İnsan yapısı gereği sosyal bir varlıktır. Bu açıdan kişi  ister istemez birilerinin yanında veya birlikte olmak, başkaları ile yanyana yaşamak zorundadır.

 

Bu birileri aynı evi veya yakın bir mekanı paylaşan aile fertleri, yakın veya uzak komşular, iş arkadaşları, aynı mekanda esnaflık yapanlar, yolculuk, askerlik, spor karşılaşmaları gibi herhangi bir sebeple biraraya gelen kimseler olabilir.

Bu gibi birlikteliklerde, yani toplum hayatında kendiliğinden haklar ve görevler gündeme gelir. Hatta iki kişi biraraya gelse aralarında küçük de olsa hak ilişkisi doğar. Bilinen bir şey ki her hak bir görev karşılığıdır. Kişi önce görevini hakkıyla yapmalı ki onun karşılığında hak talep edebilsin. Bu hak-görev dengesi de en çok birlikte yaşanılan yerlerde karşımıza çıkar.

Birlikte olunan zamanların huzur içinde ve rahat geçmesi için de, karşılıklı ilişkilerin iyi olması gerekir. Hayatın her alanına en mükemmel ölçüleri (hükümleri) getiren İslâm, insanlararası ilişkilerin en güzel şekilde yürümesi için de ölçüler getirmiştir. Bu ölçülerin bir kısmı farz, bir kısmı da tavsiye niteliğindedir

Bu yazımızda Kur’an’ın özelde komşuluk ilişkilerine, genelde arkadaşlık ilişkilerine hangi ölçüleri getirdiğine, neleri tavsiye ettiğine bakmaya çalışacağız. Ama önce Kur’an’ın ‘komşu’ manasında kullandığı ‘câr’ kelimesine bakalım ve Kur’an’da hangi türevinin hangi manada kullanıldığını görelim.

 

  • Komşu (câr):

Kur’an’da car (komşu) kelimesinin türediği ‘ca-ve-re/câre’ fiili ve türevleri Kur’an’da 13 yerde geçiyor. Bunlardan doğrudan komşuluğu ve komşuya iyilik etmeyi söz konusu eden ‘câr-komşu’ kelimesi Nisâ/36. âyette iki defa yer alıyor. 

“ce-ve-ra/câre’ fiili sözlükte sapmak, himaye ve yardım istemek, eziyet etmek manasına gelir.

Üç âyette bu himayenin Allah’ın azaptan koruması şeklinde manasında kullanıldığını görüyoruz. “Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun (yücîr).”    (Ahkaf 46/31. Bir benzeri:  Mülk 67/28. Cinn 72/22) Bu fiil bir âyette birinin yanında kalmak, ona yakın olmak manasında kullanılıyor. (Ahzab 33/60)

Aynı kökten gelen ‘e-câ-re’, kurtarmak, himaye etmek, kollamak, yoldan sapmak demektir.   

Bir başka âyette Allah’ın her seyi koruyup kollayan, himaye eden olduğu, ama kendisinin himaye edilen olmadığı bu fiille anlatılıyor. “Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekutu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan (yucîru), fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan-lâ-yucâru) kimdir? diye sor.” (Mü’minûn 23/88)

Masdarı mücâvir ve civâr olan ‘câ-ve-ra’, komşu olmak, birlikte oturmak manalarına gelir. Bu kalıptan gelen ‘civâr’ kişinin yakınında olan, komşu demektir .

Yine aynı kökten gelen ‘isticâra’, himaye edilmeyi istemek, sığınılacak bir yer verilmesini talep etmek, korunmayı, kurtarılmayı ya da serbest bırakılmayı rica etmek anlamına gelir.[1]

“İste’certü fe-ecâreni-ondan sığınma istedim, o da bana sığınma verdi” şeklinde kullanılır.  Kur’an’da bir âyette geçiyor: “Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse (istecâra-ke), Allah'ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver (fe-ecirhu), sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır...” (Tevbe 9/6)

‘Câre’ fiilinin ism-i faili (öznesi) olan ‘câr’ bir âyette yardımcı manasında geçiyor. (Bakınız: Enfal 8/48)

‘Câ-re (ce-ve-ra)’ fiilinde yakınlık anlamından hareketle bir başkasına yaklaşan kimse için ‘cârehu, câverehu ve tecâvera’ denmiştir. Âyette geçtiği gibi. (Ahzab 33/60) Câr’ın komşu manası da buradan gelmektir. Zira komşu kişinin yakınında yaşayan, günlük hayatta sıkı ilişkileri olan, devamlı yüzyüze geldiği kimsedir.

Yine yakınlık anlamı göz önünde bulundurularak, yoldan saptı ya da meyletti anlamında ‘câre an et-tarık’ denmiştir. Daha sonra bu anlam her tür haktan sapma ya da meyletme hakkında kullanılmaya başlandı. Buradan da hükümde zalimce, haksızca, adaletsizce veya zorba bir şekilde davranma anlamına gelen ‘cevr’ kullanımı doğmuştur.[2]

Cevr; adaletin zıddıdır, zulüm ve haksızlık demektir. Bunun ism-i fali (öznesi) olan ‘câir’ insanlar arasında, şeriatin buyruklarının yükümlülüğü altına girmekten kaçınan, bundan uzak duran, hak yoldan sapan, cevreden yani zulmeden kimsedir.[3] 

‘Câir’ bir âyette eğri/sapık yolu nitelemek üzere geçiyor. (Nahl 16/9) 

‘Câir’ bir hadiste de zalim, cevreden manasında kullanılıyor (eğer hadis sahihi ise): “… Kim cuma namazını ben hayatta iken veya benden sonra adaletli veya câir (zâlim) bir imamı (önderi) varken, onu küçümseyerek veya inkâr ederek terkederse Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve işini bitirmesin…” [4]

Türkçe’de bu kökten gelen ve yaklaşık aynı anlamda kullanılan bir kaç kelime var. Mesela: Cevr etmek;  eziyet etmek. Civâr; yöre, dolay, yakınında olan. Mücâvir, Yakın komşu olan. Mücâvir alan; yakın alan/bölge gibi.

 

  • Kur’an’da komşu

Kur’an bir kaç âyette dolaylı olarak bir ayette ise doğrudan komşulara ve

arkadaşlara iyi davranmakran bahsediyor. “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (işçi, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisâ 4/36)

Allah (cc) bu âyette kendisine ibadet  (kulluk) edilmesini ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamayı söylediktan sonra yedi sınıf insana iyilik edilmesini, onlara iyi davranılmasını emrediyor. Âyette iyilik etme görevi ana-babadan başlatılıyor, sonra akrabaları içerecek şekilde genişletiliyor. Arkasından evleri komşulardan uzakta da olsa yetimlere ve yoksullara sıra getiriliyor. Çünkü bu iki kesim, komşulardan daha çok yardıma muhtaçtır. Sonra akrabadan olan komşuya sıra geliyor ve onu yabancı komşular izliyor. Gerek akraba ve gerekse yabancı komşular yakın arkadaşların önüne geçiriliyor. Çünkü insan komşusu ile sık sık yüzyüze gelir; oysa yakın arkadaşı ile ara sıra karşılaşır. Sonra yakın arkadaşlara sıra getiriliyor. ‘Yakın arkadaş’ bir yoruma göre normalde ‘samimi dost’ ve yolculuk sırasında da ‘yoldaş’ anlamına gelir. Arkasından sıra ailesinden ve malından uzak kalmış yolcuya geliyor. Sonra da çeşitli hayat cilveleri yüzünden, başkalarının yanında kalmak zorunda olan zayıflara sıra geliyor.[5]   

 ‘Câr’ ‘cevera-câre’ fiilinin ism-i failidir (öznesidir) ve lafzen evi kişiye yakın komşu demektir. (Bunun çoğulu: ecvâr, ciretu ve cîran’dır) ‘Câr’ aynı zamanda garip kimse, tarla veya ticarette ortak, müttefik, yardımcı, kişinin hanımı gibi anlamlara da gelir.[6] 

‘Câr’ kelimesi, tıpkı dost ve kardeş kelişmeleri gibi karşılıklı olmayı ifade eder. Yani bir kimsenin diğerine komşu olması, onun da bu komşuluğu kabul etmesiyle mümkündür. Komşuya iyilik dinen ve aklen çok önemli görüldüğü için, kişinin üzerinde hakkı olan, onlara iyi davranmakla yükümlü olduğu yakın kişilere ‘câr-komşu’ denmiştir.

Kur’an “…yakın komşuya, uzak komşuya…”  iyilik edilmesini emrediyor. Acaba bunlar kimlerdir? Komşulara iyilikten amaç nedir? Günümüzde de bu âyet geçerli olduğuna göre ‘yakın komşu-uzak komşu’ kim olabilir? Komşular nasıl seçilebilir, günümüzde onlara nasıl iyilik edilebilir?

Âyette geçen ‘yakın komşu (el-câru zi’l-kurbâ)’, ‘uzak komşu (el-câru’l-cenbi)’ konusunda farklı görüşler var. Pek çok tefsirciye göre’yakın komşu’ kişi ile aralarında mekan yakınlığı ve akrabalık bağı olan kimsedir. Bu gibi komşularla kişi arasında hem komşuluk, hem de akrabalık hakkı gündeme gelir.

Bazılarına göre ise bu, kişiye akrabalık yönüyle yakın olan kimsedir. Burada hem nesep yakınlığı, hem de mekan yakınlığı kasdedilmiş olabilir. Ancak Tefsirci Taberî’ye göre bu görüş, Arap dilinde bilinen kullanıma aykırıdır. Âyetteki ‘zi’l-kurbâ’, el-câr’ın-komşunun sıfatıdır.  Eğer söylendiği gibi burada akrabaya iyilik kasdedilseydi, o zaman komşu kelimesi akraba kelimesine tamlama yapılırdı. Kaldı ki burada Allah’ın tavsiyesi yakın komşuya iyiliktir, akraba olmasa bile. Bazıları ‘yakın komşu’dan maksat müslüman olduğunu söyleseler de ayet daha geniş bir komşuluk ilişkisinden söz ediyor.[7]  İnsan yakın komşusuyla uzak akrabasından saha ziyade yakınlık ve ülfet kesbeder. Evleri uzak akrabadan çok birbirlerine yardım ederler.  

 ‘Uzak komşu (câril’cünubu)’yu da, tefsirciler farklı şekillerde yorumladılar. Kimilerine göre uzak komşu, akrabalık bağı olmayan, kişinin yakınında yaşayan/bulunan ve insana faydası olan kimsedir. İbni Abbas bunu uzak, yabancı komşu diye açıkladı. “Falan kişi ecnebidir” sözü de buradan gelmektedir. Nitekim uzaklık anlamına gelen ‘cenâbet’ de böyledir.[8]    

Burada geçen ‘cenb’ kelimesinin temelde iki manası vardır. Birincisi; bir şeyin yanından ayrılarak, uzaklaşarak gitmek, İkincisi; bir şeye doğru gitmek. Mesela ‘Cenebtühu-onun yanına vardım, ya da dokundum’ demektir.[9]  Buradan cenb/cünub; yani gusül yapıncaya kadar namazdan uzak kalmak manasına ulaşıldı. Aynı kökten gelen ‘ic-te-ne-be’ ictinap etmek, uzaklaşmak, kaçınmak demektir. Araplar “vectenebe fülanun fülanen-falancı falancadan uzaklaştı” derler.[10]  

Bazılarına göre ‘uzak komşu’, başka kavimlerden olan, bazılarına göre de o müslüman olmayan komşudur. Bu iki görüş de doğru olabilir. Zira burada komşuyu niteleyen ‘cenb’ kelimesi, hem yakınlığı, hem de uzaklığı ifade eder. Komşu ister müslüman olsun ister gayr-i müslim. Âyette komşuya uzak olsun yakın olsun iyilik edilmesi emrediliyor. Sahih olan görüş de budur. İyilik yapmak; bazen gözetmek, bazen güzel geçinmek, eziyet vermekten uzak durmak ve onu korumak manasına da gelir.”[11]

Bu gibi bir kimse kişinin yakınında  oturduğu için, yani komşuluktan dolayı karşılıklı hürmet (saygı ve haramlık), hak-hukuk gündeme gelir. Aralarında güven, emanete  riayet ve zımnen yapıldığı farzedilen komşuluk (ahd) anlaşması yürürlüğe girer. Bu bağlamda komşunun malına, ırzına, şerefine, hanımına (iffetine) saygı göstermek, ona karşı  sınırı aşmamak ve iyi davranmak müslümanlara emredildi. (İbni Manzur, Lisânul Arab, 3/237)

İnsan Allah’ın haklarını yerine getirirse inancı düzelir, işleri sağlam olur. Böylece ebeveynin haklarına riayet eder. Bu durumda ana-baba ve çocuklardan meydana gelen evin dirliği sağlanır. Böyle bir aile akraba olan diğer ailelere de olumlu etki eder. Aileler birbirine yardım eder. Birbirine yardım eden aileler güçlenir. Kendileriyle nesep bağı olmayan insanlara da el atma imkanı doğar.[12]

 

  • Yakın arkadaş

Nisa 36. âyet yakın ve uzak akrabanın yanında yakın arkadaşa da iyilik edilmesini emrediyor. Âyette ‘es-sahibi bi’l-cenb’ ifadesi yer alıyor. Bu da kişinin yanındaki, yakınındaki arkadaş demektir.

Tefsirciler bunda da farklı görüşler ileri sürseler de açık bir olan bir şey var kı Allah (cc) müslümana, her sebeple olursa olsun yakınında bulunana iyi davranmasını, onun haklarına riayet etmesini emrediyor.

Bazılarına göre ‘yakın arkadaş’ kişinin yol arkadaşıdır. Kişinin evini, azığını, konaklayacağı yeri, imkanlarını paylaştığı salih (sağlam ve güvenilir) arkadaştır.  Bazılarına göre o kişinin evindeki saliha kadındır. Kimilerine göre o, kendisine ihtiyaç duyulan, sohbet edilebilen,  çekinmeyen bir şey istenebilen, kişinin her zaman yanında ve yardımında olan, faydası dokunan sağlam kişidir. Taberî’ye göre, ‘es-sahibi bi’l-cenbi’nin en isabetli karşılığı kişinin yakınındaki arakadaşıdır.  “cenebe fulanun fulanen ve huve yecnubuhu cenben” denir. Yani bir kimse diğerinin yanına yaklaşırsa, ona arkadaş olursa ‘falanca falancanın yanındadır’ demektir. Bu manaya mümkün ki kişiler arasındaki bütün birliktelikler dahildir. Sonuçta Allah (cc) onların birbirlerine iyi davranmalarını ve karşılıklı birbirlerine yardımcı olmalarını, birbirlerine iyi davranmalarını emrediyor.[13] 

Âyette geçen ‘cenb’ bir organın adıdır ve yan demektir. Çoğulu ‘cünub’ şeklinde gelir. Tevbe/35te, Secde/16da, Âli İmran/191de yan, yan taraf manasında kullanılıyor. Araplar yönle ilgili organlarını müstear olarak kullanmada  adetleri olduğu (yemin ve şimalde olduğu) gibi ‘cenb’i de yan taraf anlamında müstear olarak kullandılar. Nisâ/36daki ‘cenb’ yakın anlamındadır. Bunun kadından veya yol arkadaşından kinaye olduğu da söylenmiştir.[14]  

 

  • Sonuç yerine

Kur’an, kendilerine iyi davranılması gereken kişiler arasında komşuları ve yakın arkadaşları da sayıyor. Ayetin bu bölümünü birlikte düşündüğümüz zaman iyilik yapılması emredilen kişilerin geniş bir kesim olduğu anlaşılıyor.

Geçmiş alimler her ne kadar yakın ve uzak komşunun sınırlarını mekan, akrabalık, ilişki açısında değerlendirseler de, günümüz şartlarında komşuluğun da, mesafelerin de değiştiğini görüyoruz. Özellikle büyük şehirlerde çoğu zaman insan komşusunu kendisi seçemiyor. Yabancılaşma, modern hayatın getirdiği yalnızlık, ben merkezli hayat sebebiyle kişi çevresinde olanlarla bile komşuluk kuramıyor. Bazen yakınızdaki kişi veya aile, siz onunla  tanışmadan, komşuluk kuramadan başka yere göç ediyor. Bu şekilde bir yerleşim durumu insanların birbirlerine güvenini ve yabancılık duygusunu artıyor, buna karşın komşuluk duygusunu azaltıyor.

Ancak şartlar ne olursa olsun âyetin hükmü açık. Müslüman nerede olursa olsun çevresindeki inaların haklarına saygı gösterecek, onlara iyi ve efendice davranacak, zalim ve tehlikeli olmadıkları sürece. 

Komşuluk âyetinden cesaret alarak şöyle diyebiliriz:

Günümüzde yakın evlerde oturanlar, yakınımızda oturan akrabalar, çevremizde ister geçici ister yerleşik bulunanlar, mahallemizde, apartmanımızda, köyümüzde kısa veya uzun süreli meskûn olanlar, işyerleri iş yerimize yakın olanlar komşudur. Yol (velev ki kısa süreli uçak, tren, otobüs ile), askerlik, kamp, spor, gezilerde beraber olduklarımız, aynı cemaatin mensupları, aynı sınıfı, aynı dersaneyi, aynı kursu, aynı mabedi, aynı sokağı paylaştıklarımız, aynı iş yerinde beraberce çalıştığımız kişiler, aynı çarşıyı veya pazarı paylaştığımız esnaf, velhasıl  kısa veya uzun süreli bir yerde biraraya geldiğimiz kişiler arkadaş sayılır.

  1. Esed, arkadaşlığı kendi cemaatin olmak şeklinde açıklıyor: “Yani, “onlar ister sizin cemaatinize, isterse başka cemaatlere ait olsunlar”. “Kendi çevrenizden” (zi'l-kurbâ) ifadesinin kişinin gerçek akrabalarına değil de mensup olduğu cemaate işaret etmesi, “yakın akrabalar”ın aynı cümlenin başlarında zaten zikredilmiş olmasından açıkça anlaşılmaktadır.”[15]

Peygamber’in (sav) komşuluk konusundaki tavrı şu sözlerinde özetlenmiştir: “Her kim Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsa komşusuna ikram etsin (iyilikte bulunsun)...”[16]  

“Her kim Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsa komşusuna eziyet etmesin...”[17]

“…Komşularına iyi komşuluk et ki gerçek Müslüman olasın...”[18] 

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir kul kendisi için istediğini kardeşi için de, bir rivâyette komşusu için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz.”[19]

“... Kötülüklerinden komşusu güven içinde olmayan kimse gerçek müslüman olamaz!” [20]

Böyle bir durumda, bu hayat şartlarında yakın mekan, uzak mekan, insanların size kaç metre uzakta olup olmaması önemli değil, önemli olan insanlarla bir şekilde bir araya gelme gerçeğidir. Önemli olan birarada olduğumuz insanların haklarına saygıdır.

Müslüman Rabbinin emrine uyarak, ister hasbel-kader komşu olsun veya birileri ile bir yerde bir araya gelsin, herkesin hakkına riayet eder, herkese iyi davranır, kimseyi rahatsız etmemeye çalışır. Bulunduğu ortamın tadını kaçırmaz. Paylaşımlarda, hizmetlerde, ikramlarda sadece kendini ve kendi rahatını düşünmez. Kendisi için istediğini diğerleri için de ister. Kimseye borçlu olmamaya dikkat eder. İyilik edenin kazanacağını, kötülük edenin kaybedeceğini unutmaz. Bu durumda yardıma ihtiyacı olana elinden geldiği kadar yardım eder.

Her yerde inandığı Rabbinin koyduğu ölçülere riayet eder. Kendisi huzur istediği gibi, bulunduğu yerde huzur, güven ve hakkaniyet için üzerine düşeni yapar. Toplumda çıban başı, fitne unsuru, mızıkçı, oyun bozan olmaz. Kimsenin aleyhinde çalışmaz, kimseyi gıybet etmez, kimsenin değerlerine zarar vermez.

Peygamber (sav) arkadaşlık konusunda şöyle buyuruyor: “Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına faydalı olandır. Yine Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna en çok hayrı dokunandır.”[21]

 

13.06.2015

Zaandam-Hollanda

Hüseyin K. Ece

[1] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru Ve Mektebül-Hilâl, Beyrut Thr. 3/236-237

[2] Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s:145

[3] Isfehânî, R. el-Müfredât, s:145. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru ve Mektebül-Hilâl, Beyrut Thr. 3/236

[4] İbn Mâce, İkâme/78 no: 1081

[5] Kutub, S. fi-Zılali’l-Kur’an, Daru’ş-Şuruk, Beyrut 1417-1996, 2/660

[6] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/236-237

[7] Taberî, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1426-2005, 4/80-81. İbni Manzur, Lisânul Arab, 3/237

[8] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Daru İbni Hazm, Beyrut 1425-2004, 1/876

[9] Isfehânî, R. el-Müfredât, S:145

[10] Taberî, Tefsir, 4/82-83

[11] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/877

[12] Abduh, M.-Rıza, R. Menar Tefsiri, Ekin Yay. İstanbul 2011, 5/136

[13] Taberî, Tefsir, 4/82-83

[14] Isfehânî, R. el-Müfredât, S:145

[15] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 1/144

[16] Buhârî, Edeb/31 no: 6019. Müslim, Îmân/77 no: 176

[17] Buhârî, Edeb/31 no: 6018

[18] İbn Mace, Zühd/24 no: 2418

[19] Müslim, İman/17 no: 170-171. İbn Mace, Sünnet/9 no: 66).

[20] Buhârî, Edeb/29 no: 6016. Müslim, Îmân/18 no: 172

[21] Tirmizî, Birr/28 no: 1944