-Basiret nedir?

Basîret’,‘ba-sa-ra’ kökünden türemiştir. Bu da görmek demektir.

Bunun masdarı olan ‘basîret’in sözlükte, idrak etme, görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme, kavrayış, bir şeyin iç yüzünü anlayabilme, feraset, kalb ile görme, şahit olma gibi manalara gelir.

Aynı kökten gelen ‘basar’ (çoğulu ebsâr) göz, yani görme organı veya görme kabiliyetidir.  (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 63-64. İbni Manzur, M. b. Mükerrem. Lisânu’l-Arab, 2/93. el-Cevherî, İsmail b. H. Es-Sıhah, 2/227. Kamusu’l-Muhît, s: 351

Besar; göz veya gözün görme kabiliyetidir.  Basiret ise; doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme, kavrayış, bir şeyin iç yüzünü anlayabilme, feraset, kalb ile görmek demektir. (R. El-Isfehani, Müfradât, s: 63)

 

-Kavram olarak basiret

Basiret; duyular üstü bir görmedir. Bu bir anlamda kalbin görmesi ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz, fizik şartları hazır olduğu zaman (ışık, görme duyusu, boyut ve mesafe) cisimleri ve eşyayı görür. Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde, eşyanın ötesini anlayabilme, sonsuza uzanabilme yeteneğine sahiptir.

 Basîretin çoğulu ‘besâir’dir. Basiret görme organı kasdedilerek hemen hemen hiç kullanılmaz.

 ‘Basîret’, “aklın eşyanın hakikatini kavrama halini ifade eder.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/305)

O kuvvetli idraktır, derin anlayıştır, aklın marifetidir. İşlerdeki kapalılıklara nüfuz edebilmedir. Eşyanın hakikatini ve iç yüzünü  tıpkı baş gözünün dışarıdan bakarak  görmesi gibi anlayabilmektir. (en-Ne’al, M. F. Mevsuatu’l-Elfâzı’l-Kur’aniyye, s: 150-151)

Basîret aynı zamanda delillerle ikna olmuş kalbin akidesidir. Basîret derin kavrayış (fıtnat) ve ibret manasına da gelir. Bu derin kavrayış ve öz anlayış sayesinde elde edilen sonuçla hareket etmeye ‘basîretle hareket etme’ denir. Bu ‘basîret’ her insanda potansiyel olarak vardır. Türkçe’de ‘gönül’ adı verilen baş ve onun manevi gözü olan ‘gönül gözü’ işte budur. Baştaki göz görmek için nasıl ışığa muhtaçsa, gönül gözü de görmek için manevi ışığa muhtaçtır. O da Kur’an’dır. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 1/757)

Basîreti üç maddede açıklamak mümkün;

1.Basîret göze karışık gelen durumu aydınlığa kavuşturan âmildir. Bu somut şeylerde görülür ve ayırdedici alâmete (basirete) muhtaçtır.

2.Akla karmaşık gelen durumu açıklığa kavuşturan âmildir. Bu soyut şeylerde görülür ve bunun da açıklığa kavuşması için kanıta, beyâna yani basîrete ihtiyaç vardır.

3.Aklın ve gözün bir rolünün olmadığı basîret. İbadete ilişkin hüküm koymada böyle bir durum vardır. Burada, Allah’ın teşri’ine (hüküm koymasına) ihtiyaç vardır. (Çelik, M. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 208)

 

 

‘Basîret’ kelimesi Kur’an’da “basîretun” lafzıyla iki defa (Yûsuf 12/108. Kıyâme 75/14), bunun çoğulu ‘besâir’ olarak ise beş âyette yer almaktadır. (En’am 6/104. A’raf 7/203. İsrâ 17/102. Kasas 28/43. Casiye 45/20)

 

-Görme (besar sahibi olma) anlamında

Kur’an, ‘basar’ kelimesini normal ‘görme, tanıma’ anlamında kullandığı gibi, mesela; “De ki: Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorun ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyedilenden başkasına uymam. De ki: Kör (a’mâ) olanla gören (basîr) bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz? (En’am 6/50) Basîr (gören), bu bakımdan mânevî körlük veya dalâletin (sapıklığın) zıddıdır.

Ya da hidâyet ile dalâlat (sapıklık) bir olur mu? Kör ile gören; iman eden ile inkâr eden kimsedir denilebilir. Zira mü’min hakikati ve ötesini görüp, anlayıp iman edendir. Öteki ise Hakikate ve Allah’ın nimetlerine karşı ilgisiz, duyarsız, inatçı olandır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 5/198)

‘basiret’ formuylada gerçeği keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yalandan, Hakk’ı bâtıldan ayırma yeteneği, idrak etme, kalbin anlaması manalarda kullanmaktadır.

Kendilerine gelen ilâhi vahyi kabul eden ile, vahye sırtını dönen veya onunla ilgilenmeyen ve inkâr edenin durumu da buna benzer:

“Bu iki zümrenin (mü’minlerle kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören (basîr) ve işiten kimseler gibidir. Bunların hâli hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?” (Hûd 11/24)

Burada ‘basîr’ normal kafa gözüyle görme anlamı yanında hakikati anlama, vahiyle gelenleri idrak etme manasında da kullanılıyor.

Aynı durumun şu âyette de vurgulandığını görüyoruz. “Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin.” (Neml 27/81)

Buradaki körden maksadın dünyada iken gözleri görmeyenlerin olmadığı açıktır. Bunların kalp gözleri kördür. Anlayışları kıt, basîretleri kapalı, bakış açıları dardır. Bunlar akletmezler, derin derin düşünmezler, ibret nazarı ile bakmazlar. Bunlar bakar kördürler. 

Bu şekilde kör (a’mâ) diye nitelenen basîretleri bağlı kimselerin âhiretteki durumu da hoş olmayacaktır. (İsrâ 17/72)

Bu âyetlerde geçen körler, Hakk’ı görmeyen inkarcılar; basîr (basîret) sahipleri ise Hakk’ı görüp, anlayıp teslim olan mü’minleri simgeliyor.

Allah’ın (cc) evreni yaratma hikmetlerinden biri de kulların kalp gözünü açmak ve ibret vermektir. “Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik. İsteyerek Allah'a yönelen her insana bir basîret (hikmetle bakmak) ve uyarı vesilesi olarak.” (Kâf 52/7-8)

Burada basîretle aynı kökten gelen ‘tabsıra’ kelimesi kullanılıyor. Bu da dikkatle bakmak anlamıyla, gönül gözüyle bakmak anlamındaki basiretle aynı manadadır. Bu bir açıdan derin düşünmeyi, eşyanın arkasındaki hakikati idrak etmeyi, görünen şeylerdeki hikmeti anlamayı ve bundan ibret almayı ifade eder.

Tekrar hatırlayalım ki, beden gözüyle algılamaya, görmeye ‘basar’, zihin melekeleriyle algılamaya ‘basiret’ denir. (Heyet, Kur’an Yolu, 2/356) Bir başka deyişle ‘basar’ görmeyi ve görme gücünü ifade ederken, ‘basîret’ görmeyi sağlayan nûr’u, derin kavrayışı ifade etmektedir.

 

-Vahiy veya Kur’an da basîrettir

Kur’an âyetlerine, insanların gerçeği görmelerine yarayan belge ve delil oldukları  için onlara ve yukarıda geçen her üç çeşit basîreti içerdiğinden dolayı “besâir-basiretler” denmiştir.

Allah’ın kâinattaki (kevnî) ve Kur’an’daki (kavlî) âyetleri, insanın gerçeği görmesini, kalp gözünün açılmasını sağlayan nûrdurlar. Bunları görmemek, bunlarla kalbi aydınlatmamak, bunlarla hakikete ulaşamamak tek kelime ile körlüktür.

Kur’an bu anlamda insanlara basîretler geldiğini haber veriyor.

“Doğrusu, size Rabbinizden ‘basîretler (besâir) geldi; artık kim görürse kendisi içindir, kim de kör olursa kendi aleyhinedir.” (En’am 6/104)

Yani hakkıı açıklayıcı âyetler, bütün maksat ve taleplere delâlet eden çok net deliller. Allah (cc) bununla kullarını uyarıyor. Kendileri için neyin hidâyet, neyin bunun tersi  olduğunu haber veriyor. Bunlar kalpler için, gözleri aydınlatan Güneş gibidir. Burada mânâ ile uyumlu müthiş bir belâğat (söz sanatı), beyan ve açıklık, en güzel gerçekler var. Zira bütün bunlar gizli ve açık bütün nimet çeşitlerini yaratan Allah’tan gelmektedir. Bunlar, açıklayıcı âyetlerin en faziletlisi, sorunların çözümünü gösteren en değerlisidir. Kim bunlardan ibret alıp, muktezası (gereği) ile amel ederse, faydasını görür. (Sa’di, A. b. Nâsır. Teysiru’l-Kerimi’r-Rahman, s: 268)

Burada Peygamber’e (sav) hitap edilerek sanki; “Ey Muhammed! O Allah’a ortak koşanlara, O’nun elçisini yalanlayanlara de ki: Rabbinizden, dalâlet yerine hidayeti, küfür yerine imanı gösterecek deliller geldi” deniliyor.

Bu âyetten önce Allah (cc) yağmuru yağdıranın, her bitkiyi yeşertenin, meyveleri olgunlaştıranın kendisi olduğunundan, kendi varlığından, varlığının yüceliğinden, yegane Yaratıcı olduğundan, kendi varlığının insan idrakini aştığından, eş ve ortak edinmekten uzak olduğundan, gözlerin O’nu kuşatamayacağından, her şeyi bildiğinden ve her şeyi insanın bütünüyle bilemeyeceği bir hikmetle yarattığından bahsediyor. Sonra da “...size Rabbinizden ‘basîretler (besâir) geldi...” buyuruyor. Bundan sonra da Allah (cc) âyetlerini anlayan, idrak eden, basîret sahibi kullar iyice anlasınlar diye açıkladığını haber veriyor. Arkasından da hz. Muhammed’in şahsında bütün iman edenlere Allah’ın vahyettiğine uymalarını emrediyor. (En’am 6/99-106)

Bazılarına göre basîret bu âyette ‘hidâyet’ veya beyyine (açık delil) demektir. Kişinin dini hakkındaki kalp gözüdür. Yoksa maksat kafadaki göz değildir. Nitekim bir âyette buna şöyle işaret ediliyor:

“Gerçek şu ki, gözler kör olmaz, fakat sînelerdeki kalbler kör olur” (Hacc 22/46) (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyan, 5/299)

Başka bir görüşe göre basîret burada ‘hakikat bilgileri’ anlamındadır. (Okuyan, M. Kur’an Sözlüğü, s: 141) Ya da bir şeyi hakkıyla görmeyi ve bilmeyi gerektirecek delildir, kuvvettir, kavrama araçlarıdır.

Allah (cc) katından gelen âyetler, sağlam delillerdir. Sağlam delil insanı doğruya yöneltir. Vahy de aynen böyledir. İnsana sırat-ı müstakimi (en doğru yolu) gösterir.

Kim vahyin sunduğu bu basîretleri (sağlam delilleri) görür (ebsara); yani anlar, gereğini yaparsa, kendi lehine olur. Bunun ötesi insanın kendi kendine kötülük etmesidir.

İlginçtir âyette basîret ile onun kök fiili olan görme (basar) birlikte kullanılıyor.

Yaratıcı tarafından bunca ikna edici kanıtlar (deliller), yani basîretler sunulduğu halde, kimin bilinci kapalı, idraki kıt, anlayışı dar, feraseti bağlanmış, bakışı kör  ise ona yazık olmuştur. Zaten vicdanı körelmiş, yüreği kararmış, nefsi kirlere bulanmış olandan başkası sapıklıkta ısrar etmez. (Kutub, S. Fi-Zılâli’l-Kur’an, 2/1167)

Basîret maddi objeleri görmeye yarayan gözün (basar’ın) karşıtıdır. Bu ikisinin farkını şu rivâyette açıkça görmek mümkün: Muaviye Haşimoğullarından birisine; “Siz ey Haşimoğulları! Sizin gözleriniz (basar’ınız) hasta” deyince Haşimîlerden olan kişi de ona şöyle cevap vermiş: “Sizin de ey Ümeyye Oğulları! Basîretiniz hasta.” Yani kalpleriniz ve akıllarınız sakat.

Bu âyette geçen “el-besâir”den maksat, En’am 95den itibaren devam eden âyetlerdir veya bu manayı ifade eden diğer âyetlerdir, ya da tümüyle Kur’an’dır. (Abduh, M.-Rıza, R. Menar Tefsir (ter.), 8/296)

“Göze göre basar (görme) ne ise, kalbe göre basîret de odur. Gözlerin görmesine sebep olan ve görücü kuvvet denilen görme nûruna göz (görme duyusu) denildiği gibi; kalbin görmesine sebep olan ve dilimizde ‘kalb gözü’ de denilen algılayıcı kuvvete ve özellikle bunun zekâ, anlayış ve firaset denilen, görünür ve görünmez bir işe dikkat ve nüfuz ile, gereği gibi idrak eder bir derecede açık ve parlak olması haline ‘basîret’ denilir.

Aynı şekilde baş gözüyle hasıl olan ve görmek denilen tam ve kâmil anlayışa ‘basar’ denildiği gibi, kalb gözüyle hasıl olan tam ve kâmil idrake, gerçek ve şüphesiz bilgiye de ‘basîret’ denir.

Bu açıdan basîret önceki ma’nâları da içine alır. Çünkü basîretin kendisi de en büyük delil, en büyük şâhid ve beyyine, en büyük ibret dayanağıdır. Bu âyette de (Hacc 22/46) besâir (basîretler), ya birinci mânâdaır, ya da onu da içine alan bu üçüncü mânâ olarak Kur'ân ve özellikle yukarda vârid olan açık âyetlerdir. 

Bu âyete göre müşriklerde basîret yoksa da, idrak gücü doğuştan herkese verilmiştir. Hz. Muhammed’e indirilen vahiy, bu idraki güçlendirecek basîretler, ilâhi delillerdir. İnsana düşen kendinde mevcut olan idrak gücünü harekete geçirerek hakikate ulaşmasıdır.  Bundan sonra kim kalb gözüyle bakar, Rabbinden gelen bu delilleri, basîret ile hakkı görmek ister de iman ederse bu kendi lehinedir. Her kim körlük eder, kalb gözünü yumar, kör olursa, bu körlük ve nankörlük de kendi aleyhinedir. (En’am 6/104)

Hacc 46. âyetinin delâleti üzere asıl körlük göz körlüğü değil, kalb körlüğüdür ki, bundaki zararın sınırı ve sonu yoktur.”  (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/490-491)

Burada şöyle söyleniyor: Rabbinizden size gelen Kur’an’de hem beyan (açık belge) hem de gözü açacak, ikna edecek belgeler, deliller vardır. Kim için ona itibar ederse ondan faydalanır. Kim ona karşı kör olursa zararı kendinedir.  (İbni Manzur, Muhammed b. M. Lisânu’l-Arab, 2/93)

En’am 104. âyette dile getirilen gerçek, Yûnus Sûresinde “Rabbinizden size hak gelmiştir” ifadesiyle bir kez daha vurgulanıyor. Her iki âyet de aynı gerçeğe işaret ettiğine göre yukarıki âyette geçen ‘besâir-i basîretleri’ hak ve hakikat diye anlamak doğru olur. Bu da vahiyden başka bir şey değildir.

“De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum).” (Yûnus 10/108)

Yani Allah’tan gelen hakikatte beyan (ikna edici delil) ve basîretler var. Kim ona kulak verirse ondan faydalanır. Kim ona karşı kör ve sağır olursa zararı kendinedir.  Zira Allah (cc) yaratıklarına karşı ğânidir, kimseye muhtaç değildir.   

Bu Kur’an veya özellikle bu öğüt veya şeriate uymakla Allah’tan korkma hususu insanlar için kalp gözünü açan bir nûrdur. Arzulara uymak, insanların kalpleri körlettiği, hakkı anlamaya engel olduğu gibi; Allah’ın sözünü dinlemek,  şeriatine uymak da insanların hakka doğru gözlerini açan basîret olur. ( Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 7/89)

Âyette Allah (cc) tarafından bildirilen ‘basîretler’den maksat; hakka davet eden kurtuluş yolunu gösteren, özellikle Tevhid akidesini isbat eden âyetler olarak da anlışılabilir.

Ya da Allah’ın insan fıtratına yerleştirdiği imana yönelme kabiliyeti, bilgi ve akletme melekesidir.

Âyetin son kısmı Peygamber’in (sav), bu şekilde basîretsizliği yüzünden helâka düşenleri koruma imkanının olmadığını bildirmektedir. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 2/356)

“Kur’an, insanların, sadece baş gözü ile elde ettikleri bilgilerle yetinmemelerini, baş gözünün yardımıyla kalp gözünün elde edeceği bilgileri de hesaba katmalarını öğütler. Baş gözüyle çevresini inceleyen, aletler yapan, keşiflerde bulunan, tekniği, sanatı, ilmi kuran insan, kalp gözünün yardımıyla da ahlâkı ve dini kurar. İnsanın bu iki çeşit çalışmasında, dıştan bakan gözle, içten yaşatan gözü birbirinden bütünüyle ayırmaya imkan olmaz.

Kur’an’ın istediği bakış, akıl ve hissin (yüreğin) bakışıdır. Bu bakış bize birinci bakışta göremediklerimiz gösterir.” (Çelik, M. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 209)

Allah’ın âyetleri, insanın gerçeği görmesini, kalp gözünün açılmasını sağlayan nûrdur. Bu nûr’dan, bu basîret gücünden mahrum olanlar, aydınlıktan yoksun kalıp yollarını şaşıranlardır. Onlar, Hakk’a sırt çevirdikleri için nur’suzluğu, basîretsizliği kendileri seçmiştir.

Allah’ın âyetleri karşısında ikili oynayan münafıklar kördürler, sağırdırlar. (Bakara 2/18) 

Dahası Eğer onları, doğru yola çağırırsanız işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.” (A’raf 7/198) Onlar bakar kördürler.

Onların kalpleri vardır; bununla kavrayıp anlamazlar, kulakları vardır; bununla duymazlar, gözleri vardır; bununla görmezler. Bunlar tıpkı dört ayaklılar gibidirler. Dört ayaklı yaratıklar da bazı sesleri duyarlar, bazı şeyleri görürler ama ne olduğunu anlamazlar. (A’raf 7/179)

Kur’an, hakikati görmek isteyenler için basîrettir, gerçek delildir. O insanı körlükten, şek ve şühelerden, küfür ve sapıklıktan, zulüm ve ilhaddan (sapmalardan), isyandan ve haddi aşmaktan kurtaracak besâirdir (apaçık belgedir). Bid’at ve günahlardan, cehâlet ve kibirden, belâ ve fitneye düşmekten koruyacak bir kitaptır.

 

Huseyin

17.08.2018

Zaandam/Hollanda