-Sözlükte vech-yüz kelimesi

el-vech-yüz; temelde herkesce bilinen bir organın adıdır. Yüz, kişinin ilk karşılaştığı ve bedendeki en görünür ve şerefli organdır.

Buradan hareketle her nesnenin ilk karşılaşılan kısmı, en üstün ve başlangıç yeriyle ilgili kullanılmaktadır.

Vech-yüz kelimesini aslı ‘veceh, vecuhe’ fiilidir. Bu da birinin yüzüne vurmak, birine şerefte üstün gelmek, şerefli şanlı olmak, yüzyüze gelmek, birini şerefli bulmak demektir.

Bunun ‘veccehe’ kalıbı; birini şerefli, şanlı yapmak. Birini bir yere göndermek, bir şeye iltifat etmek,  yön vermek, yüzünü kıbleye çevirmek

‘vâcehe’ kalıbı; biriyle yüzyüze karşılamak,

‘teveccehe’; yönelmek, bir şeye doğru yönünü çevirmek,

Aynı kökten gelen ‘cihet’; yön, taraf, bölüm, benzer,

‘viche’: taraf, yön, kıble, şekil, cihet kasıt, huşu’,

‘vecih’, yön, şerefli, değer önemli/şerefli adam

‘vech’; yüz, her şeyin bakanın karşısına gelen yüzü. Görünüş, manzara, anahtar deliği, taraf, cihet, anlam, kasıt, niyet, yol, sebep, nazar, görüş noktası.

‘li-vechillah’, Allah rızası için, meccânen anlamında.

Gündüzle ilgili olarak “vechü’n-nehâr-günün yüzü” deyimi kullanılır. “veccehtü fülânen” yüzümü falan kişinin yüzünün karşısına getirdim denir. Kasta, yönelişe, meyle vech; maksada, kendisine yönelinen şeye “cihet ve viche” denir ki bu da “teveccühü (yönelmeyi)” anlatır. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 807)

‘Vech-yüz’ bir şeyin veya bir kimsenin “kendisi, zâtı, benliği” anlamlarında kullanılır. Kur’an’da sık sık hem Allah hakkında, hem de insanlar hakkında yer almaktadır. (bkz: Bekara 2/115, 272, Nisâ 4/125. Ra’d 13/22)

Kur’an’da hem fiil hâli hem de vech-yüz olarak bir kaç anlamda kullanılıyor.

1.Bilinen organ; yüz. (Nisâ 4/43. Bekara 2/177. Nisâ 4/47. Mâide 5/6 v.d)

2.Hoşnutluk, rıza. (En’am 6/52. İnsan 76/8-9. Bekara 2/272. Ra’d 13/22. Kehf 18/28)

3.Allah’ın zâtı. (Rahman 55/26-27. Kasas 28/88)

4.Uygun, bir şeyin hakikati. (Mâide 6/108)

5.Başlangıç, öncesi, ilk kısmı. (Âli İmran 3/72-73)

6.İlgi, sevgi, teveccüh. (Yûsuf 12/9)

7.Vecih olarak itibar/izzet, değerli, haysiyetli, mevki sahibi, şerefli, sevgili. (Âli İmran 3/45. Ahzab 33/69)

8.Benlik, öz, cevher. (Âli İmran 3/20)

 

-Kur’an’da yönelme (teveccüh) kelimesi

“Vech”in fiil hali Kur’an’da üç âyette belli bir istikamete, hedefe, daha doğrusu Allah’a yönelmeyi anlatır. İkisi tef’ıl kalıbıyla “veccehe” şeklinde, bir tanesi de “tefa’ul” kalıbıyla “teveccehe” şeklinde geliyor.

-Müşrikler, Allah’ı bırakıp kendilerine rızık veremeyen ve asla buna güçleri yetmeyecek bazı varlıkları tanrı edinirler. Allah (cc) insanları; “böyle yapmayın” diye uyarıyor. Sonra bir örnek veriyor. Başkasının malı olan ve onun tarafından doyurulan ile elindeki imkanları bir şekilde paylaşan bir olmaz. Allah’ı bırakıp da uydurma şeylere tanrı diye tapınanların hâli buna benzer. (Nahl 16/73-75)

Arkasından bu durum başka bir örnekle açıklanıyor. “Allah, (şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye gönderse (veccehe) olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adaletle emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?” (Nahl 16/76)

-Yine hz. Musa’nın bulunduğu şehirden çıkıp Medyen’e doğru yönelmesi aynı “veccehe” fiili ile anlatılıyor. (Kasas 28/22)

Şüphesiz ki yüzün bir yöne yönelmesi, (Türkçedeki ifadeyle teveccüh etmesi) kişinin öz benliğinin, bizzat kendisinin de yönelmesini anlatır. Yüz bir insanda karşılaşılan ilk organı olduğu gibi, bir yöne gitmeyi, ister fiziksel isterse manevi olarak bir tarafa yönelmeyi de ifade eder. 

 

-Allah’a nisbetle yüz

-“Allahın yüzü-vechullah” şeklinde

Allah (cc) mescitlerde Allah’ın adının anılmasına engel olanlara ve oraların harap olması için çalışanlara zalim dedikten ve onlara dünyada ve âhirette verilecek cezayı hatırlattıktan sonra şöyle buyuruyor:

“Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (vechullah) işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bekara 2/115)

Bu âyetle Allah (cc) ibadette bir tarafa yönelmenin sembolik bir şey olduğunu, doğunun batının da, yani her yönün, her şeyin O’na ait olduğunu, insan nereye dönerse dönsün Allah’ın zâtının orada hazır olduğu açıklıyor.

Doğunun ve batının mülkü ve yönetimi O’na aittir. Bu tıpkı “Şu ev falanca adamındır” demek gibidir. Yani var eden de O’dur, sahibi de O’dur. Anlamın şöyle olması da mümkün. Doğu ve batı Allah’ındır. O her gün Güneşi doğudan doğduruyor, batıdan batırıyor. Bu demektri doğu ve batı kutupları arasında her ne varsa hepsi O’nundur. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/548)

Yeryüzü varetme ve tasarruf etme açısından Allah’ın mülkü ve yaratığı olduğuna göre şu veya bu yönün, şu yerin veya bu yerin bir diğerine göre bir üstünlüğü yoktur. Bu gerçeğe göre yeryüzünün hepsi bir mabedtir, yani Allah’a kulluğun yapılabileceği bir yerdir. Ancak ibadette aslolan onun Allah için yapılmasıdır. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 1/116)

Peygamber (sav) ve sahabeler Hicretten sonra Medine’de onaltı ay kadar Kudüs’e doğru namaz kıldılar. Bunu gören yahudiler; “Muhammed nereye döneceğini bilmiyordu, biz ona kıblesini biz öğrettik” dediler. Peygamber bundan elbette hoşlanmadı. Kıblenin değişmesini istercesine yüzünü göğe çevirdi. Bunun üzerine Kıble âyeti (Bekara 2/144) indi. Müslümanlar artık Mescid-i Haram’a doğru yöneldiler. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/550)

Buna göre müslümanlara dünyanın her yerinde ibadet edebilirler. Bu âyet ibadet/dua konusunda müslümanlara bir genişlik getiriyor, yahudilerin övünüp şımarmaları için bir sebep olmadığını haber veriyor. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/226)

Abdullah b. Amir b. Rebia demiş ki: “Biz karanlık bir gecede Peygamberle birlikte bulunuyorduk. Kıblenin hangi yön olduğunu bilemedik. Herkes kendine göre bir tarafa yönelip namaz kıldı. Sabah bunu Peygamber’e anlattık. Bunun üzerine “...Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (vechullah) işte oradadır...” âyeti nâzil oldu. (Tirmizî, Tefsir/2 (3) no:2957 hasen-ğarib kaydıyla) (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/550-551. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/263)

 

Abdullah b. Ömer’e göre bu âyet yolcular hakkında indi. Yolcu bineğinin üzerinde hangi tarafa dönerse nafile namaz kılabilir. Peygamber (sav) bineği üzerinde, bir seferinde Mekke’den dönerken  yüzü hangi tarafa olursa olsun nafile namaz kılardı. “...Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (vechullah) işte oradadır...” âyeti böyle de anlaşıldı. (Müslim, S. Müsâfirîn/3 (33) no: 1612. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/550. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/263)

Bazılarına göre bu âyet Habeş kralı Necâşî hakkında indi. Necâşî ölünce Peygamber sahabeleri Medine dışında onun cenaze namazını kılmaya çağırdı. (Buhârî, Cenâiz/4 no. 1245. M. Ensar/38 no: 3877. Müslim, Cenâiz/22 (62-63) no: 2204-2205. Ebu Dâvud, Cenâiz/58 no: 3204. Ahmed b. Hanbel, 3/319) Sahabeler, “bizim kıblemizden başkasına yönelen ve bu halde ölmüş birinin namazını nasıl kılacağız?” dediler. Zira Necâşî Kudüs’e doğru yönelip ibadet ederdi. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/551)

Medine’deki yahudiler Peygamberin Kudüs’e doğru namaz kılmasını güzel buldular ama şöyle dediler. “Bizim sayemizde doğru yolu buldu.” Ancak kıble âyeti nâzil olunca; “müslümanları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren sebep nedir” diye sordular. Bunun üzerine bu âyet indi. Buna göre Allah mü’minlerin kendisine diledikleri gibi ibadet edebileceklerini söyledi. O dilerse müslümanların Beytü’l-Makdis’e, dilerse Mescid-i Haram’a dönmelerini emreder. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/549. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1264/)

Taberî’ye göre Allah (cc) bu âyette özellikle doğunu ve batının kendisine ait olduğunu haber veriyor. Bu demektir ki bütün yaratıklar da, insanlar da O’nun mülküdür. O onlara itaat olsun diye dilediğini emreder, dilediğini nehyeder, dilediği şeyi farz kılar. Onların yüzlerini de dilediği yöne yöneltir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/551)

Allah’a vech-yüz isnadı ile ilgili farklı görüşler var.

Âyette geçen yönelme (tüvellu) ifadesi bir kimsenin şöyle demesine benzer: “Yüzümü ona döndüm, yani ona yöneldim”.  Kim nereye yönelirse Allah’ın vechi (zâtı) oradadır. Allah’ın kıblesi de oradadır. Bu da insanların kendisine yöneldiği Allah’ın vechidir. Bazıları derler ki “Allah’ın vechi oradadır” sözünden maksat kim O’nun vechini, yani rızasını isteyerek O’na yönelirse, O’nun Kerim olan vechine kavuşur. Bazıları göre “vechullah” Allah’ın bir sıfatıdır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/553)

Yaratılmışlar hakkında cevh-yüz sözünün kullanılması mecâzi bir ifadedir. Çünkü vech-yüz, mahlûkatın, özellikle insanların en açık ve en görünen, hatta en değerli organıdır. Bazen kelimenin anlamı genişletilerek amaç nitelenen olmakla beraber bir şeyin niteliği söz konusu edilebilir. Bir kimsenin “ben falanca âlimi gördüm” yerine “ben falanca âlimin ilmine baktım, ilmini gördüm” demesi gibi. Bu âyetteki kasıt da böyledir. Söylenmek istenen vechi-yüzü olan , yani bir varlığı, bir mevcudiyeti olan kimsedir. (Bkz: İnsan 79/9. Leyl 92/20)

İbni Abbas’a nisbet edilen bir görüşe göre ‘vech-yüz’ Allah’ın zâtını anlatmak için kullanılır. Nitekim Rahman 55/27de buna işaret ediliyor. Allah’ın vechinden-yüzünden kasıt O’nun varlığı/mevcudiyetidir.

Vechin kasıt olduğu da söylenmiştir. Nitekim bir şiirde şöyle denmiş: “Saymak imkanı olmayan günahtan dolayı Allah’tan bağışlanma dilerim. O Allah ki kulların Rabbidir, vech (kasıt) ve amel de O’nadır.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/265)

“... Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (vechullah) işte oradadır...” sözünden maksadın Allah’ın rızası ve vereceği sevap olduğu da söylenmiştir. Nitekim “Biz ancak Allah’ın vechi-yüzü” için yediriyoruz” derken, “O’nun rızası için ve O’nun sevabını umarak yediriyoruz” demek istenmiştir.

Şu hadisler de bu anlamdadır: “Her kim Allah’ın vechini-yüzünü umarak bir mescid bina ederse Allah da onun gibisini Cennette bina eder.” (Buhârî, Salat/65 no: 450. Müslim, Mesâcid/4 (24,25) no: 1189-1190, Zühd/2 (43-44) no: 7470-7471)

“Kıyâmet günü Allah’ın huzuruna mühür vurulmuş bazı sahifeler getirilir. Allah (cc) meleklere: “Şunu atın, bunu kabul edin” buyurur. Melekler; “Rabbimiz izzetin hakkı için biz hayır’dan başka bir şey görmedik” derler. Allah (cc) daha iyi bildiği halde şöyle buyurur: “Bazıları benim vechimden (rızamdan) başkası içindi. Ben benim vechim (rızam) istenerek yapılan dışında hiç bir ameli kabul etmem.” (Dârekutnî’den Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/265)

“... Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (vechullah) işte oradadır...” sözünden maksadın “Allah oradadır” denmek istendiği de söylenmiştir. Bu da “Siz nerde olursanız O sizinle beraberdir” (Hadid 57/4) âyetine benziyor. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/265)

“Allah’ın yüzü” ifadesi, mecazî bir anlatım olup, burada “Allah’ın rahmeti, rızası ve nimeti” demektir. Kul, tümüyle Allah’a ait olan yeryüzünün neresinde ve hangi cihetinde, ne tür bir taat ve işe girişse, Allah’ın lütuf ve rahmetini orada bulur.” (Diyânet Meali (yeni) âyet açıklaması)

Bazılarına göre burada “vechullah-Allah’ın yüzü ile kasdedilen kıbledir. Yani mü’minlerin namazda yüzlerini çevirmeleri gereken yön. Bu da Kıblenin Mescid-i Haram olduğunu bildiren âyetle nesholunmuştur. (Bekara 2/149-150) (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/549-550) Halbuki bu âyetin nesholunmasını gerektirecek bir durum yoktur. Bu âyet her yerde Allah’a ibadet edilebileceğine, yani işin özüne, Bekara 2/144. âyet ise namazla ilgili özel bir farziyyete işaret etmektedir. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 1/116)

 

-Allah rızası için yedirmek-içirmek, vermek-infak etmek, paylaşmak-yardım etmek bir âyette “Rabbin yüzü-li vechillah” şeklinde geçiyor. 

“(Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası (li-vechillah) için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan 76/9) Yani ‘ebrar (iyiler)’, muhtaçlara, doyurdukları veya iyilik ettikleri kimselere halleriyle; “biz bunu Allah’ın azabından sakındığımız ve O’nun vereceği karşılığı ümit ederek yapıyoruz. Sizden asla bir karşılık, bir çıkar beklemiyoruz” derler. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/361)

Kur’an, ‘ebrâr’ dediklerinin özelliklerini bir de İnsan Suresi 7.-10. âyetlerde sayıyor. Buna göre onlar, 1-Allah rızası için bir şey adadıkları zaman sözlerini yerine getirirler.

2-Dehşetli bir günden, yani Kıyametteki hesabın zorluğundan korklarlar. Hayatlarını bu sorumluluk ile yaşarlar.

3-Gözden çıkardıkları değersiz şeyleri değil, sevdikleri veya faydalandıkları şeyleri ihtiyaç sahiplerine verirler (infak ederler). Vermeyi, paylaşmayı, fedakârlıkta bulunmayı, ötekini de düşünmeyi ahlak edinirler.

4-Bunu da gösteriş veya herhangi bir çıkar karşılığı, hatta teşekkür almak için değil, sadece Allah’ın vechi-rızası için yaparlar. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/443)

Buna göre en değerli iyilik, yardım, verme (infak); bir dünyalık menfeat beklemeden, samimi bir niyetle, sırf Allah rızası için yapılan iyiliktir. Bu iyiliklerin sahipleri mü’minler bunun sevabını (karşılığını) Allah’tan beklerler.

Bu şekilde iyilik edenlerin, sâlih amel işleyenlerin kalpleri, basiretleri ve yolları nurlanır. İnançları sahih, kararları isabetli, işleri hayırlı olur. (Buhârî, Rikak/38 no: 6502. Ahmed b. Hanbel, 6/256)

“Biz size sırf Allah rızası (li-vechillah) için yediriyoruz...” Yani sadece Allah rızası için. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir 3/428)

Fakat bunu açıkça yüzlerine söylemezler. İçlerinden veya halleriyle söylerler. Onun için burada “böyle derler” diye açıkça söylenmemiş, dolaylı olarak ifade edilmiştir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/465)

Allah (cc) böylelerinin kalplerini (niyetlerini) elbette biliyor ve onları bu sözlerle övüyor. (İbni Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, s: 1929) Aslında mü’minler için iyilik, infak Allah rızası dışında başka bir amaç için olamaz. İşte ihlas da budur.  Eğer bu ameller insanlardan bir mükâfat karşılığı, ya da övülmek için yapılırsa Allah (cc) bunu kabul etmez. Zira bunda şirk tehlikesi vardır. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 4/378)

Her konuda olduğu gibi infak konusunda da insanlığa örnek olan hz. Peygamber (sav) ve ondan infak ahlâkını, iyilikleri ve iyi olmayı öğrenen sahabeler öncelikle bu âyetin övdüğü ‘ebrâr-ideal iyiler’dendi. Ancak ebrâr sadece onlar değildir. Kıyâmete kadar bu özellikleri taşıyan, iyilik eden, Allah rızası (li-vechillah) infak eden, veren, paylaşan, İslâmdaki iyi sayılan (birr, ma’ruf, hasene) davranışları yapan, sâlih amelleri işleyen mü’minler ebrâr olurlar. Ebrâr olanlar da âhiret hayatında naîm (cennetin)de olacaklardır. (İnfitar 82/13)

 

Hüseyin K. Ece

12.06.2019

Zaandam