Kur’an, Türkçe’de de bilinen adâlet kavramına karşılık iki önemli kelime kullanıyor: Adalet ve kıst.  Bununla birlikte farklı formlarda kullanılan vasat, nasip, istikamet, mîzan ve seva’ gibi kavramlar da adâlet kelimesiyle anlamdaş olarak kullanılıyor.

 

Fakat bunlar aynı manada değildirler. “Lafız değişince mana da değişir” kuralına göre bunların  aralarında anlam farklılığı bulunmaktadır.

- Adâlet nedir?

‘Adalet’ kelimesinin kökü ‘a-de-le عدل’ fiilidir. Bu da Kur’an’da fiil olarak ondört ayette yer alıyor. Bu kökten türeyen âdil, mu’tedil, i’tidal, ta’dil, mu’âdil gibi kelimeler Kur’an’da yer almamaktadır.

‘A-de-le عدل’ fiili sözlükte düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola yönelmek, eşit ve mu’adil olmak, dengede tutmak, dengelemek, düzgün tartmak, doğru davranmak, adâletle hükmetmek, eşitlemek demektir.[1]

Adâlet, Kur'ân’da ve hadisler­de genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğ­ru yolu izleme, takvaya yönelme, dü­rüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kul­lanılmıştır.[2]

Adâlet sözlükte istikâmet, şeriatte ise, dinde mahzurlu şeylerden sakınıp hak yolda olmak demektir.[3]

‘Adâlet’, bir başka deyişle, sapmazlık, kesin doğru ve tam düzgünlüktür. Zulmün karşıtı olarak ‘adâlet’, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek anlamına gelir. Çünkü zulmün asıl manası eşyayı ait olmadığı yere koymaktır.

 ‘Adâlet’, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir. Düzgün ve usûlüne uygun olmayan şeye ‘cevr’ (haksızlık ve eziyet) denir.  Doğruluk ve düzgünlük kavramları, sapmazlığı ve şaşmazlığı da içerisine alırlar. Adâletin anlam sahası içinde doğruluktan söz ederken; haksızlıktan uzak olma, hakkaniyet sahibi olma manalarına da işaret etmiş oluruz.[4]

  • Kur’an’da adâlet

 ‘A-de-le عدل’ kalıbıyle bir âyette insanın dengeli bir biçimde yaratılması anlatılyor. “Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi.”[5] Burada  insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünüm, adâlet kavramıyla ifade edilmektedir.

Şûra 15de Hz. Peygamberin adâlet sıfatını kaza­nabilmesi, daveti yani risâlet görevini yerine getirmesi, bu konuda insanların keyfî istek ve arzularını hesaba kat­maksızın ilâhî emirlerin gösterdiği şe­kilde doğru olması ve Allah'ın daha önceki kitaplarda bildirdiği ebedî ger­çeklere inanması şartına bağlanmış­tır. Buna göre adâlet, başkalarının geli­şigüzel istek ve telkinlerinden etkilen­meyen istikrarlı bir doğrulukla gerçekleşen ruhî den­ge ve ahlâkî kemaldir.[6]

Bir âyette ‘ta’dil تعديل’ kalıbıyla fidye, denkleştirme manasında kullanılıyor. Bu dünya hayatında geçici zevkleri din haline getirdikleri için âhirette rehin tutulacaklar hakkında şöyle deniliyor: “… Ve düşünülebilecek her türlü fidyeyi vermek (ve in ta’dil) istese bile bu kendisinden kabul edilmeyecektir…”[7]

‘Ta’dilû تعدلوا’ kalıbıyle dört âyette ve bilinen manada adâletle ilgili olarak geliyor. Mesela eşlere karşı adâletle davranmaktan (ellâ ta’dilû تعدلوا ألا) korkanlara bir eşle evlenme tavsiye ediliyor.[8] Hatta insan ne kadar çaba gösterirse göstersin eşler arasında mutlak adâleti gerçekleştiremez (ta’dilû).[9]

            Bir âyette ‘tadilû تعدلوا’ fiili yine adâlet manasına gelen ‘kıst’ ile birlikte kullanılıyor.[10]  Müslümanlar “…Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin.”[11]  şeklinde uyarılırken aynı kalıp (ella ta’dilu تعدلوا ألا) kullanılıyor.

 ‘Falanca falancaya adâlet etti’ demek, ikisi birbirine yakın ve eşit oldu demektir. Allah hakkında kulla­nıldığında, ona eşit ve denk saydı demektir ki bu da Allah’a şirk koşmak manasına gelir. İki âyette bu şeklide yer alıyor.

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca ayet ve delillerden) sonra kafir olanlar (hala putları) Rab'leri ile denk tutuyorlar.”[12] 

Adâlet kökünden gelen ve Neml 60 âyette geçen ‘ya’dilûn يعدلون’; sapıtmak, sapıklıkta devam etmek, yoldan çıkmak, haktan ayrılmak şeklinde tefsir ediliyor. Bu kalıp iki âyette bilinen adâlet manasında kullanılıyor: Yarattıklarımız arasında (başkalarına) doğru yolu gösteren ve onun ışığında adâletle davranan insanlar da vardır.[13]

Mâide 8de ve En’am 152de Allah (cc) “adaletli olun, zira bu takvaya daha yakındır” buyuruyor. Burada ‘adele’ fiilinin emir kalıbının (ı’dilû اعدلوا) kullanıldığını görüyoruz.

 

  • Adl

‘A-de-le عدل’ fiilinden bir masdar-isim olan ‘adl عدل’;  orta yol, istikamet, eş, benzer, misil, bir şeyin karşılığı (fidye), doğruluk, hakkaniyet ve adalet manalrına gelir.

Kur’an’da ondört defa geçiyor. ‘Adl’ sıfat olarak kullanıldığında âdil ile eş anlamlıdır.

‘Adl’ ve bunun kökü ‘a-de-le عدل’ fiili Kur’an’da Allah’ın adaletini nitelendirmek üzere geçmemektedir. Yalnız bir âyet­te Allah'ın sözünün adâletli olduğu belirtilir.[14] Buna karşın birçok âyette Allah, adaletin zıddı olan zulüm­den tenzih edilmiş, ayrıca ‘adl’ mânası­na gelen ‘kıst’ Kur'an'da Allah'a izafe edilmiştir.[15]

Said b. Cübeyr’e göre Kur’an’da ‘adl’ dört manada kullanılır. 1-Allah’ın emrine uyarak hükmedilirken adâletli davranmak, yani insaflı olmak.[16]

2-Sözde, konuşmada, haberleşmede âdil olmak. “Konuştuğunuzda ölçüyü aşmayın.”[17]

3-Kurtuluş sebebi, fidye. “... kimseden kurtuluş bedeli (fidye) kabul edilmeyeceği.... günün bilincinde olun.”[18]

4-Allah’a eş koşmak, O’na mu’adil (denk) tutmak. “… Ne var ki kâfirler başka güçleri Allah’a (muadil) eş değer bulurlar.”[19]

Adl, Tirmizî’nin verdiği listede Allah’ın güzel isimlerinden biri olarak geçiyor.[20] Adl, Allah'ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup ‘çok âdil, asla zulmetme­yen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan’ anlamına gelir.[21]

Adl, Kur’an’da adâlet sahibi, dürüst (Bekara 2/282. Nisa 4/58. Mâide 5/95, 106. Talak 65/2) , kurtuluş bedeli (fidye), (Bekara 2/48, 123. En’am 6/70),  adâlet (Nisâ 4/58. En’am 6/115. Nahl 16/76, 90. Hucurât 49/9), denk, eşit, benzer (Mâide 5/95) manalarında kullanılıyor. 

 

  • Adâletin eş anlamlısı diğer kavramlar

a-Kıst

‘Kıst قسط’; insaf, merhamet, adâletle verilen, adâletle bölüştürülen nasiptir. Mîzan’ın, yani terazinin iki kefesinde eşit olarak tartılıp bölüştürülen şeydir. Tıpkı adâlet gibi, eşitleme, orta yolda olma, sağa sola sapmama anlamlarına gelir.[22]

Hucurât 9da adâlet ve kıst kelimeleri birlikte kullanılıyor. Bu demektir ki aralarında az da olsa anlam farkı bulunmaktadır. Âyet mü’minlerden iki grup birbiriyle çarpışırsa aralarının bulunmasını, bir taraf anlaşmaya yanaşmazsa o tarafla çarpışmayı emrettikten sonra şöyle bitiyor: “..(yaptıklarından) vazgeçerlerse âdil bir şekilde aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın çünkü Allah, eşit davrananları sever!”

Buradaki ‘kıst’ kelimesini hemen bütün Türkçe mealler adâleti yerine getirmek, âdil olmak, hakkı yerine getirmek ve eşit davranmak şeklinde çevirdiler. M. İslamoğlu ise bu kısmı şöyle çeviriyor: “... ama eğer (saldırganlıktan) vazgeçerse, tarafların arasını adâletle ayırın ve (bunun için gerekirse) fedakârlıkta bulunun; çünkü Allah (barış için) fedakârlıkta bulunanları sever.”

“Kıst aynı zamanda hakkı tahsil etmek ve kendi hakkından ferâgat etmektir. Aynı kelime Allah için kullanıldığında hak ettiğinden fazlasını vermek  veya kulu üzerindeki hakkından ferâgat etmek manasına gelir.”[23]

Nitekim Yûnus sûresi 4. âyette bu vurguyu görüyoruz. “Hepiniz dönüşü O’nadır. (Bu) Allah’ın gerçekleşmesi kaçınılmaz vaadidir. Çünkü O, insanı yaratmaya başladıktan sonra onun yarartılışını sürdürüyor ki , iman edip salih amel yapanları hak ettiklerinden fazlasıyla ödüllendirsin..” 

Kur’an, adâlet ahlâkını bazen ‘kıst’ kelimesiyle bildiriyor ve ‘kıst’ sahiplerini övüyor.  “Onların arasında hüküm vereceksen, kıst ile (adâletle) hüküm ver. Gerçekten Allah adâlet yapanları (muksitîn’i) sever.”[24]

‘Kıst’ kökünden gelen ‘eksat أقسط’, daha adaletli, hakka daha yakın, ‘kıstas قسطاس’ ise dosdoğru ölçü, insaflı ve adaletli ölçü, mîzan anlamlarındadır.[25] “Ve (tarttığınız zama)] şaşmaz bir teraziyle (kıstâsu’l-müstakîm ile) tartın.”[26]

Kıst kökünden gelen ‘muksıt مقسط’; adaletli, ölçülü davranan, hak ile hükmeden demektir. Kur’an’da üç yerde geçmektedir. “… Ama eğer bir karar verirsen, onlar arasında adâletle karar ver: Allah âdil davrananları (muksıtîn’i) bilir.”[27]

Muksıt, Tirmizî’nin ve İbni Mace’nin rivayet ettiği Esmâul-Hüsnâ listesinde yer almaktadır.[28] İbni Manzur’a göre de bu Allah’ın güzel isimlerinden biridir. (Lisânu’l-Arab 12/100) Ancak bu şekilde Kur’an’da yer almamaktadır.

b-Vasat

Kur'ân’daİslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat ümmet وسط أمة’ [29] sözündeki ‘vasat’ kelimesi pek çok  müfessirler tarafından ‘adâlet’ olarak anlaşılmıştır.[30] Buna göre İslâm ah­lâkı, toplumsal bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli (âdil), uyumlu ve adâleti yerine getiren bir hayat tarzını ön görmüştür.

c-Nasib

‘Nasîb نصيب’  aslında pay, insana isabet eden şey demektir. Nasip kelimesi Hud 109. âyette “paylarını eksiltmeden vereceğiz” manasıyla adâletle anlamdaştır. İnkârcıların nasibi yaptıklarına denk/eşit karşılıktır.

Nasib bir âyette de ortak, mu’adil manasında kullanılıyor.[31]

d-İstikâmet

‘İstikâmet إستقامة’; dosdoğru, düzgün demektir. Kur’an’da Allah’ın yolu olan sırat’ı (İslâmı) nitelemek üzere gelir.[32]

Bir âyette âdil bir şekilde ölçmenin sıfatı olarak kullanılıyor. Kur’an, “dosdoğru kıstas’la (âdil bir şekilde) ölçün” buyurmaktadır.[33]

Aynı kökten gelen ‘kavam قوام’, denge demektir ve bu açıdan adâlet ile anlamdaştır. Kur’an özellkle harcamalardaki dengeyi bu kelime ile anlatıyor.

Ve onlar ki, başkaları için harcadıkları zaman, ne saçıp savururlar, ne de cimrilik yaparlar; bu ikisi arasında her zaman bir orta yol (denge) bulunduğunu (bilirler).”[34]

d-Mîzan

Vezene kökünden gelen ‘mîzan ميزان’, denge, terazi, denklik demektir. Dengeli olma açısında adâletle eş anlamlıdır. “Ve O, gökleri yükseltti ve (her şey için) bir ölçü koydu. Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.”[35]

“Allah hakkı bildirip ikame etmek için kitabı ve adalet ölçüsünü (mîzan’ı) indirmiştir…”[36]

Allah (cc) kıyamet günü insanların amellerini tartmak üzere adâlet terazileri (mevâzîn) koyacağını söylüyor.[37]

e-Sevâ’

‘Sevâ’ سواء; adil, adâletli, orta, apaçık iş, eşitlik, eşit olmak, doğru ve mu’tedil olmak, dengeli, farksız manalarına gelir. “De ki: "Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit/ortak olan bir kelimeye gelin:..”[38]

“O yer üzerinde sarsılmaz dağlar yerleştirdi ve ona hareket bahşetti. Dahası oranın besinlerini, ora sakinlerinden talep edenler arasında dengeli (sevâ’) bir biçimde takdir etti. (Bütün bunlar) dört evrede gerçekleşti.”[39]

“Mekke’de hem mukim hem de misafirleri sevâ’ (eşit) kıldık…”[40]  Sevâ’ bu âyetlerde eşit, denge, mu’adil manasıyla adâletle anlamdaştır.

Mukâtil b. Süleyman’a göre ‘sevâ’’ bazı âyetlerde kasd, yani doğru ve mu’tedil (adâletli) manasında kullanılıyor. Mesela; “(Musa dedi ki:) Umarım Rabbim beni sevâu’s-sebile yani doğru/mu’tedil bir yola hidâyet eder.”[41]

 

  • Vahyin bir ilkesi olarak adâlet

İslâm, adâlet ahlâkını, dinî bir emir ve toplumsal düzenin temeli olarak görmüş, adaletle davranan ‘âdil’ kimseleri övmüş, adaletten ayrılarak zulme sapmış olan zalimleri de hem kötülemiş ve hem de can yakıcı bir azapla tehdit etmiştir. 

“Her hak sahibine hakkını ver” diyen Selmani Farisi için “Selman doğru söyledi” buyurdu.[42]  Bu adâletin gereğidir.

Kur’an adâletli olmayı emrediyor, hatta akrabaların aleyhine olsa bile.[43]  

Şu âyet adâlet ve insaf konusunda fazla sözü gerektirmeyecek kadar açık: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adâletle şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adâletsizliğe sevketmesin.  Adâletli olun; bu, takvaya daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.[44]

Kur'ân’da hak ve adâletin mutlaklığı öylesine vurgulan­mıştır ki bizzat Allah'ın âhirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde adâletle hükmedeceği ve onun bu vaa­dinin kesin (hak) olduğu belirtilmiştir.[45]

Kur’an başka âyetlerde daha kesin ifadelerle  insanlara adâleti yerine getirmeyi emrediyor:  “Allah, adâleti, ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı), yakın akrabalara yardım etmeyi; fahşa’dan (aşırılıktan), münker’den (kötü işlerden) ve bağy’den (azıp-haddi aşmaktan) uzak durmanızı emreder.”[46]

“Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adâletle hükmetmenizi emreder.”[47]

Âyetlerde emredilen ‘adâlet’in kapsamı oldukça geniştir. Hayatın her cephesinde, davranışlarda, hüküm ve karar vermede, insanların haklarını ödemede, sevmede ve ilgi göstermede, yönetim işlerinde ve eğitimde; dosdoğru hareket etmek, düzgünce iş yapmak, herkesin hakkını vermek,  ya da bir şeyi ait olduğu yere koymak adâlettir. İnsanların renklerinden, kültür ve eğitim düzeylerinden, ırklarından veya geldikleri bölgelerinden, toplumsal statüleri açısından dolayı farklı davranmamak, haklarına tecavüz etmemektir.

Kur’an’ın emrine göre mü’minler, bütün davranışlarında adaletli olmak zorundadırlar. Adâletli davranış kişinin kendi yaratılışındaki (fıtratındaki) dengeye ve düzene uyum sağlatır. İnsanın dış hayatında denge ve olgunluk da ancak fıtrattaki dengenin dış yansıması olan adâletin her sahada uygulanması ile mümkün olur.

Bilindiği Allah katında üstün olmanın ölçüsü takvadır.[48] Adâlet ahlâkı kişiyi takvaya yaklaştıran faziletlerden biridir.[49] Esasen doğrulukla (sıdk) birlikte adâlet (adl) de ilâhî kelâmın bi­rer niteliğidir.[50] Böyle bir kitaba inanan ve onun ilkelerini hayat rehberi edinen kimselerin de esasen âdil olmaları gerekir.

Peygamberlerin getirdiği apaçık belgeler, insanların yollarını aydınlatır. Bu belgelerle yüreklerini temizleyenler, indirilen Kitab’a tabi olurlar ve onun tavsiye ettiği ‘mîzan’a (ölçüye) uyarlar. Böylece bu sağlam ve şaşmaz ölçü ile her konuda adâleti gerçekleştirme imkanı bulurlar.[51]

Kur'ân adâlet sıfatından yoksun olan kişi dil­siz, âciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye benzetiyor. Böyle biri, adâlet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulmaz.[52] Buna göre adâlet, insan için bir kemal sıfatıdır.

  • Sonuç

Kur'an'a göre ilâhî öğretilerin bir kısmı insanlararası ilişkilerde adâleti gerçekleştirmeye yöneliktir. Âdil olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah'ın rızasına ve İslâm'a uygun değildir. 

Kur'ân’a göre adâletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidâyete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adâlet de Hakka, Hakkın hükümlerine uymakla sağlanır.[53]

 

 Hüseyin K. Ece

 

[1] Isfehânî, el-Müfredât, s: 487. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61)

[2] B. Topaloğlu, DİA, 1/341

[3] Cürcâni, Şerif. et-Ta’rifat, s: 150

[4] Hüseyin K.Ece, İslamın Temel Kavramları, s: 23

[5] İnfitar 82/6-7

[6] B. Topaloğlu, DİA 1/341

[7] En’am 6/70

[8] Nisâ 4/3

[9] Nisa 4/129)

[10] Nisâ 4/135

[11] Mâide 5/8

[12] En’am 6/1. Ayrıca bak: En’am 6/150

[13] A’raf 7/181. Ayrıca bak. A’raf 7/159

[14] Enâm 6/115

[15] Âl-i İmrân 3/18. Yûnus 10/4, 47, 54

[16] Nisa 4/58)

[17] En’am 6/152

[18] Bakara 2/123

[19] En’am 6/1, 150  (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61)

[20] Tirmizî, Da'avât/82 no: 3507

[21] B. Topaloğlu, DİA 1/386

[22] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/100-101. Isfehânî, el-Müfredât, s: 608. Fîruzâbâdî, el-Kâmûs s: 682

[23] M. İslamoğlu, Meal, s: 1029

[24] Mâide 5/42. Ayrıca bak: Âli İmran 3/18)

[25] İsra 17/35

[26] Şuarâ 26/181-182

[27] Mâide 5/42. Hucurât 49/9. Mümtehine 60/8) 

[28] Tirmizî, Daavât/87 no: 3507. İbni Mace, Dua/10 no: 3861

[29]  Bakara 2/143

[30] Tabatabâî, el-Mîzan, 1/323. S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 1/130. İbni Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, 1/61. Şevkani, Fethu’l-Kadir s: 119. İbnu’l-Cevzi, Zadu’l-Mesir, s: 92. İbni Atiyye, el-Muahrraru’l-Veciz s: 139. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an 1/123

[31] Nisâ 4/53

[32] Bakınız. Fatiha 1/6. Bekara 2/142, 213. Âli İmran 3/51, 101. Mâide 5/16, En’am 6/39, 87, 161 ve diğerleri

[33] İsra 17/35

[34] Furkan 25/67

[35] Rahmân 55/7-9

[36] Şura 42/17. Bir benzeri: Hadîd 57/25)

[37] Enbiyâ 21/47

[38] Âli İmran 4/64

[39] Fussilet 41/10

[40] Hac 22/25 Ayrıca bak. Nisâ 4/89. Rûm 30/28. Nahl 16/71

[41] Kasas 28/22. Ayrıca bak. Mâide 5/77). (el-Eşbah ve’n-Nezâir, Türkçesi, s: 121-122

[42] Buhârî, Savm/51 no:1968. Tirmizî, Zühd/64. No: 2413

[43] En’am 6/152

[44] Mâide 5/8

[45] Yûnus 10/54-55. Enbiyâ 21/47. Zümer 39/69

[46] Nahl 16/90)

[47] Nisa 4/58

[48] Hucurât 49/13

[49] Mâide 5/8

[50] En'âm 6/15

[51] Hadîd 57/25)

[52] Nahl 16/76

[53] A'râf 7/181