Allah (cc) insanı ‘halife’ olarak yarattı. (2 Bekara/30) Daha doğrusu ‘halife’ olsun diye yarattı.

Bu tıpkı her insanın fıtrat üzere veya İslâm fıtratı üzere yaratılması gibidir.

 

Öyleyse her insan doğuştan halife  adayıdır. Zira halife olabilmenin bütün imkan ve kabiliyetleri fıtrat olarak insan bünyesine yerleştiriliyor. Yapısı, karakteri, kabiliyetleri buna göre dizayn ediliyor. Bunun yanında ‘halife’ olmasına yardımcı olacak imkanlar seferber ediliyor. Akıl, düşünce, muhakeme ve anlama gibi yetenekler veriliyor. Elçiler ve elçilere verilen kitaplarla bu gerçeği anlamasının önü açılıyor.

İnsan ya küçüklüğünden beri çevresinden görerek/eğitilerek, ya da belli bir yaştan sonra bu imkanları devreye sokarak bu gerçeği öğrenebilir. Kendisini halife olsun diye yaratan Rabbini tanıyabilir, niçin yaratıldığı sorusunun cevabını verebilir, nereye gideceğini algılayabilir.

Kim iman ettikten sonra imanın gereğini yerine getirir, salih amel işler, Allah’ı razı edecek insanca bir hayat yaşarsa; o halifelik görevini yerine getirmiş, ‘Allah’ın halifesi’ olmuş olur.

İnsanın ‘fıtrat üzere’ yaratılması da aynı anlama gelir. Her çocuk sonradan müslüman olacak kıvamda yaratılıyor demektir. Çocuk büyüdükten sonra anne-babasının dinini tercih edebileceği gibi, araştırarak müslüman da olabilir.

İnsanın fıtrat üzere yaratılmasının bir başka anlamı da; İslâmın fıtrat dini olması hasebiyle herkes tarafından yaşanabilir, uygulanabilir bir din olmasına vurgudur. Allah (cc) fıtrat üzere yarattığı kullarına, fıtrat dini olarak İslâmı seçti.

Fıtrat üzere veya İslam fıtratı ile yaratılan her insan sonradan müslüman olmadığı gibi, halife olsun diye yaratılan her insan da sonradan ‘Allah’ın halifesi’ olamıyor. Kendi yanlış tercihi veya yanlışları sebebiyle bu şerefli rütbeyi elde edemiyor.

‘Hizbullah’ olmak da böyle bir şey.

Kur’an; iman ve küfür tercihi, sevgide ölçü ve sınır, bir şey uğruna çaba, çalışma, mücadele açısından insanları iki gruba ayırıyor. 

Bazı kimselere veya bir gruba ‘hizbullah/Allah’tan yana olan’, diğerlerine ‘hizbü’ş-şeytan/şeytandan yana olan’ diyor.

Bu, öncelikle bir iman ve kulluk tercihinin sonucudur. Bazıları ‘Âmentü’ der, âlemlerin Rabbi Allah’tan gelen dini, ölçüleri, hükümleri seçer, bazıları da şeytanın razı olacağı inançları, ölçüleri tercih eder. Bu yanlış ölçülerin toplumdan, gelenekten veya kişin nefsinden kaynaklanması işin rengini değiştirmez.

Şeytanî ölçüleri tercih edenlerin bir kısmı da, şeytanî değerlerin, sapıklık ve fesadın, küfrün ve isyanın uğruna çalışırlar, mücadele ederler.  Şeytanın razı olacağı şeyler yaygınlaşsın, hayata hakim olsun, insanların çoğu bu yola girsin diye çaba gösterirler. Kendi çevrelerindeki bütün imkanları seferber ederler.

İşte ‘hizbü’ş-şeytan’ olmak böyle bir şey.

Hizbullah olan mü’minler de hak uğruna çalışırlar, çaba gösterirler, gayret ederler. İslâm uğruna cihad ederler/yoğun çalışma yaparlar. Hak hakim olsun diye gerekirse batılla uygun araçlarla savaşırlar. İnsanları ma’ruf/iyi olana davet ederler, münker/kötü olandan sakındırmaya çalışırlar. Sevgilerinde ve nefretlerinde Allah rızasını esas alırlar.

Böyle yapan mü’minlere Kur’an ‘hizbullah’ diyor.

Öyleyse her iman eden mü’mindir ve hizbullah’tan olmaya adaydır. Kim iman ettikten sonra ‘ilay-ı kelimetullah/Allah’ın ismi en yüce olsun, İslâm herkese ulaşsın, İslâmın getirdiği bütün gözellikleri herkes duysun, insanların bu güzellikleri kuşanmasının önündeki engeller kalksın diye çalışırsa, Allah katında ‘hizbullah’tan olur. Bu gibi mü’minlere ‘hizbullahî müslüman’ demek yanlış olmaz.  

Burada, günümüzde bazı politik nedenlerden dolayı biraz da olumsuz bir şöhret kazanan bir Kur’an kavramı olan ‘hizbullah’ kelimesini İslâmî hareket açısından tanımak istiyoruz.

Özellikle İslâmdan hoşlanmayan bazı kesimlerin, bazı müslüman gruplar/cemaatler hakkında bu kavramı nahoş bir yafta olarak kullanmaları, ya da bazı müslümanların bu kavramı kendi hareketlerine isim olarak seçmeleri, Kur’an’ın nitelikli müslümanlara uygun gördüğü bu şerefli sıfata mesafeli davranmamızı gerektirmez.

‘Hizbullah’ kavramın tam anlayabilmek için bu kelimenin hem kök anlamına ve Kur’an’da nasıl kullanıldığına bir göz atalım.

-Kur’an’da ‘Hizb’ kelimesi

‘Hizb’ kelimesi Kur’an’da tekil olarak sekiz defa, ikili olarak (hizbeyn şeklinde) bir defa, çoğul olarak da (ahzâb şeklinde) onbir defa geçiyor. (Mu’cemu’l-Mufehres, Hizb mad.)

- Hizb kelimesinin sözlük anlamı

Bu kelimenin aslı olan ‘Hazebe’ fiili, bir işin gelip çatması demektir. Bu da ya bir zor durumdur, ya da bir musibet sebebiyledir. Hizipleşenler, bir anlamda musibetten dolayı bir araya gelenlere benzetilmiştir. ((İbni Manzur, Lisanü’l-Arab 4/102)

‘Hizip’ sözlükte, kısaca cemaat (topluluk) demektir. (R. Isfehânî, s: 165)

‘Hizip’; parça, bölük, silah, belli bir görüş etrafında toplanan topluluk manalarına gelir. (Firuzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhîd s: 73)

Hizip ayrıca; kısım, taife; bir kimsenin görüşüne ve emrine uyan özel adamları, belli bir sınıf gibi anlamlara da gelir. 

Akrabalık bağıyla bir araya gelen topluluğa ‘hizip’ denileceği gibi, kendilerine ait bir görüşle diğerlerinden ayrılan siyasî ve itikadî topluluklara da ‘hizip’ adı verilir.

Nitekim günümüzde bazı İslâm ülkelerinde bu kelime; parti, siyasi topluluk anlamında kullanılıyor. Kelimenin ‘siyasi parti’ manasında kullanılması 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır. (Birışık, A. DİA, 18/183)

Bir kimsenin hizb’i ona yardım eden, zor zamanlarda yanında olan  arkadaşlarıdır. Bir şiirde şöyle denilmiş:

“Ve keyfe advâ ve Bilâl hizbî/ Nasıl olur da zayıf düşürülebilirim, Bilâl benim hizbim/arkadaşım iken.” (Kurtubî, Tefsir 6/290)

Bazı hadislerde bu anlamda kullanılıyor:

“Peygamber (sav) zor bir durumla karşılaştığı zaman (izâ hazebehu emrun); Lâilâhe illallah’ derdi.” (A. B. Hanbel, Müsned 1/206, 268, 280)

Rasûlüllah’a (sav) zor bir gelip çattığı zaman (izâ hazebehu emrun) namaz kılardı.” (A. B. Hanbel, Müsned 5/388)

“Rasûlüllah (sav) çabuk yol almak istediğinde yahut önemli bir işle karşılaştığında (hazebehu emrun) akşam ile yatsıyı bir arada (cem’ ile) kılardı.” (Nesaî, Mevâkît/46)

-Hizb’in terim anlamı:

Kur’an cüzlerinin her dörtte birine ‘hizip’ denir.

Hizip, aynı zamanda bir kişinin vird’i (yapmayı itiyad haline getirdiği ibadeti/duası) demektir. 

Bir hadite “Her kim geceleyin hizbini  -kısmen veya temamen- bitirmeden uyursa...” şeklinde bu anlamda geçmektedir. (Müslim, S. Müsafirîn 142. Ebu Davûd, Tatavvu’ 19, Tirmizî, Cumua 56. Nesâî, Kıyamu’l-Leyl 56. İbnu Mace, İkameti’s- Salat 177. Darimî, Salat 167. Muvatta, Kur’an 3)

Hizip; belli amaçlara ulaşmak üzere düzenlenmiş dualara da denir. Bu isimle düzenlenmiş dua kitapları vardır. Meselâ Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî’nin Mecmuâtu’l-Ahzâb’ı gibi.

-Hizip Kelimesinin Kur’an’daki Kullanımları

Kur’an bu kelimeyi hem olumlu, hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır.

Bir hizb’in olumsuz olarak anılması, onların üzerinde bir araya geldikleri düşünce ve inanca, buna bağlı olarak yaptıkları amellere göredir.

Bir başka deyişle Allah’ın hükümleri ve İslâmî davet karşısında gösterecekleri tavra göredir.

-Topluluk/dinî grup anlamında

‘Hizip’, Kur’an’da tekil olarak cemaat, taife anlamında, çoğul olarak da bu anlamının yanında belli inanç gruplarını ifade etmektedir.

* Sâd Sûresindeki (38/13) ‘ahzâb’; Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkını işaret eder. Onlar ve benzerleri inkârda müttefiktirler. Mü'min 31. âyette aynı topluluklara tekrar vurgu yapılıyor.

* Hûd Sûresindeki (13/17) ‘ahzâb’ küfürde ittifak eden bütün öteki din mensuplarını anlatır. Çünkü bunlar aralarında gruplaşarak Hakka karşı taraftar olurlar. (Kurtubî, Tefsir 1/1555. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir 2/215)

* Kehf Sûresindeki (18/12) ‘hizbeyn-iki hizip’, Ashab-ı Kehf ile ilgili süreci kendine göre değerlendiren ve Kehf 21. âyette tekrar işaret edilen iki grubu, ya da bizzat Ashab-ı Kehf’i ve onlar hakkında konuşan o zamanki şehir halkını (Kurtubî, Tefsir, 2/1885), veya onlar hakkında fikir yürüten gayr-i müslimleri ve müslümanları işaret eder. (el-Ferrâi, Meâni’l-Kur’an 2/136),

* Meryem Sûresindeki (19/37)  ‘ahzâb’, Hz. İsa hakkında ileri geri konuşan, onun kimliğini ve misyonunu farklı bir şekilde algılayan kimseleri veya muhtemelen bütün hırıstiyan ve yahudi mezheplerini anlatır. 

* Mü’min Sûresindeki (40/5) ‘ahzâb’ Nûh’a (as) inanmayan çeşitli gruplarına ve ondan sonra gelen ve peygamberlere karşı bir araya toplanan bütün kafadarlara işaret etmektedir. (Zamahşerî, el-Keşşâf 4/146. Kurtubî, Tefsir 2/2694)

-Helâk günü anlamında

Firavun Hz. Musa’yı öldürmeye kalkışınca, kendi adamlarından imanını gizleyen birisi, ‘Rabbim Allah’tır’ diyen bir kimsenin öldürülmemesi gerektiğini söyleyerek buna engel oldu. Arkasından da onlara peygamberlerini dinlemeyen kavimlerin helâkini hatırlattı:

“Yine iman eden kimse söze girerek ded ki: ‘Ey kavmim! İnanın ki ben, şu (inkârda) ittifak etmiş toplulukların (ahzâb’ın) helâkine benzer bir günün sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Yani Nûh kavmininin, Âd ve Semûd’un ve onlardan sonrakilerin uğradığı türden bir helâkin... Bir de unutmayın ki Allah kullarına haksızlık etmeyi asla istemez.”  (40 Mü’min/30-31)

-Grup/fırka anlamında

‘Hizip’, bir kaç âyette ise toplumların veya din mensuplarının parçalanıp parti parti, grup grup olmaları anlamında geçmektedir.

Kitap ehli ve müşrikler parti parti (fırka fırka) oldular, sonra da her bir grup (hizip) kendi elindekiyle, inandığı şeyle, üzerinde olduğu görüşle övünüp duruyor.

"Kesinlikle bu (elçilerin takipçilerinden oluşan) ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin (bir tek) Rabbinizim: Şu halde bana karşı sorumluluğunuzu yerine getirin.

Bu (emre) karşın, onlar aralarındaki birliği darmadağın edip (hakikati) parçaladılar. Her hizip (grup) başladı elindeki (parçayla) övünmeye.”  (Mü’minûn, 23/52-53. Ayrıca bak: 30 Rûm/32)

Kur’an, müslümanları Allah’tan gelen vahy’e kulak vermeyip, kendi kafalarına göre çeşitli inanç şekilleri uyduranlar gibi olmaktan sakındırıyor. Çünkü onlar, dinlerini parçaladılar, grup grup (fırka fırka) oldular. Üstelik herkes hâlâ yalnızca kendilerinin doğru yolda olduğunu sanıyor. (30 Rûm/31-32 )

Bu âyet, öncelikle şu ya da bu yoldaki muhtelif gruplara yani daha önceki vahyi tebliğlerden birini veya ötekini benimseyen, ama zaman içinde tevhidî yoldan ayrılıp farklı isimler alanları işaret ediyor. Bunların her biri bir hizbe katıldılar, taassuba düşüp katılaştılar ve her biri kendi doğmalarına, kendi biçimsel uygamalarına sarılıp son Vahye karşı çıktılar.

Âyet ayrıca bunların arasındaki hizipleşmelere de dikkat çekiyor ki bu her ümmet için geçerlidir. Bu aynı zamanda İslâm ümmetini hizipleşme tehlikesine karşı bir uyardır. (V. Akyüz, Kur’an’da Siyasal Kavramlar s: 179)

Bir başka âyette dindeki bu bölünme/farklılaşma ‘fırka’ kelimesi ile anlatılıyor: (30 Rûm/32) Peygamber (sav) İslâm ümmetinin de bu hizpleşme/fırkalaşma yanlışına düşeceğini haber veriyor.  (Ebu Davud, Sünnet/1 (4596-4597). İbni Mace, Fiten/17 (3991, 3992, 3994, 3995).  Darimí,  Siyer/75 (2521) Tirmizí, İman/18 (2640))

Mâide Sûresi 56. âyette hizip, Allah’a , Peygamberine ve müslümanlara müttefik olan grup demektir. Ki Kur’an onları ‘hizbullah’ adıyla anıyor. (Ayrıca bak: 58 Mücadile/22) Konumuz da zaten hu kavram.

- ‘Ahzâb’ kelimesi

Yukarıda geçtiği gibi ‘ahzâb’ hizb’in çoğuludur. Zor bir durum veya bir musibet yüzünden bir araya gelen topluluğu ifade eder.

‘Hizipleştiler’ demek, belli hedefler için bir araya geldiler demektir.

‘Ahzâb’ Kur’an’da genel olarak ‘küfürde ittifak etmiş müttefikler’ manasında kullanılmaktadır. 

* Kendilerine Kitap emanet edilen (mü’min) kimseler, Peygambere  indirilenlerden dolayı sevinirler. Fakat muhalif müttefikler (ki bunlar Kur’an diliyle ahzâb’tır) arasında onun bir kısmını inkâr edenler bulunmaktadır. (13 Ra’d/36)

* Bazı gruplar her ne kadar zaman zaman hakikate veya hakikati savunanlara karşı birleşip bir araya gelseler de; aslında onlar önceden aynı amaçla bir araya gelmiş ama hezimete uğramış ordular gibidir. Onlar bozulmaya mahkûm; ruh birliği olmayan, maneviyeti zayıf, ulvi bir hedefi olmayan, derme çatma bir toplulukturlar. (38 Sâd/11)

*Ahzâb, peygamberler hakkında ifrat ve tefrite kaçanlardır. (19 Meryem/36-37. 43 Zuhrûf/64-65)

*Ahzâb Hicret’in beşinci yılında Medine’ye yürüyen topluluktur.  (33 Ahzâb/10-11)

-Hizbullah/Allah taraftarı

‘Hizbullah’, Allah’ın taraftarı demektir.

Kur’an, iman etmenin gereği ihlaslı birşekilde yerine getirip İslâm uğruna mallarıyla canlarıyla çaba gösterenlere, bu uğurda samimiyetle çalıuşanlara ‘hizbullah’ dediği gibi, bu özelliklere sahip müslümanların toplumuna da yer yer ‘hizbullah’ demektedir.

Tefsirciler ‘hizbullah’ı; şiatullah (Allah’ın taraftarı), cündullah (Allah’ın askeri), ensarullah (Allah’ın yardımcıları) ve evliyâullah (Allah’ın velileri-dostları) şeklinde de açıklamaktadırlar.

Kur’an şöyle diyor:

“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun; Allah onun yerine öyle bir topluluk getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı mütevazi ve merhametli, kâfirlere karşı izzetli (başları yukarıda), Allah yolunda mücahede ederler, dil uzatanların kınamasından korkmazlar. İşte o Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir ve Allah Vâsi (genişlik veren) dir ve her şeyi bilendir.

Sizin veliniz; önce Allah, sonra Rasûlü, sonra da iman etmiş olanlardır ki namaza devam ederler ve rukû’ halinde zekât verirler.

Ve her kim Allah’ı, O’nun Rasûlünü ve iman edenleri veli (dost ve yardımcı) edinirse; hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, hizbullah’tır (Allah taraftarı olanlardır)

Ey iman edenler! Ne sizden önce kitap verilenlerden dininizi eğlence ve oyuncak yerine tutanları, ne de diğer kâfirleri veli (dost) tutmayın. Eğer müslüman iseniz Allah’tan ittika edin (korkup sakının).”  (5 Maide/54-57)

-Hizbullah’tan olmanın şartları

Bu âyet, mü’minlerin çeşitli özelliklerinin sayıldığı ve onlara müslümanlardan başkasını veli edinmelerinin yasaklandığı âyetlerin arasında geçmektedir.

Kur’an’ın ‘hizbullah’ dediği kimseler elbette mü’minlerdir.

Ancak, görünen odur ki, ‘hizbullah’ diye nitelenen bu müslümanların belirgin özellikleri  bulunmaktadır.

Onlar her şeyden önce sağlamca iman eden, diğer mü’minleri veli/dost ve müttefik edinen, ehl-i kitabı ve müşrikleri veli (müslümanlara karşı dost ve müttefik) edinmeyen, Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmadan yoğun çaba gösteren (cihad eden), namazı gereği gibi kılan, zekâtı hakkıyla veren, babası veya akrabası olsa bile Allah’ın düşmanlarına sevgi beslemeyen seçkin mü’minlerdir. 

Hizbullah sıfatı, mü’minlere ait siyasî bir tercihi ve kiminle beraber olabileceklerine dair bir seçimi de ortaya koymaktadır.

Bu noktada ‘hizbullah’ belirleyici bir sıfattır. Buna göre Hizbullah olmanın üç tane önemli şartı vardır:

1-Hakkıyla iman etmek ve imanın gereğini yapmak,

2-Mü’minleri bırakıp onların dışındakileri veli/dost ve müttefik edinmemek,

3-Kınayanın kınamasından korkmadan Allah yolunda çalışmak (cihad etmek).

-Hizbullah’ın özellikleri

Kur’an’ın ‘hizbullah’ diye övdüğü mü’minlerin bazı özelliklerini şöyle sıralamak mümkün:

1-Onlar, Allah ve Rasûlüne kuvvetli bir şekilde iman ederler.

Âyette geçtiği gibi ‘hizbullah’, öncelikli olarak Allah’ın hükmüne boyun eğen, İslâma içtenlikle teslim olan kimsedir. Onlar, hayatlarının her alanına Allah’ın indirdiği hükümleri hakim kılmaya çalışırlar. Onlar, Peygamber (sav) İslâm adına getirip tebliğ ettiği her şeyi pazarlıksız kabule ederler. Sonra da hayatlarını o ölçülere göre düzenlerler.

Onlar, tağutların hükümlerini reddederler. (4 Nisa/60) Onlar, Allah’a ibadet edin, tağuta (tanrı gibi zannedilen güç odaklarına) ibadet etmekten sakının diyen davete uyarlar. (16 Nahl/36)

2- Onlar savaş gibi çok ciddi ve zor bir eylemi sadece Allah için, Allah’ın dini ve O’nun rızasını kazanmak için yaparlar. Onlar asla hakimiyet, tasallut, işgal, ganimet, dünyalık üstünlük, asabiye ve şövenizm için ne savaşırlar, ne çalışırlar.

İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar...”  (4 Nisa/76)

3-Allah’a ve Rasûlüne baş kaldıranlara asla bir sevgi (meveddeh) beslemezler. Bu Allah’ın düşmanları, ebeveynleri, kardeşleri veya yakın akrabaları olsa bile.

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, onlar Allah’a ve Rasûlüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk/velâyet) bağı kurmuş olsunlar; Bunlar ister babalaı, ister çocukları, ister çocukları, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsalar dahi.

Onlar öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştri. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar hizbullah’tır  (Allah’ın grubudur.)  Dikkat edin; şüphesiz hizbullah olanlar, felah bulanların ta kendileridir.”  (58 Mücadile/22)

Veli edinmek; dost saymak, yardımlaşmak, otoritesine boyun eğmek, ona ait görev ve yetkilerini tanımak, yönetme işini birine emanet etme gibi anlamlara da gelir.

‘Meveddeh’ ise, sevgi, sevgi üzerine kurulan bağ ve buna bağlı olarak birini veli edinmek demektir.

İnsanlardan bazıları kendini yaratan ve yaşatan Rabbini unutur, başka tanrılar edinir, sonra da onları haddinden fazla sever. Ancak gerçek mü’minlerin sevgisi Allah’adır. Onların diğer her şeylere karşı sevgilerinin ölçüsü de bu Allah sevgisidir. (2 Bekara/165)

Müslüman olduğunu iddia ettiği halde, mü’minlere sırtını dönenler, Allah’ın dini konusunda kılını kıpırdatmayanlar, bu uğurda hiç bir şey yapmayanlar ve yapmaya hazır olmayanlar, İslâmın ve hükümlerinin düşmanı kimseleri veli edinenler, hatta onların müslümanların başına veli (yetkili, emir sahibi) olması için çalışanlar, müşriklere ve münafıklara müslümanların aleyhine olacak şekilde yardım edenler herhalde ‘hizbullah’ tanımının dışında kalıırlar.

4-Onlar, İslâma göre hükmeden yöneticiye itaat ederler. Bir konuda anlaşmazlığa düştükleri zaman o konuyu Allah’a ve Rasûlüne (Kur’an’a ve Sünnet’e) götürürler. Sonra kendileri hakkında verilen hükme razı olurlar.

Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”  (4 Nİsa/59)

5-Onlar diğer müslümanlarla hayır işlerinde ve Allah yolunda yardımlaşırlar. (5 Maide/2) Allah’ın dini uğrunda her türlü çalışmayı yapmaya hazırdırlar. Onlar tıpkı Hz. İsa’nın; “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir? Sorusuna içtenlikle: Biziz” diyen havarilere banzerler. (3 Âli İmran/52. Sâf/14)

6-Onlar, dinlerini ihlasla yaşarlar. Onlar Kur’an’ın sadık dediği kimselerdir. (49 Hucurât/15. 2 Bakara/177)

7-Allah’tan başkasından korkmaz ve yalnızca Allah’ın hükmüne boyun eğerler.  Allah’tan bir çağrı duydukları zaman onların tavırları: “İşittik ve itaat ettik” şeklindedir. (2 Bekara/285. 24 Nûr/51)

8-Onlar her zaman şu âyetin gereğini yaparlar.

"Öyleyse sizden hayra çağıran, ma’ruf’u (meşru ve iyi olanı) tavsiye eden, münker’den (kötü ve yanlış olandan) sakındıran, (ümmet olmanın gereğini yapan) bir topluluk olsun. İşte onlar gerçek kurtuluşa erenlerdir.” (3 Âli İmran/104)

Onlar, bir müslümanın davetçinin sahip olması gereken, bilgi, ahlâk, strateji, metod ve araçlara sahip olmaya çalışırlar. Öncelikler hayatlarıyla, ahlâklarıyla, insanî ilişkileriyle İslâmı güzellikle temsil ederler. Sonra da yeri gelince, uygun yöntemlerle, en güzel bir şekilde insanları Allah’ın dinine davet ederler, Allah’ın dini uğrunda çalışırlar.  (28 Ankebût/46. 16 Nahl/25)

Onlar bu çalışmayı günün en pratik ve meşru araçlarına baş vurarak da yaparlar. Asla kırıcı, dökücü, nefret ettirici, ürkütücü bir tavırla yapmazlar. Onlar, insanların İslâmı yanlış tanımalarına sebep olacak hatalar konusunda son derece hassastırlar. Din adına hata yapmaktan şiddetle kaçınırlar.

8-Onlar bütün bu faaliyetlerini/görevlerini yaparken, Allah yolunda bir fedakârlıkta bulunurken hiç kimseye, müslümanlara veya Allah’a fatura kesmeye kalkışmazlar. Yaptıkları salih amelin, cihadın ve davetin karşılığını sadece Allah’tan beklerler. (76 İnsan/9)

Sonuç

Mü’min olma sonucu büyük bir şeref ve büyük bir kazançtır. Ancak hizbullahî mü’min olmak ise daha büyük bir şeref ve daha büyük bir kazançtır.

Herkes iman edebilir. Ancak ‘hizbullahî’ olabilmek için iman ettikten ve iyi müslüman olmaktan başka daha çok çalışmak gerekir.

Hiç bir müslüman ‘hizbullah’tan olacağım diye görünen bir rütbeyi elde etmek için harekete geçmez. Ancak o imanın gereğini daha samimi yerine getirirse, Allah’ın dinini yaşama ve yaşatma uğruna daha çok çalışırsa, Allah’ın dinini, müslümanların ülkelerini, haysiyet ve değerlerini küfre karşı daha dikkatli korursa, müslümanlarla dostluk ve ittifak kurarak islâmî toplumun daha sağlam olması için çok çalışırsa; bu gibi müslümanlar Allah katında ‘hizbullah’ sayılır. Bu rütbeyi onlar Allah’ın katında bulurlar. Yoksa insanların vereği rütbenin ve ismin bir anlamı yoktur.

Allah (cc) onların kalplerine imanı yazmış ve onları bir ‘ruh’la desteklemiştir. Onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır ve kendilerinden razı olmuştur. İki dünyanın güzelliği, şeref ve izzeti de onlara aittir. (16 Nahl/30, 41, 122. 39 Zümer/10)

İşte bu şekilde olan ‘hizbullah’, gruplar (hizipler/partiler) içerisinde kurtulan hiziptir.

‘Hizbullah’ topluluğunun en tipik örneği Bedir savaşına katılan sahabeler ile, Peygamberi ve islâmı ortadan kaldırmak üzere Medine’ye hücuma geçen hizipler (ahzâb) karşısında; korkmadan, Peygamberin (sav) etrafında sağlam bir kale gibi duran, Allah’ın dinine yardım konusunda birbirlerini veli/dost ve müttefik edinen  ilk dönem müslümanlarıdır, sahabe topluluğudur.

Müslüman olduklarını iddia eden bazıları ise, o gün o zor şartlarda müşriklerle (ahzâbla) velilik ve işbirliği içerisinde idiler.

Bu işin değerini bilmeyenlerin yerine Allah (cc), kendisinden yana olan bir başka topluluk getirmeye kadirdir.

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbirkınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.”  (5 Maide/54)

Günümüzde dünyanın neresinde olursa olsun, sosyal, ahlâkî, ilim ve hikmet alanında ve siyasî anlamda İslâmî hareket bu özellikleri taşıyan, Allah (cc) katında ‘hizbullah’ sıfatını kazanmış, olgun, yetkin, örnek şahsiyet sahibi, efendi ve müttaki mü’minler sayesinde yürüyecek, güçlenecek ve başarıya ulaşcaktır.

Elbette bütün şuurlu müslümanlar da bu şerefli görev için adaydır.

Hüseyin K. Ece

14.9.2010

Zaandam-Hollanda