-Allah (cc) Musa’yı temize çıkardı

Yaratmak, hasta iyilişmek, borç veya ayıptan kurtulmak, beri olmak, uzaklaşmak, tiksinti veren şeyden kurtulmak, bir şeyin yakınında bulunmaktan hoşlanmamak,

beri olmak, temize çıkarmak (el-Cevherî, İsmail b. H. es-Sıhah, 1/41. el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s:59) anlamına gelen “be-ra-e” fiili Kur’an’da ikinci olarak hz. Musa’nın makamının anlatıldığı bir âyette geçiyor. Şöyleki:

Ey iman edenler! Musa’ya eziyet edenler gibi olmaktan sakının! Hatırlayın ki Allah onların itham ettikleri şeylerden onu temize çıkardı (berî kıldı) ve o Allah katında zaten hatırlı (vecih) biriydi. (Ahzab 33/69)

Allah’ın müslümanların benzemesinden sakındırdığı tiplerden biri Musa peygamberin kavmidir. Ya da kavminin içinden bazılarıdır. Kur'an’da bir çok yerde İsrailoğullarından bazıları kaypaklığın ve peygamberlere güçlük çıkarmanın somut örneği olarak anlatılır. Mü'minlerin bu gibilere benzememesi için, onların hz. Musa’yı incittiklerini anlatmak yeterlidir. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 5/2885)

Allah (cc) kendi katında “vecih”; yani değerli, itibarlı, güzel bir yeri olan hz. Musa’yı, gerek kavminin gerek düşmanlarının onun hakkında uydurdukları, iftira ettikleri şeylerden temizledi, beri etti.

Bu âyet onun böyle şeylerin ondan uzak olduğunu beyan ediyor.

 

-Kavminin hz. Musa’ya eziyet etmeleri

Hz. Musa kavmini Firavunun esaretinden ve zulmünden Allah’ın emri ve izniyle kurtardıktan sonra, onu daha çetin bir mücadele bekliyordu. Bu da: yıllarca Firavunun esiri olarak ve zillet içinde yaşayan, bazı değerleri kaybolan, ikram edilen ilâhi nimetlerin, özellikle özgürlüğün değerini, Allah’ın davasına hizmet şerefini unutan, câhil, serkeş, dik kafalı, hz. Musaya güvenmekte tereddüt içinde olan bir toplumla mücadele.

Allah’ın peygamberi bu kavmi esaretten kurtardıktan vahiyle terbiye edecek, onların ihlaslı mü’minler, tevhid davasının erleri olmalarını sağlayacaktı. Görünen o ki bu çok kolay olmayacaktı. Nitekim hz. Musa’nın denizden kurtuluştan sonra İsrailoğulları ile birlikteki hayatında görüyoruz. (Kara, N. Kur’an’a Göre hz. Musa Firavun ve Yahudiler, s: 511)

Bir âyette İsrailoğullarının ona eziyet ettiği söz konusu ediliyor. “Hani Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bilip durduğunuz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan) saptırdı. Allah, fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (Saff 61/5)

Âyet, hz. Musa’ya atılan iftiralara, ondan talep edilen aşırı isteklere, dolaysıyla ona yapılan eziyetlere işaret ediyor. İsrailoğullarının hz. Musa’ya nasıl eziyet ettikleri hakkında farklı görüşler var. Bunların bir kısmı Kur’an âyetlerine bir kısmı ise Buhârî ve Müslim’in rivâyet ettiği hadislere dayanıyor.

1-Tevrat’a göre onlardan bazıları Hz. Musa (as) hakkında “onda bulaşıcı hastalık var” diye dedikodu yaptılar. “Bizi Mısır’dan niye çıkardın? Orada hiç değilse karnımız doyuyordu. Şimdi bu çölün ortasında ne yapacağız” diye çıkıştılar. (Tevrat, Çıkış; 14/10-14, 16/3, 20, 28)

Kur’an onların bu serkeşliğine, dik kafalılığına ve söz dinlemeyişlerine bir örnek veriyor. Bir çok sûrede ve özellikle Be­kara 2/40 ve devamındaki âyetlerde İsrâioğullarının Hz. Mûsâ öncesi durumları ve onun önderliğinde yaşadıkları, sözlerinden caymaları, ni­mete hıyanet ve nankörlükle karşılık vermeleri geniş biçimde açıklanmıştır.

2-Hz. Musa onları Firavunun esaretin kurtarıp Allah’ın onlara vadettiği topraklara götürürken çölde kendileri için oniki kaynaktan su fışkırtılmasına, dağı kendilerine gölgelik yapmasına (Nisâ 4/154) rağmen kendilerine ikram edilen “bıldırcın eti ve selva”yı beğenmeyip adi yiyecekler istediler. (Bekara 2/57, 61)

3-Hz. Musa vahiy almak üzere kırk günlüğüne Tûr’a gitti. Döndüğünde ise bunca yıldır kendilerini vahiyle eğitmeye çalıştığı, putperestlerin zulümlerinden ve esaretten kurtardığı kavminin putperestlere özenrek buzağıya taptıklarını gördü. (Bekara 2/51-54, 92-93, Nisâ 4/143. A’raf 7/152) Bunun hz. Musa için ne kadar üzüntü ve eziyet verici olduğu açıktır.

Pek çok peygamber kendilerine yalancı, sihirbaz, zorba, iktidar tutkunu diyen kavimlerle uğraştılar. Hz. Musa ise inatçı, nankör, tembel, korkak, vefasız ve haddi aşan bir kavim ile uğraştı.

4-Zamanı belli olmamakla beraber İsrailoğulları hz. Musa’ya “Biz, Allah’ı açıkça görmedikçe iman etmeyiz” dediler. (Bekara 2/55. Nisâ 4/153) Bunca nimete, bunca mucize’ye, bunca çabalara rağmen onların buzağıya tanrı diye tapmaları, “gözümüzle görmezsek Allah’a inanmayız” demeleri akıl alacak gibi değildi.

 5-Hafta boyunca kolaylıkla balık avlamaları Cumartesi (Sebt) günü kendilerine haram kılınmış, o güne saygı göstermeleri istenmişti. Ama onlardan bir kısmı bu haramı hile ile delmeye çalıştılar. Allah’ın hükmüne karşılık tuzak kurmaya kalkıştılar. (Bekara 2/65. Nisâ 4/154. A’raf 7/163)

6-Allah (cc) onlara bir olayı çözüme kavuşturmak için bir sığır boğazlamalarını emretti. Ama onlar bu emri yerine getirmek yerine hz. Musa’ya “sen bizimle alay mı ediyorsun?..” deyip işi yokuşa sürdüler, soru üstüne soru sorarak işi zorlaştırdılar. (Bekara 2/67-73) Kur’an bunu Peygamber’i sorguya çekmek, ya da Peygamber’den olmayacak şeyleri istemek olarak niteliyor. (Bekara 2/108)

7-Şu örnek daha ilginç ve şaşırtıcı! Allah (cc) iyiliklerini isteyerek onlara bir şeyi yapmalarınını emrediyor, ama onlar başka bir şey yapmaya kalkışıyorlardı.

“Hani, “Şu beldeye girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz” demiştik.”

Derken, onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.” (Bekara 2/58-59) Veya: “emri yerine getirmediler”. Bu, “fiilen muhalefet ettiler” vurgusunu içinde taşır.

Âyetteki “karye” öncelikle köy veya kasaba demektir. Belde anlamında da kullanılır.

“Emronduğunuz gibi bir beldeye gidin. Nasıl isterseniz dilediğiniz şekilde bol bol yiyiniz. Ama şehrin kapısından giriniz, hem de başlarınızı eğerek, şükür secdesine kapanarak, kibir ile, çalımla girmeyiniz. Orada “hıtta” deyiniz ki, size bu şartlar altında hatalarınızı mağfiret ediverelim. Muhsinlere; yani güzel hareket edenlere daha fazlasını da ihsan edelim.” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/305)

Âyette söz konusu edilen şehir Katade, Süddî ve Rebi’ b. Enes'e göre Kudüs, İbni Zeyd’e göre ise Kudüs’ün yakınında bulunan Eriha kasabasıdır, yani bugünkü Filistindir. Adı geçen kapıdan maksat ise, Kudüs’te “Bâbu’l-Hıtta” diye adlandırı­lan kapıdır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 2/338-339. Zemahşerî, M. b. Ömer. El-Keşşaf, 1/145 İbni Kesir’e göre de burası Arzu’l-Mukaddes veya Eriha’dır. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/68)

  1. Abduh’a göre bu beldenin neresi olduğu hakkında bir şey söylemek zordur. Zira Allah (cc) İsrailoğullarına bir çok yere girmeleri emrolunmuştu. Âyetteki vurgu şehrin neresi olduğu değil; oraya huşu içinde, ilâhi emre itaat ederek girmeleridir. (Abduh, M.-Rıza, R. el- Menâr (çev.) 1/452)

“Onlara, şehre barbar ve acımasız despotlar gibi değil, Hz. Muhammed'in Mekke'nin fethinde yaptığı gibi Allah'tan korkarak, boyun eğip alçak gönüllü bir şekilde girmeleri emredilmişti.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 1/79)

  1. Abduh’a göre “hıtta” dua demektir. “Hıtta deyin” emrine uyarak dua etseydiler günahları, kusurları, nankörlükleri affedilecekti. (Abduh, M.-Rıza, R. el- Menâr (çev.) 1/453)

“ Hıtta” sözlükte bir şeyi yukarıdan indirmek demektir. Burada ise “günahlarımızı indir!” manasına gelir (el-Isfehani, R. el-Müfredat, s: 175) ya da “Bizim için af ve mağfiret indir” anlamında bir istiğfardır. (Zemahşerî, M. b. Ömer. El-Keşşaf, 1/145. Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/204)

“Hatt, bir şeyi aşağıya almak ve sırttan yük indirmek demek olduğundan, "hıtta" da bir nevi indiriş demek olur ki, özel bir şekilde yükü yıkmak veya boyunlardaki vebâli indirmek karar veya duasını ifade eder.” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/305)

“Hıtta” iki anlam çağrıştırır: “Şehre 1) Allah'tan günahlarınızın bağışlanmasını dileyerek, 2) Genel af ilân edip, yerlileri öldürmekten ve ganimet talan etmekten kaçınarak girin.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 1/79)

Abdullah b. Abbas “hıtta diyerek girin” ifadesini “Rükû’ ederek girin" şeklinde anlamış. Zira rükû’ da secde de gibi eğilmeyi gerektirir demiş. Burada “hıtta-affet” diye çevrilen kelimenin açıklaması Hasan-ı Basrî, Katâde, İbn-i Zeyd, Rebi' b. Enes ve Atâ'ya göre “Günahlarımızı(n yükünü omuzumundan) düşür/indir” demektir. İkrime’ye göre “Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur” demek, Abdullah b. Abbas'a göre ise “Allah'ım senden af dileriz deyin” de­mektir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 2/340-341)

İlk dönem âlimlerinden el-Ahfeş’e göre bu kelime “bi­zim günahlarımızı üzerimizden silkeleyerek dök” anlamına gelecek şekilde de okunabilir. el-Hasen ve İkrime’ye göre günahlarının affedilmesi için “lâ ilâhe illallah” demeleri emrolundu.

Onlar bu sözü söyleyerek sadece Allah’a ibadet ettiklerini, kulluğu O’na yaptıklarını da ifade etmiş olacaklardı. Aşağıdaki hadisin zahiri anlamı bunu destekliyor.

Ebû Hureyre Rasûlullah’ın (sav) şöyle dediğini nakladiyor: “İsrailoğullarına “kapıdan secde ederek giriniz ve hıtta deyiniz, o vakit günahlarınız bağışlanacaktır” denildi. Ancak onlar sözü değiştirdiler. Ka­pıdan içeriye kıçları üstünde sürünerek girdiler ve “hınta-saç içerisinde bir tane” de­diler.” (Müslim, Tefsir/1 (54) no: 7523. Buhârî, Tefsir 2/5 no: 4479, Enbiyâ/28 no: 3403. Bir benzeri: Tirmizî, Tefsir/2-2 no: 2956)

Bu hadise göre, onlar (İsrailoğulları), aşağılama amacıyla, karşılığında ilgisiz ve anlamsız şeyler uydurarak “hitta” kelimesi ile oynadılar. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/68)

Hıtta yerine ne derlerse desinler, onların yaptığı Allah’ın emrine muhalefet etmekti. Böylelikle isyan et­tiler, emre karşı geldiler. Bir anlamda Allah’ın emriyle ve hz. Musa ile alay ettiler. Allah (cc) da buna karşılık ricz -ki azap demektir- ile onları cezalandırdı. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/204)

“Derken içlerindeki o zalimler topluluğu sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenin başka türlüsünü yaptılar. “Hıtta” emriyle alay ettiler. Hıtta yerine “hınta” dediler. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 2/342)

Bu kelime o zamanki Nebt lehçesinde “kırmızı buğday” demekmiş. Bu rivâyette, cennetteki yasak ağacın meyvesi kabul edilen “hınta” anlamına açık bir değinme vardır. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/305)

“Sözü başka şekle sokmak, sözü değiştrmek”; Allah’ın emrine muhalefet etmek ve karşı gelmek demektir. Kendisine bir şey emredilen o emre karşı gelirse bu aynı zamanda o emri inkar etmektir. Yani kendisine emredileni yapmadı, inkâra kalkıştı, üstelik onun tersini yapmaya yeltendi. Bu şekilde bir tavır sergileyene “sen, sana söylenenin aksini yaparak, asıl söyleneni değiştirdin” denilir. Buradaki “değiştirme”, Allah'ın emrini gözardı etmek suretiyle yapılan bilinçli bir kibir gösterisine işarettir. (Abduh, M.-Rıza, R. el- Menâr (çev.) 1/453)

Bu hataları onların cezalandırılmasına sebep oldu. “... Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.” (Bekara 2/59) “... İşte böyle onlara alçaklık ve yoksulluk mührü vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar..” (Bekara 2/61)

8-Bununla da yetinmediler. Allah’ın emrine bilerek karşı çıktılar. Üzerlerine düşen görevi yapmak, onca nimeti hak etmek, başarı ve zafer için gereken bedeli ödemek yerine, hazıra konmayı tercih ettiler.

Hz. Musa onlara “allah’ın nimetini hatırlayın ve Allah’ın size vatan yaptığı beldeye (gerekirse mücadele ederek, savaşarak) girin dedi. Ama onlar bundan kaçındılar, aralarındaki aklı başındaki kimselerin ve Peygamberin uyarılarına kulak asmadılar ve hz. Musa’ya “... sen ve Rabbin, ikiniz gidip savaşın; biz burada oturacağız (bekleyeceğiz)” dediler. (Mâide 5/21-24)

Onlar Allah’a verdikleri bağlılık sözüne, zilletten kurtarılmalarına, çölde sunulan nimetlere rağmen Allah’ın Peygamberine böyle kühtahça çıkışta bulundular, ödemeleri gereken bedeli ödemediler.

9-Tefsir ve hadis kaynaklarında İsrailoğullarından bir kısmının hz. Musa’nın bedenine kusur isnadında bulunduklarını, onda fıtık veya alaca hastalığı olduğunu ileri sürdüklerini naklediyorlar. (Buhârî, Gusl/20 no: 278, Enbiyâ/28 no: 3404. Müslim, Fedâil/42 (155) no: 6146. Ahmed b. Hanbel, no: 8193 ve 9115. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 10/336-337. Kurtûbî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2509)

En sahih (sağlam) hadis kitaplarında geçen bu rivâyetleri geniş bir şekilde ve bir kaç açıdan değerlendiren A. en-Neccâr bunların aklen ve naklen mümkün olmadığını söylüyor. Haberde hz. Musa için anlatılanlar İslâmın peygamberlik inancıyla, İslâmın evrensel ahlâk ilkeleriyle bağdaşmadığını, üstelik böyle tek kanaldan gelen (haber-i vahidle) hz. Musa hakkında inanç oluşamayacağını anlatıyor. (en-Neccâr, A. Kasasu’l-Enbiyâ, s: 339-344)

10-Yine –Kur’an’da yer almamakla beraber- kaynaklarda haber verildiğine göre İsrailoğullarından bazıları hz. Harun’u hz. Musa’nın öldürdüğü iftirasını attılar. “İbn Abbas Ali b. Ebi Talib’in (ra) şöyle dediğini naklediyor: “İsrailoğulları Musa hakında “o Harun'u öldürdü” iftirasıyla eziyet etmişlerdi. Şöyle ki Mu­sa ile Harun Tih'in ekin ekilen bir yerinden dağa doğru çıkıp gittiler. Harun da orada öldü.

Musa geldiğinde İsrailoğulları Musa'ya: “Onu sen öldürdün, Çünkü o bize göre senden daha yumuşaktı ve bizi daha çok severdi” dedi­ler. Bunun üzerine Allah’ın (cc) emriyle melekler Harun’u alıp İsrailoğulları arasında gezdirdiler. Böylece Mu­sa’nın doğruluğunu kendilerine kesinlikle gösteren pek büyük bir mucize gör­müş oldular.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 10/338)  

Kârun ise hz. Musa’ya zina iftirasında bulundu. Ancak ilgili kadın bunun bir iftira olduğunu söyleyip hz. Musa’yı temize çıkardı. (Kurtûbî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2509-2510. Râzî ve Âlûsî’den nak. Kara, N. Kur’an’a Göre hz. Musa Firavun ve Yahudiler, s: 514-519)

Ancak bütün bunları isbat etmeye imkanımız yok.

 

-Sonuç olarak;

Onlar, kendilerini Firavun zulmünden kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak, Allah’ın “mukaddes belde” diye isimlendirdiği yere götürmek ve nihayet Tevhidle şereflenmiş ve hürriyete kavuşmuş onurlu bir ümmet yapmak üzere mücadele veren Hz. Musa’ya itiraz, sitem, hallerinden şikayet etmekten geri durmadılar.

İsrailoğulları hz. Musa’ gelmeden önce Allah’ın göndereceği bir kurtarıcı bekliyorlardı. O kurtarıcı Firavun’u alt edecek ve bunların hayat şartlarını düzeltecekti. O kurtarıcı geldi ve kendilerini yeryüzüne halife (vâris) kılacağını va’dini getirdi. Ancak bu şerefli görevle birlikte bazı yükümlülüklerin ve fedakârlıkların olduğunu, değerli şeylerin kolaylıkla elde edilemeyeceğini de söyledi. Kendilerini yeryüzüne halife kılmanın bir deneme olduğunu, ancak sandıkları gibi Allah’ın çocukları (Mâide 6/18) oldukları, dolaysıyla azap görmeyecekleri iddiası sebebiyle değil.

Musa (as) İsrailoğullarını yeryüzünde halife (temsilci) yapacağı va’dini verdikten sonra “... o zaman Allah sizin nasıl hereket edeceğinize  bakacaktır...” (A’raf 7/129) deyip bu nimetin ve şerefin bir bedeli olduğunu hatırlattı. (Kara, N. Kur’an’a Göre hz. Musa Firavun ve Yahudiler, s: 520)

“(ve) Musa kendi halkına: "Yardım için Allaha sığının ve (dar günde) sabırlı olun” dedi, “Bilin ki, bütün bir yeryüzü Allaha aittir: onu, kullarından kimi dilerse ona miras bırakır; ve gelecek Allaha karşı sorumluluk bilincine sahip olanlarındır!”

 (Fakat İsrailoğulları:) “Biz, sen gelmeden önce de çok eziyet çektik, geldikten sonra da!” dediler. (Musa): “Belki de, Rabbiniz düşmanınızı yok edip yeryüzüne sizi vâris kılacak: Ve sonra sizin nasıl (ve neler) yaptığınıza bakacak” dedi.” (A’raf 7/128-129)

Onlar Hz. Musa’ya tabi olmakla elde edecekleri kazancı bilmiyorlar, adeta köleliğe razı oluyorlardı. İddialarına göre Firavun emri altında güya hiç olmazsa karınlarını doyuracak ekmek bulabiliyorlardı. Zalim bir efendinin verdiği bir parça kuru ekmeği şeref ve izzete, yüce bir peygambere ümmetle olmaya, tevhidin bayraktarlığını yapmaya, seçkin bir toplum olmaya değişmeye hazır idiler. Şüphesiz onların bu tavrı Hz. Musa’yı son derece üzüyor, yaptıklarını bir eziyet sayıyor ve inciniyordu.

Hakikat şu ki o günkü İsrailoğulları hz. Musa’ya farklı şekillerde, sözleriyle ve davranışlarıyla, şikayet ve söz dinlememeleri ile eziyet ettiler. Onu üzdüler, göğsünün daralmasına sebep oldular.

Âyette hz. Musa’nın “Ey kavmim! Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bilip durduğunuz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?...” dediği anlatılıyor. Demek ki İsrailoğulları onun peygamber olduğunu biliyorlardı ama bunu bile bile ona eziyet ediyorlardı.

Allah (cc) da onu kavminin iftiralarından, dedi-koduların temize çıkardı, eziyetlerinden, üzmelerinden uzaklaştırdı. Ki o diğer peygamberler gibi, nebiliğin bütün özelliklerini taşıyan tertemiz, seçkin, Allah katında itibarı, şerefi, değeri olan bir elçi idi.

 

Hüseyin K. Ece

07.05.2018

Zaandam