç yendi, artık hoşça gidiniz 

 

Sütlaç hafif, kolay, hem de sevimli

Konuklar iştahlı, hazır, azimli

 

Sonuç; bu sütlacı yapması kolay

da; her bir sofraya gelmesi; olay

 

Biraz pirinç sütle, az pişirilir

Kıvama gelince tasa dökülür

 

Lapa gibi olur, ama harika

Tad kazanır, süre; beş on dakika

 

Kaymaklı, endamlı, beyaz, kar gibi

Yiğide yakışan bir vakar gibi

 

Kurulur sofraya, sanırsın sultan

Bundandır herhalde, gelmezdi baştan

 

Yağa ve soğana ihtiyacı yok

Seveni, âşığı ve muhtacı çok

 

Tencerede biraz süt, biraz pirinç

Ahçıya, yiyene getirir sevinç

 

Biri sorabilir: nadide yemek?

Hayır, tatlılardan farklı bir örnek

 

Tadlanırdı sütlaç ile düğünler

Diyesim geliyor; hey gidi günler

 

İmkanı olanlar evde de yapar

Böylece sofranın değeri artar

 

 

  • Son söz

Bahsederken dostlar, bakırdan tastan

Alın, işte size kısa bir destan

 

Bunlar Edişe’den aklımda kalan

Bu kadardır bizim semte uğrayan

 

Yemeklerin saydım bir bir adını

Sunmaya çalıştım aşın tadını

 

Becerdim mi, bilmem, siz karar verin

Beğenmedinizse bana gönderin

 

Neyse elden gelen budur, neylersin

Daha da iyisi yapılsın dersin

 

Yeni kuşaklara kalsın hâtıra

Bazı şeyler sığmaz bir kaç satıra

 

Zihinde ince iz bırakır gider

Günün birinde âh der, elvedâ der

 

Hayat su gibidir, denize akar

Kalanlar ardından hüzünle bakar

 

Ebedi değildir bu kısa ömür

Fıtratın kanunu: Her doğan ölür

 

Ömür dediğin ne, dalda kuş gibi

İşte; ha uçacak, ha uçmuş gibi

 

Bir düş, tabirini bilen yok dostlar

Derler ki burada gülen yok dostlar

 

Niceleri bizden önce gittiler

Umarız ötede rahat ettiler

 

Gittiler ‘elveda’ deyip dünyadan

Sanki uyandılar bir cins rüyadan

 

Burda bir yol tuttu herkes kendince

Çıktıkları bu yol, uzun ve ince

 

Yapıp ettikleri kaldı yadiğâr

Kişiye hak olan sevapları kâr

 

Edişe kültürü de bir hâtıra

Kimbilir, eskiler gelir hatıra

 

Her bir aş onlardan bir iz, bir eser

Bekleriz rüzgârlar kıbleden eser

 

Savurur geçmişi bugüne doğru

Çevirir bakışı o güne doğru

 

Önümüze bir cins harita koyar

Zihnimizi yeşil bir renge boyar

 

Ya da ayna tutar, baktırır düne

O günleri alıp bağlar bu güne

 

Maksadım ne kahve, ne kahvehâne

Köyden bir renk olsun, yemek bahâne

 

Amaç o havayı tekrar solumak

Hem de deste deste ve yumak yumak

 

Eski günleri bir daha yâdetmek

Önce gidenlere rahmet dilemek

 

Önden gidenler bir garip idiler

Yediler içtiler çekip gittiler

 

Demek ki bu hayat ebedi değil

Her şeyin vakti var, ivedi değil

 

Bir vakitler köy çok canlıydı

Yaşlı yoktu, herkes delikanlıydı

 

Sonra göç başladı boşaldı köyler

Değişti âdetler değişti huylar

 

Sanki unutuldu bazı âdetler

Derler ki kalmadı o muhabbetler

 

Yine de herkese selâm verelim

O selâmı yaymak asıl emelim

 

Selâm olsun eşe, dosta, ahbaba

Sana da selâmlar rahmetli baba

 

Önden gidenlerin yeri nûr olsun

Bu destan dostlara tasavvur olsun

 

Nimete şükr’için vesile olsun

Yüreklere bahar müjdesi dolsun

 

Unutulmasın hiç bu güzellikler

Yazılmayan şeyler kaybolup gider

 

Şükür gerekir her yemekten sonra

Hamd gerekir her bir emekten sonra

 

“Yeyin, için; ama israf etmeyin”

Allah Kerim, sakın esef etmeyin

 

Hayatı verene şükürler olsun

Her şeyi görene şükürler olsun

 

İnsi yaratana şükürler olsun

Evreni yapana şükürler olsun

 

Razıyız sebzeye, suya, yağmura

Şükür, kapılmadık malla gurura

 

Razıyız lutfettin sayısız nimet

Sendendir inayet, sendendir himmet

 

Razıyız verdiğin her şeye Ya Rab

Bizi de ulaştır neşeye Ya Rab

 

Şikayet etmeyiz nasip olana

Ne mutlu diyelim kıymet bilene

 

Çok müjdeler olsun sâlih kullara

Dilerim öteye imanla vara

 

Kim öle kim kala, hadi ya kısmet

Kalanlara sağlık, afiyet, rahmet

 

Ölenlere rahmet olsun diyelim

Bu desten hatıra kalsın diyelim

 

Gümüşhane Ballıca (Edişe) Köyü’nden Haziran 1953 (nüfusta; 01.01.1955) doğumlu Sefer oğlu

Hüseyin K. Ece

 

Edişe Yemek Destanı’na başlama tarihi: 12.10.2018

Edişe Yemek Destanı’nın bitiş tarihi:     27.09.2021

 

 

Destanın tamamına şu linklerden ulaşabilirsiniz:

 

http://www.huseyinece.com/siirlerim/yeni-siirlerim/2333-edise-ballica-yemek-destani-1

 

http://www.huseyinece.com/siirlerim/yeni-siirlerim/2334-edise-ballica-yemek-destani-2

 

http://www.huseyinece.com/siirlerim/yeni-siirlerim/2335-edise-ballica-yemek-destani-3

 

http://www.huseyinece.com/siirlerim/yeni-siirlerim/2336-edise-ballica-yemek-destani-4

 

http://www.huseyinece.com/siirlerim/yeni-siirlerim/2337-edise-ballica-yemek-destani-5

 

http://www.huseyinece.com/siirlerim/yeni-siirlerim/2338-edise-ballica-yemek-destani-6