Giriş

Allah'ın yaratıklarına ilişkin planını ve oluşu gerçekleştirmesini ifade etmek üzere İslâmî literatürde kader ve kazâ kelimeleri kullanılır. (DİA, 24/58)

 

Bu iki terimin farklı tanımları olduğu gibi,  İslam kültüründe üzerinde en çok durulan ve en çok tartışılan konuların başında gelirler.

Bunlarla ilgili pek çok kişi ve akım (mezhep) fikir ortaya sürmüş, bu farklı fikirler etrafında pek çok grup ve cemaat (fırka) ortaya çıkmıştır. Hatta genel görüşleri içerisinde kader konusunu ön plana çıkardıkları için bir mezhebe Kaderiyye adı verilmiştir.

Kader konusundaki tartışmalar o kadar ileri boyuta varmış ki, bir taraftan gruplar oluşurken, bir diğer taraftan müslümanlar arasındaki ihtilaflar giderek tefrikaya dönüşmüştür. Karşı grupta olanlar kendileri gibi düşünmeyenleri İslâmı yanlış anlamakla itham etmişler, hatta birbirlerini dalâlet, bid’at, şirk ve küfürle suçlamışlar. (Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 160, 348, 352 ve 366. M. İslamoğlu, İman Risalesi, s: 76. Ehl-i Sünnet Tetkikleri, s: 142)

İnanç konularının kelâm (tartışma) konusu yapılması, ya da amelî ve fikrî konuların akideye taşınması, üstadların ve mezheplerin görüşlerinin/anladıklarının akide gibi sunulması, indî yorumların değişmez gerçekler gibi anlaşılması, grup ve hizip taassubu;  ister istemez bu sonucu doğuracaktı. Kader konusunda Peygamberin uyarısına rağmen bu konunun alabildiğine tartışılması, ümmet arasında derin uçurumların açılmasına sebep olmuştur.

Biz bu yazımızda kazâ ve kader kelimelerinin Kur’an’daki anlamlarına kısaca işaret ettikten sonra ‘ehl-i sünnet’in kaza ve kader anlayışını, -sınırları net belli olmadığından- bu kesimin öne çıkan temsilcilerinden, kitaplarından ve onlara nisbet edilen görüşlerden özetlemeye çalışacağız. Şüphesiz bu görüşler, kendilerine ‘ehl-i sünnet’e mensup sayanların ortak görüşünü kuşatmaktan ziyade, bize genel bir fikir vermektedir.

 

  • Kaza ve kadere iman

Ehl-i sünnete göre müslüman Allah’ın kazâ ve kaderine de inanır. O’nun hikmetine ve dilemesine inandığı gibi. İnsanların kendi iradeleriyle yaptıkları fiilleri Allah’ın ilmi ve tadiri dışında gerçekleşmez. O’nun hikmeti de dilemesine tabidir. O ne dilerse olur, O’nun dilemediği şey ise olmaz. O her şeyi çekip çevirir. (E. el-Cezairi, Minhacu’l-Müslim, s: 34)

Âlemde vuku bulan, cereyan eden her şey Allah'ın kaza ve kaderiyledir. Her şey, Allah'ın ilim, irade ve kudretinin eseridir, ilâhî kanuna tabidir. Her şeyde sebepler, bazı ölçüler vardır. Bütün olaylar ve oluşlar Allah'ın kaza ve kaderine uygun olarak meydana gelir. Allah onları bir sebep ve hikmete uygun olarak yaratır. Kader, bir şeyin ölçüsüdür. Her varlık bir ilâhi ölçüye bağlıdır. Âlemdeki düzen ve istikrar, devamlılık ilâhî kaza ve kaderle mümkün olmaktadır.

Kazâ ve kader Kur’an’da imanın şartları içerisinde geçmez. Ancak pek çok âyet ve hadis Allah’ın takdirine, hikmetine, hükmüne, iradesine ve gücüne işaret etmektedir. 

 

  • Kur’an’da kader ve kaza

Sözlükte ‘kader’; ‘gücü yetmek; plânlamak, ölçü ile yap­mak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek, rızkını daraltmak gibi mânâlara gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 12/36. M. F. En-Naal, M. el-Elfazı’l-Kur’aniyye, s: 594)

Istılahta kader; Allah'ın bü­tün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi  diye tarif edilir.

Kader, Kur'an'da ‘ölçü. miktar ve güç anlamlarında da kullanılıyor. Allah'ın buyruğu düzenlenmiş bir kaderdir. (Ahzâb 33/38) O'nun katın­da her şeyin bir plânı (mikdâr) vardır. (Ra'd, 13/8) Her şeyin hazineleri O'nun yanındadır ve O her şeyi belli bir ölçü (ka­der) dahilinde indirir. (Hicr, 15/21) O, her şeyi bir kaderle (bir plana, ölçüye, düzene göre) yaratır. (Kamer, 54/49)

Takdir kavramının yer aldığı âyetlerde belirtildiğine göre Allah (cc) her şeyi amacına uygun bir şekilde yaratmış, tabiatını be­lirleyip hedefine doğru yöneltmiştir. (A'lâ, 87/2-3)  Buna bağlı olarak insanların yaratılışını, rızıklarını, yaşayacakları zaman dilimini ve ölüm vakitlerini tayin etmiştir.  (Fussilet, 41/10, 12. Furkân, 25/2. Müzzemmil, 73/20. Vâkıa, 56/60)

Bazı âyetlerde hem evrenin yaratılışına dair kanunların, hem de insanların yaratılış, yaşayış ve ölümüne ilişkin yasaların Allah tarafın­dan düzenlendiği ‘takdir’ kelimesiyle ifade ediliyor. (DİA, 24/58) Mesela; “Çünkü hiçbir şey yoktur ki, kaynağı katımızda olmasın; ve Biz hiç bir şey indirmeyiz ki, kusursuzca belirlenmiş bir ölçüye (kadere), bir uyuma dayanmasın.” (Hıcr, 15/21. Ayrıca bakınız:  Teğâbûn, 64/11.Hadid, 57/22. En’am, 6/49)

Kur'an'da bütün nesne ve olayların bel­li bir düzen içinde gerçekleşmesi ilâhî sı­fatlarla irtibatlandırılır. Bunlar ilim, irade ve kudret gibi zatî; yaratma, yaşatma, öldürme, hidayete erdirme, saptırma gibi fiilî sıfatlardır. Kaderle yakından ilgili olan­ların başında ilim sıfatı gelir. Allah (cc) gaybı bilir, ilmi her şeyi kuşatmıştır. Göklerde ve yerde olanlara, gizli açık her şeye vâkıftır. İnsanların açıkladıklarından ve kalplerin­de sakladıklarından haberdardır. (Bekara, 2/77. Tevbe, 9/78. Nahl, 16/19, 23. Hucurât, 49/16, 18. Talâk, 65/12) (DİA, 24/48)

Kazâ sözlükte; hükmet­mek, muhkem ve sağlam yapmak; em­retmek, yerine getirmek’ (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/131), layık olduğu sonucu belirlemek ve bir şey hakkında söylenebilecek son sözü söylemektir. (Matüridî, Kitabu’t-Tevhid, s: 391)

Kazâ, Kur’an’da bildirdi, haber verdi (İsra, 17/4), emretti veya hükmetti (İsra, 17/23. Ahzab, 34/36), yapıp bitirmek (Kasas, 28/29) anlamlarında kullanılıyor.

Kazâ ıstılahta; genel olarak “Allah'ın nesne ve olaylara ilişkin ezelî planını gerçekleştirmesi şeklinde tanımlanır. (DİA, 24/48)

Kazâ, nesne ve olayları yaratma demektir. ‘Yaratma’, eşyanın kendi mahiyeti çerçevesinde oluşmasını gerçekleştirmek ve her şeyin yaratılışına uygun düşecek pozisyonda bulunmasını sağlamaktır. Bu da Allah’ın ilim ve hikmet sıfatıyla ilgilidir. Hikmet, her şeyin gerçekliğine isabet etmek ve her şeyi yerli yerine koymak demektir. (Matüridî, K. Tevhid, s: 391)

Kazâ ve kader birbirlerinin lazımı olmakla beraber, birbirlerinin yerine kullanmıştır. Maturidîlerin kader diye tarif ettikleri şeye Eş’arîler kazâ, onların kazâ dediğine de Eş’arîler kader derler.” (Nesefî, İslâm Akaidi, s: 134. R. el-Butî, İslâm Akaidi, s: 166)

 

  • Hadislerde kader

Kur'an'da Allah-kâinat ve Allah-insan ilişkisi bağlamında temas edilen kader konusu doğrudan doğruya iman edilmesi emredilen esaslar arasında zikredilmemiş (Bakara, 2/177. Nisâ, 4/136), sadece Allah'ın yetkin sıfatlarına, bunun yanın­da insanın cebir altında bulunmayıp se­çim hürriyetine sahip olduğu hususuna vurgu yapılmıştır.

Ancak konu hadislerde farklı bir durum arzetmektedir. Bazı ri­vâyetlerde kader iman esasları arasında zikredilmezken (Buhârî, İmân/37(50)). Tirmizî, Fiten/63 (2247)), bazılarında hayır ve şer ile birlikte kadere iman etmenin ge­rektiği belirtilmiştir. (Müslim, İmân/7 (99)). Tirmizî, İmân/4 (2610))

Kul ilâhî planda cennet ehlinden olduğu halde cehennem ehlinin amelini işleyebi­lir, cehennem ehlinden olduğu halde cen­net ehli gibi davranabilir. Fakat sonuç kaderde planlandığı şekilde gerçekleşir. (Buhârî, Kader/5 (6606). Müslim, Kader/12 (6741))

İnsan faydalı olanı yapmak için gayret göster­meli ve Allah'tan yardım dilemelidir; ba­şına bir iş gelince de, "Şöyle yapsaydım şöyle şöyle olurdu" dememeli, "Allah'ın takdiri" demelidir. (Müslim, Kader/34 (6774))

Hz. Âdem'in günah işleyip cennetten çık­ması önceden belirlenmiş bir kaderle gerçekleşmiştir (Buhârî, Kader/11. Müslim, Kader/14-15 (6743-6744))

Hz. Peygamber'in bazı dualarında kazânın kötüsünden Allah'a sığınırdı. (Buhârî, Kader/13 (6616))

Peygamber (sav) ayrıca hastalı­ğa yakalananların tedavi görmesinin ge­rektiğini ve bunun da bir kader olduğunu açıklamıştır. (Tirmizî, Tıb/21 (2065))

Peygamber (sav) meşhur Cibril hadisinde imanı şöyle tarif etmiştir: “İman, Allah’a, O’nun meleklerine, O’nun kitaplarına, O’nun peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrına ve şerrine (bunları yarattığına) iman etmendir.” (Müslim, İman/1 (8))

Peygamber (sav) Abdullah ibni Abbas’a yaptığı tavsiyede bütün insanlar bir araya gelse Allah’ın takdir ettiğinden fazla zarar veya fayda veremeyeceğini söylüyor. (Tirmizi, hadis: 2516)

 

  • Kader nedir?

Sahabeler tarafından bile farklı anlaşılan kaza ve kader problemi, müslümanlar arasında meydana gelen siyasî ve sosyal olayların etkisiyle sahabe devrinin sonlarına doğru canlı bir şekilde tartışılmaya başlandı. (M. İslamoğlu, İman, s: 184-203) Bazılarına göre Emevî saltanatını kuran Muâviye b. Ebû Süfyân, icraatını meşrulaştırmak amacıyla kader inancını cebir doğrultusunda yorumlayarak kendisini devlet başkanı yapanın ve icraatını yaratanın Allah olduğunu, do­layısıyla bütün işlerinde isabetli davran­dığının kabul edilmesi gerektiğini söyle­miştir.

Daha sonradan Ma'bed el-Cühenî, Emevîler'in kadere ilişkin yorumlarını redde­derek hocası Hasan-ı Basrî'nin görüşüne başvurmuş, o da kaza ve kaderi inkâr et­menin mümkün olmadığını, fakat ka­deri kulları günah işlemeye zorladığı şek­linde anlamanın Allah'a yapılmış en bü­yük iftira olduğunu belirtmiştir. Cebir fikrini reddetmek amacıyla kazâ ve kaderi inkâr edenlerin durumu Abdullah b. Ömer'e sorulmuş. O da kendisinin onlardan, onların da kendi­sinden uzak olduğunu söylemiştir. (Müs­lim, İmân/1) (DİA, 24/58)

Ehl-i sünnete göre “kader, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin hepsinin zamanının, yerinin ve nasıl olacaklarının Allah tarafından ezelde bilinmesi ve bu bilgiye uygun olarak takdir ve irade edilmesidir. Kader, Allah’ın ‘ilim’ ve ‘irade’ sıfatları ile ilgilidir. Allah, ilim sıfatı ile, olacak şeyleri bütün teferruatı ile bilir, irade sıfat ile de şöyle veya böyle olmasını tercih ve takdir eder.

‘Kazâ’, ezelde, Allah tarafından bilinen ve takdir edilen şeylerin, zamanı ve yeri geldiğinde, ezeldeki bilgi ve takdire uygun olarak, Allah tarafından yaratılmasıdır. Kazâ, Allah’ın ‘kudret’ ve tekvin’ sıfatı ile ilgilidir.. Allah (cc), her şeyi kadere uygun olarak kudret ve tekvin sıfatı ile yaratır.

Kâinatta her şey, kazâ ve kadere bağlıdır. Allah’ın takdir ve iradesinin dışında hiç bir şey olmaz. ‘Kadere iman’, iyi-kötü, hayır-şer ne varsa hepsinin Allah tarafından ezelde takdir edilip zamanı gelince de yine Allah tarafından bu takdire göre göre yaratıldığına inanmak demektir.” (Nesefi, İslâm Akaidi, s: 133. N. es-Sâbûnî, Matüridî Akaidi, s: 162-163)

Kimilerine göre ‘kazâ’; Allah'ın ezelî hükmü, ya­ni bütün nesne ve olayların Levh-ı Mah­fuz’da veya küllî akılda topluca var olması, kader ise; bütün nesne ve olayların kazâ­ya uygun olarak yaratılması ve dış âlemde gerçeklik kazanmasıdır. (DİA, 24/58. en-Naal, M. el-Elfâzı’l-Kur’aniyye, s: 594)

Râgıb el-İsfahânî, Allah'ın varlıklara ilişkin takdirinin iki anlama geldiğini söyler. Bunlardan biri yarattığı nesnelere güç vermek, diğeri de ilâhî hikmetin gerektirdiği tarzda yaratık­ları nihaî özellik ve şekillerine kavuştur­maktır. (R. el-Isfehani, el-Müfredât, sayfa: 595)

İmam Matüridi’ye göre kader iki manada kullanılır: Birincisi; bir şeyin olışumu açısından sahip olduğu konum ve değer hükmüdür. Buna göre kader; bir şeyi hayır-şer, hüsn-kubuh, hikmet-sefeh bakımından taşıdığı mahiyet üzere yaratmaktır. İkincisi; bir şeyin olacağı zaman ve mekânını, hak veya batıl oluş vasfını, doğuracağı mükafat ve cezayı belirlemektir.. (Matürüdi, K. Tevhid, s: 392)

Kader, Allah’ın ezelde yaratılanların özelliklerini bilmesidir. Allah (cc) ezelde her şeyi kendisinde güzellik, çirkinlik, zararlı, faydalı olma hallerine dair ne olacaksa, hangi zaman ve mekânda bulunacaksa, sevap ve günahtan hangisine vesile olacaksa öylece tahdit ve tesbit etmesidir. Eşyayı, iradesine mutabık olarak takdir etmesi de denilebilir.

Eş’arîye göre kader, Allah’ın eşyaya irade ettiği şekil üzere icad etmesidir. Yahut ezelî iradenin, kendilerinde has vakitlerde eşyaya taalluk etmesidir. Ona göre kader, Allah’ın fiil sıfatlarına racidir, onun için hâdistir (sonradan yaratılmıştır). Şöyle diyor:”Biz kabul ederiz ki Allah amellerimizi kabul eder ve bizim için kader tayin eder. Bunu nefislerimize atfederek ‘biz yaptık’ diyemeyiz.” (M. İslamoğlu, İman Risalesi, s: 197)

 Eş’arîye göre kadere imanın iki derecesi vardır:

1.Allah (cc) ezelî ilmi ile insanların işlerini, kazanacakları sevap ve günahları, rızıklarını , ecellerini... ve buna benzer hallerini bilir. Allah’ın ilk yarattığı şey kalem olup onunla yaratıkların mukadderatını Levh-ı Mahfuz’a yazmıştır. Bu, Allah’ın bir plânı hükmündedir ki esas itibariyle kesin ve hatasızdır. Allah’ın takdiri O’nun ilmine tabidir. Allah (cc) bir şey nasıl olacaksa öyle bilir ve  bildiği gibi hükmeder.

2.Allah (cc) var olan veya yok olan her şeye kâdirdir. Hiç bir hareket veya sükûnet yoktur ki, ilahî irade ile olmasın. İnsanların bütün fiilleri Allah’ın yaratmasıyla, iradesiyle, hükmüyle, kaza ve takdiriyledir. Allah’ın irade ve kudreti her şeyi kuşatır. Ancak insanların iradesi ve tercih hakları vardır. Bedbahtlığın ve bahtiyarlığın yolunu insanın kendisi açar. “Her şey Allah’tandır” demek, kader, yaratma, takdir Allah’a aittir  demektir. İnsanın kesb (kazanma), seçme ve irade hakkı vardır.

İnsanın kasıt ve iradesinin geçerli olmadığı fiillerini de, kast ve irade ile kendi tercihiyle yaptığı fiillerini de Allah yaratır. Hepsi Allah’ın kaza ve kaderiyle meydan gelir. Çünkü bir şeyi kudret ve irade ile yaratmak mutlaka o şeyin tafsilat ve tefeeruatını bilmeye bağlıdır. (S. Taftazânî, Şerhu’l Akaid, sayfa: 229-230)

“Başka bir deyişle kader; ölçmek için hazırlanan şey, kazâ; ise fiilen ölçmekten ibarettir. Kader bir şeyin esası, kazâ da onun tafsilatıdır. Kader bir devletin divanındaki icmal defterine, kazâ da o deftere göre vazife sahiplerine devlet bütçesinin taksimine benzer. İbnu’l-Esir’e göre de kazâ ve kader aynı anlamdadır, aralarında fark yoktur. (Nesefî, İslâm Akaidi, s: 134)

Ehl-i Sünnet’in kaza ve kader konusundaki görüşleri şöyle özetlenebilir: “Allah eşyayı yaratmazdan önce, onları miktarını, durumlarını, insanların amellerini, kendi iradeleriyle yapacakları hayır ve şer işleri ezeli ilmiyle bilip, ezeli iradesiyle Levh-ı Mahfuz’da ilk yarattığı şey olan kudret kalemiyle yazmıştır. Ezelde ilim ve iradeye uygun olarak takdir edilen şeyler de zamanı gelince harfiyyen meydana gelmektedir. Ki bu da kazâdır.

Her şey ezelde takdir edilip Levh-ı Mahfuz’da yazılmış olduğuna, zamanı gelince de aynen yaratılacağına, takdir ve kazada hata olmayacağına göre, insan yaptıklarından nasıl sorumlu olabilir?

İnsanın fiilleri, kendi seçimine göre ve kendi isteği olmaksızın iki kısma ayrılır. İnsanın bazı fiillerinde kendi seçimi söz konusu değildir. O bu fiillerden sorumlu değildir. Açlık hissetmek, kanın dolaşımı, uyumak, organların çalışması gibi. İnsan kendisine verilen cüz’i iradesiyle bir şeyi ister ve kendi isteğiyle, Allah’ın kendisine verdiği güçle yapar. Ama yaratan yine Allah’tır. Kul bu gibi fillerden sorumludur. Allah her şeyi bir sebebe bağlar. Kul bu sebeplere yapışınca Allah da o şeyi yaratır. (R. el-Buti, İslam Akaidi, s: 168-171)

İlim maluma tabidir. İlim, ancak olaylara ve eşyaya uygun olursa ilimdir. Bu anlamda ilmin olayın olmasında bir etkisi yoktur. Mesela biz Güneş’in ne zaman nereden doğacağını biliriz. Güneş biz bildiğimiz için doğmaz, biz onun doğacağını ötedenberi devam eden tabiat yasalarına göre biliriz. Kader de bunun gibidir. Allah insanların yapacağı şeyleri bildiği için insanlar onları mecburen yapmaz, Allah sonsuz ilmiyle şimdi ve gelecekte olacak her şeyi bilir, takdir eder, ya da yapılmasına izin verir. Levh-ı Mahfuz’a yazılanlar da Allah’ın önceden bildiği şeylerdir.” (Nesefî, İslam Akaidi, s: 135-136)

            Ebu Hanife’ye göre Allah eşyayı oluşundan önce biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve yaratandır. Allah’ın dilemesi, ilmi, kazâsı (hükmü), takdiri ve Levh-ı Mahfuz’daki yazısı olmadan, dünya ve ahirette hiç bir şey meydana gelmez. Ancak O’nun Levh-ı Mahfuz’daki yazısı hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kazâ, kader ve irade, O’nun nasıl olduğu bilinemeyen sıfatlarındandır.  (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, s: 67

Ehl-i sünnete göre kazâ ve kadere iman etmenin anlamı; mükellefin Allah’ın kulların yaptığı bütün fiilleri, yaratıklarla ilgili her şeyi ileride olacağı biçimde ezelde bildiğine iman etme zaruretidir. Bununla birlikte mükellef, Allah’ın onları yarattığı zaman kendilerine has kadere göre ve daha önceden ezelî ilminde belirlenen biçimde yarattığına da inanmalı.

Kazâ ve kader bazılarının zannettiği gibi mutlak cebirle ilgisi yoktur. (Cebir, kaderde ne yazılı ise mecburen yapma, insandaki iradeyi yok sayma anlayışı.) Çünkü Allah’ın İlahlığının gereği olarak kullarının ileride yapacaklarını, mülkünde olacak olayları bilmesi gerekir. Aksi halde bu O’nda noksanlık anlamına gelirdi. Ayrıca olacak bütün olaylar O‘nun ilmine uygun olmalı. Yoksa O’nun ilmi cehilliğe dönüşür. Bu ise Allah hakkında muhaldir. (R. el-Buti, İslâm Akaidi, s: 167)

İmam-ı Nevevi, Hattabi’den şunu aktarıyor: “Bazı insanlar kazâ ve kaderin anlamını Allah’ın kulunun kazâsı ve takdir ettiği şeye zorlaması şeklinde anlamaya çalışıyorlar. Fakat iş onların anladıkları gibi değildir. Bunun anlamı, Allah’ın kullarının sonradan kazanacakları ve onlardan sadır olacak şeyleri daha önceden ilmiyle bildiğini haber vermesi ve takdir etmesidir.” (İ. Nevevî, el-Minhac, s: 97)

            Ehl-i Sünnete göre insan, belli ölçüler çerçevesinde hareket eden hür bir varlıktır. O, işlerini kendi irade ve ihtiyarıyle (seçimiyle) yapar. Zorunlu fiiller dışında kendi isteğine bağlı olarak yaptığı işlerin emir olanlarından mükâfat, yasak olanlarından ceza görecektir. Allah'ın teklifleri, sevap ve cezasını gerektirecek işler bellidir. İnsan bunları seçme ve yapmada serbesttir. Ancak  yaratıcı Allah'tır. O şöyle buyuruyor: “Allah her şeyin yaratanıdır.” (Zümer, 39/62), “Sizi ve işlediklerinizi yaratan Allah'tır.” (Saffat, 37/96)

            İslâm tarihinde ortaya çıkan çeşitli mezheplere, gruplara, fırkalara göre Ehl-i sünnet’in kader ve kazâ anlayışının daha mutedil, daha dengeli, ifrattan ve tefritten uzak, hem insanın sorumluluğuna hem de Allah’ın mutlak yaratıcı olduğuna, insanın Allah’ın karşısındaki konumuna vurgu yaptığı ve Vahy’in ruhuna daha uygun olduğu söylenebilir.  

Hüseyin K. Ece