Kur’an, geçmiş kavimlerden, onların ahlâklarından, özellikle de Peygamberlere ve onların hak davetine karşı tavırlarından örnekler vermektedir. O, bu örneklerle kendisine muhatap olanları uyarıyor, dikkatlerini çekiyor, herkesin aklını başına almasını tavsiye ediyor.

 

Kur’an’ın verdiği örnekler, aslında tarihte olup bitmiş karakterler değildir. Onun anlattığı kıssalar sıradan birer hikâye, tarihî olay, ya da her şeyi ile hükmü ve ibret olma özelliği geçmişte kalmış hatıralar da değildir. Kur’an, geçmişte yaşanan bazı olayları anlatarak gelecekte aynı hataların tekraralanmamasını hatırlatıyor. Sünnetullah’ın (Allah’ın değişmez hükmünün) her devirde yürürlükte olduğunu bildiriyor. İyi işler yapanlar, bunun karşılığını iyilik olarak, kötülük işleyenler de bunun karşılığını kötülük olarak görürler. Bu hüküm herkes ve toplum için geçerlidir.

Kur’an Lût kavminden ve onların son derece çirkin bir huyundan bahsediyor. Bu kavim, tarihte hiç bir toplumun yapmadığı bir hatayı yaptı: Erkekler, kadınları bırakıp kendi cinslerine yanaştılar, onlarla evlenmeye kalkıştılar. Bu çirkin fiil, âdeta o toplumun geleneği oldu, yaygınlaştı, toplumun büyük kesimi tarafindan benimsendi. Kendilerini bu abes davranıştan uzaklaştırmak ve onları hak yola davet etmekle görevli peygamber Lût’u dinlemediler. Hatta onu, memleketinden sürüp çıkarmakla tehdit ettiler.

“...Çıkarın bunları (Lût’u ve ona inananları) memleketinizden; çünkü bunlar (güya) temiz kalmak istiyorlarmış?”  (7 A’raf/82) 

O kavmin elebaşları yandaşlarına böyle dediler. Yaptıkları işin çirkin görülmesine bile tahammülleri yoktu. Bize karışanları, bizim yaptıklarımıza yanlış veya çirkin diyenleri, bize engel olmaya çalışanları, bizi zevkimizden alıkoymak isteyenleri, sustururuz, izin vermeyiz. Onlara karşı gürültü ve yaygara koparırız. Yandaşlarımızı yardıma çağırırız, propaganda (veya iletişim) araçlarını devreye sokarız, guç kullanırız. Gerekirse onları ülkemizden sürüp çıkarırız.

Üstelik bu azgın kavim, Lût (as) ve ona inananlar ile alay ediyorlardı. Ne ile? Onların da kendileri gibi bu çirkin işi yapmayışlarıyla. Böyle bir davranışı tabii bulmayışlarıyla. Dahası temiz kalmak isteyişleriyle. Lût (as) ve ona inananlar güya temiz imiş de, kendilerine ‘yanlış yapıyorsunuz’ diyorlarmış. Bununla yetinmeyip kendilerine; ‘bu çirkin fiili bırakın’ diyorlarmış. 

Evet ilginç değil mi? Hani derler ya, boğazına kadar pisliğin içerisine gömülmüş, bunun farkında değil ama başkasının alnındaki küçük bir lekeyle uğraşıyor! Öyledir, insan çoğu zaman kendi yaptığını beğenir, yaptığının hata ve yanlış olduğunu kabul etmez. Kişi inandığı veya davranış haline getirdiği kanaatini kolay kolay değiştirmez.

Şu hale bakın ki Lût kavmi, her açıdan insan güzeli olan peygamberlerden bir peygamberi temiz kalmak istemesinden, ya da insanları temiz kalmaya davet etmesinden dolayı alayla karşılıyor. Yaptıkları yanlışın ne denli büyük bir hata olduğunu hatırlatanlara düşman kesiliyor ve onları sürgüne göndermekle, ceza vermekle korkutuyor.        

Derler ki körler ülkesinde gören bir göze sahip olmak suçtur. Tıpkı öyle... Çoğunluğun hayat haline getirdiği bir şeyin yanlış olduğunu söylemek, onları doğru olan şeye davet etmek suç/hata kabul edilir. Nitekim kavimlerini hakka, doğruya, iyi olan şeylere, insanlığa davet eden bütün peygamberler kavimleri tarafından iyi karşılanmadı.

Kur’an bu çarpık mantığın örneklerini veriyor.

Bu noktada insan karakterinin fazla değişdiğini görüyoruz. Dün Lût’un davetine karşı çıkan –Kur’an’ın deyimiyle mücrim olanlar/korkusuzca haram işleyenler- ile günümüzde benzer yanlışları yapanların, hatalarını dahi kabul etmemeleri, hatalarını söyleyenlere şiddetle karşı çıkmaları, berbat tavırlarını fazilet gibi, çağdaşlık, ilericilik diye savunmaları; Lût kavminin tavrına ne kadar da benziyor.

Melekler, Hz. Lût’a azıp haddi aşan o topluluğa azap müjdesi için geldikleri zaman, Lût (as) onlar hakkında kaygılandı. Çünkü onlar genç erkek şeklinde gelmişlerdi.

“Elçilerimiz Lût’a geldikleri vakit, O, bunlar yüzünden kaygıya düştü. Göğsü daraldı ve ‘İşte bu, çok zor bir gündür’ dedi.

Kavmi kendisine doğru çabucak, itişe kakışa geldiler. Onlar zaten daha önce kötü işler işlemeye alışmışlardı. (Lût); “Ey kavmim, işte (kavmimim) kızları, onlar (evlenmek üzere) sizin için daha temizdir. Artık Allah’tan korkun, beni misafirlerimin yanında küçük düşürmeyin. İÇİNİZDE AKLI BAŞINDA BİR ADAM (RAŞÎD BİR KİMSE) YOK MU?” dedi.

(Kavmin azgınları); ‘Sen de biliyorsun ki senin (kavminin) kızlarında hiç bir hakkımız yoktur. Sen bizim ne istediğimiz elbette bilirsin’ dediler.

(Lût) Keşke size yetecek bir gücüm olsaydı, yahut güçlü bir yere sığınabilseydim” dedi.” (Hûd/78-80)

Hz. Lût (as) misafirlerinden yana çok korktu. Bu azgın kavmin onlara kötü bir şey yapmalarından endişe ediyordu. Onlar ölçüyü kaçıran, iyi düşünmeyen, doğrunun ve yanlışın ne olduğunu unutan, nefislerinin hevasına uymuş bir topluluktu. Kadınları bırakıp, erkeklerle evlenmeyi, ya da onlarla birlikte olmayı tercih eden bu sapıklar, onun misafirlerine de kötü gözle bakabilirlerdi.

Bundan dolayı tedirgin oldu, göğsü daraldı, canı sıkıldı ve “İşte bu, çok zor bir gündür” dedi.

O gün gerçekten zor bir gündü Hz. Lût için. Bir taraftan Peygamber olarak gönderildiği toplumun onu dinlemeyişi, bir taraftan bu azgın kavmin misafirlerine kötü niyet beslemeleri...

Nitekim korktuğu başına geldi. 

“Kavmi kendisine doğru çabucak, itişe kakışa geldiler. Onlar zaten daha önce kötü işler işlemeye alışmışlardı.

“Ey kavmim, işte (kavmimim) kızları, onlar (evlenmek üzere) sizin için daha temizdir.

Artık Allah’tan korkun, beni misafirlerimin yanında küçük düşürmeyin. İÇİNİZDE AKLI BAŞINDA BİR ADAM (RAŞÎD BİR KİMSE) YOK MU?” dedi.”  (Hûd/78)

Hz. Lût (as), yalvarırcasına âdeta; ‘yapmayın, etmeyin, Allah’ın çizdiği tabii yolun dışına çıkmayın, yanlış yapmayın, hududu geçmeyin, bu çirkin işi bırakın. Evlenmek istiyorsanız adam gibi, tabii olanı tercih edin. İşte kavmin kızları. Hatta benim kızlarım, onlarla usûlüne göre evlenin ve aile olun’ dedi.

Arkasından da sanki feryat edercesine; “İÇİNİZDE AKLI BAŞINDA BİR ADAM (RAŞÎD BİR KİMSE) YOK MU?” diye onları insanca davranmaya, doğru olanı yapmaya davet etti.

Evet, içinizde aklı başında, ne yaptığını bilen, fazilet sahibi, lâftan anlayan, doğru davranmayı becerebilen biri yok mu? Bu yapılanların yanlış olduğunu anlayan ve doğrusu ne ise onu yapabilecek yok mu aranızda? diye inledi.

Ama ne yazık ki sesini sağırlara, lâftan anlamayanlara, nefislerinin keyfini her türlü insanî davranışa tercih edenlere, azgınlara ve davranışlarında normal sınırı aşanlara duyuramadı.

O azgın kavim, gerçekten korkunç olan bir şeyi istedi. Âdeta sapıklığın en son sınırını zorlayarak, azabı davet ederek, ateşe dokunurcasına, peygamberin uyarılarına kulak asmadan, onu ve ilahî ikazları ciddiye almadan; Hz.Lût’a (as) misafir gelen, daha doğrusu onlar için azap haberi getiren meleklere talip oldular, göz koydular.

Bu talep gerçekten akıl almaz ve rezil bir istekti. O gözü donmuş, pis zevklerinden başka bir fazilet bilmeyen, doğru ve yanlışın nerede olduğunu  görmeyen sapık topluluk o aşağılık zevkleri için bir peygamberin misafirlerine bile eğri gözle bakmaya yeltendiler.

Böylesine çirkin bir isteğin ve Hz. Lût’un davetine kulak asmayışın karşılığı elbette dünyada ağır bir ceza oldu. Allah (cc) onları hak ettikleri ile cezalandırdı. Gökten başlarına yakıcı taşlar yağdı. 

Âyette geçen ‘raşid-aklı başında olma’ kelimesi üzerinde biraz durmakta fayda var.

Raşid kelimesinin kökü olan ‘rüşd’; sözlükte, doğru yolu bulup ona girmek, akıl ve ruh bakımından olgunlaşmak, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak demektir.

Akaidda ‘rüşd’ kelimesi ‘ğayy’ın, yani şaşırmanın, sapıtmanın, doğru yolu bilememenin karşıtıdır.

‘Rüşd’, doğruluktur, yani istikamet üzere olmaktır.

Fıkıhta rüşd; iyilikleri elde edebilecek olgunlukta olmak, malını korumak için gerekli tedbirleri alabilecek yaşta ve akıllı olmak demektir.

‘Rüşd’ sahibi, rüşdüne ermiş kişilere ‘reşîd veya râşid’ denilir.

Fıkıhtaki  rüşd’ün karşıtı, sefih’liktir. Sefih olan kimse, akıllı, iyiyi kötüden ayırabilecek yaşta olmasına rağmen, malı üzerinde akıl ve mantık dışı uygulamalarda, uygun olmayan davranılarda bulunamayan kimsedir.

Türkçede kullanılan ‘rüşdünü isbat etmek’ deyimi, kişinin aklını iyi kullanması, doğru olan şeyi yapabilme, iyi olan şeyleri tercih edebilme olgunluğuna ulaştığını ifade eder.

Kur’an-ı Kerim, ‘rüşd’ kelimesini hakk din’in yerine kullanmaktadır:

"Dinde zorlama yoktur. Gerçekte rüşd (doğru yol) ile ğayy (sapıklık yolu) belli olmuştur….” (2 Bekara/256)

Kur’an İslâma aynı zamanda rüşd yolu da diyor. Yani o ‘sebilü’r rüşd’tür. (7 A’raf/146)  O, dosdoğru bir yoldur. Onda eğrilik ve sapıklık yoktur. O’nun gösterdiği yolda, onun emir ve yasaklarında bir yanlışlık veya insan icin zararlı bir şey olamaz.

Allah’ın davetine kulak vermek ve bu davete uyarak iman etmek ‘rüşd’ yolunu bulmaktır: “Kullarım Beni sana soracak olurlarsa, işte Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse onlar da benim davetime cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (2 Bekara/186)

Tanrılık davasına kalkışan Firavun da kendi yolunun, insanlara sunduğu yaşama biçiminin, inanç tarzının ‘rüşd’ yolu olduğunu iddia ediyordu ama (40 Ğafir/29) şüphesiz ki onun yolu, daveti ve yaptıkları ‘rüşd’ değildi. Kur’an, Firavun’un bu şekilde yaptıklarını ‘reşîd’ olmadığını açıklıyor. (11 Hûd/97)

Rüşd, burada en doğru olan şey, hidayet yönünden ulaşılan başarı veya Allah (cc) yolunda girişilen çalışmanın hayırla  sonuçlanmasıdır.

Kur’an, bütün insanları ve cinleri ‘rüşd’ yoluna ulaştırmak için gönderilmiş bir kitaptır. (72 Cinn/2)

Rüşd yolu, elbette ğayy-sapıklık ve şaşkınlık yolundan ayrıdır. O, Rabbimizin doğru yoludur. Kur’an’ın  anlattığı, gösterdiği, bildirdiği ve içerisinde olan şeyler işte bu irşad (rüşde ulaşma) prensipleridir.

Allah (cc) bütün peygamberlere bu prensipleri öğretmiş, onlar da insanları bu rüşd yoluna, bu en doğru yola davet etmişlerdir. 

Hz. İbrahim her açıdan iyi bir insan, örnek bir kişilikti. Onu bütün ilahî kitaplar bir insanlık modeli olarak örnek veriyor. Kur’an, onun bu kişiliği, kendisine verilen ‘rüşd-olgun davranma’ imkanı ile elde ettiğini haber veriyor.  (21 Enbiya/51)

Rüşd, Kur’an’da doğru yol (hidayet) ve hakk din, başarı ve doğru yola ileten kabiliyet gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Rüşd sahibi ‘reşîd’ kimse, yanlış ve zararlı bir iş yapmaz. Çirkin, kaba ve sapık davranışlardan uzak durur.

Aynı kökten gelen ‘mürşid’, irşad edici, rüşd yolunu gösterici anlamındadır. Kur’an’da şöyle geçmektedir:

"…Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir mürşid, bir veli bulamazsın.” (18 Kehf/17)

Allah’ın gönderdiği ‘rüşd’ yolu olan İslâma inanan bütün mü’minler, Kur’an’la ve Peygamberin tebliği ile ‘irşad’ olmuş, böylece ‘Sebilü’r rüşd’e ulasmış ve ‘râşid/reşîd’ olmuş kimselerdir.

Kur’an, ‘râşid’ olma (rüşd’e girme) sıfatını mü’minler hakkında övücü bir sıfat olarak da kullanıyor.

“Ve bilin ki Allah’ın Rasûlü içinizdedir. Eğer o, size bir çok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah, size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar (mü’minler) ‘râşidûn’ (doğru yolu bulmuş) olanlardır.” (49 Hucurât/7)

Görüldüğü gibi –kelime anlamıyla- rüşd sahibi olma, rüşde ulaşma, rüşd ile hareket etme bir anlamda aklı başında olma, aklını başına alma demektir. Kur’an bunu doğru/hakk yol, sapıklığın ve azgınlığın karşıtı, aklın ve fitratın gereği olan hidâyet manasında da kullanıyor.

İslâm’a ‘sebilü’r-rüşd-rüşd yolu’ denilmesi dikkat çekicidir.

Tekrar yukarıya dönersek; Lût (as), çevresindeki rüşd imkanından yoksun kimselerin sapık istekleri karşısında bir kez daha feryat ediyor:

“İçinizde aklı başında bir kimse yok mu?”

Bu isteğin ne kadar çirkin olduğunu anlayacak ve bundan vazgeçecek bir olgun sahış yok mu?

Ne yazık ki Lût’un (as) bu yürek yakan, duyguları galeyana getirecek denli etkili, insanın beynine tokmak gibi inen bu haykırışını insanlar duymadılar. Daha doğrusu aldırmadılar.

Duymadılar da ne oldu? Kendi elleriyle iki dünyalarını da kararttılar. İki dünyalarını da kendilerine zehir ettiler. Hidâyet yerine sapıklığı, kâr yerine zararı, mutluluk yerine azabı, şeref yerine rezilliği tercih ettiler.

Ancak, rüşd sahibi olmadıkları için ne yaptıklarının farkında bile olamadılar.

Bugün, şu zamanda, dünyanın her yerinde, her toplumda, tıpkı Lût (as) gibi, iki kolunu makas gibi açıp, yüksek sesle haykırmak, ünlemek, feryat etmek gerekiyor...

Zira ‘rüşd’ünü kaybetmiş günümüz insanları çok yanlış yapıyorlar, çok çirkin işlere bulaşıyorlar, çok haksızlık ve zulme alet oluyorlar. Üstelik bu yaptıklarının hata olduğunu da bilmiyorlar. Yanlışlarını fazilet zannedip yapmaya devam ediyorlar.

Daha da ilginci, kimileri Lût (as) kavminin yaptığı ve başlarına taş yağmasına sebep olan çirkin fiili alenen yapıyorlar. Bunu normal görüyorlar. Hatta bu yapılanın yanlış olduğunu söyleyenleri suçlayanlar, susturmaya, mahkemeye vermeye çalışanlar, ülkelerinden sürüp çıkarmakla tehdit edenler bile var.

Bugün dünyanın her tarafında ilahî güzelliklere ters, insan nefsinin ve şeytanın hoşuna giden pek çok yanlışlar yapılıyor, çirkin fiiller işleniyor, zulmediliyor, haklar gasbediyor, zayıflar eziliyor, insanlar mağdur ediliyor.

Çünkü, kişide ‘rüşd’ kabiliyeti kalmayınca her türlü yanlışı yapabilir.

Çünkü aklı başında değil, ya da aklını salih işlerde kullanmasını bilmiyor.

Akıllı olduğunu iddia etse bile, onunla en doğru olanı, insana en yakışanı, en olgun olanı yapamıyor, bir türlü rüşd yoluna gelemiyor.

Şimdi tam Lût (as) gibi, bütün güzellik katillerine, bütün zalimlere, bütün şerefleri çiğneyenlere, bütün bayağı işlerle uğraşanlara, bütün temiz fıtrata aykırı davaranışlarda bulunanlara haykırmanın zamanıdır:

İÇİNİZDE AKLI BAŞINDA BİR ADAM (RAŞÎD BİR KİMSE) YOK MU?

Hüseyin K. Ece

Zaandam-Hollanda