Hüseyin K. Ece

Türkçe’de büyük mescitler için kullanılan câmi’ kelimesi Kur’an’da geçmemektedir.

Ancak ‘mescid’ kelimesi ise yirmiiki defa tekil olarak, ‘mesâcid’ şeklinde çoğul olarak da altı defa geçiyor.

Bunlardan 15 tanesi Kâ’be’nin içinde bulunduğu mescidin özel ismi, “Mescidu’l-Haram” olarak yer alıyor. Bunların iki tanesi Mekkî, onüç tanesi Medenî sûrelerdedir. ‘Mescid’ tekil ve çoğul olarak 4 tanesi Mekkî, 7 tanesi Medenî sûrelerde bulunmaktadır.

Mescid kelimesinin aslı; secde etmek, öne eğilmek, aşağıya bükülmek, kendini alçaltmak, gururunu kırmak anlamındaki ‘se-de-ce’ fiilidir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 328. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/125)

‘Se-ce-de’ ve aynı kökten türeyen kelimeler Kur’an’da gerek ‘boyun eğme’ anlamında, gerekse terim manasıyla seksen bir âyette geçmektedir.  

Bunun masdarı olan secde; Allah’ın karşısında kendini alçaltma, gururunu kırma, O’nun önünde yere kapanma demektir.  İnsanı, hayvanları ve cansızları kapsayan  genel manası vardır. Bu da iki çeşittir: İhtiyari (isteğe bağlı): Bu sadece insana mahsustur. İnsan kendi tercihi ile Rabbine secde eder ve sevabını alır. Ey iman edenler! Rükû’ edin, secdeye kapanın. Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. (Hac 22/77. Ayrıca bakınız: Necm 53/62) Burada “Allah karşısında kendini alçaltın, alçak tutun, gururunuzu kılın” deniliyor.  

İkincisi; Teshirî (zorunlu); Allah’ın (cc) belli bir amaç için yaratıklara boyun eğdirmesidir. Bu da insan, hayvanlar ve cansızlar için geçerlidir. Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.” (Ra’d 13/15. Ayrıca bakınız: Nahl 16/48, 49. Rahman 55/6) Bu secde aynı zamanda insan da dahil olmak üzere canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ın koyduğu yasalara boyun eğmesi demektir.

Fıkıhta secde (çoğulu: sücûd); namazın iyi bilinen rüknüdür. Terim olarak namazda alın, burun, el ayaları, dizler ve ayak parmakları zemine değecek şekilde yere kapanmayı ifade eder. (ez-Zuhaylî, V. el-Fıkhu’l-İslâmiyyu ve Edilletuhu; 1/701) Bu da müslümanlara farzdır. Secdenin farz oluşu Kur’an (Hac 22/77) ve Peygamberin sahih sünnetiyle sabittir. (Buhârî, Ezan/134, 137 no: 812, 815. Müslim, Salât/226-230 no: 1094-1098) Secde Allah’a karşı hurmet, itaat ve tevazunun en güzel ifadesi, insanın mânen Allah’a en yakın olabileceği andır. Peygamber (sav); “Kulun rabbine en yakın olduğu an secdeye varmış olduğu andır. Secdede duayı çokça yapın” buyurmuştur. (Müslim, Salât/215, 225 no: 1083, 1093)

Bunun yanında secde Kur’an (tilâvet) secdelerine ve şükür secdelerine özel isim olarak tahsis edilmiştir.  Kimilerine göre bununla namaz da kasdedilmiştir. (Kaf 40) Araplar kuşluk namazını ‘secdetü’d-dûhâ veya ‘sücûdu’d-dûhâ’ diye isimlendirirler. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 328)

‘Mescid’  ismi-mekan (yer ismi) kalıbıdır. Secde edilen yer demektir.

-Kur’an’da Mescid-i Haram

Kâ’be’nin ortasında bulunduğu mabedin özel adı Mescid-i Haram’dır. Kur’an farklı vesilerle Mescid-i Haram’dan bahsediyor. Şöyleki:

Mescid-i Haram’ın Kur’an’da ilk defa Peygamber’in (sav) isrâ ve mirac yolculuğu dolaysıyla Mekkî olan İsrâ sûresinde geçtiğini görüyoruz: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ 17/1)

Hac sûresi 25. ve 37. âyetlerinde Mescid-i Haram’ın insanlık için önemli bir merkez olduğunu söylendikten sonra hz. İbrahim’in  (as) Ka’be’nin yanına yerleştirlmesinden, hacca davet, hac ibadetininin öneminden ve kurban ibadetinden bahsediliyor.

“İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit (kıble veya mabed) kıldığımız Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoymaya kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız.” (Hac 22/25)

Mescid-i Haram’ın bulunduğu yerde yaşayanlar, orayı kendilerine mahsus kılma hakları yoktur. Zira orası mahalli değil evrensel bir merkezdir.  Bu âyette hem inkâr edenler, hem de insanların Mescid-i Haram’a, ya da ona benzer ibadet yerlerine gitmelerine engel olanlar kınanıyor. Yaptıkları bu hataya karşılık acı bir azabı hak ederler. Bu âyetin Mekke’de indiğini kabul edenler, buradaki kasdın müşriklerin Hicretten önce müslümanların Kâ’be’de ibadet etmelerini engellemeleri olduğu görüşünü benimserler. (Heyet, Kur’an Yolu, 4/18)

Haram aylarda savaşmak büyük günahtır. Ancak Allah yolundan çevirmek ve iman edenlerin Mescid-i Haram’ı ziyaret etmelerine engel olmak, halkını haksız yere oradan çıkarmak Allah katında daha büyük günahtır. (Bekara 2/217) 

Allah (cc) iman edenlere kendisinin koyduğu dini işaretlerine (sembollere), haram aya, kurbanlara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere  saygısızlık etmemelerini,  daha önce kendilerini Mescid-i Haram'a girmelerini engellere kin besleyip adaletsizlik yapmamalarını emrediyor. (Mâide 5/2)

Orası Allah (cc) tarafından müslümanlar için kıyamete kadar kıble yapılmıştır.  Kıble, namaz kılarken kendisine doğru dönülen özel mekan yani Mescid-i Haram’ın içinde bulunan Kâ’be demektir. Namaz kılarken Kâ’be’ye doğru dönmeye ‘istikbal-i kıble’ denir.

“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin...” (Bekara 2/144. Ayrıca bakınız: Bekara 2/149, 150)

Kur’an Kâ’be’nin yeryüzünde ilk ma’bed olduğunu söylüyor: “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabed), Mekke'deki (Kâ’be)dir.” (Âli İmran 3/96)

İlk mabed olan Kâ’be hz. İbrahim tarafından Tevhid’in merkezi, hac mekanı ve kıble olarak yeniden inşa edildi. Dolaysıyla Allah adına yapılan bu mabedin kıble olması en doğru olandı. Böylece kıyamete kadar gelecek mü’minler namazda oraya yönelecekler, hac için oraya gidecekler ve böylece orası mü’min yürekler için bir tevhid odağı haline gelecekti.

Peygamber (sav) bu âyetler gelinceye kadar namazda Kudüs’e doğru yöneliyordu. Ancak gönlünden Ka’benin (Mescid-i Haram’ın) kıble olmasını arzu istiyor, bunun için dua ediyordu. Bu âyetlerle birlikte Peygamber (sav) namazda Mescid-i Haram’a yöneldi. “... Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin…” emriyle de bütün müslümanlar orasını kıble edinmek zorundalar.

Müslümanlara saldıranlara karşı onların savunma yapmaları, saldırganları cezalandırmaya hakları vardır; nerede olursa olsun. Ancak düşmanlar Mescid-i Haramda müslümanlarla savaşmadıkları sürece müslümanlar da onlarla savaşmamalı. (Bekara 2/191)

Hacca Mescid-i Haram’ın uzağından gelenler, kurban kesmeden başkarını traş etmezler. Eğer hasta veya başından bir rahatsızlığı olursa fidye olarak bir kurban kesmesi, ya da üç gün Mekke’de, yedi günde memleketine dönüşünde yedi gün oruç tutması gerekir.” (Bekara 2/196)

Mekkeliler İslâm öncesinde Kâ’beyi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun, onlara hizmet etmeyi şeref bilirlerdi. Ancak Hicretin 5. yılında  Mescid-i Haram’ı ziyaret için gelen Peygamber’i ve sahabeleri cahiliyye gayretinden kaynaklanan kin ve düşmanlık sebebiyle engellediler. (Fetih 48/25) Ancak takip eden âyette Allah (cc) onlara yakın zamanda orayı hac ve umre için ziyaret edebileceklerini müjdeliyor: “Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz…” (Fetih 48/27)

Halbuki vahy geldiği, kendileri Tevhid dinine davet edildikleri müşrik kalmaya devam eden, hatta Peygamberin hak davetiyle mücadele eden müşriklerin Mescid-i Haram’ın  velileri (dostları, bakıcıları) olması mümkün değildir. Oranın dostları ve hizmetkarları takva sahipleridir. (Enfal 8/34) O zaman Mekkeli müşrikler iman etme yerine Mescid-i Haram’ı onarmayı, ya da hacılara su dağıtmayı marifet sayıyorlardı. Halbuki Allah katında Âhirete iman edenlerin ve Allah yolunda çaba gösterenlerin tutumu daha değerlidir. (Tevbe 9/19)

Allah (cc) şu ayet ile müşriklerin Mekke’nin Fethinden sonra ebediyyen Mescid-i Haram’a, yani sınırları belli Harem bölgesine girmelerini haram kıldı: “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/28)

Zaten İbrahim (as) de orası için dua etmiş, belli ki duası kabul edilmişti: “Ve İbrahim “Ey Rabbim!” diye yalvardı, “Burayı emin bir bölge yap ve halkından Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman edenlere bereketli rızıklar bağışla…” (Bekara 2/126)

-Kur’an Ka’beyi beyt kelimesi ile de anlatıyor  

Meskene (konuta) gecelemek hesaba katılmaksızın ‘beyt-ev’ denir.  Kur’an’da ‘beyt’ kelimesi tek başına ve isim takısı ile (muzaf) olarak 28 âyette geçiyor. Bunlardan yedi tanesi Kâ’be’yi işaret ediyor. Bunlardan biri hariç (Âli İmran 3/96) diğerleri belirlilik takısı ile ‘el-Beyt’ tarzında geçmektedir (Bekara 2/125, 127, 158. Âli İmran 3/97. Enfal 8/35. Hac 22/26), iki âyette de ‘beytî-benim evim’ (Bekara, 2/125. Hac, 22/26), başka bir âyette İbrahim Peygamberin dilinden ‘Beytike/Senin evin’ (İbrahim 15/37), bir âyette Beytu’l-Haram (Maide 5/2, 97) şeklinde geçiyor. Bu demektir ki ‘el-Beyt’ sıradan bir ev değil, Allah’ın kendisine ‘Ev’ dediği yeryüzünde Allah adına yapılan ilk mâbed Kâ’bedir. Bu nedenle müslümanlar Kâ’be’ye Beytullah/Allah’ın Evi demektedir.

el-Beyt’in-Ev’in’ Kâ’be olduğu zaten âyetle sabit: Allah, Kâbe'yi, o Beytu'l-Harâm'ı bütün insanlık için bir sembol kıldı. Ve (aynı şekilde) kutsal (hac) ayı ve boyunlarında takı olan kurbanlıklar, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyden haberdar olduğunu ve Allah'ın her şeyin tam bilgisine sahip bulunduğunu size anlatmayı amaçla(yan sembollerdi)r. (Maide 5/97)

Kureyş Suresinde şöyle deniliyor: “(Hiç değilse kendilerini) Kureyş'i 'bir araya getirip anlaştırdığı, Yaz ve kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp yakınlaştırdığı için. O halde bu Ev'in (Kâ’be’nin) Rabbine kulluk etsinler, O ki, aç kalmasınlar diye onları beslemiş ve tehlikelerden emin kılmıştır.”

Tefsir otoritelerine göre de buradaki ‘el-Beyt-Ev’den maksat Kâ’bedir. (Bakınız: Taberî, Tefsir, 12/703. el-Hâzin, Muhammed b. İ. Tefsir, 4/476. Kurtubî, el-Câmiu lil-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/277. İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/300. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/496)

el-Beyt mü’minler için bir güven ve diriliş yeridir. “ O zaman Biz Beyt'i (Kâ'be'yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Öyleyse İbrahim makamının namazgâh (veya ibadet eyeri) edinin... ” (Bekara, 2/125)

Beyt, iki âyette ‘Beytu’l-Haram-Dokunulmaz/Kutsal Ev’ (Mâide 5/2, 97), iki âyette ‘Beytu’l-Atîk-Eski Mabed’ (Hac 22/29, 33) formunda geliyor.

Kâ’be’nin ve mescitlerin beytullah (Allah’ın evi) diye nitelenmesi, onların mü’minlerin dinî ve ahlakî kişiliklerini koruyan, onları Allah’a yaklaştıran ve kendisine sığınılan güvenli (harem), içinde ibadet edilen yerler olması sebebiyledir.

-Kur’an’da mescid

Kur’an, batıl inanç ve çirkin uygulamaları, Allah’ın ‘fâhişe’ dediği çirkinlikleri yanlış olduğunu kabul etmeyenleri ve üstelik “bunları bize Allah emretti” diye bilgisizce konuşanları kınıyor. Ve onların iddialarına karşı şöyle buyuruyor: “De ki: Rabbim adaleti emretti. Her mescidte yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz.” (A’raf 7/29) Burada mescid, secde edilen yerler veya secde ettiğiniz zaman şeklinde de anlaşılmıştır. (Heyet, Kur’an Yolu, 2/409)

Hz. Musa’dan sonra İsraioğulları Babillilerin esaretine girmişlerdi. Babilliler Kudüs mabedini yıkıp onları sürgün etmişlerdi. Bu esaretten kurtulan İsrailoğulları yeniden Filistin’e dönüp yerleştiler, Kudüs’ü ve Süleyman mabedini yeniden inşa ettiler. Ancak bu parlak dönemin ardından aralarında ihtilaflar, çeşitli siyasi çekişmeler, iktidar mücaleleri başlamış. Romalılar onlardan bir grupla işbirliği yapıp Kudüs’ü ele geçirip tahrip etmişler ve onların hakimiyetlerine son vermişler. İkinci defa yapılan Süleyman mabedini de yıkmışlar. İsrâ 7. âyette bu felakate işaret ediliyor. (Taberî, Tefsir, 8/34-38. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 5/286-291)

Âyette geçen ‘mescid’in Süleyman mabedi (Beytu’l-Mukaddes) olduğu kaynaklarda geçiyor. (el-Hâzin, Muhammed b. İ. 3/123. Mukâtil b. Süleyman, Tefsir 2/250. Heyet, Kur’an Yolu, 2/407)

Allah (cc) Ashab-ı Kehf’in durumunu insanlardan bazılarına bildirdi ki “yeniden diriliş”in hak olduğuna inansınlar. Bu insanlardan bir kısmı onların üzerine bina yapalım dediler. Ama “Ashab-ı Kehf’in durumuna vakıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların yanıbaşlarına bir mescit  yapacağız” dediler.” (Kehf 18/21)

Bir âyette şöyle buyuruluyor: “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının. Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (A’raf 7/31) Zinet; “... ister bu dünyada, ister öteki dünyada olsun, insanın itibar ve onuruna gölge düşürmeyen, ona yakışıksız, pejmürde bir görünüş vermeyen, tersine onu güzelleştiren, yalınlaştıran şey”. Demek ki terim, sözcüğün hem cismanî hem de ahlakî çağrışımları içinde, güzel olan şeyi ifade ediyor.”  (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/275)

Müşrikler, Ka’be’yi çıplak tavaf eder, bazı gıdaları kendilerine haram sayar, bunun da inancın gereği olduğunu kabul ederlerdi. Âyet hem bu batıl uygulamayı kaldırıyor, hem de ibadet yerlerini ziyaret ederken ve ibadet ederken giyinmeyi farz kılmakta, hakkında haram olmayan yiyecekleri yemenin de serbest olduğunu bildirmektedir. (Kurtubî, el-Câmiu lil-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 1/280. el-Hâzin, Muhammed b. İ.  2/194) Bu âyette âyetteki mescid bilinen mescid (cami’) veya secde etme ibadeti olarak anlaşılmıştır. (Heyet, Kur’an Yolu, 2/410) Âyetteki “Her mescitte ziynetinizi takının” kısmı da; “her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyinin, ya da namaz kılacağınzı zaman elbise giyinin (setr-i avret) yapın” şeklinde de tefsir edilmiştir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 4/33. Ebu Bekr el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsir, s: 518)

Kur’an ‘mesacid-mescidler’ kelimesini bir âyette Ramazanda yapılan itikâf ibadeti dolaysıyla kullanıyor. Zira erkek mü’minler bu ibadeti camilerde yaparlar. (Bekara 2/187)

Kur’an munafıkların Peygamber (sav) zamanında Medine’de, ondan izinsiz yaptıkları mescide ‘mescid-i dırar’ demektedir. Onlar bu yapı ile müslümanlara zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak için yaptılar. Arkasından da “(Bununla) iyilikten başka birşey istemedik” diye yemin ettiler. (Tevbe 9/107) Allah (cc) Peygamber’e şöyle emretti: “Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescidte namaz kılman elbette daha doğrudur...” (Tevbe 9/108)

Bugün müslümanlar arasına fitne sokmak, tefrika çıkarmak, dini kullanıp kişi, grup ve iktidar sahiplerine çıkar sağlamak için yapılan yapılar, mescid adını alsalar da mescid-i dırar olabilirler.

Kur’an “Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır...” buyuruyor. (Bekara 2/114) Demek ki her şekilde olsun, iman edenlerin mescidlere gitmelerini engellemek, camilerin kapıları açık olduğu halde onlara giden yolları kapatmak, ya da oralara gidecek müslümanların yetişmemeleri için çaba göstermek, nescidleri harap etmek zulmün ta kendisidir.

İnsanlarda bazıları o kadar zalimdirler ki içlerinde ibadet edilen yerleri tahrip etmekten geri durmazlar. Ancak Allah (cc) onların zulümlerini farklı gruplarla def’ eder. “... Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi..” (Hac 22/40)

Mescidler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin)” (Cin 72/18)  Buradaki mescidlerden maksat ibadet mahalleri, ya da ibadet faaliyetidir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1198)

“Âyetteki ‘mescidler’ kelimesi şu şekillerde tefsir edilmiştir: 1) Namaz kılmak için bina edilmiş yerler, 2) Namaz ve ibadet yalnız camilere ve belli yerlere hasredilmiş olmadığından bütün yeryüzü, 3) Kâ’be’ni nütün mescidlerin kıblesi olduğundan, 4) Secdeye temas eden uzuvlar.”  (TDV Meali âyet açıklaması, s: 572)

Bazılarına göre burada yeryüzü kasdedilmiştir. Bir rivayette geçtiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “... yeryüzü benim için mescid ve temiz (ya da temizleyici) kılındı...” (Müslim, Mesâcid/4 no: 1165. Tirmizî, Siyer/4 no: 1553. İbni Mâce, Teyemmüm/90  no: 567)

Bir âyette mescid adı geçmeksizin Allah’ın adının anıldığı evlerden (mabedlerden) bahsediliyor. (Nûr 24/36-37)

-Son söz

Mescidler, müslümanların hayatlarının ve toplumlarının merkezindedir. Mescidlere cami’ denilmesi, onların fonksiyonları ile ilgilidir. Cami’; toplayan, biraraya getiren demektir. Mescidler de müslümanları biraraya topladığı için kendilerine bu isim verilmiştir. Gerçekte onlar, İslâm ümmetini fizikî ve duygusal olarak tevhid eden (biraraya getiren) yerlerdir.  

En ideal islâmî hayat Peygamber Hz. Muhammed’in yaşadığı hayat olduğuna göre, en ideal mescid tipi de O’nun Hicretten hemen sonra yaptırdığı ve Kur’an’ın takva üzerine kurulu mescid diye övdüğü (Tevbe 9/108) Mescidü’n-Nebi’dir. O mescidin özelliklerini hatırlarsak, zamanımızdaki cami’lerin nasıl olması gerektiğini de anlamış oluruz.

Mescidler  İslâm toplumunda pasif ve kuru birer bina değil, aktif faaliyetlerin yapıldığı, çok yönlü kullanılan işlevsel binalardır. Atalarımız, yukarıdaki hizmetleri ve daha başkalarını yapabilmek için camiilerin yanlarına farklı binalar yapmışlar ve hepsine ‘külliye’ demişlerdi.

Mescidler Kâbe’nin yeryüzünün her tarafındaki şubeleridir. Her biri Kâ’be gibi temiz, değerli, sadece Allah’a ait evler olmalı.  Onlar, şu kesimin, falanca şahsın, falanca siyasi rejimin değil; bütün İslâm ümmetinin vakfı ve dine hizmet etmek için ve illa da sivil olmalı. En azından İslâmı anlatmada sivil kalmalılar.

         Camiiler, müslümanların kimliği, desteği, sığınağı, barınağı, ifadesi ve gözbebeğidir. Onlar, varlığımızın isbatı, İslâmı hür bir şekilde yaşayabilmenin sembolü ve ilâhî nurun indiği yerlerdi. Kur’an şöyle buyuruyor: Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe 9/18)

Bu imar sadace yapısını imar, cami yapma diye değil; oraya cemaat olma, gönlü mescidlere bağlı kalma, islâmî kişiliğe orada kavuşma, onları hayatın ve toplumun merkezine yerleştirme, takva şuurunu orada alma şeklinde anlaşılmalıdır.

 

07.03.2016

Zaandam